165 ayettir. Birkaç ayeti dışında Mekkî'dir.
Bu sûre, tevhid ilkelerini bir araya toplamakta, îsâram inanç temellerini açıklamakta; özellikle ölümden sonraki dirilişle ilgili durumları, peygamber-liğin ispatını ve buna bağlı sorunları açıklamaktadır.
Bu sûrenin bir defada, bütün halinde nazil olduğu konusundaki rivayetler birbirlerini desteklemektedir. Nafi', îbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "En'am sûresi bir bütün halinde bana nazil oldu. Yetmiş bin Melek ona refakat ediyordu. Melekler, teşbih ve tahmidde bulunuyorlardı."
Bu sûrenin bazı ayetlerinin Medenî olmasını önleyecek bir engel yoktur. Daha sonra Peygamber (S.A.V.) bu ayetleri sûredeki yerlerine koymuştur.
Kurtubî der ki: Bu sûre müşriklere, ölüm sonrası dirilişi yalanlayanlara ve diğer bİdatçılara meydan okumak İçin bir dayanaktır. Dolayısıyla bu durum, onun bir bütün halinde bir defada nazil oluşu gerçeğini güçlendirmektedir.
Bu sûrenin daha Önceki süreyle bağlantısına gelince; Mâide sûresinde, Ki-tab ehline karşı deliller ileri sürülerek onlara meydan okunmaktadır. Bu sû-redeyse müşriklere karşı meydan okunmaktadır. Mâîde sûresi, haramları detaylı olarak anlatmıştır. Çünkü o, Kur'an'ın en son inen süresidir. En'am suresi ise, haramları özet olarak anlatmıştır. [1]
Kapsamlı İlimle Birlikte, Allah'ın Birliğine Ve Ölümden Sonra Dirilişe İlişkin Kanıtlar
1- Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vareden Allah'a mahsustur. Öyle İken, inkâr edenler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar.
2- O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tâyin edendir. Belirli bir ecel O'nun kalındadır; sonra bir de şüphe edersiniz.
3- O, göklerin ve yerin Allah'ı, içinizi dışınızı bilir, kazandıklarınızı da bilir. [2]
Bazı Kelimeler:
Güzel övgü ve anma."Halk" kelimesi lügatte takdir etmek, yani bir şeyi kendi ilmine göre belli bir miktar ve ölçüde meydana getirmektir. Ebu's-Suûd'a göre "inşâ", "ca'f" ve "İbda" kelimeleri de "halk" kelimesiyle anlamdaştırlar. Yalnız "halk" kelimesi, tekvinî inşâ'ya özgüdür ve takdir anlamı vardır. İbda ve ca'l kelimeleri, genel olarak inşâ anlamında kullanılırlar. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: "Karanlıkları ve aydınlığı var etti."
Ca'l kelimesi yasama ve kanun koyma anlamında da kullanılır: "Allah, Kabe'yi o saygıdeğer evi, insanlar için (hayat ve güven.) durağı yaptı!'[3]
"Ca'l" kelimesinin bir diğer özelliği de, bir şeyin başka bir şeydea meydana getirilmesi gibi, tazmin anlamını da ifade etmesidir.Ona denk ve eşit kılarlar. Onunla boy ölçüşebilecek ra-kîb kılarlar.Ecel. Bir şeyin belirlenmiş süreci. Süre belirledi.Tevhİd ve ölüm sonrası dirilişin delilleri hakkmda kuşkuya düşüyorsunuz. [4]
Açıklama:
Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah kendini, kullarına öğretmiş olduğu övgü ile övmüştür. Hamd Allah'adır. Övgüler O'nun içindir. Çünkü O, bütün yetkin niteliklere sahip ve noksanlıklardan münezzehtir, Yaratma, icâd, inşâ ve ibda' sıfatları vardır.
Noksanlıklardan münezzeh yüce Aîlah; kendi zâtını, hamd ve senayı gerektiren iki sıfatla nitelemiştir. Bu İki sıfat; yerle göklerin yaratılması ve karanlıklarla aydınlığın var edilmesidir.
Göklerin, yerin ve bü ikisi arasındaki âlemlerin yaratılması, bunlardaki düzen, takdir ve hikmete gelince; bu, hem müşriklerin, hem mü'minlerin eşit seviyede bilip itiraf ettikleri bir konudur. "Andoİsun onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka: "Allah" diyecekler!'[5]
Şu gökler ve göklerdeki yıldızlar, felekler, güneş ve gezegenlerin her birinin kendine özgü bir yörüngesi, doğuş ve batış yeri vardır. Şu yerküreyi kaplayan hava tabakası ve sesleri nakleden şu eter tabakası... Bütün bunlar, Allah'ın kemal ve birliğine İşaret etmiyorlar mı?! Hamd; gökleri ve içindekilerin! yaratan, ayı ve güneşi emre hazır hale getiren Allah'adır. Bütün bu varlıklar, belli bir süreye kadar varlıklarını ve fonksiyonlarını devam ettireceklerdir.
Yeryüzüne gelince; sen onun ne olduğunu bilir misin? O, hareket halindeki bir yıldızdır. Dönmekte olan bir gezegendir. Daha önce yer ile gökler birbirine yapışmış durumdaydı. Biz onları birbirinden ayırdık. Yer küre boşluktadır. Güneşin etrafında dönmektedir. Üzerinde kazık gibi sabit dağlar, nehirler ve denizler vardır. Üzerinde yürüdüğümüz, içinde yaşadığımız yeryüzü küre şeklindedir. Yan taraflarından sular dökülmez. Kutuplarından sular fışkırmaz. Bunu ölçülü bir şekilde takdir edip yaratan kimdir? Şüphesiz ki O, bir ve tek olan, eşi bulunmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu Allah'dır.
Hamd, karanlıkları ve aydınlığı yaratan Allah'adır. Karanlıklarla aydınlık, duyusal (maddî) mi, yoksa aklî midirler? Yoksa bu, her ikisi için ortak olan bir kelime midir?
Kur'an-ı Kerim'de "karanlıklar" kelimesi çoğul olarak, "aydınlık" ke-Hmesİyse tekil olarak kullanılmıştır. Zira şirk ve küfrün karanlıklarının şekil, renk ve sebepleri değişik ve çoktur. Hak ve hidâyet aydınlığına gelince, bunun yolu bir tanedir. Maddi (hissi) karanlıkların sebepleri de birden fazladır. Zira karanlık, aydınlığın önüne bir cismin geçmesiyle meydana gelir. Aydın-hğm bize ulaşmasını engelleyen cisimler ise çok ve çeşit çeşittir. Aydınlığın kaynağı ise; kuvvet ve zaafiyet, şekil ve biçim bakımından farklı da olsa birdir,
Bundan sonra küfredip Allah'ı birlemeyi şirke denk tutan; eşyayı yaratıp meydana getiren, eşi ve benzeri olmadan yoktan var eden Aİlah'ı ortaklara eşit tutanların, "ağızlarından çıkan söz ne büyük. Onlar, ancak yalan söylüyorlar''[6] Onların böyle yapmaları, Allah'ın vahdaniyet ve kemali hakkında bir şüphe ve şekdir. Bütün bu delillerden sonra şek ve şüphe olur mu?
Bundan sonra Kur'an-ı Kerim, müşriklere ve inatçılara hitaben yeniden söze başlıyor. Kendilerine çok bitişik olan bir özelliği, topraktan veya değersiz bir su olan döl suyundan yaratılmalarını onlara hatırlatıyor. İşte babamız Adem. Çamurdan yaratılmış. Ve işte bizler.., Döl suyundan ve yumurtacıktan yaratılmışız. Döl suyu, erkeğin; yumurtacık ise kadının kanından meydana gelir. Kan, gıdadan oluşur. Gıda, hayvan ve bitkilerden elde edilir. Hayvan ve bitkilerin aslı ise topraktır. Ayetin anlamının, "Babanız Adem, topraktan yaratılmıştır" şeklinde anlaşılabileceğini söyleyenler de olmuştur.
Sonra Cenab-ı Allah, dünyada yaşayacağımız zaman süresini, ecelimizi belirlemiştir. "Artık bu ecel geldiği vakit, bir an geri de kalamazlar, ileri de gidemezler."[7]
Allah katında belirlenmiş bir başka ecel daha vardır ki, o da dünyanın başlangıcı İ!e, ahİret hayatının ilk aşaması olan sonudur. Bu, dünyanın ecelidir. Bu ecelin süresini, Allah'dan başka kimse bilemez. Allah'a yakın melekler, nebiler ve Resullar bile bu ecelin ne zaman noktalanacağını bilemezler. "Ey Resulüm, sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Deki: "Onun ilmi, yalnız Rabbimİn kalındadır. Onu tam vaktinde, ancak o tecelli ettirecektir."[8]
Bundan sonra siz, ikinci kez yaratılmanız, yani öldükten sonra ahirette dîriltilmeniz konusunda şüphe ediyorsunuz. Cenini anasının karnında değersiz bir sudan yaratıp, ona soluk aldırıp verdiren (eğer bu cenin, normal hava ile teneffüs ederse ölür) normalde öldürücü olan kirli kanla onu gıdalandınp besleyen Allah'tır. Ceninin ana karnındaki bu hayatı, insanı hayrete düşüren tuhaf bir yaşantı değil midir?! Gerçekten de tuhaftır. Bizleri bu şekilde yaratan Allah, kıyamet gününde ölüleri diriltemez mi? O, göklerde ve yerdeki Allah'tır. Evet O, bütün kemal sıfatlarla donanmıştır. Yerin, göğün ve bu-ikisİ içindeki varlıkların yaratıcısıdır. Bunlar bilinen gerçeklerdir. Bütün mahlu-katın tanıklık ettiği işlerdir.
îbn Kesir, tefsirinde bu ayeti şöyle anlamlandırır:; Göklerde ve yerde kendisine seslenilen, Allah'dır. Yani göklerde ve yerdeki varlıkların kendisine ibadet ettikleri, kendisini birledikleri, ilâhhğmi tasdik ettikleri zât, Allah'tır. O'na Allah derler. Kâfirler dışındaki herkes, O'na korku ve ümidle duâ ederler. Bu, tıpkı şu ayet gibidir: "O ki gökte de Hân'dır, yerde de"[9] Yani hem göktekilerin, lıem yerdekilerin ilâhi'dır. Şu halde: "Gizlinizi de, açıkça yaptıklarınızı da bilir."âyeü, haberden sonra bir haber ve başka bir sıfattır. Ayetin şu şekilde anlamlandırılabileceğini söyleyenler de olmuştur: O Allah, sizin göklerde ve yerdeki gizliliklerinizi de, açıkça işlediklerinizi de bilir. Ne kazandığınızı da bilir. Noksanlıklardan münezzehtir. Her şeyi bilir. Her şeyden haberdardır. [10]
Şüphe Ve Küfürlerinin Sebebi Ve Bunun Reddi
4- Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet geldikçe ondan yüz çevirirlerdi.
5- Gerçek kendilerine gelince onu yalanladılar. Alaya aldıkları şeyin haberleri kendilerine gelecektir.
6- Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve ardlarmdan başka bir nesti yetiştirdik.
7- Ey Muhammedi Sana Kitâb'ı kâğıtta yazılı olarak İndirmiş olsak da, elleriyle ona dokumalar, inkâr edenler yine de, "Bu apaçık bir büyüdür" derlerdi.
8- "Muhammed'e bir melek indirilmeli değil miydi?" dediler. Bir melek İndirmiş olsaydık iş bitmiş olurdu da onlara göz bile açtınlmazdı.
9- Biz onu melek kılsaydık, bir insan şeklinde yapardık da, düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk. [11]
Bazı kelimeler:
Bir şeyden yüz çevirmek.Hak. Aslında, gerçekleşen sabit bir şey. Ayette bu kelimeyle kastedilen şey, dindir. Nebe' kelimesinin çoğulu olup, önemli haber demektir.Aynı zamanda yaşayan insanlar, kuşak, nesil. Karn'ın süresi yüz yıldır. Bu kelimenin başka anlama geldiğini söyleyenler de olmuştur.Yazılı sahife Sağanak halinde bol bol yağmur yağması.Üzerine yazı yazılan kağıt.Lebs, örtüp perdelemek demektir. Yani onların işlerini karıştırdık. Ne yapacaklarını bilemez hale getirdik onları. [12]
Açıklama:
Yukarıda geçen ayetler Allah'ın birliğini ispatlamakta, rabliğm kemalini noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'a tahsis etmekte, öldükten sonra dirilişin gerçek olduğunu kanıtlamakta; yerleri ve gökleri yarattığı itiraf edilen Allah'ın gerçek mabud olduğunu, her şeyi ilmiyle kuşattığını ve ondan başka ilâh bulunmadığını gözler önüne sermektedir. Ama hidâyet ışığından yoksun olanlar yine de Allah'a ortak koştular, peygamberlerini yalanladılar. Kendilerini Allah ve Peygamberini tasdik etmeye çağıran bu tabiî ve Kur'anî ayetlere inanmadılar. Bu ayetler, onların yalanlama ve küfürlerinin nedenlerine işaret etmektedirler!
Zayıflık ve güçlülük hallerinde kendilerini besleyip gözeten, nziklarını üzerine alan, kendilerine her türlü nimeti bağışlayan ve yeryüzündeki şeylerin hepsini kendilerine vereceğini garanti eden rablerinden, kendilerine bir ayet gelmez ki, ondan yüz çevirmiş olmasınlar. "Rablerinden kendilerine gelen her yeni ihtarı, hep eğlenerek dinliyorlar."[13]
Onlar bu ayetlere ibret ve tefekkür gözüyle bakmadılar. Kalblerini tak-lid ve gelenek bağlarından, asabiyyet gayretlerinden ve cahİliyet ahmaklığından soyutlayamadılar. Kendilerine bir ayet geldiğinde, bu devam eden bir si-hirdir, dedüer. "Sen bizi büyülemek için her ne kadar mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz, dediler."[14]
Bu nedenie oniar, güvenilir elçinin getirdiği ve Kur'an-ı Kerim'in kendisine çağırdığı hakkı ve gerçek dini yalanladılar. Güvenilir Peygamber, insanları doğru inanca, yüksek terbiyeye ve yüce ideallere çağırıyordu. Yüz çevirmek, onların ayrılmaz bir karakteri olduğu için, kendilerine yapılan davetin hemen ardından derhal İslâmı yalanladılar. Tabii ki, sonları hüsran oldu. Daha önce hak çağrıyı yalanlayanların halleri ve haberleri, Kur'an tarafından kendilerine bildirilecektir. Bu yalanlamalarının da haberi ve sonucu kendilerine bildirilecektir. "Ve alay edip durdukları şeylerin cezası kendilerini sarmıştır."[15] Ve nitekim sardı da. Çünkü Bedir gazasında hezimete uğratıldılar. Allah'ın yardımı ve (Mekke'nin) fethi geldi. İnsanlar, grup grup Allah'ın dinine girdiler. Bunlar dünyada olan şeylerdi.
Razî, tefsirinde der ki: Bunların küfürlerindeki halleri üç mertebedir: 1 — Düşünmekten yüz çevirmek. 2 —Sonra (hakkı) yalanlamak. 3 — Sacayağının üçüncüsü ise, Allah'ın ayetleri ve kelâmını alaya almak.
Hayret, bunlara! Bunlar, kendilerinden Önceki kâfirlerin durumlarını duymadılar mı? Onların başlarına neler geldiğini işitmediler mi? Sizden önce nice kavimleri yok ettik. Size vermediklerimizi onlara vermiştik. Biz onları, sizi yerleştirmediğimiz şekilde yeryüzüne yerleştirmiştik. Onlara gökten bol bol yağmurlar yağdırmıştık. Ayetlerimizi yalanlayıp alaya aldıklarında, bütün bu nimetler, kendilerine sert bir azabı indirmemize engel oldu mu? "Sizin kâfirleriniz (kuvvet ve imkân bakımından) onlardan (bu adlan geçen kavimlerden) hayırlı mı? Yoksa sizin için (ilâhi) kitaplarda bir kurtuluş (haberi) mi var?"[16] Hayır... Ne şu, ne de bu. Hiç biri değil!
Ad ve Semûd kavmini, Lut'un kardeşlerini görmediniz mi? "Gerçekten Rabbinin yakalayıvermesi çok şiddetlidir. Çünkü O yaratır ve diriltir. Ve O çok bağışlayandır (İtaatkârları) sevendir,"[17]
Bugün müslümaniar için en fazla korktuğum; onların, Allah'ın ayetlerinden yüz çevirmeleri ve" amelde bu ayetleri yalanlamalarıdır. Yaptıkları bu kötü işin, sonuçta, azâb olarak kendilerini kuşatmasından korkuyorum. Bu, Allah'ın kanunudur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
Resuluîlah (s.a.v.), kavminin yalanlama ve inadından dolayı sıkıntı duyuyor, Kalbi damlıyordu. "Şimdi sen (ey Resulüm), müşrikler: "Ona bir hazine indirİIseydi, yahud beraberinde bir melek gelseydi ya" demelerinden ötürü gçğsün daralacak, sana vahy olunanın bazısını terkedecek (söylenmeyecek) hale gelirsin. Fakat sen, ancak Allah'ın azabı ile korkutan bir peygambersin''[18] .Müşrikler, özel ayet istemekte fazlaca ısrar ediyorlardı. Allah onlara, kendilerini ilzam edip susturacak bir cevapla karşılık verdi.
Ey Muhammedi Gökten sana yazılı bir kağıd gönderseydik ve bu mektupta hüccet ile onları dine davet eden şeyler yazılı olsaydı, yine o mektuba inanmayacak ve bu hususta seni tasdik etmeyeceklerdi. "Bu, içinde hiç gerçek payı olmayan apaçık bir sihir ve hayâlden başka bir şey değildir" diyeceklerdi.
Kur'an-ı Kerİm'in kullandığı ifadeye iyice bakın:
"İndirseydik" kelimesinin karşılığı, şeddeli olarak kullanılmıştır. "Kağıt içinde bir kitâb" sözüne gelince; mektup, mutlaka kağıt içinde olur. "Ellerle ona dokunmuş olsalardı, fazlasıyla evirip çevirselerdi" sözüne gelince, bütün bunlar mübalağa ifade eden üslûplardır. Mektubun (kitabın) inişini tekid ediyor. Onların da bu hususta kesin bilgi sahibi olmalarım amaç ediniyor, bununla birlikte,' 'bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" diyorlar.
Kâfirler iki öneride bulunmuşlardı. Bunlardan birincisi şuydu: Peygambere kendilerinin de görebilecekleri şekilde gökten bir melek indirilsin. Bu melek, Peygamberle birlikte insanlara uyarıcıiık yapsın. Peygamberi destekleyip ona yardımcı olsun. Onlar, Peygamberin bir insan olduğunu ve insanın peygamber olmasının da akla sığacak bir şey olmadığını sandıkları için böyle bir öneride bulunmuşlardı. "Bu ancak sizin gibi bir İnsandır. Sizin yediğinizden yiyor, İçtiğinizden içiyor''[19]
Bir de şöyle dediler: "Bu peygambere ne oluyor? Yemek yiyor, çarşılarda yürüyor. Ona bir melek indirilse de beraberinde bir davetçi olsa ya.”[20]
Cenab-ı Allah Hud, İbrahim ve diğer sûrelerde, bu konuda onlara İlişkin birçok şeyler anlatmaktadır. Onların bu önerilerini şu sebepten dolayı reddetmiştir: Eğer önerdikleri gibi kendilerine bir melek indirseydi, iş biterdi ve helak edilirlerdi. Durumlarına bakılmaz, kendilerine kesinlikle süre tanınmazdı. Allah'ın, yaratıklarıyla ilgili kanunu şöyle uygulanmıştır: Bir kavim bağnazlık yapar, kendilerine indirilenlerden başka ayetlerin de indirilmesini isterler de bu istekleri yerine getirilir ve yine ilâhî çağrıya uymazlarsa, Cenab-ı Allah onları azâbıyla helak ve imha eder. Hazreti Muhammed'İn davet ümmeti olan şu kimseler var ya, işte Cenab-ı Allah, Hazreti Muhammed'e bir ikram olsun diye bunları helak ve imha etmemeye karar verdi. Bu kâfirlerin soyundan, gerçekten Allah'a kulluk edecek insanların dünyaya gelebileceği ihtimali İle Allah, onları kökten helak etmedi ve gerçekten de bu ihtimal gerçekleşti.
Kâfirlerin ikinci önerileri şuydu: Peygamber olarak bize bîr melek gönderilseydi ya! Peygamber, insan değil melek olmalıydı. "Bu, sizin gibi ancak bir insandır. Size karşı üstünlük sağlamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, elbette (Peygamber olarak bize insan değil,) melekler gönderirdi!'[21]
Görüyorsunuz ki onların bu ikinci önerileri yalancı bir gurura ve rüsvây kılıcı bir bilgisizliğe dayanmaktadır. Onlar, Hz. Muhammed (s.a.v.) in peygamberliğe lâyık olmadığını sanıyor ve: "Allah'ın mutlaka bir peygamber göndermesi gerekiyor İdiyse, peygamberliğe biz Muhammed'den daha lâyıkız" diyorlardı.
Yine şöyle d.ediler: "Şu Kur'an, iki ülkeden (Mekke ve Taif'ten) bir büyük adam indirilseydi ya.'' Rabbinin rahmetini onlar mı payediyoriar? Onların bu dünya hayatındaki geçim nzıklarmı aralarında biz taksim ettik."[22]
Cenab-ı Allah, onların bu önerilerine şöyle karşılık veriyor: Peygamberi eğer melek kılsaydık, onu erkek yapardık ki, kendisiyle ünsiyet mümkün olsun, sözleri anlaşılabİlsin ve yüzyüze konuşulabilsin. O meleği bir insan yaptığımız takdirde iş yine eski haline dönerdi. Her şeyi karıştırırlardı. Bu adam da onlara, tıpkı Muhammed (s.a.v.) in dediği gibi, "Ben Allah'ın peygamberi ve elçisiyim" diyecekti. Özellikle Muhammed (s.a.v.) in Peygamber olarak gönderilmesi konusuna gelince, Cenab-ı Allah, Peygamberliği kime vereceğini elbettekİ en iyi kendisi bilir. [23]
Peygamber (S.A.V.) İn Teselli Edilişi
10- Ey Muhammed! And olsun ki, senden öncede birçok peygamberler alaya alınmıştı, onlarla eğlenenleri, alaya aldıkları şey mahvetti.
11- De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da, yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın." [24]
Bazı Kelimeler:
İstihzâ. Alay edip hafife almak. Küçük ve gülünç duruma düşürmek.Çıkış yolu vermeyecek şekilde onları çepeçevre kuşattı. [25]
Açıklama:
Noksanlıklardan münezzeh Yüce Allah, şerefli Peygamberine şunu haber veriyor: Kâfirler, ta eski zamanlardan bu yana, senin gibi sânı yüce birçok peygamberi alaya almışlardır. Seni alaya almaları, yeni rastlanan bîr olay değildir. Aksine, bu konuda sen, kendisiyle alay edilen ilk peygamber değilsin. Onların yaptıklarından dolayı üzülme. Yaptıkları kötülüklerden dolayı kalbin daralmasın. Hem eski zamanda, hem günümüzde kâfirlerin durumu işte budur. Şunu iyi bil ki, alaya aldıkları şey, kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Bu kuşatmayı yarıp kurtulmalarına ve yakalarını azaptan sıyırmalarına imkân yoktur. Yaptıkları kötülüklerin sonucundan asla kurtulamazlar. Ayet-i kerime, Allah'ın yaratıklarına ilişkin kanununu açıklayarak Peygamber (s.a.v.) efendimizi,teselli etmekte; iyi sonun, takva sahibi kimseler için olacağını, azâb ile rüsvaylığa da, kâfirlerle alaycıların uğrayacağım bildirmektedir. "(Ey Muhammed) Muhakkak ki biz, o alay edenlere karşı sana yeteriz"[26].Müşrikler bu konuda şüpheye düşerlerse, onlara de ki: Sizden önceki Ad, Semud, Tasm, Cedis, Firavun ve Lut kavmi gibi milletlerin tarihini anlayabilmek için, yeryüzünde gezip dolaşın. Çünkü, gören, duyan gibi değildir. Evet yeryüzünde dolaşın. Sonra da, hakkı yalanlayanların sonlarının ne olduğuna bakıp ibret alın. [27]
Bu sûre, tevhid ilkelerini bir araya toplamakta, îsâram inanç temellerini açıklamakta; özellikle ölümden sonraki dirilişle ilgili durumları, peygamber-liğin ispatını ve buna bağlı sorunları açıklamaktadır.
Bu sûrenin bir defada, bütün halinde nazil olduğu konusundaki rivayetler birbirlerini desteklemektedir. Nafi', îbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "En'am sûresi bir bütün halinde bana nazil oldu. Yetmiş bin Melek ona refakat ediyordu. Melekler, teşbih ve tahmidde bulunuyorlardı."
Bu sûrenin bazı ayetlerinin Medenî olmasını önleyecek bir engel yoktur. Daha sonra Peygamber (S.A.V.) bu ayetleri sûredeki yerlerine koymuştur.
Kurtubî der ki: Bu sûre müşriklere, ölüm sonrası dirilişi yalanlayanlara ve diğer bİdatçılara meydan okumak İçin bir dayanaktır. Dolayısıyla bu durum, onun bir bütün halinde bir defada nazil oluşu gerçeğini güçlendirmektedir.
Bu sûrenin daha Önceki süreyle bağlantısına gelince; Mâide sûresinde, Ki-tab ehline karşı deliller ileri sürülerek onlara meydan okunmaktadır. Bu sû-redeyse müşriklere karşı meydan okunmaktadır. Mâîde sûresi, haramları detaylı olarak anlatmıştır. Çünkü o, Kur'an'ın en son inen süresidir. En'am suresi ise, haramları özet olarak anlatmıştır. [1]
Kapsamlı İlimle Birlikte, Allah'ın Birliğine Ve Ölümden Sonra Dirilişe İlişkin Kanıtlar
1- Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vareden Allah'a mahsustur. Öyle İken, inkâr edenler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar.
2- O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tâyin edendir. Belirli bir ecel O'nun kalındadır; sonra bir de şüphe edersiniz.
3- O, göklerin ve yerin Allah'ı, içinizi dışınızı bilir, kazandıklarınızı da bilir. [2]
Bazı Kelimeler:
Güzel övgü ve anma."Halk" kelimesi lügatte takdir etmek, yani bir şeyi kendi ilmine göre belli bir miktar ve ölçüde meydana getirmektir. Ebu's-Suûd'a göre "inşâ", "ca'f" ve "İbda" kelimeleri de "halk" kelimesiyle anlamdaştırlar. Yalnız "halk" kelimesi, tekvinî inşâ'ya özgüdür ve takdir anlamı vardır. İbda ve ca'l kelimeleri, genel olarak inşâ anlamında kullanılırlar. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: "Karanlıkları ve aydınlığı var etti."
Ca'l kelimesi yasama ve kanun koyma anlamında da kullanılır: "Allah, Kabe'yi o saygıdeğer evi, insanlar için (hayat ve güven.) durağı yaptı!'[3]
"Ca'l" kelimesinin bir diğer özelliği de, bir şeyin başka bir şeydea meydana getirilmesi gibi, tazmin anlamını da ifade etmesidir.Ona denk ve eşit kılarlar. Onunla boy ölçüşebilecek ra-kîb kılarlar.Ecel. Bir şeyin belirlenmiş süreci. Süre belirledi.Tevhİd ve ölüm sonrası dirilişin delilleri hakkmda kuşkuya düşüyorsunuz. [4]
Açıklama:
Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah kendini, kullarına öğretmiş olduğu övgü ile övmüştür. Hamd Allah'adır. Övgüler O'nun içindir. Çünkü O, bütün yetkin niteliklere sahip ve noksanlıklardan münezzehtir, Yaratma, icâd, inşâ ve ibda' sıfatları vardır.
Noksanlıklardan münezzeh yüce Aîlah; kendi zâtını, hamd ve senayı gerektiren iki sıfatla nitelemiştir. Bu İki sıfat; yerle göklerin yaratılması ve karanlıklarla aydınlığın var edilmesidir.
Göklerin, yerin ve bü ikisi arasındaki âlemlerin yaratılması, bunlardaki düzen, takdir ve hikmete gelince; bu, hem müşriklerin, hem mü'minlerin eşit seviyede bilip itiraf ettikleri bir konudur. "Andoİsun onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka: "Allah" diyecekler!'[5]
Şu gökler ve göklerdeki yıldızlar, felekler, güneş ve gezegenlerin her birinin kendine özgü bir yörüngesi, doğuş ve batış yeri vardır. Şu yerküreyi kaplayan hava tabakası ve sesleri nakleden şu eter tabakası... Bütün bunlar, Allah'ın kemal ve birliğine İşaret etmiyorlar mı?! Hamd; gökleri ve içindekilerin! yaratan, ayı ve güneşi emre hazır hale getiren Allah'adır. Bütün bu varlıklar, belli bir süreye kadar varlıklarını ve fonksiyonlarını devam ettireceklerdir.
Yeryüzüne gelince; sen onun ne olduğunu bilir misin? O, hareket halindeki bir yıldızdır. Dönmekte olan bir gezegendir. Daha önce yer ile gökler birbirine yapışmış durumdaydı. Biz onları birbirinden ayırdık. Yer küre boşluktadır. Güneşin etrafında dönmektedir. Üzerinde kazık gibi sabit dağlar, nehirler ve denizler vardır. Üzerinde yürüdüğümüz, içinde yaşadığımız yeryüzü küre şeklindedir. Yan taraflarından sular dökülmez. Kutuplarından sular fışkırmaz. Bunu ölçülü bir şekilde takdir edip yaratan kimdir? Şüphesiz ki O, bir ve tek olan, eşi bulunmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu Allah'dır.
Hamd, karanlıkları ve aydınlığı yaratan Allah'adır. Karanlıklarla aydınlık, duyusal (maddî) mi, yoksa aklî midirler? Yoksa bu, her ikisi için ortak olan bir kelime midir?
Kur'an-ı Kerim'de "karanlıklar" kelimesi çoğul olarak, "aydınlık" ke-Hmesİyse tekil olarak kullanılmıştır. Zira şirk ve küfrün karanlıklarının şekil, renk ve sebepleri değişik ve çoktur. Hak ve hidâyet aydınlığına gelince, bunun yolu bir tanedir. Maddi (hissi) karanlıkların sebepleri de birden fazladır. Zira karanlık, aydınlığın önüne bir cismin geçmesiyle meydana gelir. Aydın-hğm bize ulaşmasını engelleyen cisimler ise çok ve çeşit çeşittir. Aydınlığın kaynağı ise; kuvvet ve zaafiyet, şekil ve biçim bakımından farklı da olsa birdir,
Bundan sonra küfredip Allah'ı birlemeyi şirke denk tutan; eşyayı yaratıp meydana getiren, eşi ve benzeri olmadan yoktan var eden Aİlah'ı ortaklara eşit tutanların, "ağızlarından çıkan söz ne büyük. Onlar, ancak yalan söylüyorlar''[6] Onların böyle yapmaları, Allah'ın vahdaniyet ve kemali hakkında bir şüphe ve şekdir. Bütün bu delillerden sonra şek ve şüphe olur mu?
Bundan sonra Kur'an-ı Kerim, müşriklere ve inatçılara hitaben yeniden söze başlıyor. Kendilerine çok bitişik olan bir özelliği, topraktan veya değersiz bir su olan döl suyundan yaratılmalarını onlara hatırlatıyor. İşte babamız Adem. Çamurdan yaratılmış. Ve işte bizler.., Döl suyundan ve yumurtacıktan yaratılmışız. Döl suyu, erkeğin; yumurtacık ise kadının kanından meydana gelir. Kan, gıdadan oluşur. Gıda, hayvan ve bitkilerden elde edilir. Hayvan ve bitkilerin aslı ise topraktır. Ayetin anlamının, "Babanız Adem, topraktan yaratılmıştır" şeklinde anlaşılabileceğini söyleyenler de olmuştur.
Sonra Cenab-ı Allah, dünyada yaşayacağımız zaman süresini, ecelimizi belirlemiştir. "Artık bu ecel geldiği vakit, bir an geri de kalamazlar, ileri de gidemezler."[7]
Allah katında belirlenmiş bir başka ecel daha vardır ki, o da dünyanın başlangıcı İ!e, ahİret hayatının ilk aşaması olan sonudur. Bu, dünyanın ecelidir. Bu ecelin süresini, Allah'dan başka kimse bilemez. Allah'a yakın melekler, nebiler ve Resullar bile bu ecelin ne zaman noktalanacağını bilemezler. "Ey Resulüm, sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Deki: "Onun ilmi, yalnız Rabbimİn kalındadır. Onu tam vaktinde, ancak o tecelli ettirecektir."[8]
Bundan sonra siz, ikinci kez yaratılmanız, yani öldükten sonra ahirette dîriltilmeniz konusunda şüphe ediyorsunuz. Cenini anasının karnında değersiz bir sudan yaratıp, ona soluk aldırıp verdiren (eğer bu cenin, normal hava ile teneffüs ederse ölür) normalde öldürücü olan kirli kanla onu gıdalandınp besleyen Allah'tır. Ceninin ana karnındaki bu hayatı, insanı hayrete düşüren tuhaf bir yaşantı değil midir?! Gerçekten de tuhaftır. Bizleri bu şekilde yaratan Allah, kıyamet gününde ölüleri diriltemez mi? O, göklerde ve yerdeki Allah'tır. Evet O, bütün kemal sıfatlarla donanmıştır. Yerin, göğün ve bu-ikisİ içindeki varlıkların yaratıcısıdır. Bunlar bilinen gerçeklerdir. Bütün mahlu-katın tanıklık ettiği işlerdir.
îbn Kesir, tefsirinde bu ayeti şöyle anlamlandırır:; Göklerde ve yerde kendisine seslenilen, Allah'dır. Yani göklerde ve yerdeki varlıkların kendisine ibadet ettikleri, kendisini birledikleri, ilâhhğmi tasdik ettikleri zât, Allah'tır. O'na Allah derler. Kâfirler dışındaki herkes, O'na korku ve ümidle duâ ederler. Bu, tıpkı şu ayet gibidir: "O ki gökte de Hân'dır, yerde de"[9] Yani hem göktekilerin, lıem yerdekilerin ilâhi'dır. Şu halde: "Gizlinizi de, açıkça yaptıklarınızı da bilir."âyeü, haberden sonra bir haber ve başka bir sıfattır. Ayetin şu şekilde anlamlandırılabileceğini söyleyenler de olmuştur: O Allah, sizin göklerde ve yerdeki gizliliklerinizi de, açıkça işlediklerinizi de bilir. Ne kazandığınızı da bilir. Noksanlıklardan münezzehtir. Her şeyi bilir. Her şeyden haberdardır. [10]
Şüphe Ve Küfürlerinin Sebebi Ve Bunun Reddi
4- Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet geldikçe ondan yüz çevirirlerdi.
5- Gerçek kendilerine gelince onu yalanladılar. Alaya aldıkları şeyin haberleri kendilerine gelecektir.
6- Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve ardlarmdan başka bir nesti yetiştirdik.
7- Ey Muhammedi Sana Kitâb'ı kâğıtta yazılı olarak İndirmiş olsak da, elleriyle ona dokumalar, inkâr edenler yine de, "Bu apaçık bir büyüdür" derlerdi.
8- "Muhammed'e bir melek indirilmeli değil miydi?" dediler. Bir melek İndirmiş olsaydık iş bitmiş olurdu da onlara göz bile açtınlmazdı.
9- Biz onu melek kılsaydık, bir insan şeklinde yapardık da, düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk. [11]
Bazı kelimeler:
Bir şeyden yüz çevirmek.Hak. Aslında, gerçekleşen sabit bir şey. Ayette bu kelimeyle kastedilen şey, dindir. Nebe' kelimesinin çoğulu olup, önemli haber demektir.Aynı zamanda yaşayan insanlar, kuşak, nesil. Karn'ın süresi yüz yıldır. Bu kelimenin başka anlama geldiğini söyleyenler de olmuştur.Yazılı sahife Sağanak halinde bol bol yağmur yağması.Üzerine yazı yazılan kağıt.Lebs, örtüp perdelemek demektir. Yani onların işlerini karıştırdık. Ne yapacaklarını bilemez hale getirdik onları. [12]
Açıklama:
Yukarıda geçen ayetler Allah'ın birliğini ispatlamakta, rabliğm kemalini noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'a tahsis etmekte, öldükten sonra dirilişin gerçek olduğunu kanıtlamakta; yerleri ve gökleri yarattığı itiraf edilen Allah'ın gerçek mabud olduğunu, her şeyi ilmiyle kuşattığını ve ondan başka ilâh bulunmadığını gözler önüne sermektedir. Ama hidâyet ışığından yoksun olanlar yine de Allah'a ortak koştular, peygamberlerini yalanladılar. Kendilerini Allah ve Peygamberini tasdik etmeye çağıran bu tabiî ve Kur'anî ayetlere inanmadılar. Bu ayetler, onların yalanlama ve küfürlerinin nedenlerine işaret etmektedirler!
Zayıflık ve güçlülük hallerinde kendilerini besleyip gözeten, nziklarını üzerine alan, kendilerine her türlü nimeti bağışlayan ve yeryüzündeki şeylerin hepsini kendilerine vereceğini garanti eden rablerinden, kendilerine bir ayet gelmez ki, ondan yüz çevirmiş olmasınlar. "Rablerinden kendilerine gelen her yeni ihtarı, hep eğlenerek dinliyorlar."[13]
Onlar bu ayetlere ibret ve tefekkür gözüyle bakmadılar. Kalblerini tak-lid ve gelenek bağlarından, asabiyyet gayretlerinden ve cahİliyet ahmaklığından soyutlayamadılar. Kendilerine bir ayet geldiğinde, bu devam eden bir si-hirdir, dedüer. "Sen bizi büyülemek için her ne kadar mucize getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz, dediler."[14]
Bu nedenie oniar, güvenilir elçinin getirdiği ve Kur'an-ı Kerim'in kendisine çağırdığı hakkı ve gerçek dini yalanladılar. Güvenilir Peygamber, insanları doğru inanca, yüksek terbiyeye ve yüce ideallere çağırıyordu. Yüz çevirmek, onların ayrılmaz bir karakteri olduğu için, kendilerine yapılan davetin hemen ardından derhal İslâmı yalanladılar. Tabii ki, sonları hüsran oldu. Daha önce hak çağrıyı yalanlayanların halleri ve haberleri, Kur'an tarafından kendilerine bildirilecektir. Bu yalanlamalarının da haberi ve sonucu kendilerine bildirilecektir. "Ve alay edip durdukları şeylerin cezası kendilerini sarmıştır."[15] Ve nitekim sardı da. Çünkü Bedir gazasında hezimete uğratıldılar. Allah'ın yardımı ve (Mekke'nin) fethi geldi. İnsanlar, grup grup Allah'ın dinine girdiler. Bunlar dünyada olan şeylerdi.
Razî, tefsirinde der ki: Bunların küfürlerindeki halleri üç mertebedir: 1 — Düşünmekten yüz çevirmek. 2 —Sonra (hakkı) yalanlamak. 3 — Sacayağının üçüncüsü ise, Allah'ın ayetleri ve kelâmını alaya almak.
Hayret, bunlara! Bunlar, kendilerinden Önceki kâfirlerin durumlarını duymadılar mı? Onların başlarına neler geldiğini işitmediler mi? Sizden önce nice kavimleri yok ettik. Size vermediklerimizi onlara vermiştik. Biz onları, sizi yerleştirmediğimiz şekilde yeryüzüne yerleştirmiştik. Onlara gökten bol bol yağmurlar yağdırmıştık. Ayetlerimizi yalanlayıp alaya aldıklarında, bütün bu nimetler, kendilerine sert bir azabı indirmemize engel oldu mu? "Sizin kâfirleriniz (kuvvet ve imkân bakımından) onlardan (bu adlan geçen kavimlerden) hayırlı mı? Yoksa sizin için (ilâhi) kitaplarda bir kurtuluş (haberi) mi var?"[16] Hayır... Ne şu, ne de bu. Hiç biri değil!
Ad ve Semûd kavmini, Lut'un kardeşlerini görmediniz mi? "Gerçekten Rabbinin yakalayıvermesi çok şiddetlidir. Çünkü O yaratır ve diriltir. Ve O çok bağışlayandır (İtaatkârları) sevendir,"[17]
Bugün müslümaniar için en fazla korktuğum; onların, Allah'ın ayetlerinden yüz çevirmeleri ve" amelde bu ayetleri yalanlamalarıdır. Yaptıkları bu kötü işin, sonuçta, azâb olarak kendilerini kuşatmasından korkuyorum. Bu, Allah'ın kanunudur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
Resuluîlah (s.a.v.), kavminin yalanlama ve inadından dolayı sıkıntı duyuyor, Kalbi damlıyordu. "Şimdi sen (ey Resulüm), müşrikler: "Ona bir hazine indirİIseydi, yahud beraberinde bir melek gelseydi ya" demelerinden ötürü gçğsün daralacak, sana vahy olunanın bazısını terkedecek (söylenmeyecek) hale gelirsin. Fakat sen, ancak Allah'ın azabı ile korkutan bir peygambersin''[18] .Müşrikler, özel ayet istemekte fazlaca ısrar ediyorlardı. Allah onlara, kendilerini ilzam edip susturacak bir cevapla karşılık verdi.
Ey Muhammedi Gökten sana yazılı bir kağıd gönderseydik ve bu mektupta hüccet ile onları dine davet eden şeyler yazılı olsaydı, yine o mektuba inanmayacak ve bu hususta seni tasdik etmeyeceklerdi. "Bu, içinde hiç gerçek payı olmayan apaçık bir sihir ve hayâlden başka bir şey değildir" diyeceklerdi.
Kur'an-ı Kerİm'in kullandığı ifadeye iyice bakın:
"İndirseydik" kelimesinin karşılığı, şeddeli olarak kullanılmıştır. "Kağıt içinde bir kitâb" sözüne gelince; mektup, mutlaka kağıt içinde olur. "Ellerle ona dokunmuş olsalardı, fazlasıyla evirip çevirselerdi" sözüne gelince, bütün bunlar mübalağa ifade eden üslûplardır. Mektubun (kitabın) inişini tekid ediyor. Onların da bu hususta kesin bilgi sahibi olmalarım amaç ediniyor, bununla birlikte,' 'bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" diyorlar.
Kâfirler iki öneride bulunmuşlardı. Bunlardan birincisi şuydu: Peygambere kendilerinin de görebilecekleri şekilde gökten bir melek indirilsin. Bu melek, Peygamberle birlikte insanlara uyarıcıiık yapsın. Peygamberi destekleyip ona yardımcı olsun. Onlar, Peygamberin bir insan olduğunu ve insanın peygamber olmasının da akla sığacak bir şey olmadığını sandıkları için böyle bir öneride bulunmuşlardı. "Bu ancak sizin gibi bir İnsandır. Sizin yediğinizden yiyor, İçtiğinizden içiyor''[19]
Bir de şöyle dediler: "Bu peygambere ne oluyor? Yemek yiyor, çarşılarda yürüyor. Ona bir melek indirilse de beraberinde bir davetçi olsa ya.”[20]
Cenab-ı Allah Hud, İbrahim ve diğer sûrelerde, bu konuda onlara İlişkin birçok şeyler anlatmaktadır. Onların bu önerilerini şu sebepten dolayı reddetmiştir: Eğer önerdikleri gibi kendilerine bir melek indirseydi, iş biterdi ve helak edilirlerdi. Durumlarına bakılmaz, kendilerine kesinlikle süre tanınmazdı. Allah'ın, yaratıklarıyla ilgili kanunu şöyle uygulanmıştır: Bir kavim bağnazlık yapar, kendilerine indirilenlerden başka ayetlerin de indirilmesini isterler de bu istekleri yerine getirilir ve yine ilâhî çağrıya uymazlarsa, Cenab-ı Allah onları azâbıyla helak ve imha eder. Hazreti Muhammed'İn davet ümmeti olan şu kimseler var ya, işte Cenab-ı Allah, Hazreti Muhammed'e bir ikram olsun diye bunları helak ve imha etmemeye karar verdi. Bu kâfirlerin soyundan, gerçekten Allah'a kulluk edecek insanların dünyaya gelebileceği ihtimali İle Allah, onları kökten helak etmedi ve gerçekten de bu ihtimal gerçekleşti.
Kâfirlerin ikinci önerileri şuydu: Peygamber olarak bize bîr melek gönderilseydi ya! Peygamber, insan değil melek olmalıydı. "Bu, sizin gibi ancak bir insandır. Size karşı üstünlük sağlamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, elbette (Peygamber olarak bize insan değil,) melekler gönderirdi!'[21]
Görüyorsunuz ki onların bu ikinci önerileri yalancı bir gurura ve rüsvây kılıcı bir bilgisizliğe dayanmaktadır. Onlar, Hz. Muhammed (s.a.v.) in peygamberliğe lâyık olmadığını sanıyor ve: "Allah'ın mutlaka bir peygamber göndermesi gerekiyor İdiyse, peygamberliğe biz Muhammed'den daha lâyıkız" diyorlardı.
Yine şöyle d.ediler: "Şu Kur'an, iki ülkeden (Mekke ve Taif'ten) bir büyük adam indirilseydi ya.'' Rabbinin rahmetini onlar mı payediyoriar? Onların bu dünya hayatındaki geçim nzıklarmı aralarında biz taksim ettik."[22]
Cenab-ı Allah, onların bu önerilerine şöyle karşılık veriyor: Peygamberi eğer melek kılsaydık, onu erkek yapardık ki, kendisiyle ünsiyet mümkün olsun, sözleri anlaşılabİlsin ve yüzyüze konuşulabilsin. O meleği bir insan yaptığımız takdirde iş yine eski haline dönerdi. Her şeyi karıştırırlardı. Bu adam da onlara, tıpkı Muhammed (s.a.v.) in dediği gibi, "Ben Allah'ın peygamberi ve elçisiyim" diyecekti. Özellikle Muhammed (s.a.v.) in Peygamber olarak gönderilmesi konusuna gelince, Cenab-ı Allah, Peygamberliği kime vereceğini elbettekİ en iyi kendisi bilir. [23]
Peygamber (S.A.V.) İn Teselli Edilişi
10- Ey Muhammed! And olsun ki, senden öncede birçok peygamberler alaya alınmıştı, onlarla eğlenenleri, alaya aldıkları şey mahvetti.
11- De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da, yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın." [24]
Bazı Kelimeler:
İstihzâ. Alay edip hafife almak. Küçük ve gülünç duruma düşürmek.Çıkış yolu vermeyecek şekilde onları çepeçevre kuşattı. [25]
Açıklama:
Noksanlıklardan münezzeh Yüce Allah, şerefli Peygamberine şunu haber veriyor: Kâfirler, ta eski zamanlardan bu yana, senin gibi sânı yüce birçok peygamberi alaya almışlardır. Seni alaya almaları, yeni rastlanan bîr olay değildir. Aksine, bu konuda sen, kendisiyle alay edilen ilk peygamber değilsin. Onların yaptıklarından dolayı üzülme. Yaptıkları kötülüklerden dolayı kalbin daralmasın. Hem eski zamanda, hem günümüzde kâfirlerin durumu işte budur. Şunu iyi bil ki, alaya aldıkları şey, kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Bu kuşatmayı yarıp kurtulmalarına ve yakalarını azaptan sıyırmalarına imkân yoktur. Yaptıkları kötülüklerin sonucundan asla kurtulamazlar. Ayet-i kerime, Allah'ın yaratıklarına ilişkin kanununu açıklayarak Peygamber (s.a.v.) efendimizi,teselli etmekte; iyi sonun, takva sahibi kimseler için olacağını, azâb ile rüsvaylığa da, kâfirlerle alaycıların uğrayacağım bildirmektedir. "(Ey Muhammed) Muhakkak ki biz, o alay edenlere karşı sana yeteriz"[26].Müşrikler bu konuda şüpheye düşerlerse, onlara de ki: Sizden önceki Ad, Semud, Tasm, Cedis, Firavun ve Lut kavmi gibi milletlerin tarihini anlayabilmek için, yeryüzünde gezip dolaşın. Çünkü, gören, duyan gibi değildir. Evet yeryüzünde dolaşın. Sonra da, hakkı yalanlayanların sonlarının ne olduğuna bakıp ibret alın. [27]