NÎSÂ SURESİ
Yüz yetmiş altı ayettir. Medenîdir. Buharı; Hazret-i Aişe (R. Anha)nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: ' 'Nisa suresi nazil olduğunda ben Resulullah (s.a.v.)’ın yanındaydım"Resulullah(s.a.v.) hicretin ilk senesinin Şevval ayında Medine'de Hazret-i Aişe ile gerdeğe girmişti. [1]
İnsanların Bir Esas Üzerine Birleşmeleri
1- Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb'inize hürmetsizlikten sakinin. Kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir. [2]
Bazı Kelimeler:
İnsanlar". Beşer. Ayakları üzerinde dikey olarak duran ve konuşan canlı,Yaydı,Adına dilekte bulunuyorsunuz. "Allah aşkına senden diliyorum" diyerek insanların birbirlerinden dilekte bulunmaları.
'Rahim' kelimesinin çoğulu olup, ana ve baba tarafından olan yakınlık. Gözetici. Ayette bununla kastedilen, muhafızdır. [3]
Açıklama:
Cenab-i Allah bu sureyi; insanlara, hepsinin aynı kökenden geldiklerini, hepsinin Adem'in çocukları olduklarım, Adem'in İse topraktan yaratılmış ol-duğunu hatırlatarak başlattı. Sonra da akrabalık bağlarım anlattı ki, bu, sûrede geçecek olan, zayıfların mallarını koruma hükümleri, nikâh ve miras hükümleri için "beraet-i istihlâl" kabilinden özlü bir işaret olsun. Bu hükümler, insan olmaları açısından insanlar için lazımdır. Bu nedenle Cenab-i Allah, bu sûreyi her ne kadar Medeni ise de, "Ey insanlar" hitabıyla başlatmıştır" [4]
Ey insanlar! Kendinizi korumak için gerekli tedbirleri alın. Sizi nİmetİy-le besleyen, bağış ve lütufta bulurran Rabbinize karşı gelmekten sakının, O sizleri bir cinsten ve bir hakikatten, Adem'den yarattı. Hepimiz aynı babanın çocukları olduğumuza göre, Allah'ın sınırlarım, özellikle insanlıkta akrabalık sınırlarım çiğneyip tecavüz etmemiz doğru olmaz.
İnsanlığın Adem (A.S.) ile başlamadığını, aksine, ondan önce birçok Adem'in gelip geçtiğini, yani Adem (A.S.) in bütün insanlığın babası olmadığını söyleyenler de olmuştur. Bunun gerçeğini Allah daha iyi bilir. Bu, çok önemli bir problem değildir., "sizi bir tek nefisten yaratan" sözündeki 'nefis' kelimesi kapalı bırakılmış, belirli kılınmamıştır. Şu halde anılan 'nefis' kelimesi, bu anlamların hepsine gelebileceği gibi, daha pek çok anlamlara da gelebilir.
Adem peygamberin bütün insanlığın babası olduğu, ya da tersine, bütün İnsanlığın babasının Adem peygamber olmadığı bîlimsel olarak ispatlansa bile bu, Tevrat ve diğerleriyle çelişmeyeceği gibi, Kur'an'la da çelişmeyecektir. Şu da var ki birinci görüş daha güzeldir ve sahih hadislerin çoğuyla uyum içindedir. [5] Ayetten kastedilen anlam şudur: O, sizi, topraktan meydana getirdiği bir nefisten yarattı. Eşini de kendisinden yarattı. Hadiste de anlatıldığı gibi bazıları, eşi Havva'nın, Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmış olduğunu söylemişlerdir. "Kadın eğri kaburgadan yaratılmıştır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan daima eğri kalır. O halde kadınlar hakkında hayır öğüdüme uyunuz" Buharı 5/145. Bazı alimler bunun şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Cenab-ı Allah, Havva'yı Adem'in cinsinden yarattı, ikisinin cinsi ve tabiatı birdir. Buna delil, şu ayet-i kerimedir: "İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir?' [6]
Bir ayette nefis kelimesi ile kastedilen anlam cins'tir.
Cenab-ı Allah, Adem ile Havva'dan insan türünün her ikisini, kadın ve erkekleri üretti. Adem'i topraktan, Havva'yı da Adem'den yarattı. Her İkisinden üreyerek yeryüzüne yerleşen erkek ve kadınları bu ikisinden yarattı. Özet olarak ifade edilen "Sizi bir tek nefisten yarattı" sözünün ayrıntısı işte budur. Kendisi adına birbirinizden çeşitli isteklerde bulunduğunuz Rabbinize karşı gelmekten sakının. Akrabalık bağlarını koparmamaya bakın. Sevgi, dostluk ve iyilikle bu bağlan pekiştirin,
Ayet-i kerimede "Sakının" emri, vurgulama için iki defa tekrar edilmiştir Birinci "Sakının" emrinde Rab kelimesi zikredilmiştir. Rab kelimesi zayıflık ve ihtiyaç halindeki kimseler için şefkat göstererek eğiticilik ve besleyicilik yapan kişinin özel adıdır. İkinci "Sakının" emrindeyse Allah kelimesi zikredilmiştir. Allah kelimesi ise heybet, ululuk ve yücelik vasıflarını taşıyan varlığın özel adıdır. Evet. "Sakının" emri iki defa tekrar edildi ki, buyruğu ve çağrıyı kabul etmek için gerektirici bir neden olsun.
Sonra ayet-i kerime, "Doğrusu Allah, üzerinizde bir gözeticidir" cümlesiyle sona ermektedir. Bu cümleyle de Cenab-ı Allah'ın ancak yararımıza olan ve bizi muhafaza etmeye yönelik olan şeyleri bize meşru kıldığına işaret edilmektedir. O bizden haberdardır. Halimizi de görmektedir.
Nefis ve ruh nedir? Kuşkusuz insanda maddi bir taraf vardır. Bir de örtülü ve belirsiz bir taraf vardır. îşte bu belirsiz tarafta akıl, hafıza ve hatıra vardır. Bunların etkilerini şüphesiz hissetmekteyiz. Şu halde bunların kaynağı nedir?. Eskiler, bu kaynağın nefis ve ruh olduğunu söylemişlerdir. Ruh ve nefis, yüksek seviyede nurlu bir cisim olup yaşamakta olan bedenin içinde midir, yoksa ondan ayrı mıdır? Yoksa bir cisim olmayıp, canlı olan bedene anzi olarak gelen bir hal midir? Bununla ilgili İki görüş vardır. [7]
Yetimler Ve Mallari Konusunda Onlara Uygulanacak Olan Muamele
2- Yetimlere mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin, onların mallarıyla kendi mallarınızı karıştırarak yemeyin, çünkü bu büyük bir suçtur. [8]
Bazı Kelimeler:
Yetim kelimesinin çoğuludur. Yetim, babasını kaybeden kimsedir. Fıkıhçılar, yetim kelimesini özel olarak, babasını kaybeden ve.büluğa ermemiş çocuk anlamında kullanmışlardır.
Değiştirmeyin, Tebeddül, karşılığını alarak bir şey vermek.
Pis, yani haram.
Güzel, yani helal.Büyük günah. [9]
Açıklama:
Bu ayette, takvanın yönleri ve çeşitleri açıklanmaktadır ki, bunun ilki yetim, kadın ve sefih (aptal) gibi zayıf kimselerin mallarını korumaktır. Çünkü Allah bizlere, akrabalık bağlarını pekiştirmeye özen gösterme emrini vermiştir.
Ey yetimlerin mallarını ellerinde tutan vasiler! Onlara kendi mallarından sarfedin. Mallarım sırf kendilerine özgü kılın. Buluğa ermelerinden sonra kendilerine eksiksiz olarak teslim edinceye kadar, mallarından hiçbir şey yemeyin. Kendi malınızdan yararlanmanız gereken yerde yetimin malından yararlanmayın. Malınızı bırakıp ta onun malını aldığınız takdirde, temizi kir-liyle değişmiş olursunuz. Helali de harama tercih etmiş olursunuz ki bu, dince yasaklanmıştır.
Rivayet olunduğuna göre önceleri vasiler, yetimin malından zayıf bir koyunu bırakarak yerine semiz bir koyunu alırlardı. Bunu yasaklayıcı ayet-i kerime nazil oldu. Mallarını kendi malınıza katarak yemeyin. Vasi eğer yoksul İse, örfe uygun miktarda yetim malını yesin. Eğer zenginse, yetim malına tenezzül etmesin. Zira, yetim malını haksız yere yemek büyük bir suç ve büyük bir günahtır. Yetim malını, hakctmedcn yemekten vazgeçin, ey insanlar! Sizleri bir tek nefisten yaratan Allah'ınızdan sakının. [10]
Birden Fazla Kadınla Evlenmek Ve Aralarında Adaleti Gözetmek?
3- Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsınız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsamz bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur.
4- Kadınlara mehirlerinİ cömertçe verin, eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin. [11]
Bazı Kelimeler:
'Aksete' fiilinden olunca 'adalet yaptı, zulmetmedi" anlamındadır. 'Kasate' fiili ise bunun zıddı olup, haksızlık etti ve zulmetti dernektir.Gönlünüzün yönelip güzel gördüğü kadınlar.İkişer, üçer ve dörder. Bunlar, iki iki, üç üç, dört dört kelimelerinin değişikliğe uğramış şekilleridir.'Avl' mastarından alınmış olup zulmetmek anlamındadır. Mehirleri. Bağış ve vergi olarak. Kolayca, rahatça, hazmederek, afiyetle. [12]
Nüzul Sebebi:
Buhari ve Müslim'in Sahih'lcrindc Urve bin Zübeyr'dcn rivayet olunur ki: Teyzesi ve mü'minlerin anası Hazret-i Aişe (R. Anha) Urve'ye şöyle demiş: Ey bacım oğlu! Bu yetim kız, velisinin yanında büyür. Malında velisi ona ortak olur. Malı ve güzelliği, velisinin hoşuna gider. Velîsi, mehrini hakkıyla vermeksizin onunla evlenmek ister. Benzerlerine verilen miktarda ona mehir' vermez. İşte (veliler) bundan yasaklandılar. Ama isterlerse diğer kadınlardan ikişer, üçer ve dörder kadınla evlenebilirler. Bir rivayete göre bu ayet bir yetim kız hakkında nazil olmuştur ki: Bu kız bir adamın yanında büyür. Bu yetim kız malında ona ortak olur. Ama erkek, onunla evlenmek istemez ve ondan yüz çevirir. Kızın malına ortak olur. Onu.başka erkekle evlenmeye de bırakmaz. Ne kendi nikahlar, ne de başkasına verir. Bir başka rivayette de Hazret-i Aişe (R.Anha) şöyle demektedir: Bu ayet-İ kerime şu adam hakkında nazil olmuştur; Adamın velayeti altında yetim bir kız bulunur. Mal sahibi olan, bu kızın aynı zamanda mirasçisıdır. Yetim kızın hakkını bu adamdan başka, arayacak ve savunacak biri de yoktur. Malı için bu kızı nikahlamaz. Onu döver, kötü davranır. İşte ayet-i kerime şu anlamda nazil oldu: Hoşuna giden kadınla evlen. Bu yetim kızı da bırak, dövme ve kendisine zarar verme. CahİIİye döneminde erkekler dörtten fazla kadınla evlenirler, hatta bir erkek dilediği kadar kadınla evlenir, mala ihtiyaç hissettiği İçin de yetimin malını almak zorunda kalırdı. Bütün bunlar yasaklandı. [13]
Açıklama:
Cenab-ı Allah onları, yetim malını yemekten ve haksızlık yapmaktan ya-sakladıktan ve bu yasak ta yerine oturduktan sonra müminler, günaha gir-mekten sakındılar. Cenab-ı Allah, anlam olarak şöyle buyurdu: Yetimlerin mal-larında haksızlık yapmaktan korkar, mallarını haksız yere yemekten sakınır, yetim zevcenin malını yemekten endişe duyar ve mehir konusunda hakkını elinden alacağınızdan korkarsanız, bu yetim kızlarla evlenmemeniz, onları başka erkerlerle evlenmekten alıkoymamanız gerekir. Allah bu sıkıntıdan kur-tulmanın yollarını size göstermiştir. Rüşdünü ispatlamış kadınlardan beğen-dikleriniz arasından bir ilâ dört tanesiyle evlenmenizi size meşru kılmıştır. Bir grup insana, şu malı aranızda ikişer, üçer ve dörder olarak paylaşın, dersen; onlardan her birinin dilediği gibi iki veya üç veya dört birim mal alması gerekir. Yoksa iki, üç ve dört sayılarının toplamı olan dokuz birim mal alması uygun olmaz. Araplar "ikişer, üçer, dörder" sözünü bu anlamda kullanmayı adet haline getirmişlerdir. Kur'an, apaçık bir Arapçayla inmiştir.
Ama siz iki veya üç veya dört kadın arasında adaleti uygulayamayacağınızdan korkarsanız, sadece bir kadınla evlenin. Bu bir kadının yanısıra, dilediğiniz miktarda cariyelerle evlenebilirsiniz. Zira bunlar arasında haksızlık ve adaletsizlik söz konusu değildir. Adaletsizlikten korkmak, zulmün kaçı-nılmazlığım veya şüpheli oluşu durumlarını kapsar. Zulmün vehm edilmesine gelince, kuvvetli görüşe yöre bu, hoşgörüyle karşılanır. Yani m üs [ünüm erkek, adaleti uygulayacağına ve haksızlık etmeyeceğine kesin olarak inanırsa, birden dörde kadar kadınla evlenebilir. Adaletsizlikten korkarsa, yalnızca bir kadınla ve beraberinde de dilediği miktarda cariyelerle evlenebilir. Cariye, şerİ mülkiyetle mülk edinilmiş olan esir kadınlardır. Kadınlar arasında uygulanması istenen adalet, kocanın geceleme sırasında, yeme, içme, mesken ve maddi konularda kendilerine eşitçe davranması ve eşit imkânlar sağlamasıdır. Sevgi ve eğilim gibi kalbi konulara gelince, bu erkeğin elinde değildir. Bu nedenle Resulullah (s.a.v.) şöyle derdi: "Bu, benim yapabildiğim kısımdır. Yapamadığım şeylerden dolayı beni sorguya çekme (ey rabbim!) [14] Resulullah (s.a.v.) Hazret-i Aişe (R.Anha) yi diğer zevcelerinde daha çok severdi. Buna rağmen, diğer eşlerinin onayını almadan ona özel muamelede bulunmaz ve ona, diğerlerinden fazla bir şey vermezdi. [15]
Bîrden Fazla Kadınla Evlenmek:
Evlilik hayatının karekteri, tabii olarak kocanın kadına, kadının da kocasına mahsus olmasını gerektirmektedir. Koca, karısını kıskandığı gibi, kadın da kocasını kıskanır. İçinde iki kuma bulunan evde ihtilaf, çekişme ve huzursuzluk olduğunu görüyoruz. Bu anlaşmazlık ve çekişmeler, bazen köklü bir düşmanlığa dönüşür ve Ölümle sonuçlanır. Bu nedenle bazı kimseler, İslâm dininde birden fazla kadınla evlenme hükmünün, tabiat ve akılla çelişen bir şey olduğunu 'iöylemişlerdir. Şu halde bu izni kaldırmak çok hayırlı bir iş olacaktır. Zira zararlı şeyleri ortadan kaldırmak, yararlı şeyleri sağlamaktan önce.gelİr! İslâm dini birden fazla kadınla evlenmeye izin verirken, zorunluluk nedeniyle izin vermiş ve bu İzni, gerçekleştirilmesi zor bazı kayıtlara bağlamıştır. Kur'an-ı Kerim diyor ki: Yetim kızların kendilerine ve mallarına haksızlık etmeyin. Onlardan başka bir çok kadın daha vardır. O kadınlardan, ikişer, üçer ve dörder tanesiyle evlenin. Tabii ki, tanınan bu serbestlik, bir takım kayıtlarla sınırlanmıştır. Kadının eskisine de yenisine de, güzeline de çirkinine de arada fark gözetmeksizin adalet uygulayın ve zulümden kaçının. Diğer bir ayette de şöyle buyuruluyor: "Kadınlar (ınız) arasında sevgide eşit davranmaya çabalasanız bile, asla buna gücünüz yetmez. O halde açık açık birine fazla ilgi göstermeyin." [16] Burada kastedilen adalet, kalbin eğilimidir. Zira tam anlamıyla adaletin gerçekleşmesi hemen hemen imkânsızdır. Kadınlardan bîrine mutlaka daha fazla ilgi gösterilecektir. Hiç bir kayda ve şarta bağlı kalmaksızın birden fazla kadınla evlenmek mubah kılınmamıştır. Tersine bu izin, gerçekleşmesi zor bir şarta bağlanmıştır. Kadını boşamak veya birden fazla kadınla evlenmek, kocanın hakkıdır. Bu hak onun elinden alınamaz. Bu, insan tabiatının mutlaka karşılaşılan zorunluluklarındandır. Ancak en büyük hata,bu hakkın kötüye kullanılması durumunda işlenmiş olur. Bu hakkın, kocanın elinden alınması gerektiğini söylemek, Kur'an'ın apaçık nassına ters düşer olur. Hem erkeğin, hem de kadının hukukuna aykırı davranilmış olur.
Çocuk sahibi olmak isteyen zengin bir erkek, iki kadına yetecek iktidarı varsa, kısır bir kadınla da evliyse ne yapılması gerekir? Kadınlara karşı aşırı derecede istekli olan bir erkek, erkeğe karşı istek duymayan veya kendisinde cinsel ilişkiye engel bir hastalık bulunan bir kadınla evliyse, bu erkek zina mı edecektir? Zina edip te dinîni» malını, sağlığını ve şerefini mi yitirecektir? Yoksa her ikisine de adaletle davramnak şartıyla ikinci bir kadınla mı evlene-cektir? Erkeklerin çoğunun ölümüne yol açan ve çok sayıda kadını az sayıda erkekle bir arada bırakan savaşlardan sonraki dönemlerde ne yapılacaktır? Bazı kadınlar erkeklerden; yararlanırken, çok sayıdaki kadının erkek şefkatinden ve geçim garantisinden yoksun kalması ve içinde yaşamakta olduğu ortam tarafından günah ve fuhuş işlemeye mecbur bırakılması daha mı iyi olur? Şu halde İyilik, bu meseleyi dinin sunduğu reçeteyle tedavi etmektedir. Savaşta da barışta da kadını tam bir korumayla ve İtinayla koruma altına almaktadır.
İslâm'ın sunduğu bazı ruhsatları müslümanların kötüye kullanmaları, İslâm dinine zarar vermez. Şerefli bir maksat için değil de, sırf şehvet ve intikam için bazı müslüman erkeklerin birden fazla kadınla evlendiklerini ve eşleri arasında adalet uygulamadıklarını görmekteyiz. Bir çok batılı felsefecinin boşama olayının gerekli olduğunu söylemesi ve birden fazla kadınla evlenmeyi savunması, İslâm için bir övünç olarak yeter. Yetkililerin İslâm'ın ruhuna sadık kalmak şartıyla bu soruna kesin bir çare bulmaları gerekir.
Kendilerine nimet verip kadirlerini yüceltmek ve şereflendirmek için, onları sevdiğinizi ispatlamak, sevgi ve sadakat bağlarını güçlendirmek için, kadınlara hakettikleri mehri, israf ve aşırılığa kaçmaksızın Ödeyin. Kendi mallarından gönül rızasıyla size bir şey verirler ve mehirlerinden vazgeçerlerse, artık o malı afiyetle yeyin. [17]
Yetimlere Mallarını Ne Zaman Vermeliyiz
5- Allahın, sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı beyinsizlere vermayin,kendilerini bunların geliriyle rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.
6- Yetimleri, evlenme çağına kadar deneyin; onlarıda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin; büyüyeceler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin.Zengin olan, İffetli olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğinizde zaman, yanlarında şahid bulundurun.Hesab sormak için Allah yeter. [18]
Bazı Kelimeler:
‘Sefih’ kelimesinin çoğuludur.
Sefihlik, akıl ve düşüncede, bedeni yaratılıştaki istkrarsızlıktır. Burada sefih kelimesinden kasıt, malını iyi kullanmayan kimsedir. Bu kelime yetimleri dekapsamaktadır.
Hayatınızı sürdürüp geçiminizi sağlamanıza yarayan şey.
Apaçık gördünüz.
Aklın normal ve düzgün olması, malın korunması .
Her işte, çoğlunlukla malda haddi aşmak demektir.
Çarçabuk, tezelden.
İffeti istesin.Kendini iffetli olmaya zorlasın.İffet, insanın nesindeki bir duyge olup gereksiz ve uygunsuz arzularla şehvetlere terk etmeyi gerektirir.
Hesap görücü ve kontrol edici. [19]
Önceki Ayetlerle İlişkisi:
Önceki ayetlerde, eksikliklerden münezzeh yüce Allah, yetimlere mallarının, kadınlara da meliklerinin ve mallarının verilmesini emretmişti. Ancak burada sefih olmamaları ve denemeden geçirilmeleri gibi iki şart koşulmaktadır ki, mallarım kaybetmesinler. [20]
Açıklama:
Eksikliklerden münezzeh yüce Allah, müslümanları genel olarak yasaklıyor. Yetim ve sefihlerin velileri, bu yasağın kapsamına öncelikle girmektedirler. Evet Cenab-ı Allah bunları, mallarını iyi kullanamayacak durumda olan yetimlere ve sefihlere mallarını vermelerini yasaklamıştır. Çünkü bunlar, kendilerine teslim edilen mallarını telef ederler. Aslında mal, yetimlerle sefihlerin kendi malları olduğu halde, ayet-i kerimede velilere izafe edilerek "mallarınızı" denümesİyle, velinin, kendi elinde bulunan malı kommasınm vacib olduğuna işaret edilmiştir. Zira malı zayi edecek olursa, yetimin nafakasını vermek, kendisine düşer. Yetimin malı, kendi malı gibidir. Aynı ümmetten olan kimseler arasında dayanışma ilkesinin hâkim olması gerektiğini unutma. Kur'an-ı Kerim'e bak. Malı, hayattaki geçim vasıtanız olarak nitelemiştir. Ümmetler malı İle bayındır olurlar. Dünyanın direkleri mal ile ayakta durur. Bununla da mal ve iktisadın, dince rağbet edilen şeyler olduklarına işaret edilmektedir. Şu halde ey veliler! Mallan —iyi tasarrufta bulunamayan sefih kimseler olmamaları koşuluyla— sahiplerine vermeniz gerekir. Sahipleri sefih ise mallan, bu dünya hayatında geçim vasıtanız kılınan mallan koruyabileceklerine ilişkin tam tecrübe sahibi olmalarına dek elinizde dur-. sun. Mallarının aslından değil de Ürün ve kazancından kendilerini rızıklan-dırın. Rizık kelimesi, yeme, giyme, eğitim, tedavi gibi şeylerin tümünü kapsar. Ama ayette "rızıklandırın" demenin yanısıra ayrıca "onları giydirin" de denilmiştir. Çünkü giyim, kolaylık ve hoşgörüyle karşıîanabîlen dışa ait bir görüntüdür. Velayetiniz altında bulunanlara, sertlik iradesi taşımayan yumuşak sözlerle hitab edin. Kendi çocuklanmzmışcasına onlara şefkat ve yumuşaklıkla davranın. Değerli ve izzetli kimseler olduklarım, kendilerine harcadığınız şeylerin kendi malları olduğunu, buluğa erdikten sonra bu mallarını alacaklarını kendilerine hissettirin. Akli kapasitelerini ve mallarını iyi idare edip edemeyeceklerini anlamak için onları denemeden geçirin. Kur'an-ı Kerim, onların rüşdlerini ispat edip edemediklerini, mallarında tam tasarrufta bulunup bulunamayacaklarını iyice anlayabilesiniz diye bu imtihan ve denemenin biçiminden söz etmemiş, biçimini belirleme işini size bırakmıştır. Zira her zaman ve her ortama göre bir düzen vardır. Bir şeyler öğrenmiş olan kimsenin imtihanı ile hiçbir şey bilmeyen kimsenin imtihanı elbette farklı olacaktır.
Bu imtihan buluğ, yani evlenme çağına, akli olgunluk yaşma vardıklarında yapılır. Reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin. Aşırılığa kaçıp savurganlık ederek mallarını alıp vermeyin. Zira başkasının malını har vurup harman savurmak, nefsin tabiatındandır. Yetimin buluğ çağma ve akli olgunluk aşamasına kavuşmasından önce acele edip malını tez elden yemeyin. Aşırılık ve savurganlığa kaçmadan, acele etmeden velinin yetim malını yemesine gelince, bunun hükmü şudur: Zengin olan veli, İffeti istesin. Kendini iffetli olmaya zorlasın ki, iffetli olmayı alışkanlık haline getirsin. Bununla da nefsin; sahibi, küçük ve zayıf ta olsa, başkasının malına tecavüz etmeye eğilimli olduğuna işaret edilmiştir. Yoksul ve muhtaç olan veli, aşırılığa kaçmadan, savurganlık yapmadan dine ve örfe uygun miktarda yetimin malından yiyebilir. Hatta bazıları demişler ki: Veli, velayeti altındaki yetimin malından ancak borç alarak veya ecr-i misil alarak yiyebilir.
Bundaki hikmet şudur: Küçük yaştaki yetimin malını,, velisinin kendi malına katması ve büyüyünceye kadar onun çocuklarıyla beraber yemek yemesi, kendisi için daha hayırlı olur. Ya da velisi bu üsülü uygulamaz da, onu fiili bir kontrol altında tutar. Veli zenginse, yetimin malını kendi malına katması, yetim için daha iyi ve yararlı olur. Veli fakir ise, yetimin malının kazancından ve ürününden örfe uygun bir miktar yemesi gerekir. Yetimin malından, kendine mahsus bîr şeyler biriktirip yığmaya hakkı yoktur.
T&tim veya sefihi deneyip te kendi malını iyi idare edebileceğini anladığınızda, ileride muhtemel bazı çekişmeleri önlemek için şahitler huzurunda mallarını kendilerine teslim edin. Allah, üzerinizde şahid ve gözeticidir. Sizi kontrol altında tuttuğunu hiçbir zaman unutmayın. Yerde ve gökte hiçbir şey O'na gizli kalmaz. [21]
Yetim Ve Kadın Haklarının Teşrii
7- Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belidi bir hissedir.
8- Taksimde, yakmlat, yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin,
9- Arkalarında cılız çocuklar bıraktıkları takdirde, bundan endişe edecek olanlar, haksızlık yapmaktan korksunîar ve Allah'tan sakmsmlarıdürûst söz söylesinler.
10- Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar çılgın aleve atılacaklardır. [22]
Bazı Kelimeler:
Alınması mutlaka gerekli olan .Korksun.
Haşyet; kendisinden korkulan varlığı ululayarak ondan ümitvar olarak korkmak.
Sağlam ve doğru. Dine uygun.Haksız yere.Yakılacaklardır.
Alevlenmiş, çılgın ateş. [23]
Nüzul Sebebi:
Rivayet olunduğuna göre Evs bin Samit el-Ensari, geride kansı Ümmü Kehle ile birkaç kızını bırakarak vefat etti. Evs'in amcazadeleri Süveyd ile Arfece, Süveyd'in malını karısının ve kızlarının miras olarak almalarına engel oldular. Karısı, onları Resulullah (s.a.v.) a şikayet etti. Resulullah (s.a.v.) bu ikisini çağırdı. Geldiler ve dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü! Evs'in çocuğu var. Ama ata binemez. Zorluğa tahammül edemez. Düşmana saldıramaz. Onlar mal kazanamaz. Fakat biz kazanırız." Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu. Onlar için mirası İspat etti. Sonra da miras paylarını bildiren ayet nazil oldu ve herkesin hakkı belli oldu. [24]
Açıklama:
Bir adam ölür de geride kendisine küçük veya büyük, kadın veya erkek kimseler mirasçı olursa Cenab-ı Allah, ana-baba ve yakınların bıraktığı malda her mirasçı için belli miktarda bir payı miras olarak vacip kıldı. Bunda mirasçıların ve kalan malın az veya çok olması farketmez. Miras paylarını bildiren ayet ileride zikredilince bu özlü ifade açıklanmış olacaktır.
Terekelerde mal bölüşülmesi münasebetiyle Kur'an-ı Kerîm, nefislerimiz-deki bir hastalığı tedavi etmiştir. Bu hastalık, terekeyi paylaşma anında akrabaların hazır bulunmasından bazı kimselerin acı duyması ve mirasçı olmayan yakınların hased etmeleridir. Bunun için şöyle buyurulmuştur: Paylaşma işinin yapıldığı yere yakınlar, yetimler ve düşkünler gelirlerse, nefsinizdeki cimriliği tedavi edin. Az da olsa kendilerine bir miktar mal vererek, zayıf kişilikli bazı kimselerin dillerini tutun.onlara güzel sözler söyleyin. Düşmanlığı ortadan kaldıracak, nefisleri teskin edecek biçimde tatlı dille özür dileyin. Bu emrin muhatabı veli veya buluğ çağına erdiğinde malını teslim alırken yetimin kendisidir. Ayet-İ kerime bu anlamların tümüne de gelebilir. Önemli olan şu ki; bu, bir Kur'an edebidir ve hikmetli bir ilâçtır. Hatta çağdaş devletler de artık büyük oranlara varan veraset ve intikal vergileri almaktadırlar. Ey mahlukatın yaratıcısı! Senin sözlerin ne güzeldir! Ey yerin, göğün ve bu ikisi içinde bulunan şeylerin Rabbi! Senin düsturun ne sağlam ve muhkemdir! Kur-an'a yönelin, ondaki buyrukları yerine getirin. Hayır odur. Şifâ ondandır. "Biz Kur'an'da öyle ayetler indirmekteyiz ki, onlar mü 'minler için şifâ ve rahmettir." [25]
Bu meyanda başka bir hastalığın da ilacı sunuluyor. Şöyle ki: Çoğunlukla insan, yetime karşı tahammülsüz olur. Ona katı davranır. İşte bu hastalığı tedavi etmek amacıyla Kur'an-ı Kerim bizlere, kalblcri titreten ve hisleri harekete getiren bir şeyi hatırlatıyor. Ey İnsanlar! Çoluk çocuğunuzu bırakarak ahirete göçeceğiniz günü hatırlayın. Kuş tüyü gibi zayıf, güçsüz ve kuvvetsiz çocuklarınızı terkedip öleceğinizden korkun. Allah'ın buyruklarına karşı gelmekten sakının ve dine uygun, doğru sözler söyleyin. Ne yaparsanız onunla karşılaşacağınızı aklınızdan çıkarmayın.
Sonra ayet-i kerime, şu şiddetli tehdidle sona ermektedir: Her ne yolla olursa olsun, yetimlerin mallarını alıp yiyenler, ancak kendilerini cehenneme atıp, yakıtı taşlarla insanlar olacak çılgın bir ateşte yakacak olan şeyi karınlarına koyup yemektedirler. Allah bizi o ateşten korusun. [26]
Miras Paylarını Bildiren Ayetler
11- Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar İkinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şayet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, ölenin çocuğu varsa — yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın— altıda biri, çocuğu yoksa, anası babası ona vâris olur, anasına üçte bîr düşer. Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir; babalarınız ve oğullarınızdan men faatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından tesbit edilmiştir. Doğ-rusu Allah bilendir, Hakim olandır.
12- Kanlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının —ettikleri vasiyetten veya borçtan artakalanın— dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa —ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra— bıraktıklarınızın dörtte biri kanlarınızındır; çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadına kelâle yollu (çocuğu ve babası olmadığı halde) vâris olunuyor ve bunların ana-bir erkek veya bir kız kardeşi bulunuyorsa, her birine —edilen vasiyetten veya borçtan artakalanın— altıda biri düşer, zarara uğratılmaksızm ortak olurlar. Bunlar Allah tarafından tavsiye edilmiştir. Allah bilendir! Halîm'dir. [27]
Bazı Kelimeler:
Size vasiyet eder. Vasiyet, başkasına, gelecek zaman içinde bir iş yapacağına dair söz vennendir.
örneğin dersin ki: Falan adam falan beldeye gitti. Bana şu şeyi getirmesini vasiyyet ettim.
Pay.Yük olup aciz bırakmak ve yormak, sonraları bu kelime, usul ve fürû dışındaki uzak akrabalık anlamında kullanılmıştır. Kelâle sahibi adam, babası ve çocuğu olmayan adam demektir. Sahabİlerin çoğunluğu bu görüştedir. [28]
Nüzul Sebebi:
Sa'd bin Rabi'in karısı, Resulullah (s.a.v.) a gelerek şöyle dedi: "YaResulullah! Bu iki kız, Sa'd bin Rebi'in kızlarıdır. Babalan Uhud'da seninle beraber savaşmaktayken şeh-'d oldu. Amcaları da bu iki çocuğun mallarını aldı. Kendileri için mal bırakmadı. Malları olmayınca da bunlar nikahlanmazlar." Peygamber efendimiz, "Allah bu meselede hükmünü verecektir" dedi. Sonra da miras paylarını bildiren ayet-i kerime nazil oldu. Peygamber (s.a.v.), o iki kızın amcalarına haber gönderdi. Adam geldi. Ona şöyle dedi: "Sa'd'ın iki kızına (terikenin) üçte ikisini, analarına da sekizde birini ver. Geriye kahin da sizindir." İslâm tarihinde paylaşılan ilk terike budur. [29]
Açıklama:
Müslümanların, kendisiyle övünmekte oldukları Islâmi yönetimdeki miras düzeni işte budur. Çağdaş düsturların İlk kaynağı olmasa bile bu, dünya çapında miras hukukunda genel bir kural haline gelmiştir. Müslüman olma-yanlardaki şu kindar bağnazlık olmasaydı, İslâm'ın miras hukukunu alıp uy-gularlardı. Çünkü bu, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah katından gelmiştir. Yukarıdaki ayet-i kerime, kadın olsun erkek olsun, çocukların (füruun), ana-baba gibi Usulün hukukunu, kan-kocahk hukukunu ve ana bir kardeşlik hukukunu içermektedir. Baba bir kardeşlerin hukukuna gelince, bunların hükmü, sürenin sonunda anlatılacaktır. Çocuklar şefkat ve yardıma daha fazla muhtaç oldukları, ana-babanın, dede ve ninenin vefat edenden başkası üzerinde de hakları olduğu, ya da çalışıp kazanmaya muktedir oldukları, yahut geriye kalan ömürleri kısa olduğu için, ayet-i kerimede önce çocukların miras durumları ve payları anlatılmıştır. Mirasta en büyük pay, çocuklarındır. Ey müslüman muhataplar ve mükellefler! Allah sîze kendi çıkarınız için vasiyette bulunuyor. Ayetteki hitap müslümanlaradır. Çünkü terikeyi taksim eden, müslümanlardir, Ayrıca müslümanlar arasında dayanışma ilkesinin hâkim ol-ması gerekmektedir. Müslümanlar, tek bir vücud gibidirler. Çocuklarınızın, babalarının terikesinden pay almaları konusunda Allah siz vasiyette bulunuyor. Vefat edenin hem erkek hem kız çocukları varsa, erkekler iki kızın payı kadar pay alırlar. Bunda bir tuhaflık yoktur. Zira erkek hem kendi şahsının, hem kansmın, hem kız kardeşinin nafakasını temin etmekle yükümlüdür. Oysa kızkardeşi, kendini garantiye almaktadır. (Evlendiğinde nafakası kocası tara-fından karşılanacaktır.
Vefat edenin evlad olarak sadece bir tek erkek çocuğu varsa, zevce, ana ve ileride hükmü açıklanacak olan ana bir kardeş gibi farz sahiplerinin miras paylarını almalarından sonra bu tek erkek çocuk, babasının terikesİnin geri kalan kısmını tamamıyla alır. Vefat edenin evlad olarak iki veya daha fazla kız çocuğu varsa, bunlar terikenin üçte ikisini alırlar. "Eğer kadınlar ikinin üstündeyse, bırakılan malların üçte ikisi onlarındır." İki kız, ayetin genel kap-samının içine girmiştir. Zira bir kız, erkek kardeşiyle beraber bulunduğu tak-dirde, bırakılan malın üçte birini alır. Erkek kardeşi ise üçte iki alır. Zira erkek, kızın iki payı kadar pay alır. Diğer bir ayette Cenab-ı Allah, iki kız kardeşin hakkını açıklamıştır. Bu ayette ise iki veya daha fazla sayıdaki kız evladın miras payıyla ilgili hüküm bildirilmiştir. Sahabenin çoğunluğunun bu ayetten anladığı hümük budur. Ancak iki kıza terikenin yarısının verilmesi gerektiğini söyleyen İbn Abbas (R.A.) bu görüşe muhaliftir. Vefat edenin evlad olarak bir kız çocuğu varsa, babasının terikesİnin yansını alır. Kalan kısım ise, şer'i miras payına göre paylaşılır.
Ana-babanm haklan: Ölenin ana ve babasından her birine terikenİn altıda biri verilir. Bunda, ana ile baba arasında fark yoktur. Zira ölen kişi ile olan ilişkileri ve onu olan sevgileri eşil düzeydedir. Bu hüküm, ölenin çocuğunun var olması durumunda uygulanır. Çocuğu ve torunu yoksa, ana-babası da kendisine mirasçı olmuşsa, terikenin üçte biri anasına, kalan kısmı ise, babasına verilir. Bilindiği gibi bu durumda miras, sadece ana-babaya kalmaktadır, ölen kişinin kız veya erkek kardeşleri varsa, bu kardeşler öz de olsalar üvey de olsalar, ananın payı üçte birden altıda bire iner. Ama ölenin bir tek kardeşi varsa, bu hüküm uygulanmaz. Peygamber (s.a.v.) ve ondan sonra raşid halifeler, iki er veya iki kız kardeşin, ananın miras payını üçte birden altıda bire indireceğine hükmetmişlerdir. Bu hüküm, ana-babanın, ölenin çocuğu bulunsun bulunmasın, kardeşleriyle bir arada mirasçısı olmaları durumunda uygulanan bir hükümdür. Geride, ana-babanın, ölenin eşiyle (karısı veya Ölen.kadın ise kocası ile) bir arada mirasçı olmaları durumu kaldı. Bu durumda uygulanacak olan hüküm şudur: Ölenin eşi belirli miras payım alır. Anası, kalan terikenin üçte birini alır. Babası da kalan kısmı alır. İbn Abbas (R.A.) dışındaki sahebilerin çoğunluğu bu görüştedir. Allah hepsinden razı olsun.
Cenab-ı Allah bu yasaları uygulamanızı tavsiye ediyor. Bu sizin için daha hayırlı ve daha yararlıdır. Ölenin vesiyeti yerine getirildikten veya borcu ödendikten sonra, miras paylarına ilişkin bu yasaları uygulayın. Borçtan önce vasiyetten söz edildi. Zira vasiyet, karşılıksız olarak bir şeyi almak olduğundan dolayı mirasçıların gücüne gidebilir. Bu İncelik göz önünde bulundurulduğu için, borçtan önce vasiyetten söz edilmiştir.. Her ne kadar ödeme bakımından ölenin borcu, vasiyetinden önce gelmekteyse de... "Vasiyeti yerine getirildikten veya borcu ödendikten sonra" cümlesinde vasiyet ile borç, veya kelimesi ile birbirlerine atfedilmişlerdir. Bu da her ikisi-
nin gereklilik bakımından eşit olduklarını, bir arada da olsalar, ayrı ayrı da olsalar terikenin paylaşılmasından önce yapılmaları gerektiğini bildirmektedir.
Kadını ve küçük çocuğu mirastan yoksun bırakmak gibi cahiliye adetlerinize uymayın. Neyin faydalı ve neyin zararlı olduğunu siz bilemezsiniz. Allah'ın size emrettiklerine uyun. Fayda bakımından size en çok yakın olan şeyi O daha iyi bilir. Anlatılan hükümleri kendi katından, yapılması İstekle değil de vacip olan muhkem farzlar olarak size teklif etti. O sizin durumunuzu çok İyi bilir. Her işi yerinde yapan hikmet sahibidir.
Kan-koca haklan: ölen kişi kadın ise; kocası,bırakılan malın yarısını alır. Bu hüküm, kadının çocuğunun ve oğlunun çocuğunun olmaması durumunda uygulanır. Varsa bu çocukların kocadan veya başka erkeklerden olmaları bu hükmü değiştirmez. Kocanın karısıyla gerdeğe girmiş olması veya üzerine sadece nikah akdi yapmış olması, bu hüküm açısından sonucu değiştirmez. ölen kadının —hangi kocadan olursa olsun— çocuğu veya oğlunun çocuğu varsa; siz ey kocalar, ölen kanlarınızın bıraktıkları malların dörtte birini alma hakkına sahib olursunuz. Terikenin kalan bölümü şer'i miras paylarına göre akrabalara verilir. Bu hüküm, ölen kadının yapmış olduğu vasiyetin yerine getirilmesinden veya üzerine sabit olan borçların ödenmesinden sonra uygulanır. Ölen erkek ise, çocuğu ve oğlunun çocuğu yoksa, yani başka kadından doğma olsa dahi fürûu yoksa, karısı terikenin dörtte bîrini alır. Eğer çocuğu veya oğlunun çocuğu varsa, karısı terikenin sekizde birini alır. Kalan kısım ise, şer'i miras paylarına göre mirasçılara taksim edilir. Bu hüküm, ölenin yaptığı vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcun ödenmesinden sonra uygulanır.
Kelâle yoluyla kendisine mirasçı olunan, yani oğlu veya oğlunun oğlu gibi fürûu, baba ve dede gibi mirasçı usûlü bulunmayan, ana bir erkek kardeşi veya bacısı var olan bir erkek vefat ederse; ana bir kardeşi —erkek olsun, kız olsun— altıda bir pay alır. Birden çok iseler, tıpkı ana gibi üçte biri kendi aralarında paylaşırlar. Bütün bunlar ölenin vasiyetinin yerine getirilmesinden veya borcunun ödenmesinden sonra uygulanırlar. Vasiyet ikrarında mirasçılara zarar verme durumu söz konusu olmamalıdır. Vasiyet ikrarında terikenin üçte birinden fazlasını İkrar etmek, borç ikrarında ise ölenin kab-zetmememiş olduğu ya da terikenin tamamını kapsayacak bir borç ikrar etmek gibi mirasçılara zarar vermekten sakınıîmalıdır. Sadece kelâle sahibinde zarar vermeme şartı koşulmuştur. Zira insanJann bazısı keîâle mirasından hoşlanmaz. Cenab-ı Allah, onları zarar vermekten yasaklamıştır. Allah hallerimizi bilir. Bize yumuşak davranır. Azaba müstahak olanları çabucak cezalandırmaz. [30]
Allah'ın Yasakları
13- Bunlar Allah’ın yasalarıdır. Allah'a ve Peygamberine kim itanı ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada temellidirler, büyük kurtuluş budur.
14- Kim Allah'a ve Peygamberine baş kaldırır ve yasalarını aşıırsu, onu, temelli kalcağı cehenneme sokar. Alçaltıcı azab onadır. [31]
Bazı Kelimeler:
'Had' kelimesinin çoğulu olup, yasaMama anlamındadır. Allah'ın hükümleri de, insanı günah çukuruna düşmekten men'eder.Tahkir edip aşağılayan. [32]
Açıklama:
Cenab-ı Allah, yetim ve kadınlar gibi zayıf kimselerle ilgili hükümleri ve miras hükümlerini açıkladıktan sonra bunların Allah'ın hudud ve yasaklan olduğuna işaret etti. Müslüman bir kimsenin bu hududu aşması ve bu yasaklan çiğnemesi caiz değildir. Bu yasakların etrafında dolaşan kimsenin, bu yasakların çukuruna düşmesi pek yakındır.
Resulüne indirdiği, halkına tebliğ ettiği hükümlere uyarak Allah'a itaat eden, Resulullah'a da, Allah tarafından kendisine gelip ümmetine tebliğ ettiği hüküm ve ayetler konusunda itaat eden kimseyi Allah, altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Bu cennetlerin gerçek niteliğini ancak Allah bilir. Bizim buna teslimiyetle inanmamız gerekir. Cenneti mükafat olarak iyi kimselerin hakedeceklerine inanmalıyız. "îyiliğin karşılığı ancak iyiliktir!' [33]Onlar cennette temelli kalıcıdırlar. En büyük kurtuluş işte budur Allah'ın hududunu aşan, yasaklarını çiğneyen, Allah'a ve Resulüne isyan eden kimseyi Allah, yakıtı insan ve taş olan cehennem ateşine ebedi kalmak üzere sokar. Orada, Allah'ın dilediği bir zamana kadar kalır. Onun için hor ve zelil kılıcı bir azab vardır. Bu azap, hem maddi, hem de ruhi bir azaptır. [34]
Fuhuş Ve Cezası
15- Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu isbat edecek aranızdan dört şahid getirin, şehadet ederlerse, ölünceye veya Allah onlara bir yol açana kadar evlerde tutun.
16- İçinizden zina eden iki kimseye eziyet edin, tevbe edip düzelirlerse onları bırakın. Doğrusu Allah tevbeleri daima kabul ve merhamet eder. [35]
Bazı Kelimeler:
Fuhuş işlerler. Fuhuş: Günahı fahiş olan, suçu çirkin olan şeydir. Örneğin zina gibi.Ölüm meleğinin ruhları teslim alması. [36]
Açıklama:
Allah'ın gazabına neden olan zina fiilini işleyen kimse bilsin ki, bu yaptığı iş, fuhşun en büyüğü ve pisidir. Yapanı son derece aşağılatan bir eylemdir. Kadınlardan biri bu fiili işlerse, ona karşı dört erkek şahid getirin. Ayetteki bu hitap, bütün ümmetedir. Çünkü bu, ümmetin gücünü de zayıflatan genel bir hastalıktır. Bu dört erkek o kadının aleyhinde şehadette bulunarak fuhuş işlediğini söylerlerse, onu evde göz altında tutun. Çünkü bu tür kadınlar, fesat saçan mikroplardır. Yayıldığı takdirde ferdleri ve milletleri helak eden birer hastalıktırlar. Bu gibi kadınları Ölünceye veya evlenerek bu pislikten kopmaları şeklinde Allah kendilerine bir yol açıncaya kadar evde göz altında, tutun. Bazı kimseler, Allah'ın onlara yol açmasının, bu aşağılatın fuhuş hastalığı nedeniyle hadde çarptırılmaları olduğunu söylemiştir. Bu hastalıktan kurtuluş, ancak Allah'ın yardımı ile mümkündür. Evli olmayan zinakâr kadınla zinakâr erkeğe haddini bildirmek ve kınamak ile eziyet edin. Tevbe edip hallerini düzeltir ve bu çirkin fiilden vazgeçerlerse artık onlara ilişmeyin, eziyette bulunmayın. Şüphesiz Allah, kullarının tevbelerinin çokça kabul buyuran, günahları bağışlayan, kullarını esirgeyen ve onlara acıyandır.
Bu iki ayetle ilgili olarak iki görüş ileri sürülmüştür. Çoğunluğun görüşü şöyle ifade edilebilir: Ayette geçen fahişe kelimesi, özellikle zinadır. Birinci ayet, evli kadınlarla, ikinci ayetse bekârlarla ilgilidir. Bu sebeple bekârların cezası hafif olmuştur. Her iki ayette, Nur süresindeki recm ve sopayla dövme cezalarını bildiren ayetle nesh olunmuştur. Allah'ın, evlerde hapsedilerek gözaltında tutulan kadınlar için açmış olduğu yol budur.
F.btı Müslim, birinci ayetin, kadınların kendi aralarında yaptıkları sevişmelerle; ikinci ayetin ise erkeklerin kendi aralarındaki homoseksüel davranışlarıyla ilgili olduğunu söylemiştir. Buna göre, bu iki ayet nesh olunmuş değildir. Mücahid de bu görüştedir. Doğrusunu en iyi Allah bilir. [37]
Allah Tevbeyi Ne Zaman Kabul Buyurur?
17- Allah, kötülüğü bilmeyerek yapıp da, hemen tevbe edenlerin tevbe-sini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların tevbesini kabul eder. Allah bihn'dir, Hakîm olandır
18- Kötülükleri işleyip duruken, ölüm kendisine geldiği zaman: "Şimdi tevbe ettim" diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır. [38]
Bazı Kelimeler:
Yapanı kötü hale sokan çirkin fiil. Bu hem büyük, hem de küçük günahları kapsar.
Cehaletle, bilmeden. Ayette geçen Cehalet kelimesiyle kastedilen anlam, bilginin olmayışı değil de, akıllı kimseye yaraşmayan günahları işleyerek beyinsizlik yapmaktır ki, bu da şehvet ve öfkenin galeyana geldiği anda olur. Allah'a isyan eden herkes cahildir.Hazırladık. [39]
Açıklama:
Tevbeyi kabul buyurmak ve kulunu bağışlamak,, önceki bir va'dinden dolayı Allah' üzerine vaciptir. Zira o buyurmuş ki: "Rabbinİz, size, rahmet etmeyi kendi üzerinde yazdı. Öyle ki, içinizden kim bilmeyerek bir kötülük yapmış da arkasından tevbe edip (durumunu) düzeltmişse, muhakkak ki Allah bağışlayandır, esirgeyendir. [40]
Günah işleyen ve günaha niyetlenen kimseler, bu kötü fîileri yapmakta ısrar etmedikleri takdirde tevbelerinin kabul buyurulacağı muhakkaktır. Zira bunlar, heva, heves ve şeytanın kandırmasıyla bu kötülükleri işlemişlerdir. Ancak kendileriyle başbaşa kalıp akıllarına başvurduklarında hatalarım anlarlar. Kendilerini kınarlar. Günaha bir daha dönmeyeceklerine kesin söz vererek Allah'tan, tevbelerini kabul buyurmasını dilerler. Bunlar, üst üste yığılmasın ve bir çok günahlar olmasın diye, İşledikleri bir günahın hemen ardından, Öfke ve şehvet fırtınası dinince, yakın zamanda tevbe eden kimselerdir. Allah, bu gibi kimselerin tevbesini kabul buyurur.
Tevbeleri kabul buyurmayı kendi üzerine vacip kılan Allah, kendi yaratıklarının durumunu iyi bilir. Zira insan nefsi bazen şaşırıp şeytanın oyun ve aldatmasına kapılır, günaha girer. Tevbe kapısı açık olmasaydı, insanlar umutsuzluğa kapılır ve olumsuz davramşlarım-sürdürülerdi. O yüce varlık, eksikliklerden münezzeh olup, İşlerini hikmetlice yapar.
Peşpeşe günah işleyen ve kümelerce günahı olan kimselerin tevbeleri Allah katında kabul değildir. Zira işlenen günah, kalpte siyah bir nokta meydana getirir. Hayır, doğrusu onların işledikleri günahlar, kalplerini kaplamıştır. Bunların tevbeleri kabul edilmez. Nasıl kabul edilsin ki? Onlar kötü fiillerini işlemeye ve sapıklıklarına devam etmektedirler. Ancak ölüm kendilerini ya-kaladığında, günah işlemekten aciz kaldıklarında, azap korkusuyla tevbe eder-ler. "Can boğaza varmadıkça tevbe kabul edilir" hadisine gelince bu, günah-kârın ihlâsla Allah'a tevbe etmesi, işlediği fiilerin çirkin olduğunu idrâk etmesi, gerçek bir pişmanlık duyması şeklinde anlaşılmalıdır. Zaten böyle insanlara ve bu gibi tevbelere çok az rastlanır. Kâfir olarak ölen kimselerin tevbelerini Allah kabul buyurmaz. Cenab-ı Allah, kâfir olarak ölen kimseyle, ölüm kendisine gelinceye dek tevbeyi geciktiren kemseyi aynı kefeye koymuştur. Zira tevbe, ancak insanın yükümlü ve hür iradeli olduğu esnada kabul edilir. Hayatları boyunca şeytana kölelik eden bu iki grup için elem verici, küçük düşürücü bir azap hazırladık. [41]
Kadınlarımıza Karşı Nasıl Davranmalıyız?
19- Ey hanlar! Kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlarla güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşmanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.
20- Bir eşin yerine başka bir eşi almak isterseniz, birincisine bir yük altun vermiş olsanız bile ondan bir şey olmayın, iftira ederek ve apaçık günâha girerek ona verdiğinizi geri alır mısınız?
21- Nasıl alırsınız ki; siz birbirinize katılmıştınız ve onlar sizden sağlam teminat almışlardı. [42]
Bazı Kelimeler:
Şiddet, baskı ve alıkoymak.Çirkin fiil. Açık ve zahir. Şeriatın, örf ve tabiatın reddetmediği şey.
Yalan. Ona özel olarak ulaşıp kavuştu. Bu, karı-koca arasında olur. Sağlam ve muhkem bağla bağlanmış olan kesin söz. [43]
Nüzül Sebebi:
Cahiliye devrinde kadın, eşya gibi idi. Ölen bir erkeğin yakınları, karısına zorla el koyarlardı. Buhari'nin rivayetine göre: Cahileye devrinde bir adam Öldüğünde velileri, onun karısını alma konusunda daha fazla hak sahibiydiler. Onlardan biri bu kadınla evlenmek ister de diğerleri uygun görürlerse evlenirdi. Uygun görmezlerse evlendirmezlerdİ. Akrabalarından çok, onlar bu kadın üzerinde hak sahibi idiler. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. [44]
Yüz yetmiş altı ayettir. Medenîdir. Buharı; Hazret-i Aişe (R. Anha)nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: ' 'Nisa suresi nazil olduğunda ben Resulullah (s.a.v.)’ın yanındaydım"Resulullah(s.a.v.) hicretin ilk senesinin Şevval ayında Medine'de Hazret-i Aişe ile gerdeğe girmişti. [1]
İnsanların Bir Esas Üzerine Birleşmeleri
1- Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb'inize hürmetsizlikten sakinin. Kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir. [2]
Bazı Kelimeler:
İnsanlar". Beşer. Ayakları üzerinde dikey olarak duran ve konuşan canlı,Yaydı,Adına dilekte bulunuyorsunuz. "Allah aşkına senden diliyorum" diyerek insanların birbirlerinden dilekte bulunmaları.
'Rahim' kelimesinin çoğulu olup, ana ve baba tarafından olan yakınlık. Gözetici. Ayette bununla kastedilen, muhafızdır. [3]
Açıklama:
Cenab-i Allah bu sureyi; insanlara, hepsinin aynı kökenden geldiklerini, hepsinin Adem'in çocukları olduklarım, Adem'in İse topraktan yaratılmış ol-duğunu hatırlatarak başlattı. Sonra da akrabalık bağlarım anlattı ki, bu, sûrede geçecek olan, zayıfların mallarını koruma hükümleri, nikâh ve miras hükümleri için "beraet-i istihlâl" kabilinden özlü bir işaret olsun. Bu hükümler, insan olmaları açısından insanlar için lazımdır. Bu nedenle Cenab-i Allah, bu sûreyi her ne kadar Medeni ise de, "Ey insanlar" hitabıyla başlatmıştır" [4]
Ey insanlar! Kendinizi korumak için gerekli tedbirleri alın. Sizi nİmetİy-le besleyen, bağış ve lütufta bulurran Rabbinize karşı gelmekten sakının, O sizleri bir cinsten ve bir hakikatten, Adem'den yarattı. Hepimiz aynı babanın çocukları olduğumuza göre, Allah'ın sınırlarım, özellikle insanlıkta akrabalık sınırlarım çiğneyip tecavüz etmemiz doğru olmaz.
İnsanlığın Adem (A.S.) ile başlamadığını, aksine, ondan önce birçok Adem'in gelip geçtiğini, yani Adem (A.S.) in bütün insanlığın babası olmadığını söyleyenler de olmuştur. Bunun gerçeğini Allah daha iyi bilir. Bu, çok önemli bir problem değildir., "sizi bir tek nefisten yaratan" sözündeki 'nefis' kelimesi kapalı bırakılmış, belirli kılınmamıştır. Şu halde anılan 'nefis' kelimesi, bu anlamların hepsine gelebileceği gibi, daha pek çok anlamlara da gelebilir.
Adem peygamberin bütün insanlığın babası olduğu, ya da tersine, bütün İnsanlığın babasının Adem peygamber olmadığı bîlimsel olarak ispatlansa bile bu, Tevrat ve diğerleriyle çelişmeyeceği gibi, Kur'an'la da çelişmeyecektir. Şu da var ki birinci görüş daha güzeldir ve sahih hadislerin çoğuyla uyum içindedir. [5] Ayetten kastedilen anlam şudur: O, sizi, topraktan meydana getirdiği bir nefisten yarattı. Eşini de kendisinden yarattı. Hadiste de anlatıldığı gibi bazıları, eşi Havva'nın, Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmış olduğunu söylemişlerdir. "Kadın eğri kaburgadan yaratılmıştır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan daima eğri kalır. O halde kadınlar hakkında hayır öğüdüme uyunuz" Buharı 5/145. Bazı alimler bunun şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Cenab-ı Allah, Havva'yı Adem'in cinsinden yarattı, ikisinin cinsi ve tabiatı birdir. Buna delil, şu ayet-i kerimedir: "İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir?' [6]
Bir ayette nefis kelimesi ile kastedilen anlam cins'tir.
Cenab-ı Allah, Adem ile Havva'dan insan türünün her ikisini, kadın ve erkekleri üretti. Adem'i topraktan, Havva'yı da Adem'den yarattı. Her İkisinden üreyerek yeryüzüne yerleşen erkek ve kadınları bu ikisinden yarattı. Özet olarak ifade edilen "Sizi bir tek nefisten yarattı" sözünün ayrıntısı işte budur. Kendisi adına birbirinizden çeşitli isteklerde bulunduğunuz Rabbinize karşı gelmekten sakının. Akrabalık bağlarını koparmamaya bakın. Sevgi, dostluk ve iyilikle bu bağlan pekiştirin,
Ayet-i kerimede "Sakının" emri, vurgulama için iki defa tekrar edilmiştir Birinci "Sakının" emrinde Rab kelimesi zikredilmiştir. Rab kelimesi zayıflık ve ihtiyaç halindeki kimseler için şefkat göstererek eğiticilik ve besleyicilik yapan kişinin özel adıdır. İkinci "Sakının" emrindeyse Allah kelimesi zikredilmiştir. Allah kelimesi ise heybet, ululuk ve yücelik vasıflarını taşıyan varlığın özel adıdır. Evet. "Sakının" emri iki defa tekrar edildi ki, buyruğu ve çağrıyı kabul etmek için gerektirici bir neden olsun.
Sonra ayet-i kerime, "Doğrusu Allah, üzerinizde bir gözeticidir" cümlesiyle sona ermektedir. Bu cümleyle de Cenab-ı Allah'ın ancak yararımıza olan ve bizi muhafaza etmeye yönelik olan şeyleri bize meşru kıldığına işaret edilmektedir. O bizden haberdardır. Halimizi de görmektedir.
Nefis ve ruh nedir? Kuşkusuz insanda maddi bir taraf vardır. Bir de örtülü ve belirsiz bir taraf vardır. îşte bu belirsiz tarafta akıl, hafıza ve hatıra vardır. Bunların etkilerini şüphesiz hissetmekteyiz. Şu halde bunların kaynağı nedir?. Eskiler, bu kaynağın nefis ve ruh olduğunu söylemişlerdir. Ruh ve nefis, yüksek seviyede nurlu bir cisim olup yaşamakta olan bedenin içinde midir, yoksa ondan ayrı mıdır? Yoksa bir cisim olmayıp, canlı olan bedene anzi olarak gelen bir hal midir? Bununla ilgili İki görüş vardır. [7]
Yetimler Ve Mallari Konusunda Onlara Uygulanacak Olan Muamele
2- Yetimlere mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin, onların mallarıyla kendi mallarınızı karıştırarak yemeyin, çünkü bu büyük bir suçtur. [8]
Bazı Kelimeler:
Yetim kelimesinin çoğuludur. Yetim, babasını kaybeden kimsedir. Fıkıhçılar, yetim kelimesini özel olarak, babasını kaybeden ve.büluğa ermemiş çocuk anlamında kullanmışlardır.
Değiştirmeyin, Tebeddül, karşılığını alarak bir şey vermek.
Pis, yani haram.
Güzel, yani helal.Büyük günah. [9]
Açıklama:
Bu ayette, takvanın yönleri ve çeşitleri açıklanmaktadır ki, bunun ilki yetim, kadın ve sefih (aptal) gibi zayıf kimselerin mallarını korumaktır. Çünkü Allah bizlere, akrabalık bağlarını pekiştirmeye özen gösterme emrini vermiştir.
Ey yetimlerin mallarını ellerinde tutan vasiler! Onlara kendi mallarından sarfedin. Mallarım sırf kendilerine özgü kılın. Buluğa ermelerinden sonra kendilerine eksiksiz olarak teslim edinceye kadar, mallarından hiçbir şey yemeyin. Kendi malınızdan yararlanmanız gereken yerde yetimin malından yararlanmayın. Malınızı bırakıp ta onun malını aldığınız takdirde, temizi kir-liyle değişmiş olursunuz. Helali de harama tercih etmiş olursunuz ki bu, dince yasaklanmıştır.
Rivayet olunduğuna göre önceleri vasiler, yetimin malından zayıf bir koyunu bırakarak yerine semiz bir koyunu alırlardı. Bunu yasaklayıcı ayet-i kerime nazil oldu. Mallarını kendi malınıza katarak yemeyin. Vasi eğer yoksul İse, örfe uygun miktarda yetim malını yesin. Eğer zenginse, yetim malına tenezzül etmesin. Zira, yetim malını haksız yere yemek büyük bir suç ve büyük bir günahtır. Yetim malını, hakctmedcn yemekten vazgeçin, ey insanlar! Sizleri bir tek nefisten yaratan Allah'ınızdan sakının. [10]
Birden Fazla Kadınla Evlenmek Ve Aralarında Adaleti Gözetmek?
3- Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsınız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsamz bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur.
4- Kadınlara mehirlerinİ cömertçe verin, eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin. [11]
Bazı Kelimeler:
'Aksete' fiilinden olunca 'adalet yaptı, zulmetmedi" anlamındadır. 'Kasate' fiili ise bunun zıddı olup, haksızlık etti ve zulmetti dernektir.Gönlünüzün yönelip güzel gördüğü kadınlar.İkişer, üçer ve dörder. Bunlar, iki iki, üç üç, dört dört kelimelerinin değişikliğe uğramış şekilleridir.'Avl' mastarından alınmış olup zulmetmek anlamındadır. Mehirleri. Bağış ve vergi olarak. Kolayca, rahatça, hazmederek, afiyetle. [12]
Nüzul Sebebi:
Buhari ve Müslim'in Sahih'lcrindc Urve bin Zübeyr'dcn rivayet olunur ki: Teyzesi ve mü'minlerin anası Hazret-i Aişe (R. Anha) Urve'ye şöyle demiş: Ey bacım oğlu! Bu yetim kız, velisinin yanında büyür. Malında velisi ona ortak olur. Malı ve güzelliği, velisinin hoşuna gider. Velîsi, mehrini hakkıyla vermeksizin onunla evlenmek ister. Benzerlerine verilen miktarda ona mehir' vermez. İşte (veliler) bundan yasaklandılar. Ama isterlerse diğer kadınlardan ikişer, üçer ve dörder kadınla evlenebilirler. Bir rivayete göre bu ayet bir yetim kız hakkında nazil olmuştur ki: Bu kız bir adamın yanında büyür. Bu yetim kız malında ona ortak olur. Ama erkek, onunla evlenmek istemez ve ondan yüz çevirir. Kızın malına ortak olur. Onu.başka erkekle evlenmeye de bırakmaz. Ne kendi nikahlar, ne de başkasına verir. Bir başka rivayette de Hazret-i Aişe (R.Anha) şöyle demektedir: Bu ayet-İ kerime şu adam hakkında nazil olmuştur; Adamın velayeti altında yetim bir kız bulunur. Mal sahibi olan, bu kızın aynı zamanda mirasçisıdır. Yetim kızın hakkını bu adamdan başka, arayacak ve savunacak biri de yoktur. Malı için bu kızı nikahlamaz. Onu döver, kötü davranır. İşte ayet-i kerime şu anlamda nazil oldu: Hoşuna giden kadınla evlen. Bu yetim kızı da bırak, dövme ve kendisine zarar verme. CahİIİye döneminde erkekler dörtten fazla kadınla evlenirler, hatta bir erkek dilediği kadar kadınla evlenir, mala ihtiyaç hissettiği İçin de yetimin malını almak zorunda kalırdı. Bütün bunlar yasaklandı. [13]
Açıklama:
Cenab-ı Allah onları, yetim malını yemekten ve haksızlık yapmaktan ya-sakladıktan ve bu yasak ta yerine oturduktan sonra müminler, günaha gir-mekten sakındılar. Cenab-ı Allah, anlam olarak şöyle buyurdu: Yetimlerin mal-larında haksızlık yapmaktan korkar, mallarını haksız yere yemekten sakınır, yetim zevcenin malını yemekten endişe duyar ve mehir konusunda hakkını elinden alacağınızdan korkarsanız, bu yetim kızlarla evlenmemeniz, onları başka erkerlerle evlenmekten alıkoymamanız gerekir. Allah bu sıkıntıdan kur-tulmanın yollarını size göstermiştir. Rüşdünü ispatlamış kadınlardan beğen-dikleriniz arasından bir ilâ dört tanesiyle evlenmenizi size meşru kılmıştır. Bir grup insana, şu malı aranızda ikişer, üçer ve dörder olarak paylaşın, dersen; onlardan her birinin dilediği gibi iki veya üç veya dört birim mal alması gerekir. Yoksa iki, üç ve dört sayılarının toplamı olan dokuz birim mal alması uygun olmaz. Araplar "ikişer, üçer, dörder" sözünü bu anlamda kullanmayı adet haline getirmişlerdir. Kur'an, apaçık bir Arapçayla inmiştir.
Ama siz iki veya üç veya dört kadın arasında adaleti uygulayamayacağınızdan korkarsanız, sadece bir kadınla evlenin. Bu bir kadının yanısıra, dilediğiniz miktarda cariyelerle evlenebilirsiniz. Zira bunlar arasında haksızlık ve adaletsizlik söz konusu değildir. Adaletsizlikten korkmak, zulmün kaçı-nılmazlığım veya şüpheli oluşu durumlarını kapsar. Zulmün vehm edilmesine gelince, kuvvetli görüşe yöre bu, hoşgörüyle karşılanır. Yani m üs [ünüm erkek, adaleti uygulayacağına ve haksızlık etmeyeceğine kesin olarak inanırsa, birden dörde kadar kadınla evlenebilir. Adaletsizlikten korkarsa, yalnızca bir kadınla ve beraberinde de dilediği miktarda cariyelerle evlenebilir. Cariye, şerİ mülkiyetle mülk edinilmiş olan esir kadınlardır. Kadınlar arasında uygulanması istenen adalet, kocanın geceleme sırasında, yeme, içme, mesken ve maddi konularda kendilerine eşitçe davranması ve eşit imkânlar sağlamasıdır. Sevgi ve eğilim gibi kalbi konulara gelince, bu erkeğin elinde değildir. Bu nedenle Resulullah (s.a.v.) şöyle derdi: "Bu, benim yapabildiğim kısımdır. Yapamadığım şeylerden dolayı beni sorguya çekme (ey rabbim!) [14] Resulullah (s.a.v.) Hazret-i Aişe (R.Anha) yi diğer zevcelerinde daha çok severdi. Buna rağmen, diğer eşlerinin onayını almadan ona özel muamelede bulunmaz ve ona, diğerlerinden fazla bir şey vermezdi. [15]
Bîrden Fazla Kadınla Evlenmek:
Evlilik hayatının karekteri, tabii olarak kocanın kadına, kadının da kocasına mahsus olmasını gerektirmektedir. Koca, karısını kıskandığı gibi, kadın da kocasını kıskanır. İçinde iki kuma bulunan evde ihtilaf, çekişme ve huzursuzluk olduğunu görüyoruz. Bu anlaşmazlık ve çekişmeler, bazen köklü bir düşmanlığa dönüşür ve Ölümle sonuçlanır. Bu nedenle bazı kimseler, İslâm dininde birden fazla kadınla evlenme hükmünün, tabiat ve akılla çelişen bir şey olduğunu 'iöylemişlerdir. Şu halde bu izni kaldırmak çok hayırlı bir iş olacaktır. Zira zararlı şeyleri ortadan kaldırmak, yararlı şeyleri sağlamaktan önce.gelİr! İslâm dini birden fazla kadınla evlenmeye izin verirken, zorunluluk nedeniyle izin vermiş ve bu İzni, gerçekleştirilmesi zor bazı kayıtlara bağlamıştır. Kur'an-ı Kerim diyor ki: Yetim kızların kendilerine ve mallarına haksızlık etmeyin. Onlardan başka bir çok kadın daha vardır. O kadınlardan, ikişer, üçer ve dörder tanesiyle evlenin. Tabii ki, tanınan bu serbestlik, bir takım kayıtlarla sınırlanmıştır. Kadının eskisine de yenisine de, güzeline de çirkinine de arada fark gözetmeksizin adalet uygulayın ve zulümden kaçının. Diğer bir ayette de şöyle buyuruluyor: "Kadınlar (ınız) arasında sevgide eşit davranmaya çabalasanız bile, asla buna gücünüz yetmez. O halde açık açık birine fazla ilgi göstermeyin." [16] Burada kastedilen adalet, kalbin eğilimidir. Zira tam anlamıyla adaletin gerçekleşmesi hemen hemen imkânsızdır. Kadınlardan bîrine mutlaka daha fazla ilgi gösterilecektir. Hiç bir kayda ve şarta bağlı kalmaksızın birden fazla kadınla evlenmek mubah kılınmamıştır. Tersine bu izin, gerçekleşmesi zor bir şarta bağlanmıştır. Kadını boşamak veya birden fazla kadınla evlenmek, kocanın hakkıdır. Bu hak onun elinden alınamaz. Bu, insan tabiatının mutlaka karşılaşılan zorunluluklarındandır. Ancak en büyük hata,bu hakkın kötüye kullanılması durumunda işlenmiş olur. Bu hakkın, kocanın elinden alınması gerektiğini söylemek, Kur'an'ın apaçık nassına ters düşer olur. Hem erkeğin, hem de kadının hukukuna aykırı davranilmış olur.
Çocuk sahibi olmak isteyen zengin bir erkek, iki kadına yetecek iktidarı varsa, kısır bir kadınla da evliyse ne yapılması gerekir? Kadınlara karşı aşırı derecede istekli olan bir erkek, erkeğe karşı istek duymayan veya kendisinde cinsel ilişkiye engel bir hastalık bulunan bir kadınla evliyse, bu erkek zina mı edecektir? Zina edip te dinîni» malını, sağlığını ve şerefini mi yitirecektir? Yoksa her ikisine de adaletle davramnak şartıyla ikinci bir kadınla mı evlene-cektir? Erkeklerin çoğunun ölümüne yol açan ve çok sayıda kadını az sayıda erkekle bir arada bırakan savaşlardan sonraki dönemlerde ne yapılacaktır? Bazı kadınlar erkeklerden; yararlanırken, çok sayıdaki kadının erkek şefkatinden ve geçim garantisinden yoksun kalması ve içinde yaşamakta olduğu ortam tarafından günah ve fuhuş işlemeye mecbur bırakılması daha mı iyi olur? Şu halde İyilik, bu meseleyi dinin sunduğu reçeteyle tedavi etmektedir. Savaşta da barışta da kadını tam bir korumayla ve İtinayla koruma altına almaktadır.
İslâm'ın sunduğu bazı ruhsatları müslümanların kötüye kullanmaları, İslâm dinine zarar vermez. Şerefli bir maksat için değil de, sırf şehvet ve intikam için bazı müslüman erkeklerin birden fazla kadınla evlendiklerini ve eşleri arasında adalet uygulamadıklarını görmekteyiz. Bir çok batılı felsefecinin boşama olayının gerekli olduğunu söylemesi ve birden fazla kadınla evlenmeyi savunması, İslâm için bir övünç olarak yeter. Yetkililerin İslâm'ın ruhuna sadık kalmak şartıyla bu soruna kesin bir çare bulmaları gerekir.
Kendilerine nimet verip kadirlerini yüceltmek ve şereflendirmek için, onları sevdiğinizi ispatlamak, sevgi ve sadakat bağlarını güçlendirmek için, kadınlara hakettikleri mehri, israf ve aşırılığa kaçmaksızın Ödeyin. Kendi mallarından gönül rızasıyla size bir şey verirler ve mehirlerinden vazgeçerlerse, artık o malı afiyetle yeyin. [17]
Yetimlere Mallarını Ne Zaman Vermeliyiz
5- Allahın, sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı beyinsizlere vermayin,kendilerini bunların geliriyle rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.
6- Yetimleri, evlenme çağına kadar deneyin; onlarıda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin; büyüyeceler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin.Zengin olan, İffetli olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğinizde zaman, yanlarında şahid bulundurun.Hesab sormak için Allah yeter. [18]
Bazı Kelimeler:
‘Sefih’ kelimesinin çoğuludur.
Sefihlik, akıl ve düşüncede, bedeni yaratılıştaki istkrarsızlıktır. Burada sefih kelimesinden kasıt, malını iyi kullanmayan kimsedir. Bu kelime yetimleri dekapsamaktadır.
Hayatınızı sürdürüp geçiminizi sağlamanıza yarayan şey.
Apaçık gördünüz.
Aklın normal ve düzgün olması, malın korunması .
Her işte, çoğlunlukla malda haddi aşmak demektir.
Çarçabuk, tezelden.
İffeti istesin.Kendini iffetli olmaya zorlasın.İffet, insanın nesindeki bir duyge olup gereksiz ve uygunsuz arzularla şehvetlere terk etmeyi gerektirir.
Hesap görücü ve kontrol edici. [19]
Önceki Ayetlerle İlişkisi:
Önceki ayetlerde, eksikliklerden münezzeh yüce Allah, yetimlere mallarının, kadınlara da meliklerinin ve mallarının verilmesini emretmişti. Ancak burada sefih olmamaları ve denemeden geçirilmeleri gibi iki şart koşulmaktadır ki, mallarım kaybetmesinler. [20]
Açıklama:
Eksikliklerden münezzeh yüce Allah, müslümanları genel olarak yasaklıyor. Yetim ve sefihlerin velileri, bu yasağın kapsamına öncelikle girmektedirler. Evet Cenab-ı Allah bunları, mallarını iyi kullanamayacak durumda olan yetimlere ve sefihlere mallarını vermelerini yasaklamıştır. Çünkü bunlar, kendilerine teslim edilen mallarını telef ederler. Aslında mal, yetimlerle sefihlerin kendi malları olduğu halde, ayet-i kerimede velilere izafe edilerek "mallarınızı" denümesİyle, velinin, kendi elinde bulunan malı kommasınm vacib olduğuna işaret edilmiştir. Zira malı zayi edecek olursa, yetimin nafakasını vermek, kendisine düşer. Yetimin malı, kendi malı gibidir. Aynı ümmetten olan kimseler arasında dayanışma ilkesinin hâkim olması gerektiğini unutma. Kur'an-ı Kerim'e bak. Malı, hayattaki geçim vasıtanız olarak nitelemiştir. Ümmetler malı İle bayındır olurlar. Dünyanın direkleri mal ile ayakta durur. Bununla da mal ve iktisadın, dince rağbet edilen şeyler olduklarına işaret edilmektedir. Şu halde ey veliler! Mallan —iyi tasarrufta bulunamayan sefih kimseler olmamaları koşuluyla— sahiplerine vermeniz gerekir. Sahipleri sefih ise mallan, bu dünya hayatında geçim vasıtanız kılınan mallan koruyabileceklerine ilişkin tam tecrübe sahibi olmalarına dek elinizde dur-. sun. Mallarının aslından değil de Ürün ve kazancından kendilerini rızıklan-dırın. Rizık kelimesi, yeme, giyme, eğitim, tedavi gibi şeylerin tümünü kapsar. Ama ayette "rızıklandırın" demenin yanısıra ayrıca "onları giydirin" de denilmiştir. Çünkü giyim, kolaylık ve hoşgörüyle karşıîanabîlen dışa ait bir görüntüdür. Velayetiniz altında bulunanlara, sertlik iradesi taşımayan yumuşak sözlerle hitab edin. Kendi çocuklanmzmışcasına onlara şefkat ve yumuşaklıkla davranın. Değerli ve izzetli kimseler olduklarım, kendilerine harcadığınız şeylerin kendi malları olduğunu, buluğa erdikten sonra bu mallarını alacaklarını kendilerine hissettirin. Akli kapasitelerini ve mallarını iyi idare edip edemeyeceklerini anlamak için onları denemeden geçirin. Kur'an-ı Kerim, onların rüşdlerini ispat edip edemediklerini, mallarında tam tasarrufta bulunup bulunamayacaklarını iyice anlayabilesiniz diye bu imtihan ve denemenin biçiminden söz etmemiş, biçimini belirleme işini size bırakmıştır. Zira her zaman ve her ortama göre bir düzen vardır. Bir şeyler öğrenmiş olan kimsenin imtihanı ile hiçbir şey bilmeyen kimsenin imtihanı elbette farklı olacaktır.
Bu imtihan buluğ, yani evlenme çağına, akli olgunluk yaşma vardıklarında yapılır. Reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin. Aşırılığa kaçıp savurganlık ederek mallarını alıp vermeyin. Zira başkasının malını har vurup harman savurmak, nefsin tabiatındandır. Yetimin buluğ çağma ve akli olgunluk aşamasına kavuşmasından önce acele edip malını tez elden yemeyin. Aşırılık ve savurganlığa kaçmadan, acele etmeden velinin yetim malını yemesine gelince, bunun hükmü şudur: Zengin olan veli, İffeti istesin. Kendini iffetli olmaya zorlasın ki, iffetli olmayı alışkanlık haline getirsin. Bununla da nefsin; sahibi, küçük ve zayıf ta olsa, başkasının malına tecavüz etmeye eğilimli olduğuna işaret edilmiştir. Yoksul ve muhtaç olan veli, aşırılığa kaçmadan, savurganlık yapmadan dine ve örfe uygun miktarda yetimin malından yiyebilir. Hatta bazıları demişler ki: Veli, velayeti altındaki yetimin malından ancak borç alarak veya ecr-i misil alarak yiyebilir.
Bundaki hikmet şudur: Küçük yaştaki yetimin malını,, velisinin kendi malına katması ve büyüyünceye kadar onun çocuklarıyla beraber yemek yemesi, kendisi için daha hayırlı olur. Ya da velisi bu üsülü uygulamaz da, onu fiili bir kontrol altında tutar. Veli zenginse, yetimin malını kendi malına katması, yetim için daha iyi ve yararlı olur. Veli fakir ise, yetimin malının kazancından ve ürününden örfe uygun bir miktar yemesi gerekir. Yetimin malından, kendine mahsus bîr şeyler biriktirip yığmaya hakkı yoktur.
T&tim veya sefihi deneyip te kendi malını iyi idare edebileceğini anladığınızda, ileride muhtemel bazı çekişmeleri önlemek için şahitler huzurunda mallarını kendilerine teslim edin. Allah, üzerinizde şahid ve gözeticidir. Sizi kontrol altında tuttuğunu hiçbir zaman unutmayın. Yerde ve gökte hiçbir şey O'na gizli kalmaz. [21]
Yetim Ve Kadın Haklarının Teşrii
7- Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belidi bir hissedir.
8- Taksimde, yakmlat, yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin,
9- Arkalarında cılız çocuklar bıraktıkları takdirde, bundan endişe edecek olanlar, haksızlık yapmaktan korksunîar ve Allah'tan sakmsmlarıdürûst söz söylesinler.
10- Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar çılgın aleve atılacaklardır. [22]
Bazı Kelimeler:
Alınması mutlaka gerekli olan .Korksun.
Haşyet; kendisinden korkulan varlığı ululayarak ondan ümitvar olarak korkmak.
Sağlam ve doğru. Dine uygun.Haksız yere.Yakılacaklardır.
Alevlenmiş, çılgın ateş. [23]
Nüzul Sebebi:
Rivayet olunduğuna göre Evs bin Samit el-Ensari, geride kansı Ümmü Kehle ile birkaç kızını bırakarak vefat etti. Evs'in amcazadeleri Süveyd ile Arfece, Süveyd'in malını karısının ve kızlarının miras olarak almalarına engel oldular. Karısı, onları Resulullah (s.a.v.) a şikayet etti. Resulullah (s.a.v.) bu ikisini çağırdı. Geldiler ve dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü! Evs'in çocuğu var. Ama ata binemez. Zorluğa tahammül edemez. Düşmana saldıramaz. Onlar mal kazanamaz. Fakat biz kazanırız." Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu. Onlar için mirası İspat etti. Sonra da miras paylarını bildiren ayet nazil oldu ve herkesin hakkı belli oldu. [24]
Açıklama:
Bir adam ölür de geride kendisine küçük veya büyük, kadın veya erkek kimseler mirasçı olursa Cenab-ı Allah, ana-baba ve yakınların bıraktığı malda her mirasçı için belli miktarda bir payı miras olarak vacip kıldı. Bunda mirasçıların ve kalan malın az veya çok olması farketmez. Miras paylarını bildiren ayet ileride zikredilince bu özlü ifade açıklanmış olacaktır.
Terekelerde mal bölüşülmesi münasebetiyle Kur'an-ı Kerîm, nefislerimiz-deki bir hastalığı tedavi etmiştir. Bu hastalık, terekeyi paylaşma anında akrabaların hazır bulunmasından bazı kimselerin acı duyması ve mirasçı olmayan yakınların hased etmeleridir. Bunun için şöyle buyurulmuştur: Paylaşma işinin yapıldığı yere yakınlar, yetimler ve düşkünler gelirlerse, nefsinizdeki cimriliği tedavi edin. Az da olsa kendilerine bir miktar mal vererek, zayıf kişilikli bazı kimselerin dillerini tutun.onlara güzel sözler söyleyin. Düşmanlığı ortadan kaldıracak, nefisleri teskin edecek biçimde tatlı dille özür dileyin. Bu emrin muhatabı veli veya buluğ çağına erdiğinde malını teslim alırken yetimin kendisidir. Ayet-İ kerime bu anlamların tümüne de gelebilir. Önemli olan şu ki; bu, bir Kur'an edebidir ve hikmetli bir ilâçtır. Hatta çağdaş devletler de artık büyük oranlara varan veraset ve intikal vergileri almaktadırlar. Ey mahlukatın yaratıcısı! Senin sözlerin ne güzeldir! Ey yerin, göğün ve bu ikisi içinde bulunan şeylerin Rabbi! Senin düsturun ne sağlam ve muhkemdir! Kur-an'a yönelin, ondaki buyrukları yerine getirin. Hayır odur. Şifâ ondandır. "Biz Kur'an'da öyle ayetler indirmekteyiz ki, onlar mü 'minler için şifâ ve rahmettir." [25]
Bu meyanda başka bir hastalığın da ilacı sunuluyor. Şöyle ki: Çoğunlukla insan, yetime karşı tahammülsüz olur. Ona katı davranır. İşte bu hastalığı tedavi etmek amacıyla Kur'an-ı Kerim bizlere, kalblcri titreten ve hisleri harekete getiren bir şeyi hatırlatıyor. Ey İnsanlar! Çoluk çocuğunuzu bırakarak ahirete göçeceğiniz günü hatırlayın. Kuş tüyü gibi zayıf, güçsüz ve kuvvetsiz çocuklarınızı terkedip öleceğinizden korkun. Allah'ın buyruklarına karşı gelmekten sakının ve dine uygun, doğru sözler söyleyin. Ne yaparsanız onunla karşılaşacağınızı aklınızdan çıkarmayın.
Sonra ayet-i kerime, şu şiddetli tehdidle sona ermektedir: Her ne yolla olursa olsun, yetimlerin mallarını alıp yiyenler, ancak kendilerini cehenneme atıp, yakıtı taşlarla insanlar olacak çılgın bir ateşte yakacak olan şeyi karınlarına koyup yemektedirler. Allah bizi o ateşten korusun. [26]
Miras Paylarını Bildiren Ayetler
11- Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar İkinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şayet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, ölenin çocuğu varsa — yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın— altıda biri, çocuğu yoksa, anası babası ona vâris olur, anasına üçte bîr düşer. Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir; babalarınız ve oğullarınızdan men faatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından tesbit edilmiştir. Doğ-rusu Allah bilendir, Hakim olandır.
12- Kanlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının —ettikleri vasiyetten veya borçtan artakalanın— dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa —ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra— bıraktıklarınızın dörtte biri kanlarınızındır; çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadına kelâle yollu (çocuğu ve babası olmadığı halde) vâris olunuyor ve bunların ana-bir erkek veya bir kız kardeşi bulunuyorsa, her birine —edilen vasiyetten veya borçtan artakalanın— altıda biri düşer, zarara uğratılmaksızm ortak olurlar. Bunlar Allah tarafından tavsiye edilmiştir. Allah bilendir! Halîm'dir. [27]
Bazı Kelimeler:
Size vasiyet eder. Vasiyet, başkasına, gelecek zaman içinde bir iş yapacağına dair söz vennendir.
örneğin dersin ki: Falan adam falan beldeye gitti. Bana şu şeyi getirmesini vasiyyet ettim.
Pay.Yük olup aciz bırakmak ve yormak, sonraları bu kelime, usul ve fürû dışındaki uzak akrabalık anlamında kullanılmıştır. Kelâle sahibi adam, babası ve çocuğu olmayan adam demektir. Sahabİlerin çoğunluğu bu görüştedir. [28]
Nüzul Sebebi:
Sa'd bin Rabi'in karısı, Resulullah (s.a.v.) a gelerek şöyle dedi: "YaResulullah! Bu iki kız, Sa'd bin Rebi'in kızlarıdır. Babalan Uhud'da seninle beraber savaşmaktayken şeh-'d oldu. Amcaları da bu iki çocuğun mallarını aldı. Kendileri için mal bırakmadı. Malları olmayınca da bunlar nikahlanmazlar." Peygamber efendimiz, "Allah bu meselede hükmünü verecektir" dedi. Sonra da miras paylarını bildiren ayet-i kerime nazil oldu. Peygamber (s.a.v.), o iki kızın amcalarına haber gönderdi. Adam geldi. Ona şöyle dedi: "Sa'd'ın iki kızına (terikenin) üçte ikisini, analarına da sekizde birini ver. Geriye kahin da sizindir." İslâm tarihinde paylaşılan ilk terike budur. [29]
Açıklama:
Müslümanların, kendisiyle övünmekte oldukları Islâmi yönetimdeki miras düzeni işte budur. Çağdaş düsturların İlk kaynağı olmasa bile bu, dünya çapında miras hukukunda genel bir kural haline gelmiştir. Müslüman olma-yanlardaki şu kindar bağnazlık olmasaydı, İslâm'ın miras hukukunu alıp uy-gularlardı. Çünkü bu, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah katından gelmiştir. Yukarıdaki ayet-i kerime, kadın olsun erkek olsun, çocukların (füruun), ana-baba gibi Usulün hukukunu, kan-kocahk hukukunu ve ana bir kardeşlik hukukunu içermektedir. Baba bir kardeşlerin hukukuna gelince, bunların hükmü, sürenin sonunda anlatılacaktır. Çocuklar şefkat ve yardıma daha fazla muhtaç oldukları, ana-babanın, dede ve ninenin vefat edenden başkası üzerinde de hakları olduğu, ya da çalışıp kazanmaya muktedir oldukları, yahut geriye kalan ömürleri kısa olduğu için, ayet-i kerimede önce çocukların miras durumları ve payları anlatılmıştır. Mirasta en büyük pay, çocuklarındır. Ey müslüman muhataplar ve mükellefler! Allah sîze kendi çıkarınız için vasiyette bulunuyor. Ayetteki hitap müslümanlaradır. Çünkü terikeyi taksim eden, müslümanlardir, Ayrıca müslümanlar arasında dayanışma ilkesinin hâkim ol-ması gerekmektedir. Müslümanlar, tek bir vücud gibidirler. Çocuklarınızın, babalarının terikesinden pay almaları konusunda Allah siz vasiyette bulunuyor. Vefat edenin hem erkek hem kız çocukları varsa, erkekler iki kızın payı kadar pay alırlar. Bunda bir tuhaflık yoktur. Zira erkek hem kendi şahsının, hem kansmın, hem kız kardeşinin nafakasını temin etmekle yükümlüdür. Oysa kızkardeşi, kendini garantiye almaktadır. (Evlendiğinde nafakası kocası tara-fından karşılanacaktır.
Vefat edenin evlad olarak sadece bir tek erkek çocuğu varsa, zevce, ana ve ileride hükmü açıklanacak olan ana bir kardeş gibi farz sahiplerinin miras paylarını almalarından sonra bu tek erkek çocuk, babasının terikesİnin geri kalan kısmını tamamıyla alır. Vefat edenin evlad olarak iki veya daha fazla kız çocuğu varsa, bunlar terikenin üçte ikisini alırlar. "Eğer kadınlar ikinin üstündeyse, bırakılan malların üçte ikisi onlarındır." İki kız, ayetin genel kap-samının içine girmiştir. Zira bir kız, erkek kardeşiyle beraber bulunduğu tak-dirde, bırakılan malın üçte birini alır. Erkek kardeşi ise üçte iki alır. Zira erkek, kızın iki payı kadar pay alır. Diğer bir ayette Cenab-ı Allah, iki kız kardeşin hakkını açıklamıştır. Bu ayette ise iki veya daha fazla sayıdaki kız evladın miras payıyla ilgili hüküm bildirilmiştir. Sahabenin çoğunluğunun bu ayetten anladığı hümük budur. Ancak iki kıza terikenin yarısının verilmesi gerektiğini söyleyen İbn Abbas (R.A.) bu görüşe muhaliftir. Vefat edenin evlad olarak bir kız çocuğu varsa, babasının terikesİnin yansını alır. Kalan kısım ise, şer'i miras payına göre paylaşılır.
Ana-babanm haklan: Ölenin ana ve babasından her birine terikenİn altıda biri verilir. Bunda, ana ile baba arasında fark yoktur. Zira ölen kişi ile olan ilişkileri ve onu olan sevgileri eşil düzeydedir. Bu hüküm, ölenin çocuğunun var olması durumunda uygulanır. Çocuğu ve torunu yoksa, ana-babası da kendisine mirasçı olmuşsa, terikenin üçte biri anasına, kalan kısmı ise, babasına verilir. Bilindiği gibi bu durumda miras, sadece ana-babaya kalmaktadır, ölen kişinin kız veya erkek kardeşleri varsa, bu kardeşler öz de olsalar üvey de olsalar, ananın payı üçte birden altıda bire iner. Ama ölenin bir tek kardeşi varsa, bu hüküm uygulanmaz. Peygamber (s.a.v.) ve ondan sonra raşid halifeler, iki er veya iki kız kardeşin, ananın miras payını üçte birden altıda bire indireceğine hükmetmişlerdir. Bu hüküm, ana-babanın, ölenin çocuğu bulunsun bulunmasın, kardeşleriyle bir arada mirasçısı olmaları durumunda uygulanan bir hükümdür. Geride, ana-babanın, ölenin eşiyle (karısı veya Ölen.kadın ise kocası ile) bir arada mirasçı olmaları durumu kaldı. Bu durumda uygulanacak olan hüküm şudur: Ölenin eşi belirli miras payım alır. Anası, kalan terikenin üçte birini alır. Babası da kalan kısmı alır. İbn Abbas (R.A.) dışındaki sahebilerin çoğunluğu bu görüştedir. Allah hepsinden razı olsun.
Cenab-ı Allah bu yasaları uygulamanızı tavsiye ediyor. Bu sizin için daha hayırlı ve daha yararlıdır. Ölenin vesiyeti yerine getirildikten veya borcu ödendikten sonra, miras paylarına ilişkin bu yasaları uygulayın. Borçtan önce vasiyetten söz edildi. Zira vasiyet, karşılıksız olarak bir şeyi almak olduğundan dolayı mirasçıların gücüne gidebilir. Bu İncelik göz önünde bulundurulduğu için, borçtan önce vasiyetten söz edilmiştir.. Her ne kadar ödeme bakımından ölenin borcu, vasiyetinden önce gelmekteyse de... "Vasiyeti yerine getirildikten veya borcu ödendikten sonra" cümlesinde vasiyet ile borç, veya kelimesi ile birbirlerine atfedilmişlerdir. Bu da her ikisi-
nin gereklilik bakımından eşit olduklarını, bir arada da olsalar, ayrı ayrı da olsalar terikenin paylaşılmasından önce yapılmaları gerektiğini bildirmektedir.
Kadını ve küçük çocuğu mirastan yoksun bırakmak gibi cahiliye adetlerinize uymayın. Neyin faydalı ve neyin zararlı olduğunu siz bilemezsiniz. Allah'ın size emrettiklerine uyun. Fayda bakımından size en çok yakın olan şeyi O daha iyi bilir. Anlatılan hükümleri kendi katından, yapılması İstekle değil de vacip olan muhkem farzlar olarak size teklif etti. O sizin durumunuzu çok İyi bilir. Her işi yerinde yapan hikmet sahibidir.
Kan-koca haklan: ölen kişi kadın ise; kocası,bırakılan malın yarısını alır. Bu hüküm, kadının çocuğunun ve oğlunun çocuğunun olmaması durumunda uygulanır. Varsa bu çocukların kocadan veya başka erkeklerden olmaları bu hükmü değiştirmez. Kocanın karısıyla gerdeğe girmiş olması veya üzerine sadece nikah akdi yapmış olması, bu hüküm açısından sonucu değiştirmez. ölen kadının —hangi kocadan olursa olsun— çocuğu veya oğlunun çocuğu varsa; siz ey kocalar, ölen kanlarınızın bıraktıkları malların dörtte birini alma hakkına sahib olursunuz. Terikenin kalan bölümü şer'i miras paylarına göre akrabalara verilir. Bu hüküm, ölen kadının yapmış olduğu vasiyetin yerine getirilmesinden veya üzerine sabit olan borçların ödenmesinden sonra uygulanır. Ölen erkek ise, çocuğu ve oğlunun çocuğu yoksa, yani başka kadından doğma olsa dahi fürûu yoksa, karısı terikenin dörtte bîrini alır. Eğer çocuğu veya oğlunun çocuğu varsa, karısı terikenin sekizde birini alır. Kalan kısım ise, şer'i miras paylarına göre mirasçılara taksim edilir. Bu hüküm, ölenin yaptığı vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcun ödenmesinden sonra uygulanır.
Kelâle yoluyla kendisine mirasçı olunan, yani oğlu veya oğlunun oğlu gibi fürûu, baba ve dede gibi mirasçı usûlü bulunmayan, ana bir erkek kardeşi veya bacısı var olan bir erkek vefat ederse; ana bir kardeşi —erkek olsun, kız olsun— altıda bir pay alır. Birden çok iseler, tıpkı ana gibi üçte biri kendi aralarında paylaşırlar. Bütün bunlar ölenin vasiyetinin yerine getirilmesinden veya borcunun ödenmesinden sonra uygulanırlar. Vasiyet ikrarında mirasçılara zarar verme durumu söz konusu olmamalıdır. Vasiyet ikrarında terikenin üçte birinden fazlasını İkrar etmek, borç ikrarında ise ölenin kab-zetmememiş olduğu ya da terikenin tamamını kapsayacak bir borç ikrar etmek gibi mirasçılara zarar vermekten sakınıîmalıdır. Sadece kelâle sahibinde zarar vermeme şartı koşulmuştur. Zira insanJann bazısı keîâle mirasından hoşlanmaz. Cenab-ı Allah, onları zarar vermekten yasaklamıştır. Allah hallerimizi bilir. Bize yumuşak davranır. Azaba müstahak olanları çabucak cezalandırmaz. [30]
Allah'ın Yasakları
13- Bunlar Allah’ın yasalarıdır. Allah'a ve Peygamberine kim itanı ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada temellidirler, büyük kurtuluş budur.
14- Kim Allah'a ve Peygamberine baş kaldırır ve yasalarını aşıırsu, onu, temelli kalcağı cehenneme sokar. Alçaltıcı azab onadır. [31]
Bazı Kelimeler:
'Had' kelimesinin çoğulu olup, yasaMama anlamındadır. Allah'ın hükümleri de, insanı günah çukuruna düşmekten men'eder.Tahkir edip aşağılayan. [32]
Açıklama:
Cenab-ı Allah, yetim ve kadınlar gibi zayıf kimselerle ilgili hükümleri ve miras hükümlerini açıkladıktan sonra bunların Allah'ın hudud ve yasaklan olduğuna işaret etti. Müslüman bir kimsenin bu hududu aşması ve bu yasaklan çiğnemesi caiz değildir. Bu yasakların etrafında dolaşan kimsenin, bu yasakların çukuruna düşmesi pek yakındır.
Resulüne indirdiği, halkına tebliğ ettiği hükümlere uyarak Allah'a itaat eden, Resulullah'a da, Allah tarafından kendisine gelip ümmetine tebliğ ettiği hüküm ve ayetler konusunda itaat eden kimseyi Allah, altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Bu cennetlerin gerçek niteliğini ancak Allah bilir. Bizim buna teslimiyetle inanmamız gerekir. Cenneti mükafat olarak iyi kimselerin hakedeceklerine inanmalıyız. "îyiliğin karşılığı ancak iyiliktir!' [33]Onlar cennette temelli kalıcıdırlar. En büyük kurtuluş işte budur Allah'ın hududunu aşan, yasaklarını çiğneyen, Allah'a ve Resulüne isyan eden kimseyi Allah, yakıtı insan ve taş olan cehennem ateşine ebedi kalmak üzere sokar. Orada, Allah'ın dilediği bir zamana kadar kalır. Onun için hor ve zelil kılıcı bir azab vardır. Bu azap, hem maddi, hem de ruhi bir azaptır. [34]
Fuhuş Ve Cezası
15- Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu isbat edecek aranızdan dört şahid getirin, şehadet ederlerse, ölünceye veya Allah onlara bir yol açana kadar evlerde tutun.
16- İçinizden zina eden iki kimseye eziyet edin, tevbe edip düzelirlerse onları bırakın. Doğrusu Allah tevbeleri daima kabul ve merhamet eder. [35]
Bazı Kelimeler:
Fuhuş işlerler. Fuhuş: Günahı fahiş olan, suçu çirkin olan şeydir. Örneğin zina gibi.Ölüm meleğinin ruhları teslim alması. [36]
Açıklama:
Allah'ın gazabına neden olan zina fiilini işleyen kimse bilsin ki, bu yaptığı iş, fuhşun en büyüğü ve pisidir. Yapanı son derece aşağılatan bir eylemdir. Kadınlardan biri bu fiili işlerse, ona karşı dört erkek şahid getirin. Ayetteki bu hitap, bütün ümmetedir. Çünkü bu, ümmetin gücünü de zayıflatan genel bir hastalıktır. Bu dört erkek o kadının aleyhinde şehadette bulunarak fuhuş işlediğini söylerlerse, onu evde göz altında tutun. Çünkü bu tür kadınlar, fesat saçan mikroplardır. Yayıldığı takdirde ferdleri ve milletleri helak eden birer hastalıktırlar. Bu gibi kadınları Ölünceye veya evlenerek bu pislikten kopmaları şeklinde Allah kendilerine bir yol açıncaya kadar evde göz altında, tutun. Bazı kimseler, Allah'ın onlara yol açmasının, bu aşağılatın fuhuş hastalığı nedeniyle hadde çarptırılmaları olduğunu söylemiştir. Bu hastalıktan kurtuluş, ancak Allah'ın yardımı ile mümkündür. Evli olmayan zinakâr kadınla zinakâr erkeğe haddini bildirmek ve kınamak ile eziyet edin. Tevbe edip hallerini düzeltir ve bu çirkin fiilden vazgeçerlerse artık onlara ilişmeyin, eziyette bulunmayın. Şüphesiz Allah, kullarının tevbelerinin çokça kabul buyuran, günahları bağışlayan, kullarını esirgeyen ve onlara acıyandır.
Bu iki ayetle ilgili olarak iki görüş ileri sürülmüştür. Çoğunluğun görüşü şöyle ifade edilebilir: Ayette geçen fahişe kelimesi, özellikle zinadır. Birinci ayet, evli kadınlarla, ikinci ayetse bekârlarla ilgilidir. Bu sebeple bekârların cezası hafif olmuştur. Her iki ayette, Nur süresindeki recm ve sopayla dövme cezalarını bildiren ayetle nesh olunmuştur. Allah'ın, evlerde hapsedilerek gözaltında tutulan kadınlar için açmış olduğu yol budur.
F.btı Müslim, birinci ayetin, kadınların kendi aralarında yaptıkları sevişmelerle; ikinci ayetin ise erkeklerin kendi aralarındaki homoseksüel davranışlarıyla ilgili olduğunu söylemiştir. Buna göre, bu iki ayet nesh olunmuş değildir. Mücahid de bu görüştedir. Doğrusunu en iyi Allah bilir. [37]
Allah Tevbeyi Ne Zaman Kabul Buyurur?
17- Allah, kötülüğü bilmeyerek yapıp da, hemen tevbe edenlerin tevbe-sini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların tevbesini kabul eder. Allah bihn'dir, Hakîm olandır
18- Kötülükleri işleyip duruken, ölüm kendisine geldiği zaman: "Şimdi tevbe ettim" diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır. [38]
Bazı Kelimeler:
Yapanı kötü hale sokan çirkin fiil. Bu hem büyük, hem de küçük günahları kapsar.
Cehaletle, bilmeden. Ayette geçen Cehalet kelimesiyle kastedilen anlam, bilginin olmayışı değil de, akıllı kimseye yaraşmayan günahları işleyerek beyinsizlik yapmaktır ki, bu da şehvet ve öfkenin galeyana geldiği anda olur. Allah'a isyan eden herkes cahildir.Hazırladık. [39]
Açıklama:
Tevbeyi kabul buyurmak ve kulunu bağışlamak,, önceki bir va'dinden dolayı Allah' üzerine vaciptir. Zira o buyurmuş ki: "Rabbinİz, size, rahmet etmeyi kendi üzerinde yazdı. Öyle ki, içinizden kim bilmeyerek bir kötülük yapmış da arkasından tevbe edip (durumunu) düzeltmişse, muhakkak ki Allah bağışlayandır, esirgeyendir. [40]
Günah işleyen ve günaha niyetlenen kimseler, bu kötü fîileri yapmakta ısrar etmedikleri takdirde tevbelerinin kabul buyurulacağı muhakkaktır. Zira bunlar, heva, heves ve şeytanın kandırmasıyla bu kötülükleri işlemişlerdir. Ancak kendileriyle başbaşa kalıp akıllarına başvurduklarında hatalarım anlarlar. Kendilerini kınarlar. Günaha bir daha dönmeyeceklerine kesin söz vererek Allah'tan, tevbelerini kabul buyurmasını dilerler. Bunlar, üst üste yığılmasın ve bir çok günahlar olmasın diye, İşledikleri bir günahın hemen ardından, Öfke ve şehvet fırtınası dinince, yakın zamanda tevbe eden kimselerdir. Allah, bu gibi kimselerin tevbesini kabul buyurur.
Tevbeleri kabul buyurmayı kendi üzerine vacip kılan Allah, kendi yaratıklarının durumunu iyi bilir. Zira insan nefsi bazen şaşırıp şeytanın oyun ve aldatmasına kapılır, günaha girer. Tevbe kapısı açık olmasaydı, insanlar umutsuzluğa kapılır ve olumsuz davramşlarım-sürdürülerdi. O yüce varlık, eksikliklerden münezzeh olup, İşlerini hikmetlice yapar.
Peşpeşe günah işleyen ve kümelerce günahı olan kimselerin tevbeleri Allah katında kabul değildir. Zira işlenen günah, kalpte siyah bir nokta meydana getirir. Hayır, doğrusu onların işledikleri günahlar, kalplerini kaplamıştır. Bunların tevbeleri kabul edilmez. Nasıl kabul edilsin ki? Onlar kötü fiillerini işlemeye ve sapıklıklarına devam etmektedirler. Ancak ölüm kendilerini ya-kaladığında, günah işlemekten aciz kaldıklarında, azap korkusuyla tevbe eder-ler. "Can boğaza varmadıkça tevbe kabul edilir" hadisine gelince bu, günah-kârın ihlâsla Allah'a tevbe etmesi, işlediği fiilerin çirkin olduğunu idrâk etmesi, gerçek bir pişmanlık duyması şeklinde anlaşılmalıdır. Zaten böyle insanlara ve bu gibi tevbelere çok az rastlanır. Kâfir olarak ölen kimselerin tevbelerini Allah kabul buyurmaz. Cenab-ı Allah, kâfir olarak ölen kimseyle, ölüm kendisine gelinceye dek tevbeyi geciktiren kemseyi aynı kefeye koymuştur. Zira tevbe, ancak insanın yükümlü ve hür iradeli olduğu esnada kabul edilir. Hayatları boyunca şeytana kölelik eden bu iki grup için elem verici, küçük düşürücü bir azap hazırladık. [41]
Kadınlarımıza Karşı Nasıl Davranmalıyız?
19- Ey hanlar! Kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlarla güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşmanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.
20- Bir eşin yerine başka bir eşi almak isterseniz, birincisine bir yük altun vermiş olsanız bile ondan bir şey olmayın, iftira ederek ve apaçık günâha girerek ona verdiğinizi geri alır mısınız?
21- Nasıl alırsınız ki; siz birbirinize katılmıştınız ve onlar sizden sağlam teminat almışlardı. [42]
Bazı Kelimeler:
Şiddet, baskı ve alıkoymak.Çirkin fiil. Açık ve zahir. Şeriatın, örf ve tabiatın reddetmediği şey.
Yalan. Ona özel olarak ulaşıp kavuştu. Bu, karı-koca arasında olur. Sağlam ve muhkem bağla bağlanmış olan kesin söz. [43]
Nüzül Sebebi:
Cahiliye devrinde kadın, eşya gibi idi. Ölen bir erkeğin yakınları, karısına zorla el koyarlardı. Buhari'nin rivayetine göre: Cahileye devrinde bir adam Öldüğünde velileri, onun karısını alma konusunda daha fazla hak sahibiydiler. Onlardan biri bu kadınla evlenmek ister de diğerleri uygun görürlerse evlenirdi. Uygun görmezlerse evlendirmezlerdİ. Akrabalarından çok, onlar bu kadın üzerinde hak sahibi idiler. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. [44]