BAKARA SÜRESİ
Bu sûrenin 281. ayete kadar olan bölümü Medine'de, kalan-bölümü ise Veda Haca sırasında Minâ'da nazil olmuştur. Mushaf-ı Şerifin lertibinde ilk sırayı alan, Kur'an'daki sûrelerin en uzunu olan sûre, Bakara süresidir. Çünkü ayet sayısı 286'dır. Ayrıca Kur'an'daki en uzun ayet (Müdayene ayeti) bu sûrede yer almaktadır.
Bu sûre iki önemli üslûbu kapsamaktadır. Birincisi, sûrenin başından 142. ayetine kadar o!an kısmı kapsar. Bu üsîûbun özelliği şudur: Bu kısımdaki âyetler bütün insanlara hitap etmektedir. Sûre, Kur'an ve etkisi üzerine konuşmakla başlıyor. Sonra, İnsanların Kur'an karşısındaki tutumları anlatılıyor. Onlar¬dan bazıları Kur'an'a inanan barış yanlısı müminler, bazısı alenen inkâr eden kafirler, bazısı da düzenbaz münafıklardır. Bundan sonra ümmet-i Davet'e (bütün insanlığa) hitap edilmektedir. Cenab-ı Allah onları sağlıklı bir imana çağırmakta, onlara Kur'an'm i'cazını açıklamakta ve Resulullah'm doğru ko¬nuştuğunu bildirmektedir. Sonra da insanın yaratılış kıssasını, üstünlüğünü ve şeytanın ona karşı tutumu anlatılmaktadır. Bunun arkasından, Medine top¬lumunun bilinçli tabakasını oluşturan İsrailoğullanna yönelmiş; onları ken¬di yararlarına olan bir işe davet etmiş; Allah'ın üzerlerindeki nimetlerini onlara hatırlatmış; İlâhi cezaya çarptırılmaktan onları sakındırmış; kendi suç¬larını ve babalarının yanlışlarım açıklamış, bu bağlamda sözü uzun tutmuş¬tur. Peygamberlerin atası İbrahim (A.S.)'den, onun araplarla olan ilişkisin¬den ve arapların o'na karşı takındıkları tavırlarından söz etmiştir. Bütün bunları Peygamber ancak vahiy yoluyla bilebilirdi.
ikinci üslûba gelince, bunun özelliği şudur: Bu kısımdaki ayetler, Ümmet-İcabet'e (müslümanlara) hitap etmektedir. Bu bölüm, Bakara sûresinin sonunda yer almak'îHir, Bu bölüm, müslümanlan ve Ehl-i Kitabı ilgilendi¬ren dini bir olayın (kıbienin değiştirilmesi olayının) anlatılmasıyla başlamak¬tadır. Daha sonra İslam toplumunun problemleri ele almıyor; birçok yasa¬larla kanunlar, ideal İslâm toplumunun uyması gereken hükümlerden söz edi¬liyor.
İlk ilke, katıksız bir tevhide çağndır. Bundan sonra sûrede, kısas, vasi¬yet, din uğruna savaş ve Allah yolunda infakta bulunmaktan söz ediliyor. Daha sonra oruç ve hac gibi ibadetlerin hükümleri açıklanıyor. İçki içmek, müşri¬ke kadınlarla evlenmek, İddet, ilâ, boşama, süt emisme, faiz, borçlanma, mu-amelat, özellikle rehin, bu arada kıssa ve hikmetlerden bahsediliyor. Sûre, mü-kemmel bir îslâmi dûa ile sona erdiriliyor.
Rahman ve Rahim olan ALLAH'ın adıyla.
1- Elif, Lâm, Mîm.
2- Bu, kendisinde şüphe olmayan müttakîler için, içinde hidayet bu¬lunan bir Kitab'tır. [1]
Bazı Kelimeler:
Bu Kitab'ın Allah katından gelişi hususunda şüphe yok¬tur.Hidayet ve irşaddır. Kendi nefislerini ateşten koru-mak için gerekli tedbirleri alanlar için... [2]
Açıklama:
Kur'an-ı Kerim'in ilk sûresi için acaip bir sonuç çıkarma... Kavrama mekanizmasını şaşırtan, basit hece harflerinden oluşmasına rağmen, akıllan sarsan bir başlangıç...Bir grup tefsirci, uzun uzadıya düşünüp araştır¬dıktan sonra şöyle demişlerdir; Bu harfler; Allah'ın bilgisini kendisine sakla¬dığı müteşâbihattandır. Bunun Allah katından gönderilmiş olduğuna iman ederiz. Anlamını en iyi bilen Allah'tır. Bunun ifade ettiği anlamı Peygamber (s.a.v.) de biliyordu... Çünkü muhatap kendisi idi. Bu, Allah'la Rasulü ara¬sında şifre gibi bir şeydir. Müfessirlerden bir bölümü de şöyle der: Bu harfle¬rin zikredilmelerinin bir anlamı olmalıdır. Görünen o ki, bu harfler, kendi misil ve benzerini getirmeleri için Kur'an-i Kerirn'in araplara meydan oku¬masından sonra onlara karşı ileri sürülen hüccete bir işarettir. Sanki Cenab-ı Allah onlara şöyle diyor: Okur yazar olsun olmasın, herkesin okuyabildiği arapça bir kelime olduğu halde bunun benzerini getirmekten nasıl aciz kalı¬yorsunuz? Ama aciz kaldınız işte.
Muhammed'e indirilen bu Kur'an, kendisiyle İlgili olan şerefli anlamlar, asil amaçlar, ibretli kıssalar, mev'izalar, her zaman ve mekâna elverişli yasa¬lar bakımından mükemmel bir Kitab'tir. Hiçbir akıl sahibi, bu kitabın Allah katından gönderilmiş olduğu konusunda şüpheye düşemez. Bu Kitab, hiçbir akıl sahibinin bu konuda şüpheye düşmeyeceği bir niteliktedir. Çünkü Cenab-ı Allah, arap dili ve edebiyatına tam vakıf olan araplara bu kitap gibi bir kitap getirmeleri konusunda, tahrik edici bir dille meydan okumuştur: "Eğer kulu-muza indirdiğimiz (Kur'an) dan şüphedeyseniz, bu durumda siz de bunun benzen olan bir sûre getirin. Ve (bunun için) Allah'tan başka şahitlerinizi (Ken-dilerine dayanıp güvendiğiniz yardımcılarınızı) da çağırın. Eğer doğru sözlü iseniz. Eğer yapamazsanız.. " [3] Hakka dönün ve hakka inanın.
Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'i bu iki vasfından sonra üçüncü bir vasıf¬la nitelendirmiştir: Bu Kitab, kendi nefsini Rabbinin azabından korumak için önlem almak isteyen kimselere hidayet ve irşâd kaynağıdır. Hidayet sırf bu gibi kimselere mahsus kılınmıştır. Çünkü kalbi ve aklı maddi engelleri aşa¬rak fizik ötesine inanan, hayır işleyen, Allah'la yaratıkları arasındaki elçiliğe inanan ve ahiret hayatına iman edenden başkası hidayete eremez. [4]
Takva Sahibi Kimseler ve Mükafatları
3- O (Takva sahibi) kimseler ki, gaybe inanırlar.ve namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz nzıklardan (Allah yolunda) harcarlar.
4- O kimseler ki, sana gönderilene (Kur'an'a) ve senden önceki (Pey¬gamber) lere gönderilene (Tevrat, Zebur, încil ve diğer sahifelere) iman eder¬ler; ahirete de (şüphe götürmez) kesin bîr inanışla inanırlar.
5- İşte bunlar, Rabblerinden olan hidâyet üzeredirler. (Gerçek) kurtu¬luşa erenler de bunlardır. [5]
Bazı Kelimeler:
İman, kalbin kabulüyle birlikte olan kesin bir tastiktir. İmanın selâmeti, amel iledir.
Gayb: İnsanlara bu dünyada görünme yen hesap, ceza, Cennet, Cehennem ve benzeri şeylerdir.
Namazı kılarlar: Namaz kılmaktan kasıt; kâmil, aşırılıklardan urak ve dosdoğru şekilde, şart ve rükünlerini yerine getirerek kılmaktır.Kesin bir inanışla, şüphe götürmez bir itikatla inanırlar. [6]
Açıklama:
Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, Kur'an ve onun hidâyetin¬den yararlanan takva sahibi kimselerin niteliklerini açıklamakta ve şöyle bu-yurmaktadır: Onlar, delil bulunduğunda ğaybî şeylere inanırlar, maddî ve his-sedilir şeylere takılıp kalmazlar. Madde ötesine de inanırlar. Bunlar için Kur'an'ı anlamak ve ondan yararlanmak kolaydır. Çünkü iman nuru kalblerini aydın¬latmış; kalbleri taat ve rahmetle dolmuştur. Bu nedenle namazı dosdoğru kıl¬mak, onların niteliklerinden biri olmuştur. Çünkü namaz kılmak, kişinin ta¬at ehli olduğunu gösterir. Namazı ikâme etmekten kasıt, şartlarına ve adabı¬na uyarak dosdoğru kılmaktır. Namaz, sadece bedenî değil, aynı zamanda ruhî bir ibadettir. Onu ikâme, bedenen ve ruhen kılmak demektir.
Zekât ve sadaka vererek Allah yolunda mal harcamak, kişinin insana aadığmm bir göstergesidir. Tıpkı dinin direği" olan namaz gibi, tslâmın en önemli unsurlarından biridir. Namaz birey (fert) binasının temeli oiduğu gi¬bi, zekât da toplum binasının temelidir.
Onlar ki, Allah'a, sana indirilene, senden önceki Peygamberlere indiri¬lenlere İman ederler. Aynı şekilde ahirete de en küçük bir kuşku duymaksı¬zın, kesin bir inanışla inanırlar. Bu gibi kimseler Allah katında parmakla gös¬terilir. Üstün makamlarının olması tuhaf karşılanmamahdır. O'nun hidaye¬tinden nasiplerini almışlardır. Kemâl mertebesinde mesafeler kaîetmiş olan bu kimseler, her iki dünyada da kurtuluşa ermişlerdir. [7]
Kafirler Ve Cezaları
6- Şüphesiz, küfre varanları uyarıp korkutsan da, uyarmayıp korkutmasan da onlar için farketmez; iman etmezler.
7- Allah, onların kalblerini ve kulaklarını damgalamiştır; gözlerinin üzerinde de perdeler bulunur. Ve onlar için büyük bir azâb vardır. [8]
Bazı Kelimeler:
İnzar, korkutarak uyarmaktır.İçeriye gi¬rilmesini önlemek için kapılar üzerine nasıl mühür ve damga vurulursa Allah da onların kalplerini öylece damgalamıştır. Kalblerin damgalanma¬sından maksat da,imanm kalblerine girmemesi ve kalblerinin sağlığa kavuşmamasıdir.
Perdeler.Yani bunların gözleri üzerine, Allah'ın ayetlerini görmeyecek şekilde perde çekilmiştir. [9]
Önceki Ayetlerle İlişki:
Cenâb-ı Allah bu sûrenin baş tarafında Kur'an'dan, insanların Kur'an'a karşı tutumlarından sözetmiş ve onların Kur'an'a karşı tutumları bakımın¬dan üç türe ayrıldıklarını anlatmıştır: Bazısı Kur'an'a iman edip salih amel işlemişlerdir. İşle bunlar kurtuluşa erenlerdir. Bazısı da küfre varıp hakkı ka¬bullenmeyi kendilerine yedirememişlerdir. Bu tutumlarını sözleriyle ve eylem¬leriyle sergilemişlerdir. İşte bunlar, içinde sonsuza değin kalacakları cehen¬nem ehlidirler. [10]
Açıklama:
Sırf inatları yüzünden Allah'ı inkâr eden ve Kur*an-ı açıkça yalanlayan kimseleri uyarıp korkutsan da, uyarmayıp korkutmasan da onlar için farketmez. Çünkü onlar Kur'an'dan yararlanmazlar; ona yönelmezler. Onlar için üzülüp kederlenme. Onların kalbleri kilitlidir; ayetlerde temessül eden ilâhi nur, onların kalblerine ulaşmaz. Kulakları hakkın sesini tammaz; çünkü haktan uzaktır. Gözleri hakkı görmez; çünkü gözlerinin üzerinde kaim bir perde vardır. Bu, Allah'ın âyetlerine karşı kör olma perdesidir. Onlar için hiç alışık olma-dıklari. Özel türden bir azap, çok büyük bir azap vardır.
Noksanlıklardan münezzeh olan Yüce Allah bu ayetlerle açıklamış olu¬yor ki, insanlar arasında Kur'an'a inanmayan birisi bulunursa, bilinmelidir ki, bu Kur'an'm hidayete erdirmedeki eksikliğinden veya Kur'an-ı Kerîm'İn kendisindeki bir kusurdan dolayı değildir. Ayıp ve kusur onlardadır; Kitab-ta değildir. Kalblerinin ve kulaklarının damgalanması ise, kafirlikleri sebe¬biyledir. "Allah küfürleri dolayısıyla ona (kalblerine) damga vurmuştur. On¬ların azı dışında, inanmazlar"' [11]
Cenab-ı Allah gerçekten doğru söylüyor: "Göklerde ve yerde nice ayet¬ler vardır ki, üzerinden geçerler de, onlar ona sırt çevirip giderler" [12]
Münafıklar Ve Nitelikleri
8- İnsanlardan öyleleri vardır kî: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler. Oysa onlar inanmış değildirler.
9- (Güya) Allah'ı ve iman eden kimseleri aldatıyorlar. Halbuki onlar, sadece kendilerini aldatmaktadırlar da, farkında değillerdir.
10 - Kalblerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır, yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acıklı bîr azap vardır.
11- Kendilerine, "yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde, "biz sa¬dece ıslah edicileriz" derler.
12 - Bilesiniz ki, asıl fesatçılar onların tâ kendileridir. Ama farkında değillerdir.
13 - Ve kendilerine; "İnsanların iman ettikleri gibi siz de iman edin" denildiğinde, "beyinsizlerin iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Habe¬riniz olsun, gerçekten asıl beyinsizler kendileridir; ama bilmezler.
14 - İman ederlerle karşılaştıklarında, "îman ettik" derler. Şeytanla-nyla başbaşa kaldıklarmdaysa, ' 'şüphesiz sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yal¬nızca alay edicileriz" derler.
15 - Allah da onlarla alay eder ve azgınca taşkınlıkları İçinde şaşkın şaşkın dolaşmalarına süre tanır.
16 - İşte bunlar, hidayet karşılığında sapıklığı satın alan kimselerdir. Ama bu ticaretleri kazançlı olmamış ve hidayet yoluna da bulmamışlardır. [13]
Bazı Kelimeler:
Allah'ı aldatıyorlar: Aldatmak, hile yaparak kişiyi ama¬cından saptırmaktır. Buradaki aldatmaktan kasıt, münafıkların, müslüman olduklarını söyleyerek kâfirliklerini gizlemeleridir.Maraz, hastalıktır. Buradaki marazdan kasıt, şüphe ve münafıklıktır.Süfeha, za¬yıf akıllılar demektir. Buradaki süfeha'dan kasıt, cahiller ve zayıf kişilikli kim¬selerdir.Şeytanları. Bu kelimeyle, o münafık ve kâfir kim¬selerin küfürdeki yoldaşları kastedilmektedir.İstihzâ, hafi¬fe alıp başkasını maskara yerine koymaktır. Yahudilerin istihzası bu anlama gelmektedir. Cenab-ı Allah'ın istihzası ise, onların hakaret ve idrâk kıtlıkla¬rına aldırış etmemesi ya da bu alaya almaları dolayısıyla onları cezalandır¬masıdır. Sürelerini arttırır.
Tuğyan; haddi aşıp taşkınlık yapmaktır.Ameh, görüşün sapması, yani hayret ve şaşkınlık için¬de dolaşmaktır.Satın aldılar, yani değiştirdiler. [14]
Açıklama:
Kur'an'a karşı tutumları anlatılan üç grup insanların üçüncü türü,mü-nafıklardır. Bunlar İslâmiyet için, apaçık kafirlerden çok daha fazla tehlike-lidirler, Bu sebeple onüç ayette bunlardan sözedilmİştir. Bunlarla, sadece Pey-gamber (s.a.v.)'in çağdaşı olan münafıklar kastedilmemiştir. Hangi çağda ya-şarsa yaşasın, bu tanıma uyan ve bu nitelikleri taşıyan bütün münafıklar ay¬nı grup içine girmektedir.
İnsanların bir bölümü Allah'a ve ahiret gününe sadece dille iman eder¬ler. Oysa kalbleri küfür ve sapıklıkla dopdoludur. Cenab-ı Allah onların iddialarım reddetmiştir. Onlar görünürde mümin olduklanm söyleseler de, as-lında rnü'min değildirler. Şüphesiz, onlar Allah'ı aldatan kimseler görünü¬münde olarak zahiren mümin olduklarım söylemekte, fakat kafirliklerini gizlemektedirler. Noksanlıklardan münezzeh Yüce Allah onların bu du¬rumlarım bildiği, mümin olmadıklarını farkettîği, hatta kafirlerden çok da-; ha zararlı olduklarından haberdar oîduğu halde, güya onların hilelerine karışıklık veriyormuşçasına islam'ın zahirî hükümlerini onların üzerine uygula¬mayı emretmiştir. Aynı şekilde müslümanîar da; Allah'ın emrine uyarak bu kâfirlerin hilelerine karşılık vermişlerdir. Bunlar, teşbih ve temsil kabilinden ifa¬delerdir. Yoksa Cenab-ı Allah onların durumlarını bilmektedir; onlara hileyle kar¬şılık vermesi caiz olmaz. Çünkü O'nun gücü, tuzağa düşmesinler diye müs-lümanları kendi halleri üzerinde durdurmaya yeter. Onların hileleri ve sonla¬rı, sadece üzerlerine vebal olur. Ama bunu hissetmezler. Çünkü onların kalbleri kin, hased, nifak ve şüpheyle doludur, öyle ki, bu yüzden en basit şeyleri bile idrâk edemezler. Allah onların bu hastalıklarını daha da arttırmıştır. Dünya. ve ahirette onlar için şiddetli ve acıklı bir azap vardır.
Gerçek şu ki, münafıklar her zaman ve her devlette milletlerinin üzerine çekilmiş birer kara tehlike bulutudurlar. Vatanlarının sırtına saplanmış birer okturlar. Peygamber (s.a.v.) çok defa nifakla ve münafıklarla karşılaşmıştır.
Münafıklık ve Yahudilik, birbirinden ayrılmayan iki şeydir. Çünkü bun¬lar gerçek bir korkaklıktan ve doğal bir alçaklıktan doğarlar. Münafık, söz¬lerinde ve fiillerinde, tıpkı bir bukalemun gibi insanlara uyar. Münafıklığın toplumlarda yıkıcı hile ve tuzaktan, sayılamayacak derecede zararları vardır.
Her insan kendini olduğu gibi gösterir; başkalarım aldatıp tongaya dü-şürmeksizin görevini yaparsa, sağlam ve dürüst bîr toplum oluşur; yapısı sağ-lam bîr devlet ortaya çıkar.
Münafıkların niteliklerinden biri de şudur: Kendilerine, "fitne ateşini alev-lendirmeniz, kafirler hesabına casusluk yapmanız, kabileleri müslümanlâra karşı bir araya getirmeniz fesattır. Savaştan ve savaşın getirdiği sonuçlardan daha kötü bir fesat düşünülebilir mi? Şu halde fesatçılığa son verin" denil-. diğinde şu karşılığı verirler: "Durum hiç de sizin söyledikleriniz gibi değil¬dir. Biz sadece ıslah edicileriz. Islahattan başka hiçbir şey yapmıyoruz.'' Cenab-ı Allah onlara daha beliğ bir ifadeyle cevap vermiş, fesatçılığı onlara isnat et¬miş, fesatçıların sadece kendileri olduğunu, ıslahatçılık iddialarının yalan ol¬duğunu bildirmiştir: "Bilesiniz ki onlar, fesatçıların ta kendileridirler?' Ama münafıklar hissedileni duyamaz ve algılayamazlar. Kendi durumlarım farket-mezler. Müslümanlar onları protesto etmekle yetinmemekte, aksine çeşitli ve¬silelerle onları imana çağırmaktadırlar. Kendilerine: "Sizden başka İnsanla¬rın imana girdikleri gibi siz de imana girin" denildiğinde protesto ederek, hor görürcesine şöyle dediler: "Köle, fakir ve ümmîlerle cahillerden oluşan zayıf akıllı kimselerden oluşan zayıf kişilikli insanlar gibi mi Kur'an'a ve Peygamber'e iman edeceğiz?" Ama böyle konuşurken zayıf akıllı kimsenin, ha¬yır ve nûr yolunu gördüğü halde, bu yoldan uzaklaşan kimse olduğunu bil¬miyorlardı. Akıl bakımından olgun kimse, Önünde hayır ve nûr yolunu gö¬rüp o yola koyulandan başka bîr kimse olabilir mi? Hangi çeşidinden olursa¬nız olun, bakın ey münafıklar, bilesiniz ki, sizler beyinsizlerin tâ kendilerisi¬niz, îman için sağlıklı bir algılama gücünüz yoktur ki, imanın kadrini bilesi¬niz.
Rivayet olunduğuna göre —Allah kendilerinden razı olsun— Ebubekir, Ömer ve Ah", yahudîlerden Übeyy'e doğru yürüdüler. Übeyy onları gördü¬ğünde, yanındaki arkadaşlarına şöyle dedi: "Bakın, şu beyinsizleri tatlı söz¬lerle nasıl da geri çevireceğim?" O büyük sahabiler Übeyy'in yanma vardık¬larında onîan dindarlıkları ve imandaki öncelikleri hususunda sırayla, pe-şpeşe Övmeye başladı. Bu sahabiler onun yanından ayrılıp gittiklerinde arka¬daşlarına: "Yaptıklarımı nasıl buldunuz?" diye sordu. Onlar da kendisini tak¬dir edip Övdüler. Bunun üzerine anılan âyet-İ kerime nazil oldu. Bu âyet, Ön¬ceki âyetin tekrarı mahiyetinde değildir, önceki ayet, münafıkların gidişatını ve onların tümünün gönüllerinde gizlemiş oldukları nifakı açıklıyordu. Bu âyetteyse Peygamber (s.a.v.)'in çağdaşı olan bazı münafık kimselerin mümin¬lere yahudilikte ve fesatçılıktaki liderlerine karşı tutumları anlatılmaktadır. Onların bu liderleri şeytanlar gibidirler, hatta daha da kötüdürler. Bu liderle¬rinin bazılarıyla başbaşa kaldıklarında, "biz, sizlerle beraberiz; müminlerle sadece dalga geçiyor ve dinlerini alaya alıyoruz" derler. Cenab-ı Allah onla¬rın bu batıl inançlarını reddetmiştir. Noksanlıklardan münezzeh Yüce Allah, onların bu hallerine önem vermemektedir ve bu yaptıklarına karşı onları şid¬detle cezalandıracaktır. Taşkınlık ve sapıklıkta daha ileri gitmelerine göz yu¬macaktır ki, şaşkınlık ve hayretin doruk noktasına ulaşsınlar.
Cenâb-ı Allah onları önce bu şekilde niteledikten sonra, uzaklık ifade eden işaret zamiriyle onlara işarette bulunarak şöyle buyurmuştur: Doğru yolu, bu dinin gerçekliğini gösteren açık ve berrak delilleri sırf taşkınlık ve çeke-memezlikîeri nedeniyle terkettikleri için, onlar sanki hidayeti vererek dünya ve ahirette hüsranı ve sapıklığı satın almışlardır. Bu ticaretlerinden hiç de ka¬zançlı çıkmamışlardır. Onlar, bu alışverişlerinde ne kadar da zarar etmişler¬dir.. İşte onlar, hep bu durumdadırlar. [15]
Münafıklarla İlgîli Darbı Meseller
17- BunSann örneği, ateş yakan adamın Örneğine benzer. (Ki onun ateşi) fevresini aydmlathğmda, Allah ayâmhğım giderir ve onları, göremez bîr şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.
18- (Onlar) Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bundan dolayı dönmez¬ler.
19- Yada (Bunların örneği) karanlıklar, gök gürültüsü ve şîmşek(ler)le yüklü gökten yağan şiddetli bir yağmura tutulmuş (bir adamın örneği) gibi¬dir ki, yıldırımların saldıkları dehşetle, ölüm korkusundan parmaklarını ku¬laklarına tıkarlar. Ve Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır.
20- Şimşeğin çakması, neredeyse gözlerini kapıverecek; (ortalık) her aydınlandığında, bunda (azıcık) yürürler. Üzerlerine karanlık çöküverince de (oldukları yerde) kalırlar. Allah diteseydi, kulaklarını ve gözlerini giderirdi. Kuşkusuz, Cenâb-i Allah her şeye güç yetirendir" [16]
Bu sûrenin 281. ayete kadar olan bölümü Medine'de, kalan-bölümü ise Veda Haca sırasında Minâ'da nazil olmuştur. Mushaf-ı Şerifin lertibinde ilk sırayı alan, Kur'an'daki sûrelerin en uzunu olan sûre, Bakara süresidir. Çünkü ayet sayısı 286'dır. Ayrıca Kur'an'daki en uzun ayet (Müdayene ayeti) bu sûrede yer almaktadır.
Bu sûre iki önemli üslûbu kapsamaktadır. Birincisi, sûrenin başından 142. ayetine kadar o!an kısmı kapsar. Bu üsîûbun özelliği şudur: Bu kısımdaki âyetler bütün insanlara hitap etmektedir. Sûre, Kur'an ve etkisi üzerine konuşmakla başlıyor. Sonra, İnsanların Kur'an karşısındaki tutumları anlatılıyor. Onlar¬dan bazıları Kur'an'a inanan barış yanlısı müminler, bazısı alenen inkâr eden kafirler, bazısı da düzenbaz münafıklardır. Bundan sonra ümmet-i Davet'e (bütün insanlığa) hitap edilmektedir. Cenab-ı Allah onları sağlıklı bir imana çağırmakta, onlara Kur'an'm i'cazını açıklamakta ve Resulullah'm doğru ko¬nuştuğunu bildirmektedir. Sonra da insanın yaratılış kıssasını, üstünlüğünü ve şeytanın ona karşı tutumu anlatılmaktadır. Bunun arkasından, Medine top¬lumunun bilinçli tabakasını oluşturan İsrailoğullanna yönelmiş; onları ken¬di yararlarına olan bir işe davet etmiş; Allah'ın üzerlerindeki nimetlerini onlara hatırlatmış; İlâhi cezaya çarptırılmaktan onları sakındırmış; kendi suç¬larını ve babalarının yanlışlarım açıklamış, bu bağlamda sözü uzun tutmuş¬tur. Peygamberlerin atası İbrahim (A.S.)'den, onun araplarla olan ilişkisin¬den ve arapların o'na karşı takındıkları tavırlarından söz etmiştir. Bütün bunları Peygamber ancak vahiy yoluyla bilebilirdi.
ikinci üslûba gelince, bunun özelliği şudur: Bu kısımdaki ayetler, Ümmet-İcabet'e (müslümanlara) hitap etmektedir. Bu bölüm, Bakara sûresinin sonunda yer almak'îHir, Bu bölüm, müslümanlan ve Ehl-i Kitabı ilgilendi¬ren dini bir olayın (kıbienin değiştirilmesi olayının) anlatılmasıyla başlamak¬tadır. Daha sonra İslam toplumunun problemleri ele almıyor; birçok yasa¬larla kanunlar, ideal İslâm toplumunun uyması gereken hükümlerden söz edi¬liyor.
İlk ilke, katıksız bir tevhide çağndır. Bundan sonra sûrede, kısas, vasi¬yet, din uğruna savaş ve Allah yolunda infakta bulunmaktan söz ediliyor. Daha sonra oruç ve hac gibi ibadetlerin hükümleri açıklanıyor. İçki içmek, müşri¬ke kadınlarla evlenmek, İddet, ilâ, boşama, süt emisme, faiz, borçlanma, mu-amelat, özellikle rehin, bu arada kıssa ve hikmetlerden bahsediliyor. Sûre, mü-kemmel bir îslâmi dûa ile sona erdiriliyor.
Rahman ve Rahim olan ALLAH'ın adıyla.
1- Elif, Lâm, Mîm.
2- Bu, kendisinde şüphe olmayan müttakîler için, içinde hidayet bu¬lunan bir Kitab'tır. [1]
Bazı Kelimeler:
Bu Kitab'ın Allah katından gelişi hususunda şüphe yok¬tur.Hidayet ve irşaddır. Kendi nefislerini ateşten koru-mak için gerekli tedbirleri alanlar için... [2]
Açıklama:
Kur'an-ı Kerim'in ilk sûresi için acaip bir sonuç çıkarma... Kavrama mekanizmasını şaşırtan, basit hece harflerinden oluşmasına rağmen, akıllan sarsan bir başlangıç...Bir grup tefsirci, uzun uzadıya düşünüp araştır¬dıktan sonra şöyle demişlerdir; Bu harfler; Allah'ın bilgisini kendisine sakla¬dığı müteşâbihattandır. Bunun Allah katından gönderilmiş olduğuna iman ederiz. Anlamını en iyi bilen Allah'tır. Bunun ifade ettiği anlamı Peygamber (s.a.v.) de biliyordu... Çünkü muhatap kendisi idi. Bu, Allah'la Rasulü ara¬sında şifre gibi bir şeydir. Müfessirlerden bir bölümü de şöyle der: Bu harfle¬rin zikredilmelerinin bir anlamı olmalıdır. Görünen o ki, bu harfler, kendi misil ve benzerini getirmeleri için Kur'an-i Kerirn'in araplara meydan oku¬masından sonra onlara karşı ileri sürülen hüccete bir işarettir. Sanki Cenab-ı Allah onlara şöyle diyor: Okur yazar olsun olmasın, herkesin okuyabildiği arapça bir kelime olduğu halde bunun benzerini getirmekten nasıl aciz kalı¬yorsunuz? Ama aciz kaldınız işte.
Muhammed'e indirilen bu Kur'an, kendisiyle İlgili olan şerefli anlamlar, asil amaçlar, ibretli kıssalar, mev'izalar, her zaman ve mekâna elverişli yasa¬lar bakımından mükemmel bir Kitab'tir. Hiçbir akıl sahibi, bu kitabın Allah katından gönderilmiş olduğu konusunda şüpheye düşemez. Bu Kitab, hiçbir akıl sahibinin bu konuda şüpheye düşmeyeceği bir niteliktedir. Çünkü Cenab-ı Allah, arap dili ve edebiyatına tam vakıf olan araplara bu kitap gibi bir kitap getirmeleri konusunda, tahrik edici bir dille meydan okumuştur: "Eğer kulu-muza indirdiğimiz (Kur'an) dan şüphedeyseniz, bu durumda siz de bunun benzen olan bir sûre getirin. Ve (bunun için) Allah'tan başka şahitlerinizi (Ken-dilerine dayanıp güvendiğiniz yardımcılarınızı) da çağırın. Eğer doğru sözlü iseniz. Eğer yapamazsanız.. " [3] Hakka dönün ve hakka inanın.
Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'i bu iki vasfından sonra üçüncü bir vasıf¬la nitelendirmiştir: Bu Kitab, kendi nefsini Rabbinin azabından korumak için önlem almak isteyen kimselere hidayet ve irşâd kaynağıdır. Hidayet sırf bu gibi kimselere mahsus kılınmıştır. Çünkü kalbi ve aklı maddi engelleri aşa¬rak fizik ötesine inanan, hayır işleyen, Allah'la yaratıkları arasındaki elçiliğe inanan ve ahiret hayatına iman edenden başkası hidayete eremez. [4]
Takva Sahibi Kimseler ve Mükafatları
3- O (Takva sahibi) kimseler ki, gaybe inanırlar.ve namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz nzıklardan (Allah yolunda) harcarlar.
4- O kimseler ki, sana gönderilene (Kur'an'a) ve senden önceki (Pey¬gamber) lere gönderilene (Tevrat, Zebur, încil ve diğer sahifelere) iman eder¬ler; ahirete de (şüphe götürmez) kesin bîr inanışla inanırlar.
5- İşte bunlar, Rabblerinden olan hidâyet üzeredirler. (Gerçek) kurtu¬luşa erenler de bunlardır. [5]
Bazı Kelimeler:
İman, kalbin kabulüyle birlikte olan kesin bir tastiktir. İmanın selâmeti, amel iledir.
Gayb: İnsanlara bu dünyada görünme yen hesap, ceza, Cennet, Cehennem ve benzeri şeylerdir.
Namazı kılarlar: Namaz kılmaktan kasıt; kâmil, aşırılıklardan urak ve dosdoğru şekilde, şart ve rükünlerini yerine getirerek kılmaktır.Kesin bir inanışla, şüphe götürmez bir itikatla inanırlar. [6]
Açıklama:
Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, Kur'an ve onun hidâyetin¬den yararlanan takva sahibi kimselerin niteliklerini açıklamakta ve şöyle bu-yurmaktadır: Onlar, delil bulunduğunda ğaybî şeylere inanırlar, maddî ve his-sedilir şeylere takılıp kalmazlar. Madde ötesine de inanırlar. Bunlar için Kur'an'ı anlamak ve ondan yararlanmak kolaydır. Çünkü iman nuru kalblerini aydın¬latmış; kalbleri taat ve rahmetle dolmuştur. Bu nedenle namazı dosdoğru kıl¬mak, onların niteliklerinden biri olmuştur. Çünkü namaz kılmak, kişinin ta¬at ehli olduğunu gösterir. Namazı ikâme etmekten kasıt, şartlarına ve adabı¬na uyarak dosdoğru kılmaktır. Namaz, sadece bedenî değil, aynı zamanda ruhî bir ibadettir. Onu ikâme, bedenen ve ruhen kılmak demektir.
Zekât ve sadaka vererek Allah yolunda mal harcamak, kişinin insana aadığmm bir göstergesidir. Tıpkı dinin direği" olan namaz gibi, tslâmın en önemli unsurlarından biridir. Namaz birey (fert) binasının temeli oiduğu gi¬bi, zekât da toplum binasının temelidir.
Onlar ki, Allah'a, sana indirilene, senden önceki Peygamberlere indiri¬lenlere İman ederler. Aynı şekilde ahirete de en küçük bir kuşku duymaksı¬zın, kesin bir inanışla inanırlar. Bu gibi kimseler Allah katında parmakla gös¬terilir. Üstün makamlarının olması tuhaf karşılanmamahdır. O'nun hidaye¬tinden nasiplerini almışlardır. Kemâl mertebesinde mesafeler kaîetmiş olan bu kimseler, her iki dünyada da kurtuluşa ermişlerdir. [7]
Kafirler Ve Cezaları
6- Şüphesiz, küfre varanları uyarıp korkutsan da, uyarmayıp korkutmasan da onlar için farketmez; iman etmezler.
7- Allah, onların kalblerini ve kulaklarını damgalamiştır; gözlerinin üzerinde de perdeler bulunur. Ve onlar için büyük bir azâb vardır. [8]
Bazı Kelimeler:
İnzar, korkutarak uyarmaktır.İçeriye gi¬rilmesini önlemek için kapılar üzerine nasıl mühür ve damga vurulursa Allah da onların kalplerini öylece damgalamıştır. Kalblerin damgalanma¬sından maksat da,imanm kalblerine girmemesi ve kalblerinin sağlığa kavuşmamasıdir.
Perdeler.Yani bunların gözleri üzerine, Allah'ın ayetlerini görmeyecek şekilde perde çekilmiştir. [9]
Önceki Ayetlerle İlişki:
Cenâb-ı Allah bu sûrenin baş tarafında Kur'an'dan, insanların Kur'an'a karşı tutumlarından sözetmiş ve onların Kur'an'a karşı tutumları bakımın¬dan üç türe ayrıldıklarını anlatmıştır: Bazısı Kur'an'a iman edip salih amel işlemişlerdir. İşle bunlar kurtuluşa erenlerdir. Bazısı da küfre varıp hakkı ka¬bullenmeyi kendilerine yedirememişlerdir. Bu tutumlarını sözleriyle ve eylem¬leriyle sergilemişlerdir. İşte bunlar, içinde sonsuza değin kalacakları cehen¬nem ehlidirler. [10]
Açıklama:
Sırf inatları yüzünden Allah'ı inkâr eden ve Kur*an-ı açıkça yalanlayan kimseleri uyarıp korkutsan da, uyarmayıp korkutmasan da onlar için farketmez. Çünkü onlar Kur'an'dan yararlanmazlar; ona yönelmezler. Onlar için üzülüp kederlenme. Onların kalbleri kilitlidir; ayetlerde temessül eden ilâhi nur, onların kalblerine ulaşmaz. Kulakları hakkın sesini tammaz; çünkü haktan uzaktır. Gözleri hakkı görmez; çünkü gözlerinin üzerinde kaim bir perde vardır. Bu, Allah'ın âyetlerine karşı kör olma perdesidir. Onlar için hiç alışık olma-dıklari. Özel türden bir azap, çok büyük bir azap vardır.
Noksanlıklardan münezzeh olan Yüce Allah bu ayetlerle açıklamış olu¬yor ki, insanlar arasında Kur'an'a inanmayan birisi bulunursa, bilinmelidir ki, bu Kur'an'm hidayete erdirmedeki eksikliğinden veya Kur'an-ı Kerîm'İn kendisindeki bir kusurdan dolayı değildir. Ayıp ve kusur onlardadır; Kitab-ta değildir. Kalblerinin ve kulaklarının damgalanması ise, kafirlikleri sebe¬biyledir. "Allah küfürleri dolayısıyla ona (kalblerine) damga vurmuştur. On¬ların azı dışında, inanmazlar"' [11]
Cenab-ı Allah gerçekten doğru söylüyor: "Göklerde ve yerde nice ayet¬ler vardır ki, üzerinden geçerler de, onlar ona sırt çevirip giderler" [12]
Münafıklar Ve Nitelikleri
8- İnsanlardan öyleleri vardır kî: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler. Oysa onlar inanmış değildirler.
9- (Güya) Allah'ı ve iman eden kimseleri aldatıyorlar. Halbuki onlar, sadece kendilerini aldatmaktadırlar da, farkında değillerdir.
10 - Kalblerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır, yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acıklı bîr azap vardır.
11- Kendilerine, "yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde, "biz sa¬dece ıslah edicileriz" derler.
12 - Bilesiniz ki, asıl fesatçılar onların tâ kendileridir. Ama farkında değillerdir.
13 - Ve kendilerine; "İnsanların iman ettikleri gibi siz de iman edin" denildiğinde, "beyinsizlerin iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Habe¬riniz olsun, gerçekten asıl beyinsizler kendileridir; ama bilmezler.
14 - İman ederlerle karşılaştıklarında, "îman ettik" derler. Şeytanla-nyla başbaşa kaldıklarmdaysa, ' 'şüphesiz sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yal¬nızca alay edicileriz" derler.
15 - Allah da onlarla alay eder ve azgınca taşkınlıkları İçinde şaşkın şaşkın dolaşmalarına süre tanır.
16 - İşte bunlar, hidayet karşılığında sapıklığı satın alan kimselerdir. Ama bu ticaretleri kazançlı olmamış ve hidayet yoluna da bulmamışlardır. [13]
Bazı Kelimeler:
Allah'ı aldatıyorlar: Aldatmak, hile yaparak kişiyi ama¬cından saptırmaktır. Buradaki aldatmaktan kasıt, münafıkların, müslüman olduklarını söyleyerek kâfirliklerini gizlemeleridir.Maraz, hastalıktır. Buradaki marazdan kasıt, şüphe ve münafıklıktır.Süfeha, za¬yıf akıllılar demektir. Buradaki süfeha'dan kasıt, cahiller ve zayıf kişilikli kim¬selerdir.Şeytanları. Bu kelimeyle, o münafık ve kâfir kim¬selerin küfürdeki yoldaşları kastedilmektedir.İstihzâ, hafi¬fe alıp başkasını maskara yerine koymaktır. Yahudilerin istihzası bu anlama gelmektedir. Cenab-ı Allah'ın istihzası ise, onların hakaret ve idrâk kıtlıkla¬rına aldırış etmemesi ya da bu alaya almaları dolayısıyla onları cezalandır¬masıdır. Sürelerini arttırır.
Tuğyan; haddi aşıp taşkınlık yapmaktır.Ameh, görüşün sapması, yani hayret ve şaşkınlık için¬de dolaşmaktır.Satın aldılar, yani değiştirdiler. [14]
Açıklama:
Kur'an'a karşı tutumları anlatılan üç grup insanların üçüncü türü,mü-nafıklardır. Bunlar İslâmiyet için, apaçık kafirlerden çok daha fazla tehlike-lidirler, Bu sebeple onüç ayette bunlardan sözedilmİştir. Bunlarla, sadece Pey-gamber (s.a.v.)'in çağdaşı olan münafıklar kastedilmemiştir. Hangi çağda ya-şarsa yaşasın, bu tanıma uyan ve bu nitelikleri taşıyan bütün münafıklar ay¬nı grup içine girmektedir.
İnsanların bir bölümü Allah'a ve ahiret gününe sadece dille iman eder¬ler. Oysa kalbleri küfür ve sapıklıkla dopdoludur. Cenab-ı Allah onların iddialarım reddetmiştir. Onlar görünürde mümin olduklanm söyleseler de, as-lında rnü'min değildirler. Şüphesiz, onlar Allah'ı aldatan kimseler görünü¬münde olarak zahiren mümin olduklarım söylemekte, fakat kafirliklerini gizlemektedirler. Noksanlıklardan münezzeh Yüce Allah onların bu du¬rumlarım bildiği, mümin olmadıklarını farkettîği, hatta kafirlerden çok da-; ha zararlı olduklarından haberdar oîduğu halde, güya onların hilelerine karışıklık veriyormuşçasına islam'ın zahirî hükümlerini onların üzerine uygula¬mayı emretmiştir. Aynı şekilde müslümanîar da; Allah'ın emrine uyarak bu kâfirlerin hilelerine karşılık vermişlerdir. Bunlar, teşbih ve temsil kabilinden ifa¬delerdir. Yoksa Cenab-ı Allah onların durumlarını bilmektedir; onlara hileyle kar¬şılık vermesi caiz olmaz. Çünkü O'nun gücü, tuzağa düşmesinler diye müs-lümanları kendi halleri üzerinde durdurmaya yeter. Onların hileleri ve sonla¬rı, sadece üzerlerine vebal olur. Ama bunu hissetmezler. Çünkü onların kalbleri kin, hased, nifak ve şüpheyle doludur, öyle ki, bu yüzden en basit şeyleri bile idrâk edemezler. Allah onların bu hastalıklarını daha da arttırmıştır. Dünya. ve ahirette onlar için şiddetli ve acıklı bir azap vardır.
Gerçek şu ki, münafıklar her zaman ve her devlette milletlerinin üzerine çekilmiş birer kara tehlike bulutudurlar. Vatanlarının sırtına saplanmış birer okturlar. Peygamber (s.a.v.) çok defa nifakla ve münafıklarla karşılaşmıştır.
Münafıklık ve Yahudilik, birbirinden ayrılmayan iki şeydir. Çünkü bun¬lar gerçek bir korkaklıktan ve doğal bir alçaklıktan doğarlar. Münafık, söz¬lerinde ve fiillerinde, tıpkı bir bukalemun gibi insanlara uyar. Münafıklığın toplumlarda yıkıcı hile ve tuzaktan, sayılamayacak derecede zararları vardır.
Her insan kendini olduğu gibi gösterir; başkalarım aldatıp tongaya dü-şürmeksizin görevini yaparsa, sağlam ve dürüst bîr toplum oluşur; yapısı sağ-lam bîr devlet ortaya çıkar.
Münafıkların niteliklerinden biri de şudur: Kendilerine, "fitne ateşini alev-lendirmeniz, kafirler hesabına casusluk yapmanız, kabileleri müslümanlâra karşı bir araya getirmeniz fesattır. Savaştan ve savaşın getirdiği sonuçlardan daha kötü bir fesat düşünülebilir mi? Şu halde fesatçılığa son verin" denil-. diğinde şu karşılığı verirler: "Durum hiç de sizin söyledikleriniz gibi değil¬dir. Biz sadece ıslah edicileriz. Islahattan başka hiçbir şey yapmıyoruz.'' Cenab-ı Allah onlara daha beliğ bir ifadeyle cevap vermiş, fesatçılığı onlara isnat et¬miş, fesatçıların sadece kendileri olduğunu, ıslahatçılık iddialarının yalan ol¬duğunu bildirmiştir: "Bilesiniz ki onlar, fesatçıların ta kendileridirler?' Ama münafıklar hissedileni duyamaz ve algılayamazlar. Kendi durumlarım farket-mezler. Müslümanlar onları protesto etmekle yetinmemekte, aksine çeşitli ve¬silelerle onları imana çağırmaktadırlar. Kendilerine: "Sizden başka İnsanla¬rın imana girdikleri gibi siz de imana girin" denildiğinde protesto ederek, hor görürcesine şöyle dediler: "Köle, fakir ve ümmîlerle cahillerden oluşan zayıf akıllı kimselerden oluşan zayıf kişilikli insanlar gibi mi Kur'an'a ve Peygamber'e iman edeceğiz?" Ama böyle konuşurken zayıf akıllı kimsenin, ha¬yır ve nûr yolunu gördüğü halde, bu yoldan uzaklaşan kimse olduğunu bil¬miyorlardı. Akıl bakımından olgun kimse, Önünde hayır ve nûr yolunu gö¬rüp o yola koyulandan başka bîr kimse olabilir mi? Hangi çeşidinden olursa¬nız olun, bakın ey münafıklar, bilesiniz ki, sizler beyinsizlerin tâ kendilerisi¬niz, îman için sağlıklı bir algılama gücünüz yoktur ki, imanın kadrini bilesi¬niz.
Rivayet olunduğuna göre —Allah kendilerinden razı olsun— Ebubekir, Ömer ve Ah", yahudîlerden Übeyy'e doğru yürüdüler. Übeyy onları gördü¬ğünde, yanındaki arkadaşlarına şöyle dedi: "Bakın, şu beyinsizleri tatlı söz¬lerle nasıl da geri çevireceğim?" O büyük sahabiler Übeyy'in yanma vardık¬larında onîan dindarlıkları ve imandaki öncelikleri hususunda sırayla, pe-şpeşe Övmeye başladı. Bu sahabiler onun yanından ayrılıp gittiklerinde arka¬daşlarına: "Yaptıklarımı nasıl buldunuz?" diye sordu. Onlar da kendisini tak¬dir edip Övdüler. Bunun üzerine anılan âyet-İ kerime nazil oldu. Bu âyet, Ön¬ceki âyetin tekrarı mahiyetinde değildir, önceki ayet, münafıkların gidişatını ve onların tümünün gönüllerinde gizlemiş oldukları nifakı açıklıyordu. Bu âyetteyse Peygamber (s.a.v.)'in çağdaşı olan bazı münafık kimselerin mümin¬lere yahudilikte ve fesatçılıktaki liderlerine karşı tutumları anlatılmaktadır. Onların bu liderleri şeytanlar gibidirler, hatta daha da kötüdürler. Bu liderle¬rinin bazılarıyla başbaşa kaldıklarında, "biz, sizlerle beraberiz; müminlerle sadece dalga geçiyor ve dinlerini alaya alıyoruz" derler. Cenab-ı Allah onla¬rın bu batıl inançlarını reddetmiştir. Noksanlıklardan münezzeh Yüce Allah, onların bu hallerine önem vermemektedir ve bu yaptıklarına karşı onları şid¬detle cezalandıracaktır. Taşkınlık ve sapıklıkta daha ileri gitmelerine göz yu¬macaktır ki, şaşkınlık ve hayretin doruk noktasına ulaşsınlar.
Cenâb-ı Allah onları önce bu şekilde niteledikten sonra, uzaklık ifade eden işaret zamiriyle onlara işarette bulunarak şöyle buyurmuştur: Doğru yolu, bu dinin gerçekliğini gösteren açık ve berrak delilleri sırf taşkınlık ve çeke-memezlikîeri nedeniyle terkettikleri için, onlar sanki hidayeti vererek dünya ve ahirette hüsranı ve sapıklığı satın almışlardır. Bu ticaretlerinden hiç de ka¬zançlı çıkmamışlardır. Onlar, bu alışverişlerinde ne kadar da zarar etmişler¬dir.. İşte onlar, hep bu durumdadırlar. [15]
Münafıklarla İlgîli Darbı Meseller
17- BunSann örneği, ateş yakan adamın Örneğine benzer. (Ki onun ateşi) fevresini aydmlathğmda, Allah ayâmhğım giderir ve onları, göremez bîr şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.
18- (Onlar) Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bundan dolayı dönmez¬ler.
19- Yada (Bunların örneği) karanlıklar, gök gürültüsü ve şîmşek(ler)le yüklü gökten yağan şiddetli bir yağmura tutulmuş (bir adamın örneği) gibi¬dir ki, yıldırımların saldıkları dehşetle, ölüm korkusundan parmaklarını ku¬laklarına tıkarlar. Ve Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır.
20- Şimşeğin çakması, neredeyse gözlerini kapıverecek; (ortalık) her aydınlandığında, bunda (azıcık) yürürler. Üzerlerine karanlık çöküverince de (oldukları yerde) kalırlar. Allah diteseydi, kulaklarını ve gözlerini giderirdi. Kuşkusuz, Cenâb-i Allah her şeye güç yetirendir" [16]