Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    MAİDE SURESİ

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    MAİDE SURESİ Empty MAİDE SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 22, 2010 5:06 am

    MAİDE SURESİ

    Bu sure, ayet-i kerimesi dışında medenidir. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Hazreti Ömer (R.A.) den riva­yet olunduğuna göre; yalnız bu ayet, veda' haccında arefe günü, Arafatta Pey­gamber Efendimiz vakfe yaparken inmişti. Bu arefe günü, Cuma gününe denk gelmişti. Surenin ayet sayısı yüz yirmidir.

    Bu da Nİsâ Sûresi gibi bir takım ahid ve hükümleri ihtiva etmektedir. Her iki surede de kitap ehlinden ve münafıklardan söz edilmektedir. Nisa Su­resinde içkinin haram kılınmasına ortam hazırlanmış, kesin haramhk hük­mü ise Maide Suresinde gelmiştir. Rivayet olunduğuna göre Peygamber (S.A.) efendimiz bu sureyi Veda' haccmda okumuş ve şöyle buyurmuştur: "Ey in­sanlar! Maide Suresi, en son nazil olan suredir. Helalini helâl, haramını da haram küm!'[1]

    Ahde Vefa

    Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

    1- Ey inananlar! Akidleri yerine getirin. İhramda iken avlanmayı he­lâl görmeksizin, size bildirilecek olanlar dışında, hayvanlar helâl kılındı; Al­lah dilediği hükmü verir.

    2- Ey İnananlar! Allah'ın nişanelerine, hürmet edilen Ay'a, (Kabe'ye) hediye olan kurbanlığa, gerdanlıklar takılan hayvanlara, Rab'lerinden bol nimet ve rızâ taleb ederek Beyt-i Harâm'a gelenlere sakın hürmetsizlik etme­yin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Harâm'dari me-nettiği için, bir topluluğa olan kininiz, aşıri gitmenize sebep olmasın; iyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlasın, günah işlemek ve aşın gitmekte yardımlaşmayın. Allah'tan sakının, Allah'ın cezası şiddetlidir. [2]

    Bazı Kelimeler:

    Vefa; Bir şeyi tam ve eksiksiz olarak yerine getirmektir.Kesin söz ve bağlantılar.

    Bu kelime hela! ve haram kılınan İle farz kılanan şeyler gibi şer'i sözleşmeleri; insanlar arasında düzenlenen alım satım, nikahlanma gibi akidleri kapsar.Aklı olmayan canlı. Konuşma ve anlama noksanlığı, ayırım gücü ve aklının olmaması bakı­mından durumu mübhem olduğu İçin benime adını almıştır.

    Behime keli­mesi örfen kara ve deniz hayvanlarının dört ayaklılarına özgü kılınmıştır.Deve ve sığır demektir. Sığır kelimesi Mandayı da kapsamakta­dır. Koyun ve keçiler de bu kapsama girer. Geyiklerle yabani sığırlar ve eşekler de bu türdendir.

    Şeire kelimesinin çoğuiu o!up hissetme ve duyurma anlamına gelir. Bu, dini işaretler demektir. Bu kelimeyle, özel­likle hac ibadetinde yapılan fiiller amaçlanmaktadır,Harem-İ Şerife hediye edilip oradaki yoksullar için kesilen hayvandır.

    "Kılade" kelimesinin çoğulu olup gerdanlık manasına geiinYö­nelenler, kastedenler.Birbirlerine öfkelenmeleri ve kin gütmeleri.Sizi itmesin.Kalbin kendisiyle tatmin olduğu şey, iyi­lik.

    Suç ve günah. Kalbi etkileyen ve insanlar tarafından farkına varılmasından etulişe edilen kötü şey. [3]

    Açıklama:

    Bu, Allah ve Resulünden insanlara yapılan Bir açıklamadır. Ey imanla nitelenen ve kalbleri şeytanın kötülüklerinden arınmış olan kimseler! AUah ile veya kendi nefsinizle veyahut diğer İnsanlarla yapmış olduğunuz akidleri, yerine getirin. Şeriatın koyduğu emir ve yasaklara uyun. Ahm-satım ve ni­kâh gibi muamelelerinizde verdiğiniz söze uyun. Peygamber (s.a.v.) efendi­miz buyurmuşlar ki: "Müslümanlarşartlarının yanındadırlar." "Allah'ın ki­tabında olmayan her şart geçersizdir." "Her kim bizim emrimize uymayan bir davranışta bulunursa, ameli merduttur." Şu halde İslama uygunluğu ko­şuluyla akidlere ve sözlere, bağlantılara uymak, bunların gereklerini yerine getirmek gerekir.

    Kur'an-ı Kerim, kendisinden önce Allah tarafından bizden alınmış olan söz ve ahidleri bize detaylı olarak açıklamaktadır. Bunun yamsıra bizleri akid-lerimize ve sözlerimize bağlanmaya iten ilâhi nimetler de açıklanmıştır.

    Dört ayaklı hayvanların hepsi size helal kılınmıştır. Ancak toynuklu olan atlar, katırlar ve eşekler, keza yırtıcı hayvanlar, başkasına saldırırken kullan­dığı sivri dişleri bulunan hayvanlar bunun dışındadırlar. Ayrıca ihramlıyken avlanmanız da helal değildir. Harem bölgesinde oturmakta olan kimsenin ih-ramlı olmasa bile, ya da haremde bulunmasa dahi hac veya umre ihramında plan kimsenin avlanması ve avladığı hayvanın etini yemesi helâl değildir. Ey mü'minler! Allah, sizin için hayırlı olan dilediği şeye hükmeder. Vermiş ol­duğu hükümlere dikkatle bakın; bunların iyilik ve kesin doğruların tâ kendi­leri olduklarını görürsünüz.

    Değerli okuyucu! Allah seni korusun ve başarılı kılsın. İyice baktığın­da, konumuz olan ayetin ahde vefayı emrettiğini, verilen sözü yerine getir­memeyi yasakladığını, genel olarak —bazı istisnalar dışında— dört ayaklı hay­vanların etlerini yemeyi helâl kıldığını, Allah'ın kudret ve hikmetini haber verdiğini görürsün. Bütün bunlar, iki satırlık bir ayette anlatılmıştır, yaratı­cıların ve şekil verenlerin en güzeli olan Allah'ın sânı yücedir.

    Ey iman edenler! Allah'ın nişanelerine saygısızlık etmeyin. Dinî prensip­leri, özellikle hac rhenasikini kesinlikle hafife almayın. Yani Allah'ın yasak­larını çiğnemeyin. Müslüman'ların tümüne, hac menasikini eda etme imkânı­nı tanıyın. Haram aylara saygısızlık etmeyin. Haram aylar; Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb olmak üzere dört tanedir. îbn Abbas ve Katade'den ri­vayet olunduğuna göre bu aylarda, müşriklerle savaşılmaması gerekir. Bu ay­ların yerlerini diğer aylarla değiştirmeyin. Hareme hediye edilip, gönderilen hayvanların Kabe'ye ulaşmasını engellemeyin veya haksız yere almayın. (Kur­banlık olduğu belli olsun diye) Boynuna gerdanlık takılan hayvanlara da tecavüzde bıılummıytn. Hedy kapsamına girdiği lıaldc gcrdanlıkli hayvanlar­dan özel olarak söz edilmesi, bunların şerefli olmasından ve. bunlara özen gösterilmesi gerektiğinden dolayıdır. "Gerdanhklı" kelimesiyle, kendilerini emniyette hissetmek için boyunlarına Harem-İ şerifin ağaçlarının kabukla­rından yapılma gerdanlıklar takan kâfirler amaçlanmıştır, diyenler de vardır. Harem-i şerife, ziyaret maksadıyla gelenlere de saldırmayın. Yani Cenab-ı Al­lah, müslümanlara; hac mevsiminin, haccetme yeri olan Harem-i Şerifin gü­venlik yeri olmasını sağlamalarını vacip kılmıştır. Orası emniyet yeri olmalı­dır. Hacılar, korku ve tedirginlik içinde olmamalıdırlar. Canlarını ve malları­nı emniyette hissetmelidirler. Hacılar» Allah'ın lütuf ve hoşnudîuğunu taleb ederler. Bu durumdaki bir insanın, muhafaza altına alınması gerekir.

    İhramdan çıktığınızda ve harem bölgesi dışında bulunduğunuzda, dile­diğiniz gibi avlanabilirsiniz. Çünkü yasak olan avlanma, ihrârnhyken ve ih-ramh olunmasa bile harem bölgesinde bulunurken yapılan avlanmadır. Bu iki engelin dışına çıktığınızda avlanmanızdan ve avladığınız hayvanın etini yemekten dolayı günahkâr olmazsınız.

    Hudeybiye Senesinde sizi Mescid-i Haram'dan alıkoymalarından dolayı, bir topluluğa olan hıncınız sizi onlara haksız yere saldırıda bulunmaya itme­sin. Affedip bağışlamak daha hayırlıdır. İyilik üzerine yardımlasın. İyilik; ts-lâmm emir veya yasak yoluyla istediği, kalbin kendisiyle tatmin olup sükûn bulduğu hayırlı şeylerdir. Başkasının hakkına tecavüz ile,günah üzerine yar-dımlaşmaym. Günah, kalbini etkileyen ve başkaları tarafından farkedilme-sinden endişe ettiğin suçlardır. Bu her iyiliği ve kötülüğü, her hayrı ve şerri içeren kapsamlı bir sözdür. Kur'an-ı Kerim, millete din ve dünya bakımından yarar sağlayacak olan her konuda yardımlaşmamızı emretmektedir. Şüphe­siz bu, çok Önemli bi-r sosyolojik ilkedir. Toplurrâıffbireyleri çoğalmış, yöne­limleri fazlalaşmış, faydalan sayılamaz olmuştur. Her ne kadar güçlü de olsa bireyin kişisel çabalan milletin tümüne fayda veremez. Şu halde bireyin baş­kasıyla yardımlaşarak bir dayanışma içine girmesi zorunlu olmaktadır. Bu nedenle hayır dernekleri, bu çağda başarının en büyük desteğini teşkil etmek­tedirler. Saadet asrında müslümanlar, kitleleşmeye ve bağlantıya gerek gör-meksizin iyilik ve takva üzerine yardımiaşıyorlardı. Çünkü herkes bir ferd ola­rak Allah ile bağlantı içine girmiş durumdaydı. Ama bu günde bizler, Al­lah'a çağrının güzel sonuçlar vermesi için metod birliğine şiddetle muhtacız. Ey insanlar, Allah'a karşı gelmekten sakının. Doğrusu Allah, azabı şiddetli olandır. O'ndan sakının. O'nun emrine muhalefet etmekten kaçının. [4]

    Haram Yiyecekler

    3- Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, —canlan çıkmadan önce kesmenşişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından susulmuş, yırtıcı hayvan ta­rafından yenmiş olanları— dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıy-la kısmet aramanız sîze haram kılındı; bunlar fâsıkhktır. Bugün, inkâr eden­ler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir, onlardan korkmayın. Ben­den korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nimetimi tamam­ladım, din olarak sizin İçin İslâmiyet'i beğendim. Açlıktan darda kalan, gü­naha kaymaksızm yiyebilir. Doğrusu Allah Bağışlayan'dır, merhametli olan­dır. [5]

    Açıklama:

    Şüphesiz Yüce Allah davarları; karada, havada, denizde yaşayan diğer temiz hayvanları yememizi helâl kıldı. "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı nimetlerin temiz ve hoşlarını kendinize haram etmeyin."[6] "Size şu okunacaklardan başka davarlar helâl kılınmıştır.”[7] Özetle, dört çeşit şey bi­ze haram kılınmıştır: Ölü, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına boğazlanan hayvanlar size lı;ırani kılınmıştır. Tefsirini yapmakla olduğumuz. Mai-dc Suresinin bu üçüncü ayetinde haramları on tane olarak belirlenmiştir:

    Ölü: Herhangi bir failin eylemi olmaksızın kendiliğinden ölen hayvan­dır. Fıkhı ıstilahtaysa, şer'İ kesimle boğazlanmamış olan hayvandır. Etini ye-, mek, zararlı olduğu için haram kılınmıştır. Zira çoğunlukla bunlar, bir has­talıktan doİayı Ölürler. Ve hastalığın mikrobu da bedenlerinde kalmış olur. Çünkü mikrob, hastanın ölümünden sonrada onun kanında yaşamaya devam eder. Ama boğazlanırsa, mikropları taşıyan kanın tamamı veya büyük ço­ğunluğu akıp gider. Kaldı ki temiz ve sağlıklı kimseler bunların etlerini ye­mekten tiksinirler.

    Kan: Bundan maksat, ciğer ve dalak gibi katı kan değil de sıvı kandır. Çünkü Öldürücü mikroplan taşıyan, sıvı kandır. Kaldı ki bu kandan sağlıklı kimseler tiksinirler. Hazmı da zordur. Tıpkı dışkı gibi vücudun zararlı artik-lanndandır. Bü da kanı yemenin asla helâl olmadığım ifade etmektedir.

    Domuz Eti: Bu, üçgenin bir ayağıdır. Aslında domuzun eti de, yağı ve kemiği de. haramdır. O, pis bir hayvandır. Pisliklerden ve kokuşmuş, bayatla­mış maddelerden başka bir şey yemez. Modern tıp, domuz eti yemenin insan vücudunda tenya ve trişin meydana getirdiğini İspatlamıştır. Kaldı ki domuz eti; hazmı güç bir yiyecektir. Mideye çok zararlıdır. Bazı batılılar, bazı ilaçla­rın yardımı olmazsa, domuz eti yememektedirler. Şunu da belirtelim ki, bazı devletler, domuz kesimini yasaklamışlardır. Böylesine pis bir hayvanın etini yemeyi temiz kimseler kabul ederler mi— İslam dini domuz ve köpeği haram kılarken saldırganlık ve cinayet işlemiş değildir. Zararlı ve tehlikeli oldukları için haram kılınmışlardır. İslâm dini bu hükmü verirken, kendi köpeklerinin bakım ve temizliğiyle ilgilenip, temiz etlerle besleyen bazı kişileri değil de bü­tün toplumu göz önünde bulundurmuştur.

    Allah'tan başkası adına boğazlanan: Cahiliyet devrinde müşrikler, hay­van keserken: "Lut adına, Uzza adına..." diyerek seslerini yükseltirlerdi. Bo­ğazlanırken üzerinde Allah'tan başkasının adının anılmış olduğu hayvanın etini yemek haram olur. Zira böyle bir hayvanın etini yemek, onu kesenin Allah'tan başkasına ibadet etme suçuna ortak olma anlamına gelir. Oysa böyle bir davranışa ortak olmak yerine, protestoda bulunmak gerekir.

    Boğulmuş Hayvan: Her ne şekilde olursa olsun, boğularak ölen hayvan da, şer'i kesimle kesilmemiş hayvan türündendir. Ölü hayvan kapsamına gir­diği halde Kur'an-i Kerim'İn özel olarak bundan sözetmesi; "Bu hayvan ken­diliğinden ölmemiştir." Aksine bir failin eylemiyle ölmütür. Dolayısıyla he­laldir." gibi bir zanna kapılmayı s önlemek içindir. Ama şeriat, normal kesi­mi şart koşmuştur ki insan, yeyip gıdalandığı nesnenin, normal kesim dola­yısıyla akıp giden bu pis kandan arınmış olduğuna kesin olarak inansın.

    Vurularak ölen hayvan: Bu, şer'i kesim olmaksızın taş veya değnekle vu­rularak ölen hayvandır. Müşrikler, cahiliyet devrinde bu şekilde öldürülen hayvanların ellerini yerlerdi. Hayvanı vurarak öldürmek, İslâm dinince yasak­lanmıştır. Çünkü, bu, hayvanı normal şekilde boğazlamadan daha çok acı verir. Haram kılınması bu sebeptendir. Keskin ucu bulunmayan taş veya değ­nekle öldürülen, kurutulan küçücük çamur kürecikleriyle, aynı şekilde ça­kılla öldürülen hayvanlar da bu kapsama girerler. Bütün bunlar ne göz çıka­rır, ne bir düşmanı geri çevirir, ne de bir ava sahip kılar. Bunlar, çoğunlukla ölüm sebebi değildirler. Zamanımızda av tüfeklerinde kullanılan kurşunlarla öldürülen hayvanların etlerini yemek, sahih olan görüşe göre şer'an caizdir.

    Yuvarlanarak ölen hayvan: Bu: dağ gibi yüksek bir yerden veya kuyuya düşerek ölen hayvandır. Bu, tıpkı ölü hayvan gibidir. Şer'i kesimle kesilme­den etini yemek helâl olmaz. Zaruretten dolayı her hangi bir yerde boğazla­mak (öldürücü bir şey, mesela bıçak atarak öldürmek) caiz olur. Bu şekilde öldürülen hayvanın etini yemek helâl olur.

    Boynuzlanarak ölen hayvan: Başka bir hayvan tarafından boynuzlana-, rak ölen hayvan da, tıpkı-kendiliğinden ölen hayvan gibi haramdır.

    Yırtıcı Hayvan tarafından parçalanan: Bu, kurt ve kaplan gibi yırtıcı hay­vanlar tarafından parçalanarak öldürülen hayvandır. Yani yırtıcı hayvanın, parçaladıktan sonra tamamını yemeyip artık olarak bıraktığı kısımdır. Cahi-lİyet döneminde müşrikler, bu artıkları yerlerdi.

    Canları çıkmadan kestiklerimiz: Yani boğulmakta olan, vurulan, yuvar­lanan, başkası tarafından boynuzlanan, Allah'tan başkası adına boğazlanan ve yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanan hayvanlar, henüz canlı iken yeti­şip kestiğiniz hayvanlar bu haramlık hükmünün dışmdadırlar. Üzerine ka­vuştuğunuzda, göz kırpacak, el veya ayakla vurabilecek kadar basit de olsa kendisinde hayat varsa, sonra da şer'i kesimle boğazlarsanız helâl olur. Aksi takdirde haramdır. Ölü, domuz eti ve kan, asla helâl olmaz. Şer'i kesimle bo-ğazlansalar da boğazlanmasalar da aynı hükme tabidirler.

    Dikili taşlar için boğazlananlar: Haram kılınan on tane hayvanın onun­cusu da budur. Cahiliyet devrinde Kabe'nin etrafında üç yüz altmış tane di­kili taş vardı. İnsanlar o zaman putlara yakın olmak ve ibadet etmek ama­cıyla bu taşlar için kurban keserlerdi. Bu da, Allah'tan başkasının adı anıla­rak kesilen hayvanların bir türüdür. Etinin yenilmesi bu nedenle haram kı­lınmıştır. Kur'an-ı Kerim, cahiliyet dönemi insanlarının helâl saydıkları ha­ram yiyeceklere bir başka sapıklığı ve hurafeyi de eklemiştir. Bu da şudur:

    Fal oklarıyla kısmet aramak: Yani ihsanların, kendileri için takdir edil­miş olan kısmeti, fal okları aracılığıyla bilmeleridir. Cahiliyet devrinde bu oklar üç çeşitti. Bir çeşidi şahısla beraber olurdu ki, üç adet oktan ibaretti. Oklardan birinin üzerinde "Yap", diğerinin üzerinde "Yapma", İfadesi yazı­lıydı. Üçüncüsünün üzerindeyse hiçbir şey yazılı değildi.

    Bu okların ikinci çeşidiyse yedi tane olup, üzerlerinde, insanların karşı­laştıkları olaylara ilişkin hükümler yazılıydı ve bunlar, Kabe'nin içinde duran Mübel putunun önünde durmaklaydılar. Üçüncü çcşidiyse kumar ve ş;ms okları olup on tane idi. Yedisinin üzerinde paylar yazılıydı. Üçünün üzerin­deyse bir şey yazılı değildi.

    Cenab-ı Allah, fal okları vasıtasıyla kısmet öğrenmenizi haram kıldı. Bu­nun hikmeti de şudur: Bu tür hurafelerle uğraşmak, birey ve toplumun çalış­ma şevkini kırar. Onları tembelliğe, basiretsiz bir şekilde hayat yolunda yü­rümeye zorlar, insanları falcıların ve kâhinlerin elinde oyuncak haline getirir ki, İslâmiyet bütün bunlardan uzaktır. Zamanımızda çeşitli kağıt, fincan ve muskayla kısmet öğrenmek için fal açma sevdası yaygın hale gelmiştir. Bun­ların tümü dince reddedilen ve akıllı, bir müslümana yaraşmayan davranış­lardır. Bütün bunlar bir yana, tespih veya Mushafı Şerif ile fal açarak kısme­ti öğrenmek de İslâmin ve Kur'an'ın reddettiği bir harekettir.

    Fıkıh kitaplarında anlatılan istihareyi söz konusu edecek olursak bu, şu şekilde olur: Kişi, istihare niyetiyle nafile olarak iki rek'at namaz kıiar. Son­ra da yapmak istediği İş din ve dünyası bakımından hayırlıysa, gönlüne fe­rahlık verecek duaları okur. Peygamber (s.a.v.) efendimizin istihare için oku­muş olduğu duâ, hadis kitaplarında yer almıştır. Size anlatılan haramlar fısktır, günahkarlıktır, akıl ve hikmetle iç içe olan dinin dışına çıkmaktır.

    Bugün (Veda' haccı'nın arefe gününde) kâfirler, dininizi mağlup etmek­ten ümidlerini kesmiştirler. Bu diyarınızda Allah'tan başkasına tapilacağın-dan şeytan da ümidini kesmiştir. Şu halde Allah'tan başkasından korkma­yın. Kâfirlerin durumuna aldırmayın. Allah sizi onlardan korumuştur. Al­lah'tan korkun. O'na karşı gelmekten sakının. O'na hiçbir şeyde ebediyyen muhalefet etmeyin.

    Bugün helâli helâl, haramı da haram kılarak dininizi size ikmal ettim. öyle ki her şey; hiçbir kapalılık ve karışıklığa meydan vermeden açık seçik bir biçimde açıklanmış oldu. Düşmanınızın işini bitirdiniz. Üstün eli sizin için kıldım. Üzerinizde nimetimi tamamladım. Artık hiçbir müşrik, sizinle birlikte haccedemeyecektir. Verilen söz gerçekleşti ve Mekke feth.olundu. İn­sanlar, Allah'ın dinine akın akın girdiler. Size zafer geldi. Sizin için din ola­rak İslâmı seçip beğendim. "Kim İslâmdan başka bir din ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz.”[8]

    Buraya kadar sayılan bu on tane haram hayvanların etlerini müslüman-lann yemeleri yasaklanmıştır. Ancak zaruret halinde, mesela bedenine zarar verecek derecede acıkmış olan kimse, kendi canını telef olmaktan kurtaracak kadar bu yiyeceklerden yiyebilir. Bu gibi kimseleri Cenab-ı Allah bağışlar. Allah, yaratıklarına fazlasıyla merhamet edendir. [9]

    Helal Yiyecekler

    4- Ey Muhammed! Sâna, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyor­lar, de ki: "Size temiz olanlar helâl kılındı; Allah'ın size öğrettiği üzere alış­tırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yeyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan sakının, doğrusu Allah hesabı çabuk görür.

    5- Bugün, size temiz olanlar helâl kılındı. Kitab verilenlerin yemeği size helâl sizin yemeğiniz de onlara helâldir. înanan hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitab verilenlerin hür ve iffetli kadınları —zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızm ve mehirlerini verdiğiniz takdirde— size helâldir. Kim imanı inkâr ederse, şüphesiz amelleri boşa gider.O,âhirettede kaybedenler­dendir. [10]

    Bazı Kelimeler:

    "Tayyib" kelimesinin çoğulu olup, murdar anlamına gelen ha­bis kelimesinin zıddıdır.Carine kelimesinin çoğulu olup köpekler, kuşlar ve pars gibi avcı hayvanlardır."Teklİb" kökünden alınmış olup köpekleri eğitme anlamına gelir. Sonraları bu kelime, her çeşit hayvanı avcılığa alıştırma anlamında kullanılır olmuştur. Bazıları, bunla­rın hür kadınlar, bazilarıysa zinaya karşı iffetli kadınlar anlamına geldiğini söylemişlerdir. Açıkça zina edenler. Gizlice zina ede­rek dost tutanlar. Amellerinin sevabı boşa çıktı. [11]

    Nüzul Sebebi:

    Rivayet olunur ki; Hatim Taî'nin oğlu Adiyy ile, Mühelhel et-Taî'nin oğ­lu Zeyd, Resulullah (s.a.v.)'a "Ya Rasulullah! Allah ölü hayvanı yemeyi'biz-lere haram kıldı. Bizim için helâl olan nedir?" diye bir soru sordular. Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu. Yine rivayete göre; Hatim Taî-nin oğlu Adiyy, Resulullah (S.AY.)'a gelerek, köpeklerin avladıkları hayvan­ların durumunu sordu. Hz. Peygamber cevap vermedi, neticede bu ayet-i ke­rime nazil oldu. [12]

    Açıklama:

    Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah; yeme, içme,' giyme süslenme yo­luyla kendilerinden yararlanalım diye, göklerde ve yerde ne varsa hepsini em­rimize vermiştir. Bu nedenle eşyada aslolan helâllik olmuştur. Ancak burada bazı kimseler özellikle yiyeceklerde hoş ve temiz şeyleri haram, haram kılı­nan şeyleri de helâl saymışlardır. İnsanların özellikle bu soruyu sormasından sonra Cenab-ı Allah, haram ve helâl kıldığı şeyleri açıklamıştır. Ey Peygam­ber! Mü'minler, kendilerine hangi yiyeceklerle etlerin helâl kılındığını sorar­lar. De ki: Murdar olmayan hoş ve temiz şeyler size helâl kılındı. Eğitilmiş avcı hayvanların avladıkları da sîze helâl kılındı.

    Peki, hoş ve temiz şeyler nelerdir? Haram kılındığına ilişkin her hangi bir nass bulunmayan, mutedil mizaçlı ve orta geçimîi temiz kişilerin hoş bul­duğu şeylerdir. Önceki sayfalarda saydığımız on tane haram yiyeceğin Karam kılınmış olduğuna ilişkin nass, Kur'an'da varİd olmuştur. İbn Abbas (R.A.) m şöyle dediği rivayet edilir: "Resulullah (s.a.v.), sivri uişi bulunan yırtıcı hayvanları ve pençeli olan kuşları (yemek) den yasakladı." Şafii'ye göre yır­tıcı hayvan, İnsanlara ve hayvanlara saldırandır. Ebu Hanifc'yc göre, et yiyen her türlü hayvana yırtıcı hayvan denir. Hakkında nass bulunmayan yiyecek­lerin helâl ve temiz, haram ve murdar olmak üzere iki kısma ayrıldığını söy­lemek mümkündür. Helâl ve haram yiyecekleri birbirinden ayırdetmekte,arap-lardan sağlıklı tabiatlı kimselerin zevki mi esas alınacaktır? Yoksa her insan ve her toplum, kendi zevkine göre mi davranacaktır? Bu hususta iki görüş vardır.

    Buhari ve Müslim'in sahihlerinde ve diğer hadis kitaplarında Halİd bin _ Veh'd'den nakledilen bir rivayet ile, Peygamber (s.a.v.) in keler yemekten tik­sindiği, ama bunu kendisine soran bir kimseye keler yemeyi caiz kıldığı sabit­tir.

    Bu, kara hayvanları ve kara avı hakkındaki hükümdür. Denizdeki canlı­lara gelince; bitkilerini de etlerini de yemek helâldir. Kara ve denizde yaşayan kurbağa ve timsahı yemek haramdır. Murdar olduğu için Kaplumbağa ve ze­hirli olduğu için yılan da bu hükme tabidir. Eğitilmiş av hayvanlarının — avcı tarafından av üzerine sevk edilmesi koşuluyla— avladıkları hayvanlar, normai şer'i kesimle boğazlanmış sayıldıkları için helâldirler. Bunlar, avla­dıkları hayvanları canlı olarak sahiplerine getirdikleri takdirde sahihleri, av­lamış olduklarını boğazlarlar. Avcı hayvanların eğitilmiş olup olmadıkları şöyle belirlenebilir: Sahibi onu avın üzerine gönderdiğinde gider, "dur" dediğinde durur ve avı yakaladığında da hiç yemeyip olduğu gibi sahibine getirip teslim ederse, eğitilmiş demektir. Avladığı hayvandan yerse, cumhuru ulemaya göre avını yememiz helal olmaz. Bu hayvan da, Önceki sayfalarda analttığımız yırtıcı hayvanın parçalamış olduğu hayvan gibidir. Bunun delili, Adiyy bin Hatim'-İn Peygamber (s.a.v.)'den nakletmiş olduğu şu hadis-i şeriftir: "Eğitilmiş kö­peklerini (avın üzerine) gönderdiğinde Allah'ın adını anarsan, tuttukları hay­vanları ye. Ancak köpeğin avlanıp ta bir kısmını yediği hayvanın etini yeme. Korkarım ki köpek onu kendi için yakalamıştır." Diğer bir rivayette ise Pey­gamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Eğitilmiş köpeğini (avın üze­rine) gönderdiğinde üzerine Allah'ın adını an. Yakaladığı hayvanı canlı ola­rak elegeçirirsen, onu boğazla. Köpek tarafından Öldürülmüş olarak elege-çirirsen, köpek te bir kısmım yememişse onu ye. Zira köpeğin onu yakalamış olması, normal bir boğazlamadır." Bazı kimseler, ayet-i kerimenin dış anla­mına tutunarak, köpeğin, avladığı hayvanın bir kısmını yese bile, o hayvanın arta kalan kısmım yemenin helâl olduğunu söylemişlerdir. Ebu Salebe el Hu-şeni'nin rivayet ettiği hadiste: "Köpek ondan yese bite, sen de onu ye." denil­miştir. Bazı kimseler,, köpeğin yediği avın arta kalan kısmı yenilmez, diğer avcı kuşların yediği avın arta kalan kısmı yenilir, demişlerdir. Okla avlanan hayvanların durumu, kendisine sorulduğunda Peygamber (s.a.v.) efendimiz şu cevabı vermiştir: "(Ok ve) yayınla avladığın ve üzerine Allah'ın adını an­dığın hayvanı ye." Başka bir rivayette "(Kendin) boğazlasan da boğazlama-san da (yiyebilirsin)" denilmiştir. Tüfekle avlanan hayvanlar da okla avlan­mış gibidirler. Bazı kimseler, avlanan hayvanın canlı olarak ele geçirilmesi durumunda helâl olabilmesi için, boğazlanmasının şart olduğunu söylemiş­lerdir. Allah'ın size öğretmiş olduğu eğitim ve düzenlerden, kendilerine öğret­tiğiniz eğitimli av hayvanlarının sizler için yakaladıkları avları yeyin. Köpeği avm üzerine salarken, üzerine Allah'ın adını anın. Bazı kimseler, Allah'ın adını anmanın, avı yemeye başlarken şart olduğunu söylemişlerdir. Şu halde ayet-i kerimede geçen Allah adım nmııa, yani besmele .sünnettir. Avcı, av hayvanını ava gönderirken besmele çekmezse, bunun bir sakıncası olmaz. Bu hüküm, İbn Abbas'tan rivayet olunmuştur. Bazıları, besmele çekmenin vacib oldu­ğunu söylemişlerdir.

    Bu hükümlere uyma konusunda Allah'tan sakının. Ve bunların sınırı önünde durun. Muhakkak ki Allah, hesabı çabuk görendir. Göklerde ve yer­de hiçbir şey O'nu aciz bırakamaz. Rivayet olunurki Allah, insanların hepsi­ni yarım gün kadar bir süre içinde hesaba çekecektir. Bugün hoş ve temiz şeyler, ayrıntılı bir şekilde size helâl kılındı. Kendilerine kİtab verilen yahudi ve hı-ristiyanların boğazladıkları hayvanların etleri size helâldir. Ama putperestle­rin ye Allah'a ortak koşanların boğazladıkları hayvanların etlerini yemeniz size helâl değildir. Hayvanı boğazlarken üzerine Allah'ın adını anmanın zo­runlu olduğu söylenmiştir. Kuvvetli görüşe göre, bir hayvanı boğazlarken üze­rine Allah'tan başkasının adı anılırsa, etini yemek helâl olmaz. Tabii bu, hayvan boğazlanırken üzerine Allah'tan başkasının adının anıldığını işitmemiz ha­linde söz konusu olan bir hükümdür. Ama böyle bir şey işitmememiz duru­munda, etini yiyebiliriz, eti helâldir.

    Ey mü'minler! Sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir. Onlara yemek ye­dirmenizin veya bir şey satmanızın sakıncası yoktur. İffetlerini muhafaza ederek kendileriyle evlenmeniz kastıyla iffetli ve hür mü'mine kadınlarla, kendileri­ne sizden önce kitab verilenler, —mehirlerini vermek şartıyla— size helâldir­ler. Flört yapmanız veya gizli dost tutmak istemeniz halinde size helâl olmaz­lar. İmanın fürû ve usulünü, hüküm ve kanunlarım inkâr eden kimsenin ameli boşa1 çıkar, sevabı yok sayılır. O, ahirette kaybetmişlerdendir. [13]
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    MAİDE SURESİ Empty Geri: MAİDE SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 22, 2010 5:17 am

    Abdest, Gusül Ve Teyemmüm

    6- Ey İnananlar! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi, —başlarınızı meshedip— topuk kemiklerine kadar ayaklarınızı yı­kayın. Eğer cünüpseniz yıkanıp temizlenin; şayet hasta veya yolculukta ise­niz veya ayak yolundan gelmişseniz yahut kadınlara yaklaşmişsanız ve su 5u-lamamışsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin, yüzlerinizi, ellerinizi onun­la meshedin. Allah sizi zorlamâkAstemez, Allah sizi antıp üzerinize olan ni­metini tamamlamak ister ki şükredesiniz,

    7- Allah'ın size olan nimetini ve "İşittik, itaat ettik" dediğinizde,- sizi andına bağladığı sözünü anın. Allah'tan sakının, Allah içinizde olanı elbette bilir. [14]

    Bazı Kelimeler:

    Vech kelimesinin çoğulu olup, kendisi île başkasıyla yüz yüze gelinen kısım, yüz, demektir. Yüzün uzunlamasına sınırı, alındaki saç bitim çizgisiyle çene kemiğinin altına kadardır. Enlemesine sınırı ise iki kulak ara­sıdır.Mirfek kelimesinin çoğulu olup dirsek demektir.Ba­cağın ayakla bitiştiği yerde iki tarafta, çıkıntı şeklinde bulunan kemiklerdir. Bunlara mafsal yumru kemikleri denir.Kadınlarla cinsel temasta bu­lunarak veya meni akıtarak cünüp olduğunuzda...Kalblerde bulunup, hiç açığa vurulmayan sırlar. [15]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Eksikliklerden arınmış Yüce Allah, yiyecekler ve nikâh konusunda helâl ve harama dair sözlerini açıkladıktan sonra bunun gereği olan şükür ve namazı, namazın anahtarı olan abdest, ğusül ve teyemmümü açıklamaya baş­ladı. Ayet-i kerimeyi temizliğin hikmetini açıklayarak, taahhüd ettiğimiz söz ve misâklan bize hatırlatarak noktaladı. Rivayet olunur ki Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu: "Cennetin anahtarı namazdır. Namazın anahtarı ise temizliktir." [16]

    Açıklama:

    Ey imân edenler! Abdestsiz iken namaza kalkmak istediğinizde — Abdestsiz iken kaydı sünnetle konulmuştur.— abdest almanız gerekir. Küçük hades halinde olan kimsenin her namaz vaktinde abdest alması farzdır. Abdestli olan kimsenin her namaz kılacağı zaman yeniden abdest alması müs-tehaptır. Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğu rivayet olunur: "Allah, siz­den bîrinizin, abdesti bozulduğunda abdest alıncaya kadar namazını kabul etmez." Buhari, Amir el Ensari oğlu Ömer'den aktarılarak Enes bin Malik (R.A.) in şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.), her namaz kıla­cağı zaman abdest alırdı." Ben: Sİz nasıl yapıyorsunuz? dedim. O, şöyle de­di: Abdestimİz bozulmadıkça namazlarımızın bir kaçını tek abdestle kılar­dık."

    Abdestin farzları: Namaza kalkmak İstediğinizde yüzlerinizi yıkayın. Dir­seklere kadar ellerinizi yıkayın. Dirsekler, 'farzın ancak kendisiyle tamamla­nabildiği şey de farzdır.' babından sayılarak yıkanırlar. Başlarınızı mesnedin. Şafii mezhebine göre bir tek tüyünü olsa bile meshedîn. Hanefi mezhebine göre başın dörtte birini meshetmek gerekir. Maliki mezhebine göre, ihtiyat olsun diye başın tamamını meshetmek gerekir. Peygamber (s.a.v.) efendi­miz her üç şekilde de meshetmiştir. Ayet-i kerimenin bu üç çeşit meshe de ihtimali vardır. Zira ayet-i kerimedekin kelimesinin başında bulunan (be) harfi bitiştirme (be)si midir, ba'ziyet bildiren (be) mi­dir, yoksa zaid olan bağlantı (be) si midir? Bu kesin değildir. Mezheb imam­larının bu konudaki anlaşmazlıklarının rahmet olduğunu da unutmamak ge­rekir. Ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayın. Yani ayaklarınızı mafsal yumru kemiklerine kadar yıkayın. Bu kemikler de dirsekler gibi yıkamaya da­hildirler. Şafii'ye göre abdestin farzlarından biri de niyettir. Bunun delili de,ayet-i kerimesi ve "Ameller ancak niyetlerle kaimdir." mealindeki hadis-i şeriftir. Abdestte organları yıkama veya meshetme sırası da ayet-i kerimedeki gibidir. Ayrıca Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurmuşlar ki: "Allah, ayet-i kerimede önce hangi organı söylemişse siz de önce onu yı­kayarak abdeste başlayın." Başın meshedilmesi, ellerin yıkanmasryla ayakla­rın yıkanması arasına alınmıştır ki bu da, abdestte tertibin farzlığma işaret ; etmektedir. Şu halde abdestin farzlarını niyet, yüzü yıkama, elleri yıkama, başın bir kısmını mcshctmc, ayakları yıkama ve bu organlar arasındaki sıra­ya uymak (tertip) şeklinde sayabiliriz. Abdestin bir takım sünnetleri vardır ki, bunlar fıkıh kitaplarında anlatılmıştır.

    Tirmizî ve diğerleri, bazı sahabilerin şöyle dediklerini rivayet etmişler­dir: "Ali'nin abdest aldığını gördüm. Tam temizleyinceye kadar ellerini yıka­dı. Sonra ağzına üç defa su alıp boşalttı. Üç defa da burnuna su alıp dışarı sümkürdü. Sonra dirseklerle beraber ellerini üç defa yıkadı. Bir defa başını meshetti. Sonra mafsal yumru kemiklerine kadar ayaklarını yıkadı. Sonra da Peygamber (s.a.v.) in nasıl abdest aldığını size göstermek istedim, dedi. Bu hadiste, abdestin farzları ve bazı sünnetleri anlatılmaktadır. Peygamber (s.a.v.)'in her organı birer defa yıkayarak abdest aldığı görüldüğü gibi, her organı ikişer defa yıkayarak abdest aldığı da görülmüştür. Üçer defa yıkaya­rak abdest almasına gelince bu, onun çoğunlukla uygulamış olduğu bir sün­netidir.

    Abdesti bozan şeyler: önden ve arkadan çıkan şeyler. Mak'adı sağlam bir yere oturmadan uyumak. Kadın ve erkeğin tenlerinin birbirine dokunma­sı. Hanefilere göre bu, abdesti hiçbir surette bozmaz. Şehvetle dokunma du­rumunda abdest bozulur, diyenler de olmuştur. İmam Malik'e göre bu do­kunma şehvetle olduğu veya şehvet kastı güdülmeden kadınla erkeğin tenleri birbirine dokunduğunda şehvet hissedilirse abdest bozulur. Ama dokunan kişi şehvet kasöetmez ve şehvet de duymazsa, abdesti bozulmaz. Kişinin kendi avucunun içiyle kendi tenasül organına temas, etmesi durumunda da abdesti bozulur. Bazı kimseler (Mesela Hanefiler) bu görüşe muhaliftirler.

    Abdesti bozan şeyler ayet-i kerimede anlatılmamıştır. Umumi yararı söz konusu olduğu için burada anlatılmıştır. Abdestle ilgili hükümler çok olup fıkıh kitaplarında anlatılmıştır.

    Gusül (Boy Abdesti): Bedenin her tarafını temiz su ile yıkamaktır. Gus-lü gerektiren birçok neden vardır. Bu sebeplerden biri cünüplüktür. Bu da penisin baş kısmının veya baş kısmı kesikse geri kalan penisten o kadarhk kısmın, tenasül organının içine girmesiyle ölür. Döl suyunun akmasıyla da cünüp olunur. Kadın doğum yapınca, hayız veya lohusalık kanı akınca da gusül yapması gerekir. Cünüp olan veya yukarıda sayılan guslü gerektirici se­beplerden biri kendisinde meydana gelen şahıs, namaz kılmak istediğinde, niyet ederek gusletmelidir. "Eğer ciinüb İseniz boy abdesti alın."

    Teyemmüm: İki eli iki defa tozlu toprağa vurmakla yapılır. Birinci vu­ruşta eller yüze sürülür, ikinci vuruşta eller, dirseklere kadar sürülür. Bazıla­rı, ellerin vurulduğu toprağın veya yerin tozlu olmasının şart olmadığını söy­lemişlerdir. Teyemmüm yapmayı gerektiren bazı sebepler vardır. Kişinin has­talık veya yolculuk nedeniyle su bulamaması.teyemmüm etmek için bir se­beptir. Gusül konusunda geçtiği gibi, büyük veya küçük hades hali meydana gelip, su aradığı halde bulamaması da teyemmüm etmek için bir sebeptir. "İçi­nizden biri ayak yolundan gelmiş veya kadınlara dokunmuşsa (cinsel temas­ta bulunmuş) ve bu hallerdeyken su bulamamışsanız, o zaman temiz bir top­rakla teyemmüm edin."

    Abdest ve guslün meşru kılınmasının hikmeti şudur: Bedenin tamamı veya (abdest alıyorsa) bir kısım organları yıkandığı için insan dinçleşir, kendine gelir. Kalp huzuru ve ruh temizliği ile Rabbinin huzurunda durur.

    Büyük hades diye adlandırılan cünüplük veya cinsel temas gibi guslü ge­rektiren bir sebebin insanda meydana gelmesi halinde, bedenini bir gevşeklik kaplar. Bu gevşeklik ise ancak gusül yapmakla giderilir. Kaldı ki temizlik iman­dandır. Temizlenmek, salt müslümanlığından dolayı müslüman kişiye gerek­lidir. Allah, icab ettiğinde namaz için gusül ve abdesti farz kılmakla dinde size güçlük çıkarmak istemez. Su bulamamanız halinde teyemmüm etmenizi size farz kılmıştır. Lakin Allah, sizi maddi bakımdan kirlerden ve pislikler­den; manevî bakımdan da tembellikten ve gevşeklikten temizleyip arındırmak ister. Rabbine yalvarabilsin diye nefsinizi arındırıp aydınlatmak ister. İbadet yolunu çizmekle, size olan nimetini tamamlamak ister. Umulur ki böylece, üzerinize vacİb olan şükrünüzü edâ edersiniz.

    Allah'ın sizi İslâmda muvaffak kılma, Kur'an yoluna eriştirme nimetini hatırlayın. Alem-i ervahtayken sizden almış olduğu misâkı hatırlayın. Pey­gambere İrnân ve Allah'a şehadet ederken, lisan-ı hal İle "işittik ve itaat et­tik." dediğinizi hatırlayın. Her hususta Allah'tan sakının. Verdiğiniz söz ve misâkı bozmayın. Kalplerde gizli tutulan sırları Allah bilir. [17]

    Allah'ın Nimetlîrini Anmakla Beraber İşi Sağlam Tutmak Ve Adaletle Şahitlik Etmek

    8- Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şâhidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Al­lah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdar'dır.

    9- Allah, inananlara ve yararlı işler işleyenlere mağfiret ve büyük ecir olduğunu vâdetmiştir.

    10- İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennem­liklerdir.

    11- Ey İnananlar! Allah'ın üzerinize olan nimetini anın: Hani bir top­luluk size tecavüze kalkışmıştı da Allah onlara mâni olmuştu. Allah'tan sa­kının, inananlar Allah'a güvensinler. [18]

    Bazı Kelimeler:

    "Kavvam" kelimesinin çoğulu olup, bir şeyi tam ve eksiksiz bir biçimde yerine getiren anlamına gelmektedir. Adaletle.Sizi iter.Uzmanca bir bilgi desteğiyle bilen.Elleri­ni size uzatırlar. Sizi yakalarlar. Dil uzatmak ise, sövmek ve kötü söz söyle­mek manasına gelir. [19]

    Açıklama:

    Ey imân edenlerüster dinî olsun, ister dünyevî olsun, işlerini sağlam ya­pan, bu işlerini yaparken de Allah ve Resulüne karşı ihlâsh olan yüksek ruh­lu ve temiz kimselerden olun. Allah, İşini güzel yapan kimsenin mükafatını verir. îşi sağlam yapmak, ihlâsla çalışmak, başarının esasıdır. Adilâne bir şe­kilde şahidlik yapmak, adaleti aramak; milletlerin mutlu olmalarının, toplum yapısının sağlam olmasının, huzur ve sükûnun yerleşmesinin, herkesin kendi işiyle meşgul olmasının temel ilkesidir.

    Sen... Şahidlik yaparken kimseyi kayırmazsan, adilane şahidlik yapar­san, bazı kimselerin sana karşı düşmanlık etmesi ve kin gütmesi seni zulüm ve adaletsizliğe sevketmezse, o zaman sen, kendi nefisleri aleyhine olsa dahi Allah rızası için adaleti gözeten şahidlerden olursun.

    Adalet... Adalet! O, takvaya en yakın olandır. O, tehlikelerden ve gü­nahlardan kurtuluşun yoludur. Allah'ın azabından sakının. Allah sizden ha­berdardır. Yapmakta olduklarınızı görendir. Bu yaptıklarınızın karşılığını ve­recektir. Hayırsa hayır, şer ise şer görürsünüz,

    Bu ayet ile Nisa Suresinde geçen bu manadaki ayet, büyük günahlardan biri olan bir hastalığı tedavi etmektedirler. Bu hastalık, şahidliği gizlemek ve yalan şehadette bulunmaktır. Aüah, iman edip salih amel inleyenlere, bağış­lama ve büyük bir ecir vaadetmiştir. Bu ecrin miktarını ve mahiyetini, yüce Allah'tan başkası bilemez.

    Küfredip Allah'ın evrensel alâmetlerini ve Peygamberlerine indirdiği ayet­lerini bilerek yalanlayanlar, bu ayetlerin bazısına inanıp bazısını inkâr ede­rek tümünü inkâr etmiş sayılanlar var ya, bunlar, içinde temelli kalmak üzere cehennemliktirler. Cehennem, ne kötü bir dönüş yeri ve ne kötü bir duraktır.

    Ey inananlar! Allah'ın, üzerinizdeki sayısız nimetlerim hatırlayın. Azlı­ğınıza ve zayıflığınıza, çokluklarına ve kuvvetlerine rağmen düşmanlarınızın tuzaklarından sizi koruması ve tuzaklarını boyunlarına geçirmiş olması, Al­lah'ın sizin üzerinizdeki tam ve eksiksiz nimetlerindendir. Onlar kötü niyetle dillerini ve ellerini size uzatınca güçlerini tükettiler. Ama kâfirler hoşlanma-salar da Allah, peygamberlerinin destekleyicisi, dininin yardımcısı ve nuru­nun tamamlayıcısıdır. Allah sözünü yerine getirdi, kulu Muhammed (s.a.v.)'e yardım etti. îslâm ordusunu güçlendirdi. Düşman gruplarını tek başına ye­nilgiye uğrattı!..

    Bu ayetin nüzul sebebine ilişkin birçok rivayetler nakledilmiştir. Tümü de Peygamber (s.a.v.) i öldürmeyi amaçlayan bir adamın etrafında dönüp dolaşmaktadır. O adam silahlı, Peygamber efendimiz silahsız olduğu halde Allah kendisini korumuştu. Peygamber (s.a.v.) i ve sahabileri düşmanların­dan korumakla Allah, bütün mü'minlere nimet vermiş olmaktadır. Çünkü onları korumakla, İslâm dinini korumuştur. Bunda hiçbir şüphe yoktur.

    Allah onlara bu nimetleri hatırlattı ki, mü'minler, kendilerinden önce yaşamış olan mü'minlerîn izlerini takip etsinler. Onlar îslama yardım ettik­leri sürece Allah ta kendilerine yardım edecektir. Allah rızası için doğru şa-hidler olarak adaleti gözetecek olurlarsa, onları düşmanlarından koruyacak­tır.

    Ey insanlar! Allah'a karşı gelmekten sakının. Mü'minler, sadece Allah'a tevekkül etsinler. Kendi güç ve kuvvetlerine güvenmesinler. Her ne kadar sayıları çok da olsa, tahrip ve yıkıcılık yöntemlerinde her ne kadar ileriye yit­miş olsalar da kâfirlere bakıp aldanmasınlar. îmân ettikleri sürece Allah on­larla beraber olacak ve onlara yardım edecektir. [20]

    Yahudi Ve Hıristiyanlar Misâklarını Nasıl Bozdular?

    12- And olsun ki, Allah, İsrail oğullarından söz almıştı. Onlardan onikî reis seçtik. Allah: "Ben şüphesiz sizinleyİm, namaz kılarsanız, zekât verirse­niz, peygamberlerime İnanır ve onlara yardım ederseniz, Allah uğrunda gü­zel bir îakdîmede bulunursanız, and olsun ki kötülüklerinizi örterim. And olsun ki, sizi içlerinden ırmaklar akan cennetle koyarım. Bundan sonra sîz­den kim inkâr ederse şüphesiz doğru yoldan sapmış olur" dedi.

    13- Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katıîaştır-dık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmı­nı unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görür­sün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.

    14- "Bİz hıristiyanız" diyenlerden de söz almıştık; onlar, kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular, bu yüzden aralarına kıyamete kadar düş­manlık ve kin saldık. Allah, yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir. [21]

    Bazı Kelimeler:

    Milletin işleriyle İlgilenen, çıkarlarını gözeten, problemlerini bilen, onları her türlü tehlikeye karşı koruyan temsilcisi ve lideridir.Onlara yardım ettiniz, onları düşmanlara karşı korudunuz. Onları rahmetimizden kovduk. Katı, kapalı ve hiçbir hayrı kabul etmeyen kalp.Hıyanet ederek. Veya hain nefis demektir.Aralarına saldık. Onlara bitiştirdik. [22]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi: -


    Ahde vefa göstermekle emrolunduktan, ahde vefanın gereği olarakta helâli helâl; daramı da harara kılmamız gerektiği hatırlatıldıktan; namaza hazır­lıklı olmamız, şahitliği adaletle yapmamız gerektiği bildirildikten, Allah'ın, üzerimizdeki nimetleri ve bu nimetlerden ötürü bizden alınmış olan misâk hatırlatıldıktan sonra, ahidlerini bozmuş olan Ehl-i kitabın durumu, dünya ve ahiretteki cezalan anlatıldı ki, müslümanlar önceki milletlerin durumla­rından ibret alsınlar.

    Rivayet olunur ki Israiloğullan Firavun ve ordusundan kurtulduktan son­ra, Allah kendilerine, zorba Kenanlılarm ikamet etmekte oldukları Kudüs'e gitmelerini emretti. Onlara şöyle dedi: "Kudüs'ü size vatan eyledim. Oraya gidin. Doğrusu ben sizin yardimcmızım'' Peygamberi Musa'ya da, her boy­dan bir temsilci seçmesini emretti. Bu temsilciler, temsilcisi oldukları boyla­rın emrolunduklan şeyleri yapmalarından sorumlu olacaklardı. Temsilcileri

    seçtiler. Israiloğullarından ahid alındı. 'lemsüciler de, temsil etmekte olduk­ları boyların, emirlere uyacaklarım tekeffül ettiler. Kudüs'e yaklaştıklarında Hazreti Musa, keşif yapıp etraftan haber almaları için temsilcileri ileriye gön­derdi. Güçlü vücudlar, kuvvet ve şevket gördüler. Ürküp geri döndüler. Gör­düklerini kavimlerine anlattılar. Oysa Hazerti Musa, gördüklerini kimseye an­latmamaları konusunda onlardan söz almıştı. Sözlerini tutmadılar. Ancak iki temsilci, verdikleri sözü tuttular. Kur'an-ı Kerim onlardan şöyle söz eder: "Al-îah'dan korkanlardan, Allah'ın kendilerine ihsan ettiği iki adam şöyle dedi: "Zalimlerin şehrine ait kapıdan girin."[23]

    Açıklama:


    Cenab-ı Allah, peygamberleri Musa aracılığıyla İsrail oğullarından ahid ve misâklar aldı ki, Tevrat ile amel etsinler; Tevrat'ı gayret ve ciddiyetle ele alsınlar. "Size verdiğimiz (Kitab)i kuvvetle tutun."[24] Onlardan alman bu ahid, Tevrat'ta halen mevcuttur. Musa'ya, İsrailoğullarından on iki temsilci seçmesini emrettik. Bu temsilciler, temsil etmekte oldukları kabilelerin işleri­ni idare edecek, çıkarlarını gözeteceklerdir. Savaşmak için, düşmanla ilgili ke­şifler yapmak üzere onları ileriye doğru gönderdik. Cenab-ı Allah, Musa (A.S.) aracılığıyla onlara: "Şüphesiz ben, düşmanlarınıza karşı yardımcınız olaca­ğım. Yaptığınız işleri kontrolümde tutacağım, İşlediğiniz amellerinizin karşı­lığım vereceğim."

    Sonra da Cenab-ı Allah onlara şu kuvvetli mîsâkı verdi: Namazı kılar, şartlarına riayet ederek, rükünleri tam olarak onu edâ eder; kendisiyle nefsi­nizi temizleyip arındıracağınız malınızın bir kısmını Allah yolunda harcar; Davud, Süleyman, Yahya, Zekeriyya, İsa ve Muhammed (Aleyhimüs Salaâtü ve's Selâm)gibi, Musa (A.S) dan sonra size gönderilecek olan elçilerime ina­nır, sevinçte ve tasada yanlarında durur, gönül hoşluğuyla Allah'a güzel bir şekilde ödünç verirseniz...

    Andolsun eğer bütün bunları yaparsanız, günahlarınızı örterim. Doğru­su İyilikler, kötülükleri giderir. Böyle yapmakla siz, Allah'ın hoşnutluğunu ve altlarından nehirler akan cennetleri kazanırsınız. Artık bundan sora.içi-nizden her kim kâfir olur ve ahdi bozarsa, apaçık yoldan sapmış; Allah'ın iyi kullan için çizmiş olduğu dosdoğru yolu yitirmiş olur.

    işte bunlar yahudilerdir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de onların birçok de­falar özellikleri belirtilmiştir. Bunların huyu inattır. Gittikleri yol, küfür ve isyandır. Cezaları ise Allah'ın rahmetinden kovulmaktır. Ahidlerini bozduk­ları, Allah ve Resullerini inkar ettikleri, peygamberlere yardım etmedikleri, onlara gereken saygıyı göstermediklerinden dolayı Allah'ın gazab ve lanetine müstehak oludlar. Onun rahmetinden kovuldular. Ahdi bozmaları, fıtratlanııı da bozdu. Şahsiyetlerini kirletti. İnsanın işlediği günah, onun kalbinde siyah bir nokta meydana getirir. İşlediği günahları çoğalınca dakalbi kapka­ra olur. Simsiyah bir örtüye bürünür. İçine nûr ve hidayet ulaşmaz. "Allah onların kalblerine ve kulaklarına mühür vurmuştur. Gözlerinin üzerinde de bir perde vardır." Bu nedenle onların peygamberleri haksız yere öldürdükle­rini, iffetli Meryem'e ve onun, kendilerini doğru yola eriştirmek için görev­lendirilen oğlu İsa'ya iftira ettiklerini, bu da yetmezmiş gibi onu Öldürmeye çabaladıklarını, böyle yapmakla da Övündüklerim görmekteyiz. Ama "Onu öldürmediler, çarmıha da germediler!' Bu nedenle onlar en kötü biçimde Al­lah'ın rahmetinden kovulup uzaklaştırıldılar. Kalpleri taş gibi, hatta daha da fazla katılaştı. Kitaptaki kelimelerin yerlerini değiştirdiler, önce aldılar veya geriye attılar. Bir kısmını sildiler. Manasını değiştirdiler. "Dillerini bükerek, dine dil uzatarak." böyle yaptılar. Tevrat'ın büyük bir bölümünü unuttular. Şundan ki: Hazreti Musa vefat etti. Yazdığı ve korunmasını emrettiği Tevrat, bir tek nüsha idi. Yahudi ve hıristiyan tarihçilerin ittifakla bildirdiklerine gö­re Babillilerin, Kudüs'teki yahudilere saldırarak onları esir aldıkları zaman bu tek nüshalık Tevrat kaybolmuştu. Yanlarında başkaca Tevrat nüshası mevcud olmadığından dolayı Tevrat'i muhafaza edememişlerdi.

    Evet, Musa (A.S) a nispet edilen beş tomar vardır. Bunlar da, onun ya­şantısına ve ölümüne İlişkin haberler vardır. Musa'dan sonra kendisi gibi bir, kimsenin dünyaya gelmediği de bu tomarlarda anlatılmaktadır. Bunlar, Haz­reti Musa'nın vefatından uzun zaman sonra yazılmıştırlar.

    Denilir ki, bu tomarları Kâhin Azrâ, Babil esaretinden ve katliamından sonra hayatta kalan yahudi alimlerinden yararlanarak yazmıştır.

    Görmezmisin ki onlar, Tevrat'ın büyük bir bölümünü unutmuşturlar? Nitekim Kur'an-ı Kerim de başka bir ayette "Tevrat'tan kendilerine bir pay verilenleri görmezmisin ki.,," diyerek bu gerçeği teyid etmektedir. Bazı alim­ler, ayet-i kerimenin manasının 'onların, Tevrat'ın hükümlerinden bir çoğu­nu terkettikleri' şeklinde anlaşılması gerektiğini söylemişlerdir. Kendi kita­bıyla hangi manayı kastettiğini ancak Allah bilir.

    Bunun, Hazreti Muhammed (s.a.v.) İn doğruluğunu ispatlayan en bü­yük bir mucize olduğu görülmüyor mu? Peygamber efendimiz, onların kalp­lerinde gizli kalan şeyleri onlara haber vermişti.

    Ama sen ey Muhammed! onlardan ötürü üzülme, onların inadlarından dolayı hayrete düşme. İşte onlar, eski zamanlarda da her şeyi yapmışlardır. Sen devamlı olarak onların peşpeşe işleyecekleri hıyanetlerin farkına vara­caksın. Ancak onların iman edip, İmam güzel olan pek az bir kısmı bundan müstesnadır. Hal böyle olunca, tevbe eder veya cizye verirlerse onları affet ve onlara aldırma. Doğrusu Allah iyilik edenleri sever.

    Kendilerine kitap verilen hıristiyanlardan Allah mİsâk aldı. Ancak on­lar, kendilerine belletilenlerin büyük bir kısmını unuttular. Bu sebeple ceza olarak Allah, aralarına kin ve düşmanlık saldı. Öyle ki kin ve düşmanlık, kıyamet gününe kadar onların ayrılmaz bir niteliği oldu. Yapmakta oldukla-nm Allah kendilerine haber verecektir.

    Tarihi inceleyen insaflı bir kimse, Hazreti İsa'nın vefat ettiği zaman he­nüz ortada yazılı bir İncil'in mevcud olmadığını anlayacaktır. Yahudiler, Hazreti İsa'yı izleyenlere ve onun öğrencilerine zulmedip korkutmuş, birçoklarım öl­dürmüşlerdi. Bu sert hava sakinleşip kral konstantin hıristiyan dinine girin­ce, İncil'i yazmaya başladılar. Bu nedenle İncil nüshaları çok olup, birbirine zıt ve değişik olmuştu.

    Onların dünyada yapmakla olduklarını Allah kendilerine haber verecektir. Bu yaptıklarının cezasını da muhakkak verecektir. [25]

    Kur'an-I Kerim Ve Kitâb Ehlinin Gizledikleri

    15- Ey Kitab ehli! Kitab'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açık­ça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitab gelmiştir.-^

    16- Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve on­ları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır; Onları doğru yola iletir. [26]

    Açıklama:

    Ey Kitap ehli! Ebedi ve kalıcı bir mucize olan Kur'an mucİzesiyle teyid edilmiş olarak elçimiz Muhammed (s.a.v.) size geldi. Ona uyun. Çeşitli yollara gitmeyin ki onun yolundan ayrı İm ayasın iz. İşte bıı Peygamber, halktan gizlediğiniz birçok hüküm ve ayetleri size açıklıyor. Rivayet olunur ki bu ayet-i kerime, yahudilerin, evli olduğu halde zina eden kimseyle İlgili hükmü gizle­diklerinde nazil olmuştur. Peygamber (s.a.v.), onların bilgini îbni Surİya'ya, Allah adına yemin verdirerek bu hükmün Tevrat'ta mevcud olduğunu itiraf ettirmişti.

    Yahudiler bundan başka şeyleri de, mesela Tevrat'ta yer aldığı halde Pey­gamber (s.a.v.) in evsafını ve onun peygamber olarak geleceğine dair müjde­yi de inkâr etmişlerdi.Bunu gizleyip İnkâr ettiklerini Kur'an-ı Kerim açıklamış­tı. Bunları gizlemiş olmaları, onların birçok alimlerinin müslümanlığa gir­mesine sebep olmuştu. Yüce Allah onların Tevrat'ta yer aldığı halde gizle­dikleri hükümlerin bir çoğunu, Feygamberi vasıtasıyla açıkladı. Gerek gör­mediği birçok şeyi de açıklamayıp öylece bıraktı. Resulullah (s.a.v.) m açık­ladığından başkasını gizlediklerini bildikleri halde, Islama yapılan davetin bir faydası olmazdı.

    Ey Kitab ehli! Allah'tan size bir nûr gelmiştir. Bu nûr, Peygamber Mu-hammed veya Kur'an veyahut İslâmdir. Keza gerçekliği açık olan, gizlilikleri ortaya çıkaran, apaçık bir kitap ta size gelmiştir. Bu kitab vasıtasıyla Allah, kendisinin rızasına tabi olanları hayır yoluna iter. Hayır yolu İse, kendisinin üzerinde yürüyen kimseyi, elem verici azaptan kurtarır. Yine bu yol, kendisi­ni izleyen kimseyi şirkin, hurafenin, pisliğin ve batıl vehimlerin karanlığın­dan çıkarıp İslâmm aydınlığına ulaştırır; Allah'ın ilim, irâde ve tevfiki ile na­zil olan Kur'an hidâyetine eriştirir. Dünya ve ahiretin hayrına kavuşturucu dosdoğru yola eriştirir. [27]

    İnançları Konusunda Hıristiyânlarla Yapılan Tartışma

    17- "Allah, ancak Meryem oğlu Mesih'tir'' diyenler and olsun ki kafir olmuşlardır. Deki: "Allah, ancak Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve yeryüzün­de olanların hepsini yok etmeyi dilerse kim O'na karşı koyabilir?" Göklerin, yerin ve arasindakilerin hükümranlığı Allah'ındır, dilediğini yaratır. Allah her şeye Kâdir'dir.

    18- Yahudiler ve hıristiyanlar, "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. "Öyleyse günahlarınızdan ötürü size niçin azabediyor? Bilakis siz O-nun yarattığı insanlarsınız" de. Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasmdakilerİn hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş O'nadir.

    19- Ey Kitab ehli! Peygamberlerin arası kesildiğinde, "Bize müjdeci ve uyarıcı gelmedi" dersiniz diye, size açıkça anlatacak peygamberimiz geldi. Şüphesiz O, size müjdeci ve uyarıcı olarak gelmiştir. Allah her şeye Kadir­dir. [28]

    Bazı Kelimeler:

    Savar, meneder. Mülk kelimesi lügatte, iyice elde tutup tam ko­rumak anlamına gelir.Öldürüp yok eder. Sakinleşip dur­gunlaşmak. Ayette bununla, vahyin kesilmesi ve Peygamberlerin bir süre mey­danda görülmemesi kasdedilmektedir. [29]

    Açıklama:

    Zamanımızda hıristiyanlar birkaç gruba aynlmışlardır. En meşhurları Pro­testanlar, Katolikler ve Ortodokslardır. Bunlar Hazreti isa'nın tanrı olduğu­nu iddia eder ve Allah; Meryempğlu Mesîh'dîr, derler.

    Cenab-ı Allah, onların söylediklerinden yüce ve münezzehtir. Eski hı-ristiyanların, hülûl ve ittihada ilişkin sözleri bunu gerektiriyorduysa da açıkça böyle söylemezlerdi. Kaldı ki hıristiyanların Yakubi adıyla bilinen mezhebine mensup kimseler, "Mesih (İsa) AUah'duT derlerdi. Zamanımızdaki hıristî-yanlar, özellikle Katolik ve Ortodokslar, Allah'ı birleyenleri tnristiyan say­mazlar. Bu inancın temelini Yuhanna İncil'inde yer alan şu ifade oluşturmak­tadır: ' 'Başlangıçta kelime idi. Kelime, Allah'ın yanındaydı. Allah işte o keli­medir;1 "Kelimenin Hazreti Isa olduğunu söylerler. Şu halde bu sözcüğün anlamı, "Allah, mesih'tİr?' oluyor. Nitekim onların böyle dediklerini Kur'an-ı Kerim de anlatmaktadır.

    Şu da varki Yuhanna, kendisine yapılan ısrarlar üzerine İncilini hayatı­nın sonlarında yazmıştır. Şu halde İsa'nın bu sözle İlgisi yoktur. Bunu o söy­lemiş değildir. İnsanlara asla böyle bir çağrıda bulunmamıştır. İleride de an-Iatılacağrgibi o, insanları tevhide ve Allah'ı takdis etmeye davet etmiştir. Tarih-İ Kitabı Mukaddes adlı eserinde Dr. Posset şöyle der: "Allah'ın tabiatı, cevher bakımından birbirine eşit üç unsurdan oluşur: Allah baba. Allah oğul. Allah Ruh'ul Kudüs, Babaya, yaratmak. Oğul'a, feda olmak. Ruh'ul Kudüs'e, te­mizlemek düşer. Kaldı ki bu üç unsur, sayılan işleri eşitçe paylaşabilirler''

    Kur'an-ı Kerim bu batıl inancı reddetmiştir. Bu putperestlik inancını iptal etmiş ve demiş kî: Ey Peygamber! îlahlık makamına karşı cür'et göseteren şu insanlara de ki: İsa'yı ve anasını öldürmek istediğinde kim Allah'a karşı koyabilir? Bunu yapmaya kimsenin gücü yetmez. Allah'ın kaza ve kaderine kimse karşı çıkamaz. O'nun hükmünü kimse engelleyemez! Dahası, O'nun İzni olmadan, katında kimse şefaatte bulunamaz. İşte bakın! İsa ile anası, di­ğer insanların başına gelen durumlarla karşılaşmışlar. Kendilerini koruyabil­miş midirler? İsa, ne kendisini ne de anasını koruyamadığına ve başka kimse de, başına gelen nahoş durumlara karşı İsa'yı koruyamadığına göre İsa'nın, her şeyin mülkü elinde bulunan Allah olması mümkün müdür? Cenab-ı Al­lah bütün bu sapık düşüncelerden ve yakıştırmalardan yüce ve münezzehtir!

    Bu batıl inançları yine onların sözleriyle reddedebiliriz. Şöyle ki: Eğer Mesih (İsa) ilah İse, ölümlerin en kötüsü olan asılarak öldürülmekten nasıl oldu da kendini koruyamadı? İncil'de denilir ki: "Her kim ağaca aşılırsa, o mel'ımdur." Bunlar Aziz Pavlos'un mektuplarından birinden aktarılmak­tadır. Yİne sabittir ki Mesih (İsa), içinde ecel şerbeti bulunan kâseyi İçmek­ten kendisini koruması için korku ve ürperti içinde yalvarıp yakararak Rab-binden imdat dilemişti de,Rabbi onun bu isteğine cevap vermemişti. Matta İncilinde denilir ki: "Tanrım, Tanrım! Beni niye tçrkcttin?" "Babacığım. Şayet mümkünse, içinde ecel şerbeti bulunan bu kâseyi benden uzaklaştır. Bunu benden uzaklaştırman mümkün değilse, içmek mecburiyetinde kahrım. Var­sın senin irâden gerçekleşsin."

    Şu haîde onların ellerindeki kitaplarda da anlatıldığı gibi, İsa bir pey­gamberdir. Allah'ın elçİsidİr. Diğer insanlar gibi bir insandır. Allah'tan kor­kan, ona yalvarırı yakaran bir kimsedir. Asılarak idam edilmenİnse, ölümle­rin en kötüsü olduğunu hissetmiştir. Ihlâsh ve dürüst olduğu için, kendisine karşı kurulan tuzaklardan Allah onu kurtarmıştır. "Onu öldürmediler ve as­madılar. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldı!'[30]

    İsa'dan, anasından ve yeryüzünde bulunanların tümünden ölümü sav­mak mümkün olmadığına göre, başka şeyleri yapmak nasıl mümkün olur? Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin mülkiyeti, yalnızca Allah'a aittir. Hıristiyanların, yollarını şaşırıp sapıklığa düşmelerinin nedeni, yanla­rındaki încillerde karışıklıkların ve benzerliklerin çok olmasıydı. İsa'nın da alışılmışın dışında bir tarzda dünyaya gelmesiydi. Herkesin yaptığına benze­meyen garip işler yapmasıydı. Evet, bu sebeblerden dolayı hıristiyanlar sa­pıklığa düşmüşlerdi. "Allah dilediğini yaratır." sÖ2üyle Cenab-ı Allah, onla­rın bu düşünce ve inançlarını reddetti. O, mülkün sahibidir. Göklerde ve yer­de emir sahibidir. Kendi hikmet ve irâdesine göre dilediğini yaratır. Babamız Adem'i anasız ve babasız yarattı. Havva'yı da anasız yarattı. İsa'yı ise baba­sız yarattı. Hayvanların tümünün asıllarım, erkeklik ve dişilikle nitelenme­yen bir maddeden yarattı.

    Cenab-ı Allah, peygamberlerini müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi. Onları kendi katından bir ruh ile teyid etti. Onların ellerinde, zamanlarına uygun mucizeler yarattı, işte Musa (A.S.) ve sihirli değneği.. Onun zamanında en bariz ilim, sihir idi. İşte îsa (A.S.) ve onun alacalı kimseyi, anadan doğma körü İyileştirmesi ve ölüyü diriltmesi... Yaşadığı toplumda en gelişmiş ilim tıp idi. İşte Hatem'ül Enbiya Muhammed (s.a.v.)... Onun mucizesi de Kur'an-ı Kerim idi. Çünkü o, fesahatte zirveye ulaşmış araplar arasında peygamber­likle görevlendirildi. Onun peygamberliği, peygamberlik yolunun sonuydu. Onun kitabı olan Kur'an, ebedidir, her bakımdan mükemmeldir. Binlerce yıl­dan beri, sayılarının çokluğuna rağmen düşmanlarının sıldırısına karşı dim­dik ayakta durmaktadır.

    Ey hırİstiyanlarî îsa (A.S.) nın ölüleri diriltmesi sizi fazla gururlandır­masın.

    Ey Muhammed! Kardeşin İsa, ölüye seslendi. Çağrısına uyarak ölü doğrulup dikildi. Sen ise yokluk alanındaki nesilleri Gerçek hayata —İslâm'a— kavuşturdun.

    Bunda bir gariplik yoktur. Allah dilediğini yaratır. O, her şeye kadirdir. Şayet İsa ilah ise, ondan önceki ilah kimdi? Nasıl bir pozisyondaydı? İleriki sayfalarda, Hazreti İsa'nın ilahlığmı redde ilişkin ayrıntılı bilgiler verilecek­tir.

    Rivayet olunur ki, yahudiler Peygamber (s.a.v.) ile konuştular. Peygam­ber (s.a.v.), onları Tevhid inancına davet etti. Kıyamet gününün azabından sakındırdı. "Sen bizi ne diye korkutuyorsun ey Muhammed? Oysaki biz, Al­lah'ın oğulları ve sevgilileriyiz." dediler. Hıristiyanlar da böyle demişlerdi. Bu­nun üzerine mezkûr ayet-i kerime nazil oldu. Ayetin manası şudur: Hıristi­yanların dediği gibi yahudiler de; biz, Allah'ın oğullan ve sevgilileriyiz; Al­lah bize, babanın oğluna muamelesi gibi muamele eder; bize şefkat ve mer­hamet eder, dediler. Bazı hıristiyanlar bunda pek ileri giderek: İsa, Allah'ın hakikî oğludur. Biz ise mecazi oğullarıyız, dediler.

    Cenab-ı Allah, şu sözüyle onların bu iddialarını reddetti.

    Ey Muhammed! Onlara de ki: Eğer durum sizin iddia ettiğiniz gibi ise, günahınızdan dolayı dünyadayken Allah ne diye size azâb ediyor? Nitekim görüyorsunuz ki putperestler yurdunuzu harâb ettiler. Kudüs'teki Mescidini­zi yıktılar. Kin ve düşmanlığı, hiç çıkmayacak şekilde aranıza soktular. Ey hıristiyanlar! Sizler ebediyete kadar birbirinizle savaşacaksınız. Bazınız ko­münist, bazınız da da Kapitalist olacaksınız. Aranızdaki savaşlar bütünüyle yok oluncaya dek ve yeryüzünde İziniz kalmaymcaka kadar, inşallah sürecek. Ahiretteyse azabınız zorlu olacaktır, ey Ehl-i kitab. Bir baba, evladına böyle yapmaz. Evlat ta sizin yaptığınız gibi, babasına isyan etmez!

    Hayır, hayır. Sizler sizden başka topluluklar ve milletler, Allah'ın yarat­mış olduğu insanlarsınız. Putperestlik şaibelerinden arınmış olan gerçek imân­dan başka hiç birinizin bir diğerine üstünlüğü yoktur. "Ey Müşrikler, ne si­zin putlardan yardım görme kuruntularınızla, ne de ehl-i kitabın kendilerini selamette görme kuruntulanyla Allah'ın bu vaad ve sevabına kavuşulmaz. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalanır ve kendisine Allah'tan başka ne bir dost bulabilir, ne de bir yardımcı..."[31]

    Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin mülkiyeti Allah'mdtr.-Ahi-rette dönüş O'nadır. "Göklerde ve yerde hiçbir kimse yoktur ki, Rahman'a kiıl olarak gelici olmasın."[32] Kâfir ve asîler azablandırılacak; itaat eden ve salih amel işleyenler mükafatlandınlacaktır.

    Ey kitab ehli! Allah'a karşı kendinizi savunmak için ileri sürecek bir de­liliniz yoktur. Size peygamberimiz Muhammed gelmiş; Tevrat'ta ve İncil'de, eskiyip zayi olmuş hüküm ve kanunları size açıklamaktadır. Onun peygam­ber olarak geleceğini kitaplarınız size müjdelemiştir. Yanınızdaki kitapları doğ­rulamaktadır. Vahyin ve Peygamberlerin kesintiye uğradığı bir fetret devrinde size gelmiştir. Saklayıp gizlediğiniz hükümleri size açıklıyor. Şaycl o bir peygamber olmasaydı, böyle yapması mümkün olmazdı. Bütün dinlerin üze­rine çıkarsın diye hak din ve hidayetle Rabbi tarafından gönderildi ki, "Bize uyarıcı ve müjdeci gelmedi." demiyesiniz. Doğrusu size müjdeci ve uyarıcı gelmiştir. Allah'ın her şeye gücü yeter. [33]

    Yahudilerin Musa (A.S.)"A Karşı Tavırları


    20- Musa, milletine: "Ey milletim! Allah'ın size olan nimetini anın: İçinizden peygamberler çıkarmış ve sizi hükümdar yapmıştı, dünyalarda kim­seye vermediğini size vermişti."

    21- "Ey milletim! Allah'ın size yazdığı kutsal yere girin, ardınıza dön­meyin, yoksa kaybedenler olarak dönersiniz" demişti.

    22- "Ey Musa! Orada zorba bir millet vardır, onlar oradan çıkmadık­ça biz oraya girmeyeceğiz, eğer çıkarlarsa biz de gireriz" demişlerdi.

    23- Korkanlar arasında bulunan, Allah'ın nimete erdirdiği iki adam: "Üstlerine kapıdan yürüyün, oradan girerseniz şüphesiz galib gelirsiniz; eğer inanıyorsanız Allah'a, güvenin" demişlerdi.

    24- "Ey Musa! Onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın, doğrusu biz burada oturacağız" demişlerdi.

    25- Musa: "Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebili-yorum; artık bizimle, bu yoldan çıkmış milletin arasını ayır" dedi.

    26- Allah: "Orası onlara kırk yıl haram kılındı; yeryüzünde şaşkın şaş­kın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış millet için tasalanma" dedi. [34]

    Bazı Kelimeler:

    Bağımsız kimseler ve yanınızda size yetecek şeyler bulunarak.

    Putlardan ve putperestlikten arınmış. Emrolunduğunuz şeylerden dönmeyin.

    Cebbar kelimesinin çoğulu olup uzun boylu, güçlü, mütekebbir ve zorba kimse demektir. Bu söz, 'Meyvesine ulaşılamayan uzun hurma ağacı'ndan alınmıştır.Şaşkın şaşkın do­laşıyordu.

    Tin; şaşkınlık demektir. Örneğin Tin Sahrası gibi. Bu sahraya Tih adı verilmiştir. Çünkü bu sahrada (çölde) dolaşan bir kimse, yo! işaretleri bu­lunmadığı için yolunu kaybedip şaşkına döner. [35]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Kur'an-ı Kerim Hazreti Muhammed (s.a.v.) in peygamberliğinin gerçek­liğine dair delili ortaya koyduktan ve bu konuda ehl-i kitaba saldırıda bulun­duktan sonra; aleyhlerinde bir gerçeği tescil etmek ve Muhammed (s.a.v.) e teselli vermek için, peygamberlerine karşı inat ve küfürlerini tespit edici bir kıssayı anlattı. Yahudilerden ajman misâk ve onlardan seçilen temsilciler (na-kibler) den söz ederken bu kıssayı anlatmıştık. Dileyenler, bu surenin 12. ayetine başvurabilirler. [36]

    Açıklama:

    Ey Muhammed! îsrailoğullanna ve davetinin ulaştığı diğer insanlara, Musâ'nın kendi kavmine şu sözleri söylediği vakti hatırlat: "Ey kavmim, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; bu nimetlerden dolayı O'na şükredin. Hani sizden birçok peygamberler yetiştirdi. Zira peygamberlerin çoğunluğu İbra­him oğlu İshak'm oğlu Yakub'un soyundandır. İsmail'in soyundan peygam­ber olarak sadece Hazreti Muhammed (s.a.v.) gelmiştir. İsrailoğulları, Ya-kub (A.S.) in soyundandırlar.

    Cenab-ı Allah size saltanatlar nasib etmiştir. Yanınızda size yetecek şey­ler vardır. Zevceleriniz, hizmetçileriniz ve evleriniz vardır ki, bunlar da sizi isteme ve dilenme zilletinden korurlar. (Nitekim bu konuda rivayetler varid olmuştun) Zamanınızdaki topluluklardan hiç,birine verilmemiş şeyleri size verdi, örnek mi istiyorsunuz? İşte Bıldırcın, işte Kudret helvası, bulutlarla gölgelendirildiniz... Deniz, önünüzde yarılıp size yol verdi. Siz boğulmaktan kurtuldunuz... Düşmanınız boğuldu...

    Ey kavmim! Putlardan ve.putperestlikten arınmış kutsal yere girin. Çünkü orada çok peygamberler vardır. Orasının Filistin mi, yoksa başka bir yer mi olduğu hususunda tefsircüer görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Belli olan şu ki, orası, zorluklar ülkesi olan Fİlistindir. Orada kalma hakkım Allah size yaz­mıştır, orasını Hazreti ibrahim'e ve oğullarına vaad etmiştir. Tevrat'ın tekvin sifrinde, "Bu topraklar senin nesline verildi." denilmektedir. Kaldı ki orası, kimseye sıkıntı verilecek bir yer değildir. Onlar orada sadece ikamet etme hak­kına sahiptirler. Yahudiler bu vaadten, tekrar Filistin'e dönecekleri ve bu mül­kün yine kendilerine verileceği anlamını çıkarmaktadırlar ki, bu doğru değil­dir. Belki de İçinde bulundukları zorluk ve sıkıntılar, İngilizlerin ve Ameri­kalıların bazı siyasi nedenlerden dolayı kurmuş oldukları devletlerinin elle­rinden gideceğini haber vermektedir! Musa demişti ki: Ey kavmim! size ge­tirmiş olduğum tevhid inancından ve ilâhi adaletten geri dönüp te putperest­liğe ve yeryüzünde fesad çıkarmaya yönelmeyin. Ayet-i kerimede geçen "Ar­kanıza dönmeyin;' sözünün şu anlama geldiğini söyleyenler de olmuştur: Arz-ı mukaddese girme ve diğer konularda size vermiş olduğum emirlerden mut­lak surette geri dönmeyin. Aksi takdirde kayba uğrayanlardan olursunuz.

    tsrailoğullarından seçilen temsilciler (on iki nakib) keşif yapıp gerekli haberleri almak ü;sre gittikleri yerden döndüklerinde Musa'ya şöyle dediler: Orada uzun boylu, zorba ve güçlü kimseler var. Orada bulundukları sürece biz ebediyyen oraya girmeyiz.

    O zaman orada Kenanlılardan Unak oğullan yaşamaktaydı. Bu İnsanla­rın Tasvirini yaparken yahudiler akıl ve mantığın doğrulamıyacağı abartma­larda bulunmuşlardır.

    İsrailoğullannın oraya girmeye ve oradaki zorbalarla savaşmaya yanaş­mamalarını tuhaf karşilamamalıyız. Çünkü zillet ve müstemlekeciliğin kuca­ğında yaşayan her kavim, aşağılık bir hayatı yaşamaya alışır. Bağımsızlığa ve şerefle yaşamaya alışmazlar. Bu nedenle Özür beyan ederek, oraya ebediyyen girmeyiz. Oradan çıktıkları zaman oraya gİrerez, dediler! Korkanlar arasın­da bulunan, Allah'ın başarı ve doğru sözlülükle nimetlendirdiği iki adam de­diler ki: Ey kavmim, onların üstüne kapıdan varın. Yanlarına girdiğinizde, Allah sizinle beraber olacak ve onlara karşı size yardımcı olacaktır. Eğer inan­mış kimselerseniz, yalnızca Allah'a dayanıp güvenin.

    Dediler ki: Ey Musa, onlar orada bulundukça, biz, ebedîyyen oraya gir­meyiz. Onlar güçlü, kuvvetli kimselerdirler. Sen ve Mısır'dan çıkıp buraya gelmemizi emreden Rabbin, gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturuculanz, savaştan geri duranlarız..Musa, kavmini tanımış ve niyetlerini anlamış; doğ­ru konuşan o iki temsilciyi fitneye düşürmelerinden endişe etmiş, şöyle de­mişti: Rabbim. Ben ancak kendime ve emirlerini yerine getiren, itaatkâr bir insan olarak tanıdığın kardeşim Harun'a sahİb olabilirim. Ey Rabbim! Bi­zimle şu fasık kavmin arasını ayır. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah şöyle buyurdu: Madem öyle, şu halde bu yer, kırk yıl süreyle onlara haram kılın­mıştır. Bu süre zarfında onlar, nerede duracaklarını bilmeksizin çölde şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Cenab-ı Allah, emrine muhalefet eden herkesin üze­rine işte böyle azâb indirir. Bunlar yahudİdirler. Öteden beri peygamberleri­ne yaptıkları işler de bunlardır. Ey Muhammed! Sen onlardan dolayı tasa­lanma. [37]

    Dünyada Öldürülen İlk İnsan

    27- Ey Muhammedi Onlara, Adem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş diğerininki edil­memişti. Kabul edilmeyen, "And olsun seni öldüreceğim" deyince, kardeşi: "Allah ancak sakınanların takdîmesini kabul eder" demişti.

    28- "Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam, çünkü ben, âlemlerin Rabbı olan Allah'tan korkarım."

    29- 'Ben, hem benim hem de kendi günahını yüklenip cehennemlik­lerden olmanı isterim, zulmedenlerin cezası budur."

    30- Bunun üzerine, kardeşini Öldürmekte nefsine uydu ve o öldererek zarara uğruyanlardan oldu.

    31- Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan âciz kaldım" dedi de ettiğine yanan­lardan oldu.

    32- Bunun için îsrailoğlullarma şöyle yazdık: "Kim bîr kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bü­tün insanları diriltmiş gibi olur!' And olsun ki, onlara belgelerle peygamber­lerimiz geldi, sonra buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde taşkınlık edenler oldu. [38]

    Bazı kelimeler:

    Oku. tilavet, okumak demektir.Önemli haber.Kendisi vasıtasıyla yüce Alkılı'a yaklaşıktı şeyler ve kesilen lıay-vanlar. Bana tecavüz ve haksızlık etmek için elini bana uzat­tın.Günaha denk ve eşit bir azaba dönersin. Nefsi onu cesaretlendirdi ve ona hoş gösterdi.

    Avret demektir. Ayette bu kelimeyle, insan cüssesi kastedilmektedir.Yazıklar olsun.bana. Ben rezil-rüsvay oldum. Ne belâya uğradım, gibi anlamlara gelir. [39]

    Açıklama:

    Cenab-i Allah nefislerin Öteden beri kalıtım yoluyla gelen huylarını açık­lamak; bağların en sağlamı ve sebeplerin en-güçlüsü olan kardeşliği yok edip ortadan kaldıran gizli bir manevi hastalık olan çekememezliğin etkisini açık­lamak için ve yeryüzünde ilk adam öldürme olayının nedenini belirtmek için bu kıssayı anlattı.

    Şu halde ey Muhammed, yahudilerin yaptıklarından dolayı şaşkınlığa düşüp tasalanma. "Hani bir kavim (Kureyş) size ellerini uzatmayı (sizi öl­dürmeyi) kurmuştu da Allah bunların ellerini sizden alıkoymuştu."[40]Onlar, rablerinin kendilerine verdiği nimetten dolayı insanları çekemİyorlardı. Bu ara­da şunu da belirtelim ki çekememezlik, insan oğlunun yapısına yerleşmiş bir huydur.

    Ey Muhammed! Kavmine ve kendilerine davetinin ulaştığı herkese önemli ve gerçek bir haberi doğru olarak anlat. Yahudiler gibi yalan söylemeden ve kitaplarında değişiklik ve tahrifat yaptıkları gibi gerçeği saptırmadan, abart­madan ve gerçek dışı konuşmadan anlat. Adem (A.S.) in iki öz oğlunun ha­berini onlara anlat. Bunlardan katilin adının Kabil, maktulün adının da Ha-bil olduğu söylenir. Adetlere göre birinci batında doğan erkekler, aynı kadı­nın ikinci batında doğan kızları ile evlenirdi. Tabii bunun tersi de mümkün­dü. Kabil'in bacısı güzel, Habil'in bacısı ise çirkindi. Kabil, Habil'in çirkin bacısıyla evlenmek istemedi. Habil'i kıskanarak kendi ikizi olan kızla evlen­mek istedi. Bunun üzerine babalarının hakemliğine baş vurdular. Babalan Adem şöyle dedi: Her biriniz Allah'a birer kurban sunun. Allah, hanginizin kurbanını yakma şeklinde kabul ederse, güzel olan kızı o alacaktır. Kabil — çiftçi idi— bir miktar buğday sünbülü takdim etti. Habİl ise —çobandı— se­miz bir koç takdim etti. Allah, Habil'in kurbanını kabul etti; Kabil'inkini kabul etmedi. Bunun üzerine Kabil, Habİl'e daha da kızdı ve seni mutlaka öldüre­ceğim, dedi. Habil ise şöyle dedi: Neden ey kardeşim? Allah senin kurbamnı kabul buyıırmadıysa bunda benim günahım ne? Kendini düzelt. Allah için ihlaslı olarak, ahiret gününe iyi davranarak hazırlan. Allah, ancak takva sa­hibi kimselerin amellerini kabul buyurur. Ey kardeşim, şayet kötü niyetle eli-ni bana uzatacak olursan, —ki sen beni zulüm ve düşmanlıkla öldürmek istiyorsun.— ben seni öldürmek için elimi sana asla uzatmam. Zira ben, alem­lerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. O ki bizi koruyup koruyacağını taah-hüd etmiş; bizleri tam ve mükemmel bir biçimde yaratmıştır. Düzgün şekilde yaratılmış olan bu yaratıklara tecavüzde bulunan, muhakkak ki şiddetli aza­ba müstahak olmuştur. Ey kardeşim! Ben suça suçla karşılık vermem. Şayet sen cinayet suçunu İşlersen hem beni öldürdüğün için günahkâr olursun; hem de kurbanının kabul edilmeyişine neden olan sana özgü bir günahı ayrıca iş­lemiş olursun. Şu halde yapmaya yeltendiğin bu kötülükten vazgeç!

    Bir mü'min, kardeşinin günah kazanmasını nasıl İsteyebilir? Cevab; Ka­bil'in kendisini bilfiil öldürmek üzere elini ona uzattığı anda Habil, onun günah kazanmasını istemişti. "Kötülüğün cezası da onu denk bir kötülüktür!'[41]

    Ey kardeşim, şayet sen bu suçu işlersen, içinde ebedi kalmak üzere ce­hennemliklerden olursun. Zalimlerin cezası işte budur!

    Görülüyor ki Habil, kardeşi Kabil'i cinayet işlemekten üç şey ile caydır­maya çalışmıştır.

    a- Allah'tan korkmak.

    b- Hem kendi günahım, hem kardeşinin günahını yüklenmesi.

    c- Cehennemliklerden ve zalimlerden olmak.

    Katil, kişiliği her ne kadar adam öldürüp intikam alma tutkusuna bü­rünmüş de olsa, bu işi yapmanın korkunç bir suç olduğunu görür ve bir süre devam eden tereddüd başgösterir. Nihayet kötülüğü emreden nefsi ona bu suçu işlemeye özendirerek cesaretlendirir. "Bunun üzerine nefsi, kardeşini öldür­meye onu cesaretlendirdi ve onu öldürdü'' Allah'ın sağlam ve muhkem olarak yapmış olduğu binayı yıktı ve kayba uğrayanlardan oldu. Dünyada ve ahiret-te bundan daha büyük bir kayıp mı olur?

    Rivayete göre Kabil, kardeşini öldürünce cesedini nasıl gömeceğini bile­medi. Bunun için hayrete düştü. Allah bir karga gönderdi. Karga, rızkını ara­mak için yeri eşelemeye başladı; bir çukur kazdı. Kabil onu gördü. Onun yap­tığının benzerini yapmayı akıl etti. Kardeşi için de öyle bir çukur kazdı. Ce­sedini o çukura gömüp gizledi. Ve Eyvah, yazıklar olsun bana! Bu karga gibi olamadım, dedi. Kardeşini öldürdüğü için değil de, cesedini gömüp gizlemekten aciz kaldığı için hayıflan mıştı.

    Adem (A.S.) in oğullarının işledikleri bu suç ve çirkin fiil dolayısıyla İs-railoğullarmın üzerine yazdık ki... Adam öldürmek, Israiloğullarmdan ön­ceki milletlerde de haram olduğu halde Kur'an-ı Kerim, özel olarak İsrail oğul­larından söz etti. içlerinde gizlice yer yapmış olan kin ve kıskançlıkları nede­niyle peygamberleri haksız yere öldürdükleri, kan akıttıkları ve taşkınlık yap­tıklarından dolayı Tevrat, adam öldürmeyi yazılı olarak haram kılan ilk ki­taptır. Evet... îsrailoğuüarımn ve onlardan sonra gelen milletlerin üzerine yazdik ki: Her kim, bir'kimscyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa kar­şılık olmadan, yani kısas nedeni olmadan veya huzuru, güvenliği sarsarak, nesli helak ederek, meselâ yol keserek bozgunculuk yapmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Toplumun tamamına tecavüz etmiş olur. Bu, çirkin bir suç değil midir? Gerçekten de çok çirkindir. Bu nedenle, adam öl­dürmek, Allah'a ortak koşmaktan sonra gelen en büyük günahlardan biri ol­muştur. "Her kim, bir mü'mini kasden öldürürse, onun cezası cehennem­dir."

    Bundan da öğreniyoruz ki maktulün cam, kendisinin mülkü değildir. Bi­lâkis, içinde yaşamakta olduğu toplumun mülküdür. Bir kimse bir cana kı­yarsa, —intihar ederek kendi canına kıysa bile— kıyamet gününde Allah'ın şiddetli azabına müstahak olur. Her ne sebeple olursa olsun bir canı hayatta bırakan kimse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Çünkü her bir can, toplu­mun bir uzvudur.

    Peygamberimiz onlara güneş gibi, güneşten de açık belgelerle geldiler. Bu parlak beyandan sonra onların bir çoğu yeryüzünde taşkınlık yaptılar.

    Bu ayet-i kerime, aynı milletin fertlerinin birlik ve dayanışma içinde ol­ması gerektiğini bir ilke olarak ortaya koymaktadır.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    MAİDE SURESİ Empty Geri: MAİDE SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 22, 2010 5:21 am

    Yol Kesenlerin Hükmü

    33- Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozguncu­luğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayaklan kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhtrcttc büyük azab vardır.

    34- Ancak, onları yakalamanızdan önce tevbe edenler bunun dışında­dır. Biliniz ki Allah, bağışlar ve merhamet eder. [43]

    Bazı Kelimeler:

    Barışın, can ve mal güvenliğinin zıddıdir.Bir şeyi asıl normal yerinden çıkaran kimseye, onu fasit kıldı (bozdu) denir.Bozgunculuk yaptıkları yerden sürgün edilirler. Bazıları, bu­nun haps edilirler, anlamına geldiğini söylemişlerdir. [44]

    Nüzul Sebebi:

    Buharı ve Müslim'in, Enes (R. A.)'den rivayet ettiklerine göre Ukül ve Urey-ne'den bazı kimseler, Resulullah (s.a.v.) a gelip, müslüman olduklarını bil­dirdiler. Medine'nin havasını iyi görmediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), kendilerine üç ile dokuz arasında birkaç deve verilmesini emretti. Kendileri­ne de develeri alıp çöle çıkmalarını; (Medine'nin havasına alışamadıkların­dan dolayı hastalandıkları ve bu hastalıklarından şifâ bulmaları için) devele-'rin sütlerini ve sidiklerini içmelerini emretti. Çobanlanyla birlikte develeri yan­larına alıp Medine dışına çıktılar. Harre mevkiine vardıklarında, müslüman-lıktan dönüp kâfir oldular. Çobanı öldürdüler. Bir rivayete göre, bazı organ­larını keserek ona işkence ettiler. Develeri de önlerine katıp götürdüler. Pey­gamber (s.a.v.) durumu haber aldı. Yakalanmaları için peşlerine adam gön­derdi. Yakalanıp huzura getirildiler. Peygamber efendimiz emir vererek göz­lerine kızgın demirle mil çektirdi, elleri ve ayaklan çaprazvari kesildi. Sonra da ölünceye kadar o halde bırakıldılar. Ve yukarıdaki ayet nazil oldu.

    Doğruyu en iyi Allah bilir ya, görülen o ki, bu ayet-i kerime; müslüman olsun gayr-ı müsüm olsun, İslâm diyarında bu çirkin fiili işleyen herkes için genel bir hüküm ifade etmektedir. Cenab-ı Allah bu bozgunculuğun yolunu tıkamak için bu ayet-İ kerimeye böyle bir şiddetli azab tehdidi ile inzal bu­yurmuştur. Bu bozgunculuk, devlet içindeki güvenliği ortadan kaldırmak ve insanların tedirgin olması durumudur. Bununla beraber, insanın bazı organ­larını keserek İşkence yapmanın haram kılındığı da bildirilmiştir. [45]

    Açıklama:

    Allah ve Resulü ile savaşan, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya koşan­ların cezası; ancak Allah'ın bildirmiş olduğu öldürme veya asma veya elleri ile ayaklarını çaprazvazi kesme veya suç İşlenen yerden başka bir yere sürgün edilmedir.

    Allah ve Resulü İle savaşmak; hak, adalet, barış, güvenlik ve insanlar arasındaki huzur düzenine saldırmakla olur. Nitekim bu savaş, sözgelimi ze­kât vermemek gibi şer'i hukuka tecavüz etmekle de olur. Hazreti Ebu Bekir (R.A.), zekât vermeyenlerle bütün gücüyle savaşmıştı.

    Yeryüzünde fesad çıkarıp, nesli ve ekini telef etmek, Allah ve Resulüyle savaşmak demektir.

    Cenab-ı Allah adam öldürmek, hırsızlık ve mala tecavüz suçlan için ha­fif cezalar koymuştur. Meselâ adam öldürmek için kısas cezasını koymuştur. Maktulün velisi, katili affederse, kısas uygulanmaz. Hırsızlık için el kesme cezasını koymuştur. Mala tecavüz etme durumunda ceza olarak, mütecavi­zin telef ettiği malın mislini tazminat olarak vermesini hükme bağlamıştır. Çünkü bunlar ferdi tecavüzlerdir.

    Açıklamakta olduğumuz ayete gelince burada, başkalarına saldırmak için bir araya gelen, açıkça suç işleyen yol kesicilerin cezalan açıklanmaktadır. Bu sebeple bazı kimseler bu suçu işleyen muhariplerin, yol kesicilerin bu cezaya çarptınlabilmeleri için, kendilerinde şu üç şartın bulunması gerektiğini söylemişlerdir:

    1- Suç işlerken kullandıkları silahları olmalıdır.

    2- Bu suçu çölde veya imdat devriyelerinin ulaşamayacakları bir ma­halde işlemiş olmalıdırlar.

    3- Bu suçu hırsızlamasına ve gizlice değil de, güç ve kuvvetlerine daya­narak açıkça işlemiş olmalıdırlar.

    Bunların cezası ise, gevşeyip acımadan yakalanmalarıdır. Bir grupta ol­salar, hüküm aynıdır. Ayet-İ kerime de, "öldürülmeleri veya asılmaları." de­nilerek buna işaret edilemektedir.

    Cumhur-u Ulemaya göre; ayet-i kerimedeki ölüm cezasının .katile; öldür­mekle birlikte asma cezasının, mal gasbedip adam öldürene; sağ el ve sol ayağı çaprazlama kesme cezasının, mal gasbedip adam korkutana; sürgün cezası­nın ise sadece mal alana aittir. Velinin bu cezaları affetmeye yetkisi yoktur. Mesela adi öldürmelerde maktulün velisi, katili affedip kısastan vazgeçebilir. Oysa burada veli affetse bile kısasın mutlaka uygulanması gerekir. Ayette ge­çen "Öldürülmeleri......" sözünün işaret ettiği şiddetlendirmenin anlamı bu­dur. Onlar için rüsvaylık vardır, Bu; kesin azaptan sonra daha nasıl bir rüs-vayltk vardır? Ayrıca ahirette de onlar için gerçekten büyük bir azab vardır. Ancak kendilerine güç yetirilmeden ve İmam'm, aleyhlerine yol bulamadığı tevbe etmişler var ya, bilinki bunlar, Allah'ın haddinden muaf tutulurlar. An­cak üzerlerindeki kul hukukundan dolayı hesaba çekilirler. Öldürme ve ya­ralamadan dolayı kısasa tabî tutulurlar. Telef ettikleri can ve malların hesa­bını öderler. Maktulün velisi de caniyi affedebilir. "Bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir." kavi-i celili buna işaret etmektedir. Yakalanma­dan önce tevbe etmiş olmaları, sırf Allah için ihlasla tevbe etmiş olduklarına delâlet etmektedir.

    Bilin ki, isyan ve bozgunculuk yaparak Allah ve Resulüne savaş açan kim­selerle Devlet Başkanının savaşması; müslümanların da bu konuda devlet baş­kanına yardımcı olmaları ve onlara bu fiileri işlemekten alıkoymaları vaciptir. [46]

    Ahirette Kurtu1uşun Esası


    35- Ey İnananlar! Allah'tan sakının, O'na ulaşmaya yol arayın, yo­lunda cihad edin ki kurtulasımz.

    36- Doğrusu, yeryüzünde olan bütün şeyler ve onların bir katı daha kâfirlerin olsa da, kıyamet günün azabından kurtulmak için fidye verseler kabul edilmez. Onlara elem verici azab vardır.

    37- Ateşten çıkmak isterler çıkamazlar. Onlara sürekli azab vardır. [47]

    Bazı Kelimeler:

    Amaçlanana kendisiyle ulaşılan şey. Bu, kurbettir. insanı Allah'a yaklaştırıcı taat ve ibadetlerdir. Ayrıca vesile kelimesi, cennetteki en yüksek makam için bir isim olarak ta kullanılır. [48]

    Açıklama:

    Ey iman ile nitelenmiş olanlar! Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından sakınarak Allah'ın azabına karşı korunma tedbirleri alın. Taatlerde bulunarak, Allah'ın hoşnud olacağı işleri yaparak Allah'a yaklaşın. İnsanı Allah'a yaklaştıran vesile, işte budur. "(Müşriklerin ilah diye tapındıkları) bunlar (Me­lekler), içlerinden hangileri hayır (ibadet) yapmakla (Allah'a) yakın olacak kaygısı ile Rabblerine vesile ararlar"[49]

    Haram işlemekten alıkoyarak, doğru yola İterek nefsiniz ile cihad edin. Din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar, İslâm düşmanlarıyla savaşın. Hak ve hürriyet uğruna, vatan ve milletin hayrı uğruna cîhad edin. Bu anlatılan­ların hepsi de Allah yolunda cihaddır.

    Allah'a karşı gelmekten sakının. Taatlerde bulunarak,yasaklanndan ka­çınarak Allaha yaklaşmanın yollarını arayın. Allah yolunda karşılaştığınız zor­luk, sıkıntı ve yorgunluklara tahammül edin. Bütün bunları dünya ve ahiret kurtuluşu uğruna yapın. Şunu bil ki, tevessül kelimesi üç anlama gelir.:

    1- Taatlerde bulunarak Allah'a yaklaşmak.

    2- Peygamber (s.a.v.) in dua ve şefaati. Nitekim Hazreti Ömer (R.A.) in şöyle dediği sabittir: "Allahun! Kuraklık olduğunda Peygamberimizi (s.a.v.) sana vesile (aracı) kılardık da bize yağmur yağdırırdın. (Şimdi de) bizler, Pey­gamberimiz (s.a.v.) in amcasını sana vesile kılıyoruz. Bize yağmur ver?' Bu­nun üzerine Peygamberin (s.a.v.) amcası Abbas (R.A) dua eder, mü'minler de amin derlerdi. Bu olayın, Peygamber efendimiz hayattayken bir düa ve şe­faat olduğu görülüyor. Onun vefatından sonra ise, amcası Abbas gibi ona en yakın olan insanların duası etkili oluyor. Kıyamet gününde İse onun şefati etkili olacaktır.

    3- Vesilenin üçüncü anlamıysa benimsenmem ektedir. Şöyle ki: Bazı kimseler, Allah'a yakın olan salih insanları ve velilerin adını anarak Allah'a yemin vermekte, (Mesela falan veli hakkı için gibi sözler serfetmekte) dirler. Böylece de Allah'a yaklaşmak için vesile aramaktadırlar ki, bunun caiz ol­duğu hususunda sahih bir nass varid olmuş değildir. Aksine, Ebu Hanife ve arkadaşları (imameyn) bunun caiz olmadığını söylemişlerdir. Bu anlamda Te­vessülde bulunmak, aklın çirkin gördüğü ve şeriatın kabullenmediği bir şey­dir. Bunun normal bir davranış olduğuna dair ne bu ayette ne de başka ayet­te bir delil vardır.

    Şüphesiz Allah'a küfredip, ayetlerini inkar eden ve peygamberlerini ya­lanlayanlar var ya; faraza yeryüzü doluşunca ve bir o kadarınca daha altın kendilerine verilse de o altınları Allah'ın azab ve cezasından kurtulmak için kendi nefislerine karşılık fidye olarak verseler, yine de Allah onların bu fid­yelerini kabul etmez. Aksine onlar, ebeddiyen azaplandınlacaklardır.

    Kıyamet gününde onların hallerinin temsili İşte budur. Onlardan biri, kıyamet gününün azabından kurtulmaya karşılık fidye olarak kendi oğlunu vermek ister. Ama ne gezer! "Ateşten çıkmak isterler. (Ama) onlar oradan çıkacak değildirler. Onlar için devamlı bir azab vardır."

    Ey kardeşim. İslâm dinine göre kurtuluşun esası ve başı nedir? Bir bakı-ver. Kurtuluş; ne şefaatte ne de başka şeydedir! Kurtuluş, sadece takva ve taattedir. [50]

    Hırsız Ve Cezası

    38- Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafın­dan ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin. Allah Güçlü'dür, Hakîm'dir.

    39- Ettiği zulümden sonra tevbe edip düzelen kimse, bilsin ki Allah onun tavbesini kabul eder. Allah şüphesiz Bağışlayandır, merhametli olandır.

    40- Göklerin ve yerin hükümranhğınm Allah'ın olduğunu bihniyor mu­sun? Dilediğine azab eder, dilediğini bağışlar, Allah her şeye Kadirdir. [51]

    Bazı Kelimeler:

    Hırsız. Malı, benzeri eşyaları, korunmakta oldukları bir yer­den gizlice alan kimsedir.Nekl kelimesinden alınmıştır.

    Nekl, bağ ve kayıt anlamına gelir. Şüphesiz ki bu (el kesme), insanları hırsızlık suçunu İşlemekten alıkoyan bir cezadır. [52]

    Açıklama:

    Kur'an-ı Kerim, yeryüzünde bozgunculuğa koşan muhariplerden söz edip onların cezalarını açıkladıktan sonra; insanlara, takvah olmalarını ve yalnız­ca Allah'a sığınmalarını emretti. Bu ayet-i kerimedeyse insanlara tecavüz edip mallarını gizlice alarak hırsızlık yapanların cezası açıklandı. Size okunan bir aycilc erkek hırsızla kadın hırsı/.in inik mil anlatılmakladır. Kadın olsun er­kek olsun, sizden biri hırsızlık yaparsa; işledikleri suçun ve malını alarak baş­kasının hukukunu çiğnediklerinin bir cezası olarak ellerini kesin. Zira hırsız­lık, malı çalınan kimsenin kendi malını savunmasına, icabında ölmesine yol açabilir. Hırsızın elinin kesiiebilmesi İçin, çaldığı malı, emsali malların mu­hafaza edildikleri bir yerden çalmış olması şarttır. Değeri bir dirhem de olsa çalman her maldan dolayı hırsızın elini kesmek mi gerekir? Yoksa çalınan malın, çeyrek dinar veya Üç dirhem değerindeki bir mal olması mı şarttır? Zira Hz. Aişe (R.A) demiş ki: ResuluJlah (s.a.v.) çalman malın çeyrek dinar veya daha fazla değerde olması durumunda kesme cezasını uygulardı. Hane-filere göre, hırsızın elinin kesiiebilmesi için, çaldığı malın on dirhem veya da­ha fazla değerde olması şarttır.'

    Hırsızlık itiraf veya şahidlerle sabit olur. Hırsızlık cezası, olayın imama (yetkiliye) intikalmdan önce mal sahibinin affetmesi veya hırsızın tevbe et­mesi ile düşer. Tabii bu durumda çalınan malın aynı veya değeri sahibine ia­de edilmiş olmalıdır.

    Cenab-i Allah, hırsızı cezalandırmak, onun düştüğü duruma düşmesin­ler diye başkalarını bu suçtan caydırıp alıkoymak için bu cezayı koymuştur. Zira elin kesilmesi, insana vurulan bir zillet damgasıdır. Ebeddİyyen silinme­yen bir lekedir. Allah mutlak galibdir, yenilmez. Koyduğu yasalar da hikmete dayalıdır. Beşeri kanunlarsa, hapishaneleri; hırsızın, içindeyken her türlü su­çu öğrendiği bir okul haline getirmiştir. Bu nedenle, (Allah'tan korkmayan kimsenin) her ne kadar cezaevinde yatsa da müteaddit defalar hırsızlık yap­tığını görmekteyiz. Hırsızlık yaparak zulmünden sonra tevbe edip nefsini İs­lah edenlerin tevbelerini Allah kabul buyurur. Şüphesiz o, bağışlayandır ve esirgeyendir.

    Ey Mü'mİn! Göklerin ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu; bu mül­künde hikmeti, adaleti, geniş iîmi ve kapsamlı îutfuyla tasarrufta bulundu­ğunu bilmez misin? Kendi hikmet ve adaletinin gereği olarak devletin her ta­rafına güvenliğin yayılması, herkes kendi işine baksın dîye insanların kalbi rahat ve sükûn bulması İçin Cenab-ı Allah, hırsızlık cezasını koymuştur. Kendi lutfu ve merhameti dolayısıyla kullarının tevbelerini kabul buyurur, işlenen kötülükleri affeder; onun gücü her şeye yeter.

    Bazı kimseler, şu el kesme cezasının kabalık ve acımasızlık olduğunu, bunun bir orman ve çöl kanunu olduğunu, medeni toplumların kanunu ol­madığını iddia etmektedirler. Aslında bu iddialarında yalan söylemektedir­ler. İşte onların kanunları her alanda rezaletleri himaye etmektir. Ama insan­ların çoğu bunu bilmezler. [53]

    Yahudiler Ve Tevrat'ın Hükümlerine Karşı Tutumları


    41- Ey Peygamber! Kalbleri inanmamışken, ağızlarıyla, "inandık" di­yenler, yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkımı koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden de-ğİŞtirİrler de, "Böyle bir (fetva) size verilirse alın. Verilmesse kaçının" derler. Allah 'm fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın, kalblerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dün­yada rezillik onlaradır. Onlara ahirette de büyük azab vardır.

    42- Onlar yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer sana gelirlerse ara­larında hükmeUyahut onlardan yüz çevir; yüz çevirirsen sana bir zarar vere­mezler. Eğer hükmedesen aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil olanları sever.

    43- Allah'ın hükmünün bulunduğu tevrat yanlarında iken, ne yüzle seni hakem tayin ediyorlar da sonra bundan yüz çeviriyorlar. îşte onlar inan­mış değillerdir. [54]

    Bazı Kelimeler:


    Seni üzmesin.Yani arzu ve süratle küfrün içine düşerler. Küfrün bazı taktiklerinden diğer bazılarına çabucak geçerler.İçindekileri açığa vuruncaya kadar denenmesi.

    Haram kazanç. Bu ketime, lügatte helak ve şiddet manalarına gelir. Taatleri ve bereketi giderdiği için haram mala süht adı verilmiştir. [55]

    Nüzul Sebebi:

    Ebu Davud'dan rivayet: Yahudilerden bir erkekle bir kadın zina ettiler. Yahudiler birbirlerine dediler ki: Şu peygambere gidin. O, hafifletici hüküm-lerie gönderilmiştir. Recmden hafif bir hüküm ile fetva verirse, kabul ederiz. Ve bunu Allah'a karşı bir delil olarak ileri sürer, "Bu senin Peygamberlerin­den bir peygamberin fetvasıdır'' deriz. Peygamber (s.a.v.)'in.yanma geldiler. O, mescidde sahabilerinİn arasında oturuyordu. "Ey ebâ Kasım, zina eden bir erkekle bir kadın hakkında ne dersin?" diye sordular. Peygamber (s.a.v.) onların mekteplerine gelip kapısında duruncaya kadar onlarla konuşmadı. Kapıda durunca da şöyle dedi: "Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah adıyla size ye­min ettiririm: Evli olduğu halde zina eden kimseyle ilgili olarak Tevratta ne gibi bir hüküm bulursunuz?" Şöyle cevap verdiler: Yüzü siyaha boyanır. Her iki zinakâr sırt sırta gelecek şekilde ters vaziyette eşşeğe bindirilirler. Ve öyle­ce dolaştırılırlar. Sonra da kırbaçlanırlar. Onlar böyle konuşurlarken tbn Su-riya adında bir genç, hiç konuşmayıp susmuştu. Peygamber (s.a.v.) onu gö­rünce sorusunu ona ısrarla yineledi, îbn Suriya şöyle dedi: "Madem ısrar et­lin, söylüyorum: Biz bu suçla ilgili olarak Tevratta recm cezasını görmekte­yiz." Peygamber (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdu: "Ben, şüphesiz Tev-rattaki hükümle hükmediyorum." dedi. Zinakârlar için emir verdi. İkisi derece edildi. Bu rivayeti Kurlubi naklelmcktedir. Bu konuda diğer bazı riva­yetler daha vardır ki, hepsi de yahudilerin Tevrattaki recm hükmünü inkar ettikleri, şeriat ve Tevrat'ı oyuncak haline getirdileri ekseni üzerinde dönmektedirler. [56]

    Açıklama:

    Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, peygamber (s.a.v.) e hitapta bu: Ummanın edeblerini, ona "ey Resul." veya "Ey Peygamber." diye hitapta bu-hınarak bize öğretiyor. Bazı arabilerin seslendikleri gibi, o da adıyla hitab et­miyordu. Faziletli sahabiler ona hep, "Ya Resülallah!" diye hitap ederlerdi. Bakınız Allah, peygamber efendimize ne kadar ikramda bulunmuş? Diğer peygamberlere hep kendi adlarıyla hitapta bulunduğu halde, peygamber efen­dimize kendi adıyla asla hitapta bulunmuş değildir.

    Ey Peygamber! Küfre düşmeye koşanların durumuna aldırma. Onlar için tasalanma. Allah onları çepeçevre kuşatmıştır. Her ne kadar düşmanlıkları­nı açığa vurup müşriklerle yardımlaşsalar ve onları sana kasrı bir araya ge­tirseler de Allah, onlara karşı sana mutlaka yardım edecektir.

    Üzülmemek elde olmadığı halde Peygamber efendimize Cenab-ı Allan­ın "üzülme" emrini vermesinden kasıt, musibetleri hatırlamak ve gözde bü­yütmek gibi, kişinin kendi isteğiyle yaptığı üzüntü verici şeyleri yapmaması-dır.

    Kimdir, bu küfre düşmeye ve küfrün bir üslubundan başka bir üslubu­na, bir çeşidinden başka bir çeşidine geçmeye koşanlar? Bunlar kalben iman etmedikleri halde dilleriyle iman eden münafıklarla, bazı yahudilerdir. Bu ya-hudiler, peygamber (s.a.v.) hakkında kendilerine yalan haberler aktaran din bilginlerinden yalanlan dinlemekte pek ileri giderler.

    Denildi ki, bu yahudiler, peygamber (s.a.v.) den haberleri dinler, sonra da bu haberleri kendi din bilginlerine aktarır, peygamber (s.a.v.) den sadır olan bazı sözlere uygun olan yalan haberler uydururlardı. Bu yaptıkları iş, Peygamber (s.a.v.) e karşı bir casusluktu.

    Haberlerin yalan olanım dinlerler. Kendilerine özgü görüşleri, başka yö­nelimleri bulunan; çekemedikleri ve senden şiddetle nefret ettikleri için sana gelmeyen başka bir kavmin sözünü de dinlerler. Bazı yahudi liderler, peygamber (s.a.v.) in meclisine gelip oturmak istemezler. Bir kelimeyi başka bir kelime­nin yerine koyarak veya gizleyerek veya bazı sözlere asıl anlamları dışında an­lamlar vererek kelimeleri tahrif ederler. Ayet-i kerimenin nüzul sebebinden de anlaşıldığı gibi kendilerine uyanlara: Muhammed eğer recm cezası yerine kırbaçlama cezasını ruhsat olarak size verirse kabul edin, ama recm cezasını verecek olursa, onu kabul etmekten sakının, derler. Sana ne oluyor da onlar için tasalanıyorsun? Halbuki Allah bir kimsenin dinî yönünü sınamak, iç yüzünü açığa vurmak, sırrını keşfetmek isterse, onun için Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın, Allah'ı, bu yapmak istediğim yapmasından alıkoyamazsın. İşte şu yahudi ve münafıkları imtihan etmekle Allah, bozgunculuklarının ne derecede olduğunu açığa vurmuştur. Bunlar, kendilerini yalan söylemeye ve yalanı başkalarına aktarmaya adamışlardır. Reislerinin ve itibar sahibi kim­selerin gönlünü hoşnud etmek için hevâ ve heveslerine uyarak kelimeleri tah­rif edip ilâhi hükümleri gizlemeye kendilerini adamışlardır. Bunlardan dola­yı tasalanma ve bunların îslârm kabul etmelerine de tamahlanma. Bunlar o kimselerdir ki Cenab-ı Allah, kalblerini temizlemek ve nefislerini arındırmak istememiştir. Zira Allah'ın yasası şudur. —ki, Allah'ın yasasında asla bir de­ğişiklik bulamazsın.—: Bir nefis, şer ve kötülüğü alışkanlık haline getirince onun için hayır ve nûr yolu kalmaz! Yalanlan ortaya çıktığı, üzerlerindeki perde kalktığı, islâm güçlenip haklarından geldiği için dünyada onlara rüs-vaylık, ahirette ise son derece korkunç ve şiddetli bir azâb vardır. Bun­da bir gariplik yoktur. Onlar yalanı dinleyen, yalana ilgi uyandıran, haram mal yiyen, rüşvet alan, haramları çiğneyip aşan bir kavimdir, işte böyle.. Çö­zülme durumunda bulunan her millette kötü huylar, özellikle yalan, iftira, rüşvet ve haram yaygm hale gelir. Ey Peygamber, yahudiler sana gelirlerse, kendi görüşüne göre aralarında hüküm ver. Ya da onlardan yüz çevir.

    Denilir ki bu hüküm. "Allah'ın İndirdiği (ahkâm) ile aralarında hükmet."[57] ayet-i kerimesiyle neshedilmiştir. Yine denilir ki bu hüküm, zımmi-ler dışındaki gayr-ı müslimler için geçerlidir. Zımmiler diyecek olursanız, îs-lâmi kanunlar, bunlar için de geçerlidir.

    Ey Peygamber! Şayet onlardan yüz çevirirsen, sana asla zarar veremez­ler. Eğer aralarında hüküm vereceksen, adaletle hükmet. Adaletin Kur'an yasası olduğu hususunda şüphe yoktur. "Yanlarındaki Tevrat'ta Allah'ın hükmü du­rurken seni nasıl hakem yapıyorlar?" Tevrat'ta Allah'ın hükmü açıkça anla­tılmıştır. Sonra onlar bundan yüz çeviriyorlar. Bunlar, asla mü'min değildir­ler. Onların tuhaf durumları vardır. İçindeki hükümlerle afnel etmeyip baş­kasının hakemliğine başvurdukları halde, Tevrat'a inandıklarım nasıl iddia ederler? Bundan daha da tuhaf olan şudur: Kendi arzu ve heveslerine baş­vurdular. Sonra Kur'an'dan da yüz çevirdiler. Çünkü Kur'an da onların arzu ve heveslerine uymuyordu. Onların hal ve gidişatı işte budur. Onlar, asla mü­min değildirler ve olamazlar da.

    Ama biz müslümanların durumu daha da korkunçtur. Kur'an'ın hük­münü terkedip, hevâ ye hevesatımiza esir olduk. Dinimizden ve örfümüzden olmayan kimselerin hükümlerine uyduk. "Her kim Allah'ın indirdiğiyle hük­metmezse, işte onlar kâfirdirler!' Zalimdirler, fasıktırlar. [58]

    Tevrat'taki İlahi Hükümlerden Yüz Çeviren Yahudiler

    44- Doğrusu Biz yol gösterici ve nurlandıncı olarak Tevrat'ı indirdik. Kendisini Allah'a teslim etmiş peygamberler, yahudi ofaniara onun/a ve Rabb'e kul olanlar, bilginler de Allah'ın Kitab'mdan elde mahfuz kalanla hükme­derlerdi. Tevrat'a şâhiddiler. O halde insanlardan korkmayın, Benden kor­kun, âyetlerimi hiçbir değerle değiştirmeyin; Allah'ın indirdiği ile hükmet-meyenler, işte onlar kâfirdirler.

    45- Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılıklı ödeşme yazdık. Kim hakkından vazgeçerse bu, onun günahlarına keffâret olur. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir.

    46- Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı, ondan Önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, aydın­latıcı olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.

    41- İncil sahihleri Allah'ın onda indirdikleri ile hükmetsinler. Allah'­ın indirdiği ile hükmetmiyenler, İşte onlar fâsık olanlardır. [59]

    Bazı Kelimeler:

    Hazreti Musa'ya indirilen kitabın adıdır.Rabbani kelimesinin çoğulu olup Rab kelimesine nispet edilmiştir. Rabbani, insanları ilimle yöneüp terbiye eden kimsedir. "Hibr" kelimesinin çoğulu­dur.

    Hibr; Kelâmı süsleyip güzelleştiren alim.Kendilerinden, korkmaları istenilen.

    Şüheda: Koruyucu ve gözeticiler.İsa'yı, onların peşlerinden ve izlerinden giden biri yaptık. [60]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Cenab-ı Allah, yahudilerin Tevrat'ın hükmüne razı olmayıp, şayet istek­lerine uygun olursa Peygamber (s.a.v.) in hükmünü isteyişlerini, sonra da onun hükmünden yüz çevirişlerini teşhir ettikten sonra bu ayette de, yahudilerin cürümlerini aleyhlerine tescil ederek Tevrat ve Ondaki hidâyeti, nuru, hük­mü ve kanunu anlatmaktadır. [61]

    Açıklama:

    Muhakkak ki biz, Tevrat'ı Allah ile konuşan Musa'ya indirdik. Onda hidâyet vardır. Allah, kendisinin rızasına tabi olanları Onunla hak ve selâ­met yollarına iletir. Onda nûr vardır. O nûr sayesinde karanlıklar aydınlanır, yahudilerin önünde karışan yolîaT, ortaya çıkartüabilir. Bu özellikler, yahudi Tevrat adını verdikleri tahrir edilmiş sahilclcrdc değil de, Allah kalın­dan indirilmiş olan Tevrat'ta mevcuttur. Bu Tevrat bir kanundur ki, Musa ile Meryemoğlu İsâ arasında gelmiş olup, kendilerini gönülden ve İhlfisla Allah'a teslim etmiş olan peygamberler, yahudiler arasında onunla hükmetmişlerdi. Meryem oğlu îsâ, Allah tarafından peygamber olarak görevlendirilinceye ka­dar Tevrat, onlara özgü bir şeriat idi. İsâ (A.S.), îsraileğullanna gönderilen en son peygamberdi. İncil'de isâ (A.S.) nın şöyle dediği nakledilir: "Ben na­musu (Musa'nın şeriatını) bozmak için değil, sadece onu tamamlamak için geldim." İncil, Musa'nın şeriatının tamamlayıcısıydi. Hazreti îsâ, Onunla hük­metmiştir.

    Evet Hazreti Isa, İncil ile hükmetti. Rabba kul olanlarla bilgiler —ki onlar, Harun'un neslinden olan salih kimseler idiler.— peygamberlerin bulunmadı­ğı zamanlarda Onu (İncil'i) muhafaza ettiler. Çünkü peygamberler, enlardan kesin vaadler almış; İncil'i gözetip korumalarım enlardan istemişlerdi. Onlar, Allah'ın kitabını gözeten muhafızlar idiler. İncil'i tahrifata ve değiştir­melere karşı koruyor ve içinde şüphe bulunmayan hak kitap olduğuna şahid-lik ediyorlardı.

    Ey yahudiler! Sizler ve şu zamandaki alimleriniz nerede, geçmiş zamanda yaşamış bilginleriniz nerede? Onlar kitabı korurlardı. Siz ise, onu tahrif edi­yor ve içindeki gerçekleri gizliyorsunuz! Hal böyle ©lunca ey peygambere çağdaş bilginler! Dünyaya ve dünyanın geçici metalarına tamah gösterip insanlardan korkarak peygamberin özelliklerini ve onun geleceğine dair müjdeyi gizlemeyin. İnsanlardan korkmayın, Allah'tan korkun. Ümmetinizden olan salih amel sahibi atalarınızın izinden gidin. Tevrat'ı muhafaza edin. Sakın ola ki Onu tahrif etmeyesiniz. Hasan (R.A.) dan rivayet: Cenab-ı Allah, hâkimlerden ve yöneticilerden: hevâ ve heveslerine tabi olmayın, insanlardan korkmayın, ayet­lerimi, alacağınız az bir paha ve önemsiz bir menfaat karşılığında değiştirme­yin, yani rüşvet, yalancı itibar veya makam karşılığında değiştirmeyin, diye söz aldı. Korumakla emrolunduğunuz ve üzerine gözetici olarak görevlendi­rildiğiniz apaçık ayetleri, nasıl oîur da az bir paha ve geçici bir meta' karşılı­ğında değiştirirsiniz? İyi bilin ki, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâ­firlerin tâ kendileridir. Yahudiler, zina eden evli kimseye değnek cezasıyla hük­mettiler; recm cezasını terkettiler. Adam öldürme durumunda katile verile­cek ceza hususunda Kurayza oğullarıyla NadiroğuIİan kabileleri arasında farklı muamele yaptılar. Adalet ve kısası terkettiler. Oysaki Cenab-ı Allah, Tevrat-ta herkesi eşit tutmuş; bekçi ile kumandanı, asillerle alelade insanları aynı kefeye koymuştur. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen, böyle yapmayı kendi­ne helâl sayan, Allah'ın hükmünü hem kalben hem de lisanen inkâr eden kimse, kâfirlerdendir. Yaptığı işin hata ve günah olduğuna inanarak Allah'ın indir­diğiyle hükmetmeyen kimse dinden çıkar; Allah'ın hükmünden başkasına razı ve şahid olduğu, ilâhi hükümleri tahkim etme konusunda kusurlu davrandığı için hesaba çekilir, alıirciic hesap verir.- Bu, Allah'ın kitabını terk eden herkes hakkında geçerli olan umumi bir hükümdür.

    Doğrusu biz Tevrat'ı indirdik. îsrailoğullarınm üzerine yazdık ki cana can, göze göz, dişe diş kısas olunur. Diğer organlar da böyle. Aynı şekilde gerekli ölçü ve tafsilat çerçevesinde yaralamalar da kısasa tabidir.

    Bu hüküm, kasten adam öldürme ve yaralamada sözkonusudur. Hataen işlenen bu fiillerden dolayı diyet ödenir. Ey hak sahipleri! Şayet bağışlarsa­nız, bu sizin için daha hayırlı olur. "Her kim bağışlarsa, bu onun (Önceki günahları) için keffaret olur?' Bu bağışlaması nedeniyle Allah, onun günahla­rını örter ve onu bağışlar. "Affetmeniz takvaya daha yakındır!' Ubade bin Samit, Resulullah (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Her kim ken­di cesedinden bir şeyi sadaka verirse, (Bedenine saldıran caniyi affederse) sa­daka verdiği kadar, Cenab-ı Allah onun günahlarını örter (bağışlar.)"

    Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyip kısas, adalet, bireyler arasında eşit­lik gibi Cenab-ı Allah tarafından konulan hükümlerden yüz çeviren kimse, insanların meşru haklarını küçümseyen zalimlerdendir.

    Meryemoğlu İsa'yı, İsrailoğullan peygamberlerinin peşleri sıra gönder­dik. O, İsrailoğullarına gönderilen son peygamberdi. Yanlarındaki Tevrat'ı doğ­rulayan, Onunla hükmeden, hiçbir kısmım değiştirmeden Onu koruyan ve tamamlayan bir peygamberdi. Nitekim böyle yaptığı, İncil'de de nakledilmek­tedir.

    Üzerine indirilen İncil'i ona verdik, incil'de nûr ve hidayet vardır. İn­sanları hak yola eriştiren va'z ve irşâd vardır. İncil, Tevrat'ı doğruluyor; hi­dâyet ve güzeî öğütleri kapsamakla beraber Tevrat'ı teyid ediyordu. Kuşku götürmez bir gerçektir ki, Tevrat ve İncil'de Hazreti Muhammed (s.a.v.) in peygamber olarak geleceği müjdelenmekte, evsafı anlatılmakta, dininin tam ve herkese seslenen kâmil bir din olduğu açıklanmakta, kendisinin de nebi ve gönderilen elçilerin sonuncusu olduğu bildirilmekteydi. Bütün bunlardan ancak takva sahibi kimseler yararlanırlar.

    İncil ehline: Allah'ın İncil'de indirmiş olduğu hüküm ve öğütlerle hük­medin, dedik. Onda Tevrat'a ve hükümlerine uymak ta vardı. Peygamberle­rin sonuncusu arap peygamber (Muhammed (s.a.v.)) gönderilinceye kadar Onunla hükmedin, dedik. Ne varki Hıristiyanlar İncil'i değiştirdiler, Ondaki kelimelerin yerlerini değiştirerek tahrifat yaptılar. Onunla hükmetmediler. Al­lah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen fer var ya, onlar fasıkların ve din ile aklın sınırları dışına çıkanların tâ kendileridir.

    Rivayete göre, "Bu ayetlerin İsrailoğullan hakkında mı nazil oldu?" di­ye bir soruyu Huzeyfe (R.A.) ye sormuşlar, o da: "Evet, onlar hakkında na-zil olmuştur. Sizler de ayakkabılarının bastığı yerlere basarak onîarın yolla­rından yürüyeceksiniz." cevabını verdi. Onlara üç değişik durum nedeniyle üç ayrı vasıf verilmiştir. Allah'ın ayetlerini inkâr ettikleri için kâfirlikle niteİenmişlerdir. Hükmün yerini değiştirdikleri için, zalimlikle nitelenmişlerdir. Hak yoldan ayrıldıkları için de fasikhkla nitelenmişlerdir. Denildi ki: Uygu­lanmaya elverişli olmadığına inandığı için Allah'ın hükmünü-terkeden kâfir­dir. Haklar zayi olmakla beraber, başka bir sebepten dolayı Allah'ın hükmü­nü terkeden, zalimdir. Yoksa fasıktır. [62]

    Allah'ın Kitabıyla Hükmetmek

    48- Ey-Muhammed! Kur'an'ı, önce gelen Kitab'ı tasdik ederek ve ona şahîd olarak gerçekte sana İndirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz İçin bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah diîeseydi sizi bir tek üm­met yapardı, fakat bu, verdikleriyle sîzi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dön üşü Allah 'adın O, ayrılığa düştüğün üz şeyleri size bil­dirir.

    49- O halde, Allah'ın indirdiği Ki tab ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kur'an'm bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heves­lerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.

    50- Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? l&kînen bilen bir millet için, Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır? [63]

    Bazı Kelimeler:

    Kendinden önceki kitabı gözetip koruyan ve üzerine şahidlik eden, Lügatte, kendisi ile suya ulaşılan yol, kendisiyle kurtuluşa ula­şılan açık yol demektir. Şer'i ıstılahta ise Allah'ın kullan için vaz'etmiş oldu­ğu din ve hükümlerdir.Devamlı surette açık bulunan belli yol. Taatlere doğru koşun ve taat yapmakta birbirinizle yarışın.Seni haktan vaz geçirip batıla meylettirmelerinden sakın. [64]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Önceki sayfalarda geçen ayetlerde Kur'an-ı Kerim, Tevrat ve İncil'den bah­setti. Onlarda bulunan nûr İle hidayetten ve takva sahibi kimseler için yapı­lan öğütlerden söz etti. Nebi ve mürselierin sonuncusu emin peygambere in­dirilen Kur'an-ı Kerim'e ve açıklayıcı düstura gelince, o da bu ayetlerde anla­tılmaktadır. [65]

    Açıklama:

    Ey Muhammedi Sana, sadece kendisine kitab denilmesini hakeden kâ-mİI kitabı indirdik. "Bu o kkabdır ki, kendisinde hiç şüphe yoktur. Takva sahibi kimseler için bir delil ve yol göstericidir!'[66] "Ona ne önünden, ne ar­dından batıl (asla) yaklaşamaz. O, Övülen ve hikmet sahibi (Allah) tarafın­dan indirilin edir."[67]

    Ya Muhammedi Onu hak ile iç içe, hakka davet edici, hakkı teyid edici, hakkı kapsayıcı, hakkı doğrulayıcı, kendisinden önce indirilmiş olan Tevrat ve'încH gibi kitapları doğrulayıcı olarak sana indirdik. Zira Kur'an-ı Kerim, Tevrat ve İncil'in ikisinin de Allah katından gönderilmiş olduklarını, Musa iie İsa'nın Allah tarafından gönderilen peygamberler olduklarını, Allah'a as­la bühtan ve İftira etmediklerini ifade etmiştir. Ne ki siz ve atalarınız, Tevrat ile İncil'de tahrifat yaptınız; gerçekleri gizlediniz. Size verilen hükümlerin ço­ğunu unuttunuz.

    Şu da var ki Kur'an-ı Kerim, önceki peygamberlere indirilmiş olan kitapların hepsini gözetip korumuş, onlar için şahîd olmuştur. Çünkü o, bu ki­tapların hak ve gerçek olduklarını açıklamış, doğruluklarına şehadet etmiş­tir. Muhatap oldukları kavimlerin yapmış oldukları tahrifat ve kulak ardı et­me gibi işleri anlatmıştır. İşte görülüyor ki Kur'an-ı Kerim, o kitapları koru­muş ve hakikatlerini insanlara açıklamıştır.

    Kur'an-ı Kerim'in sânı ve mertebesi, bu olduğuna göre ey Muhammedi Sen ve her hâkim; onların arasında, Allah'ın indirdiği ahkâm İle hükmet. Al­lah'ın indirmiş olduğu hükümler esas itibariyle değişikliğe uğramamış olup Kuraırda da, Tevrat'ta dar İndide de hep aynıdır. Şu da var ki Kur'an'da yer alan hükümler; öncekilerini neshedici, kapsayıcı ve tamamlayıcıdır. Ön­cekiler ise mukaddime mesabesindedir. Böyle olunca da onlardan önce indi­rilmiş bir kitap gibi olmaktadır. Bu nedenle Cenab-ı Allah ona: "Aralarında, Allah'ın indirdiğiyle hükmet." demiştir. O, kendisinden kaçmak mümkün ol­mayan haktır. Kıyamete dek beşeriyete tatbiki mümkün olan şer'i hükümleri kapsamaktadır. Ey Muhammedi Onların tahrif edip değiştirmiş oldukları, adam öldürme, recm ve kısas gibi hükümlerine uyma. Yani onlann hevesleri­ne uyupta sana gelmiş olanhaktan sapma. "Sizden her biriniz için bir yol, bir şeriat kıldık."

    Âlusî, anlam olarak şöyle der; Bu, Peygamber (s.a.v.) zamanında yaşa­yan kiîab ehlini, onun hükümlerine ve şeriatİne uymaya itmek için ortaya sü­rülen bir sözün baş kısmıdır. Çünkü onlar, sadece Kur'an'la amel etmekle emrolundular. Muhammed (s.a.v.) in zamanında ve ondan önceki Musa ve İsâ zamanında yaşamış olan ey insanlar! Sizden her. bir ümmet için bir yol ve bir şeriat kıldık. Bu yollar ve şeriatler o ümmetlere mahsustur. Hemen he­men onun dışına çıkılamaz. îsrailoğullan ümmeti, Hazreti Musa'nın peygam­ber olarak görevlendirildiği zamanda mevcuttu, İsa (A.S.) zamanına kadar devam ettiler. Şeriatleri de Tevrat'tı. İsa (A.S.) in peygamber olmasından sonra Hazreti Muhammed (s.a.v.) in zamanına kadar da devam ettiler. Şeriatleri, İncil İdi. İnsanların hepsi bir ümmet olarak Hazreti Muhammed (s.a.v.) in zamanından kıyamete kadar Kur'an yolundan gitmekle emrolundular. Zira Ha*reti Muhammed (s.a.v.), son peygamberdir. Peygamberi iği kıyamete ka­dar geçerii olup bütün insanlığa gönderilmiştir. Onun getirdiği kanunlar en mükemmel, kitabı da en mükemmel kitaptır. Bu, bir iddia değildir. Bunu ger­çekler de doğrulamaktadır.

    Cenab-ı Allah sizleri aynı dine, aynı kitaba, aynı peygambere bağlı tek­bir ümmet yapmak isteseydi, şüphesiz ki bunu yapardı. Ama O, böyle yap­mak istemedi de başka türlüsünü istedi ki, her çağın gerektirdiği ilâhi hik­metler dolayısıyla size vermiş olduğu değişik şeriatlerle sizi sınayan bir Öğ­retmen tavrıyla size muamele etmek istedi.

    Haİ böyle olunca Rabbinizin bağışlamasına koşun, taat yapmakta bir-birinizle yarışın. Ve bilin ki dönüş, tek Allah'adır! Hakkında ayrılığa düştüğüıuiz şeyleri O size lıabcr verecektir. Bütün bu yaptıklarınızdan dolayı sizi cezalandıracaktır.

    Ey Muhammedi Sana kitabı indirdik. Heveslerine uymayasm ve arala­rında Allah'ın indirdiğiyle hükm edesin diye sana kitabı indirdik. Kur'an'Ia hükmetme emri tekrarlandı. Çünkü yahudİler hem recm hadisesinde, hem de Öldürmelerde kısas hadisesinde Hazreti Peygamber'in hakemliğine baş vur­muşlardı.

    İbn Cerir, İbn Abbas (R.A.) den rivayet etti ki; Yahudilerden Kâ'b bin Esed, Abdullah bin Suriya ve Şaş ibn Kays dediler ki: "Gelin Muhammed'e gidelim. Belki onu dininden döndürürüz." Hazreti Muhammed (s.a.v.) in ya­nına gelip ona şöyle dediler: "Ey Muhammed, biliyorsun ki bizler, yahudile-rin bilginleri, eşrafı ve efendileriyiz. Eğer biz sana uyarsak, yahudiler de yo­lumuzdan yürür ve bize muhalefet etmezler. Bizlerle bir kavim arasında hu­sumet vardır. Onları sana şikâyet ediyoruz. Onlara karşı bizim lehimize hü­küm ver de sana inanalım ve seni tasdik edelim."

    Peygamber (s.a.v.), onların isteklerine uymadı. Bunun üzerine Cenab-ı ASlah şu ayeti kerimeyi indirdi: "Ve aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların heveslerine uyma. Seni, Allah'ın sana indirdiği şeylerin bazısından meylettirmelerinden sakın!' Bu ayet, Peygamber (s.a.v.) in davranışım onay­lamak için nazil oldu. Onun hak yolda sebat edip bunların ve benzerlerinin sözlerine aldanmamasmi emretmek için indirilmiş oldu.

    Ey Muhammed, şayet onlar hakkı kabul etmekten yüz çevirirlerse, on­ların bu yaptıkları senin umurunda olmasın. Onlara aldırma. Bilki, bir kı­sım günahlarından dolayı Allah onları cezalandırmak istiyor. Diğer günah­larını diyecek olursak, —o günahları ne kadar da çoktur.— bu yüzden onlar için acık-lı bir azap hazırlanmıştır. Bu azabın mahiyetini de ancak Allah bilir. Gerçekten onların bir çoğu fasıktırlar; akıl, din ve mürüvvetin sınırından di-şan çıkmıştırlar..

    Hayret bunlara! Doğru ve orta bir görüş, adilane bir hüküm olan ilâhi hükümlerle hükmetmenden yüz çevirip te cahiliyet hükmünün mü ardına dü­şüyorlar? Bu tuhaf değil mi? Hem de nasıl! Rahmanın kanunlarını ve Kur-an'ın hidâyetini bırakıp, ahmakça cahiliyet görüşlerine tutunacak bir kimse var mıdır? Andolsun ki, bizler bu zamanda dinimizi ve Kur'an'ımızı bırak­mış, bu anlatılan kimselerden beter olmuşuz. Çünkü onlar İslam dışına çıkmış, onu ilâhi bir din olarak kabullenmiyor ya da en azından onun haki­katini bilmiyorlardı. Yalnız bilginleri biliyordu. Ama ya bizler? Müslüman olduğumuzu iddia ediyor, cenneti ve Allah'ın mükafatlarını ümid ediyoruz. Bununla beraber Kur'an'ın hükmünü bırakıp cahiliyet devrininki gibi görüş­lere bağlanıyoruz. Evet, ayetin hitabında bunlar var. Bu soru5 bu hayre,t ve bu protesto, Allah'tan daha adil bir İlâh olmadığına ve ondan daha güzel hü­küm veren bir hâkim bulunmadığına yakînen inanan bir kavim içindir!. [68]

    Yahudi Ve Hıristiyanlarla Dost Olmanın Sonuçları

    51- Ey İnananlar! Yahvdi ve hırİstiyanlan dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlar­dandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.

    52- Kalblerinde hastalık olanların, "Bize bir felâket gelmesinden korkuyoruz" diyerek onlara koştuğunu görürsün. Olur ki Allah bir zafer ve­rir veya katından bir emir getirir de kalblerinde gizlediklerine İçleri yananla­ra dönerler.

    53- İnananlar, "sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle Allah'a yemin edenler bunlar mıdır?" derler. Onların amelleri boşa gitmiş ve kaybe­den kimseler olmuşlardır. [69]

    Bazı Kelimeler:

    Şüphe ve münafıklık. Zamanın kendisiyle döndüğü musibetler, tıpkı daire gibi insanı çevreleyen mihnetler. Amel­leri boşa çıkar. [70]

    Nüzul Sebebi:

    Ravîler rivayet ederler ki: Hazreçlilerden Ubade bin Samit, Hazretİ Pey­gamber (SA.V.) in yanma gelerek şöyle dedi:' 'Ey Allah'ın Resulü! benim yahudilerden çok sayıda dostum vardır. Bundan böyle yahudiler ile dost olmaktan Allah'a sığınırım. Artık Allah ve resulünü dost ediniyorum." Abdullah bin Übeyy ise: Ben, başıma geleceklerden korkarım. Dolayısıyla dostlarımın dost­luğundan vazgeçemenı, dedi. Peygamber (s.a.v.), Abdullah bin Übeyy'e şöyle dedi: Ey Eba Habbab. Ubade'ye karşı seçtiğin yahudilerin dostluğunu görü­yor musun? Al onu, dedi. O da, öyleyse kabul ederim, dedi. Bunun üzerine de bu ayet-i kerime nazil oldu. [71]

    Açıklama:

    Ey Allah ve Resulüne inanma vasfıyla nitelenenler! (Bu, beraberinde ih-lâs olmayan ve sadece dil ile yapılan bir iman da olabilir. Beraberinde ihlâsta bulunan ve sadikane bir inançla.yapılan bir iman da olabilir.) Evet, ey iman vasfıyla nitelenenler! Allah'ın sizi menetmiş olduğu yahudi ve hıristiyanları dost edinip onlara sevgi bağlarıyla bağlanmak, sevgi göstererek gizlediğiniz ve açıkça yaptığınız şeyleri onlara sır olarak vermek, onlarla sevişip dost ol­mak gibi işleri yapmanız, size lâyık değildir. Zira yahudiler birbirlerinin, hı-ristiyanlar da birbirlerinin dostlarıdırlar. Hepsi, bir tek kelime etrafında bir­leşmişlerdir. O da, size şiddetle buğzetmektir.

    Sizden her kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Onların hükmüne tabidir. Bu da yahudi, hiristiyan ve din düşmanlarıyla dostluk bağlantıları kuran münafıklar için şiddetli bir tehdittir. Her ne sebeple olursa olsun, kâ­firlerle dostluk kuran zalimler güruhunu Cenab-ı Allah asla doğru yola eriş­tirmez.

    Ya Muhammedi Şen ve senin gibi sağlam bir bakış açısına sahip olan herkes, Abdullah bin Übeyy ve emsali, kalblerinde.şüphe ve iki yüzlülük has­talığı bulunan kimselerin, yahudi ve hiristiyanlarla dost olmaya koşuştukla­rını, şeytana özgü kuvvetli bir arzuyla bu dostluğa rağbet ettiklerini görür­sün. Kur'an-i Kerim, "Onlarla dost olmaya koştuklarım..." demedi de "...koşuştuklarını..." dedi. Böyle demekle, onların, yahudi ve hiristiyanlarla zaten dostluk içinde bulunduklarına ve dostluğun bir mertebesinden başka bir mertebesine geçiş yaptıklarına işaret etmiş oldu. Yahudi ve hıristiyanlarla dost olanlar, onlarla dost olmalarının normal olduğunu şu gerekçeye dayan­dırıyorlar: Korkarız ki zamanın devrânı aleyhimize döner; hâkimiyet, kâfir­lerin ve yahudilerin eline geçer, hükümranlık müslümanların elinden çıkar; bizler yahudi ve kâfirlere muhtaç oluruz da bize gıda yardımı yapmazlar... Münafıkların, Allah'ın "Benden yana olanlar, kurtuluşa erenlerin tâ kendi­leridir." mealindeki sözüne güvenmediklerini görüyormusun?

    Olur ki Cenab-ı Allah fetih nasib eder. Olur ki diye tercüme ettiğimiz asâ kelimesi, Kur'an'da kesin va'd manasında kullanılmış­tır. Zira cömert olan kimse, karşısındaki insana yemek umudu verdiğin­de, ona mutlaka yemek yedirir. Söz verdiğinde de, sözünü muhakkak yerine getirir. Cömert bir İnsan böyle olduğuna göre, cömerdlerin cömerdi, ekre-m.ü'1 ekremîn olan Allah hakkında ne düşünüyorsunuz? O'nun gücü her şe­ye yeter. Fetih'Üen kasıt, Mekke'nin fethidir. Ya da İslâm devletinin kurulma­sı, işlerinin düzene girmesi, varlığının İstikrar bulmasını kapsayıcı, Allah ka­tından gelecek bîr fetihtir. Ya da münafıkların hallerini perişan edici, perde­lerini kaldırıcı, tuzaklarını boyunlarına geçirici olan Allah katından bir'emirdir. Cenab-i Allah, va'dini gerçekleştirdi. Kulu Muhammed'e yardım etti. Ordu­sunu güçlendirip muzaffer kıldı. Müslümanlara karşı birlik kuran grupları tek başına hezimete uğrattı. Böylece de münafıklar, saklayıp gizledikleri şey­lerden dolayı pişman oldular.

    İman edenler, yahudilere hitap ederek, hayret içinde onlara ta'rizde bu­lunup perişanlıklarına sevinerek ve bu yahudilerle dostluk kuran münafıkla­ra işaret ederek, beklenmedik durumlarla karşılaştıkları için şöyle derler: Ey yahudiler, sizinle beraber olduklarına .olanca güçleriyle Allah adına yemin eden münafıklar bunlar mıdır?! Münafıklık ederek kıldıkları namazı ve tut­tukları oruç gibi amelleri boşa çıkmış, dünya ve ahirette kayba uğramış kim­selerden oldular.

    Bu, köleleştirilen zayıf milletlerde yayılan tehlikeli bir hastalıktır. Kalble-rinde zaafiyet ve nefislerinde hastalık bulunan ferdierinden bir çoğunun, ya­bancılardan olan düşmanlara sığındıklarını, düşmanları nezdinde kendileri için destek aradıklarım görürsün. Çünkü onlar, hükümranlığın kendilerinin olacağına ve zaferi elde edeceklerine inanmazlar.

    Ey Millet! Dinleyin, kulak verin ve ibret alın. Ancak akı! sahibi kimse­ler düşünüp ders alırlar!
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    MAİDE SURESİ Empty Geri: MAİDE SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 22, 2010 5:27 am

    Mürtedler Ve Onlarla Savaşanlar

    54- Ey inananlar! Aranızda dininden kim dönerse bilsin ki; Allah, sev­diği ve onların da O'nu sevdiği, inananlara karşı alçak gönüllü, inkarcılara karşı güçlü, Allah yolunda cihâd eden, yerenin yermesinden korkmayan bir millet getirir. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bol nimetidir. Allah her şeyi kaplar ve bilir.

    55- Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren ve rükû eden mü'minlerdir.

    56- Kim Allah 'ı, Peygamberini ve inananları dost edinirse bilsin ki; şüphesiz-Allah'tan yana olanlar üstün.gelirler. [73]

    Bazı Kelimeler:

    İrtidâd kelimesi mutlak surette veya sözgelimi, zekât gibi bîr rüknü inadına ve açık olarak terketmek gibi bir sebepten dolayı fslâm'dan çıkıp küfre girmektir.Onları sever. İyi amellerinden dolayı onlara en güzel ve tamam mükâfatı verir.O'nu (Allah'ı) severler. İhlâs ile O'nun için iyi ameller işler, bütün emir ve yasaklarında O'na uyarlar.Zelil kelimesinin çoğulu olup, onlara şefkat eden ve tevazu gösteren kimseler demektir.Aziz kelimesinin çoğulu olup, on,lara üstün olanlar de­mektir.Allah'tan korkup O'na teslim olanlar. Hizb. Bir amaç uğruna toplanıp bir araya gelen topluluk. [74]

    Önbilgi:

    Rivayet olunduğuna göre, İslâm'a girdikten sonra dinden çıkıp irtİdad eden kabileler onbir tanedir. Bunlardan üçü, Hz. Peygamber zamanında, ye­disi Hz. Ebû Bekir zamanında ve Cebelerin Eyhem de Hz. Ömer zamanın­da irtidad etmiştir. Hz. Peygamber zamanında irtidad edenler şunlardır:

    1- Benû Müdlic kabilesi: Reisleri, Esved el-Ansî idi. Yemen'de peygam­berlik İddia etti. Kâhin idi. Allah, onu Feyruz ed-Deylemî'nin eliyle helak etti.

    2- Benû Hanife kabilesi: Bunlar, Peygamberlik iddia eden ve Resulul-lah (S.AY.)a mektup gönderen Müseylime'tül-Kezzâb'ın kavmi idiler. Müsey-lime, göndermiş olduğu mektupta, peygamberlikte kendisinin de Resulullah'a ortak olduğunu, yeryüzünün iki bölüm olduğunu yazıyordu. Peygamber (s.a.v.) efendimiz ona yazdığı cevabi mektupta şöyle diyordu:

    "... Allah'ın Resulü Muhammed'den yalancı Müseylime'ye. Selâm, doğru yolda bulunanlara olsun, İmdi yeryüzü Allah'ındır. Kullarından kimi diler­se, onu yeryüzüne mirasçı kılar. İyi son, Allah'a karşı gelmekten sakınan kim­seler içindir;' Hz. Ebubekir (R.A.) onunla savaştı. Müseylime'yi, Hz. Ham-za'nın katili Vahşi öldürdü.

    3- Benû Esed (Esed oğullan) kabilesi: Liderleri, Tuleyha bin Huveylid idi..Tuleyha, Hz. Peygamber zamanında İrtidad etti. Hz. Ebu Bekir, halifeliği zamanında onunla savaştı. Tuleyha Şam'a kaçtı. Sonra yine müslüman oldu vç çok samimi bir müslüman olarak yaşadı. [75]

    Hz. Ebu Bekir (R.A.) Zamanında İrtidad Edenler:

    1- Gatafan oğullan kabilesi: Liderleri Kurra bin Seleme'dir.

    2- Uyeyne bin Hısn'ın kavmi olan Fezâreliler.

    3- Fücâe Abd Ya Liyl'in kavmi olan Süleym oğulları kabilesi.

    4- Malik bin Nüveyre'nin kavmi olan Benû Yerbû kabilesi.

    5- Benî Temim kabilesinin bir kısmı. Liderleri, Münzir kızı olan ve kâhinlik yapan Secah idi.

    6- Eş'as bin Kays'm kavmi olan Kinde kabilesi.

    7- Bekr bin Vâil oğullan kabilesi.

    Hz. Ömer (R.A.) in halifeliği zamanında Gassanhlardan Cebele bin. Ey-hem İslâm'dan irtidad edip hiristiyan olmuş ve Şam'a gitmişti. Onun bu ko­nuda yazılmış bir şiiri de vardır. İrtidad etmesinin sebebi şuydu: Mekke'de dolaştığı bîr sırada Fezâre oğullarından bir adam, onun eteğine basmış, Ce­bele de onu tokatlamış, burnunu yaralamıştı. Adamcağız onu Hz. Ömer'e şikayet etmiş, Hz. Ömer de, hak sahibi affetmediği takdirde Cebele'ye kısas uygulayacağını bildirmişti. Cebele; "Ben bir prens olduğum halde bana kı­sas mı uygulayacaksın? Hasmım ise sıradan bir adamdır" demişti. Olayın ay­rıntılarını tarih kitaplarında bulmak mümkündür. [76]

    Açıklama:

    Ey İnsanlar! Sizden her kim ileriki bir zamanda —Allah korusun— du­rumlarını anlattığımız kabileler gibi dininden dönerse; Cenab-ı Allah, kim­ler olduklarını ancak kendisinin bildiği bir kavmi getirir. Bu kavmin Yemen­den veya farslardan olacağı söylenmiştir. Ayet-i kerîmenin zahirinden anla­şıldığı gibi bunlar, Hz. Ebu Bekir ile sahabilerdir. Allah, hepsinden razı ol­sun. Cenab-ı Allah, bu kavmi bazı sıfatlarla nitelemiştir:

    Bu kavim, emrini yerine getirip yasaklarından kaçınarak Cenab-ı Allah'ı severler. Allah da şefkat edip kendilerine başarılar vermek, en güzel ödüller­le ödüllendirmek ve kendilerinden hoşnud olmak suretiyle onİan sever. On­lar, mü'minlere karşı şefkatli ve alçak gönüllüdürler.Mertebeleri yüksek, ama mütevazidirler. Mü'minlere merhamet ederler, onlara rahmet kanatlarını indirirler. Kâfirlere karşı zorludurlar. Güç ve üstünlük, ancak Allah'ın, Resu­lünün, mü'minlerindir. Kâfirlerin kendileriyle savaşmaları halinde sert ve şid­detlidirler. Dinlerinden ödün verip alçalmayı asla kabul etmezler. Allah yo­lunda, Hakkın zaferi uğruna, fazilet için, din ve ilây-i kelimetullah amacıyla, vatan ve millete hizmet İçin cihad ederler. Canlarını ve mallarını feda etmek pahasına da olsa Allah yolunda savaşırlar. Hak uğruna, hakkı açıklamak uğ­runa yerenlerin yermesinden korkmazlar. Allah'tan başka hiç kimseden ödül beklemezler. Hiçbir kimsenin kendilerine eziyet etmesinden de korkmazlar. Aksine, işledikleri iyi amelleri Allah ve Resulü için İhlâsla yaparlar.

    Bu sözlerle, her çağ ve zamandaki münafıklara taş atılmış olmaktadır.

    Bu, Allah'ın lütfü, tevfiki, hidâyeti ve irşadıdır. Bunları, fıtrat ve tabiat­ları ile hayra eğilimli ve yetenek sahibi kullarından dilediklerine verir.

    Böyle bir konuda söylenecek en güzel söz şudur: Kuldaki ruhi ve bedeni kuvvetlerin Allah'tan olduğu kesindir. Bu kuvvetleri iyilik veya kötülüğe yö-neltmekse, kuldandır. Dünya ve ahirette sevap ve cezanın dayanağı da budur.

    Kendini, başka bir şahsın otomobilini kullanan bir şoför olarak kabul et. Otomobil sahibi seni, trafik kurallarına aykırı davranmaktan defalarca sakındırmış, senden hükümetin emirlerine uymanı istemiştir. Ayrıca her yol­da sevap ve cezayı bildiren açık seçik işaretler de var. Bir defasında otomobi­li düzgün bir yolda kullanıp emirlere uydun; ne nesli, ne de ekini telef ettin. Bir diğer defada ise emirlere aykırı hareket ederek, nesli ve ekini telef ettin. Her iki durumda da sana ilişilmemesi, adalet midir? Otomobil sahibini mi, yoksa şoförü mü hesaba çekmek adalettir. Akıllıca olan davranış, her iki du­rumda da şoförü hesaba çekmek ve ona gereken cezayı vermektir. İşte bizler, dünyada böyleyiz! Allah, dilediklerini dosdoğru yola eriştirir. O, büyük lü­tuf sahibidir.

    Sizin kendisine yönelmeniz gereken en önemli dostunuz Allah'tır, Resu­lüdür ve mü'minlerdir. Onlar namazı tam ve eksiksiz olarak kılar. Zekâtı öder­ler. Bütün bunları rükû, huşu ve riyasızca, nifaksızca, Allah'a teslimiyet için­de yaparlar.

    Allah'ı, Resulünü ve mü'minleri dost edinen kimse, kurtuluşa ermiştir. Zira Allah'ın taraftarları, ve cemaatleri, kâfirleri yenenlerin ta kendileridir. ' 'Eğer Allah 'a (dinine) yardım ederseniz, O size zafer verir ve ayaklarınızı (sa­vaşta) kaydırmaz."[77]

    Kâfirlerle Dost Olmanın Yasaklanması Ve Bunun Sebebi

    57- Ey İnananlar! Kendilerine sizden önce kitab verilenlerden, dinini­zi alaya ve eğlenceye alanları ve inkarcıları dost olarak benimsemeyin. İnanı­yorsanız Allah'tan sakının.

    58- Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlenceye alırlar. Bu, onların ekletmeyen bir topluluk ohnasındnndir.

    59- Ey Muhammedi De ki, "Ey kitâb ehli! Allah'a, bize İndirilene ve daha Önce indirilene inanmamızdan ve çoğunuzun fâsik olmasından ötürü mü bizden hoşlanmıyorsunuz?"

    60- "Allah katında bundan daha kötü bir karşılığın bulunduğunu size haber vereyim mi?" de, Allah kime lanet ve gazabederse, kimlerden maymun­lar, domuzlar, ve şeytana kullar kılarsa, işte onlar yeri en kötü ve doğru yol­dan en çok sapmış olanlardır.

    61- Size geldiklerinde "İnandık" derler, oysa yanınıza inkarcı olarak girmiş ve yine inkarcı olarak çıkmışlardır. Gizlemekte olduklarını Allah da­ha iyi bilir.

    62- Onlardan çoğunun günaha, haksızlığa ve haram yemeğe koşuş­tuklarını görürsün. Yaptıkları ne kötüdür!

    63- Rabbe kul olanlar ve bilginlerin, onlara günah söz söylemeyi ve haram yemeyi yasak etmeleri gerekmez miydi? Yapmakta oldukları ne kötü­dür! [78]

    Bazı Kelimeler:

    Alaya alarak.Ciddiyetin zıddı.Birbirinizi ezan ve kametle namaza çağırdığınızda.."Geri döndü" anlamındaki "sâbe" fiilinden türeyen bu kelime, ceza ve karşılık anlamın­dadır. Cezanın, sahibine döndüğü de şüphesizdir. Tkğut. Allah-tan başka tapınılan her şey. Tağuta ibadet sözü, ona itaat etmenin mecazi ifadesidir. [79]

    Açıklama:

    Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitab verilen yahudileri hıris-tiyanları ve müşrikleri asla dost edinmeyin. Onlar sizin zorluk ve zahmet çek­menizi arzularlar. Öfkeleri ağızlarından dışa vurmaktadır. Kalblerinde gizle­dikleri öfkeleri ise daha büyüktür. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Kaldı ki onlarla dost olmak, Allah ve Resulünü gücendirir. Onlar sizin dininizi, dini alametlerinizi alaya almış, bir oyun ve eğlence konusu yapmışlardır. Kendisi-, ne karşı cephe alanlar tarafından alaya alınmak, görüş ve dini alametlerinin onlar tarafından oyuncak haline getirilmesi kadar insanın ağırına giden baş­ka bir şey yoktur. Ey insanlar! Allah'a karşı gelmekten sakının! Eğer inanmış kimselerseniz, kâfirleri dost edindiğiniz takdirde, Allah'ın tehdit ve azabın­dan korkun.

    Cenab-ı Allah, böyle bir yanlıştan uzak durmaları ve kâfirlerin kötü ey-iemlerinİ tescil etmeleri için mü'minleri, düşmanları olan kâfirleri dost edin­melerinden defalarca sakmdırmıştır.

    "Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında: 'hiz sizinle beraberiz, biz yanlızca (mü'minlerle) alay ediyoruz' derler”[80]

    . Evet... Cenab-ı Allah onların genel olarak dini alaya aldıklarını tespit ettikten sonra, onların özel bir türü —ki bu da dinin direği olan namazdır— alaya aldıklarını tescil etti.

    Birbirinizi ezan ve kametle namaza çağırdığınızda, bu çağrıyı vç namazı alaya ve eğlenceye alırlar. Kendilerine doğru yolu gösterecek akıldan ve hidâ­yete erdirici görüşten yoksun bir topluluk oldukları için bu çirkin işleri yap­maktadırlar. Daha da fazlası, onlar sapıklıklar içinde şaşkın şaşkın dolaş­maktadırlar. Kalbleri titretip cilâlandıran, nefisleri temizleyip arındıran bu çağrıdan (ezandan) daha güzel ne olabilir? Bu çağrı, insanı güldürür ve alay­cılığa iter mi hiç?

    Allahü ekber. Allahü ekber. Evet... Allah, kainattaki her şeyden daha büyüktür. Ezana bu sözlerle başlanır. Ne güzel bir başlangıçtır bu! Bakm bu sözlerin hemen ardından neler geliyor? Allah ve Resulüne tanıklık cümleleri, bunlar da imanın İki rüknü ve desteğidir. Müezzinin ' 'Hayye ala's Salât'' de­yişi ne güzel bir deyiştir. Yani huzura kavuşmuş bir nefisle, ciddiyet ve gay­retle namaza gelin. "Hayye ale'l felah." Haydin kurtuluşa. Bundan daha bü­yük bir kurtuluş var mıdır? "Allah'ın temizlediği nefis kurtulmuştur. Ve Al­lah'ın azdırdığı nefis hüsrana uğramıştır''[81] Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilahe illallah. Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. O'ndan başka ilâh yok­tur!

    İbn Cerİr, İbn Abbas (R.A.) in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Yahudiler­den Ebû Yasir bin Ahtab ve Raf i' bin ebî Rafİ, beraberlerinde bir topluluk olduğu halde Resulullah (S.AY.) m yanına geldiler. Ona, peygamberlerden hangisine inandığını sordular. O da şu ayet-i okudu: "Biz Allah'a inandık; bize indirilen Kur'an-ı Kerim'e de; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a ve oğullarına İndirilenlere de; Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere rabierinden ve­rilenlere de ...Peygamberlerden hiç biri arasında fark gözetmeyiz, Biz, Al­lah'a boyun eğen müslinileriz''[82]

    Peygamber efendimiz bu ayeti okurker^ İsa (A.S.) dan söz eden bölüme gelerek burayı da okuyunca, kendisini dinlemekte olan yahudiler» Peygam­berliğini inkâr ettiler ve: İsa'ya inanana biz iman etmeyip, dediler. Rivayet olunduğuna göre onlar: Sizinkinden daha kötü bir din bilmiyoruz, dediler. Bunun üzerine sözü edilen ayetler nazii oîdu.

    Ey Muhammedi De ki: Ey Kitab ehli! Bizi yalnızca, Aliaîva ve peygam­berlerine halis ve sadık bir inançla inandığımız, Allah'ı bütün kemal sıfatlar­la nitelediğimiz, noksan sıfatların hepsinden O'nu tenzih ettiğimiz için ve yine aynı şekilde, —Allah'ın selâmı üzerlerine olsun— peygamberler arasında hiçbir ayırım yapmadığımız, onları şcr'an layık oldukları sıfatlarla niteledi­ğimiz, onlara indirilmiş olan kitapları da lâyık oldukları niteliklerle niteledi­ğimiz için ayıplıyor ve bunlardan dolayı bizden hoşlanmıyorsunuz.

    Ey Kitab ehli! Sizin bir çoğunuz fasiktir. Sahih olan dinin, aklın ve gö­rüşün sınırlan dışına çıkmışsınız. Tuhaf değil mi, hem de nasıl? Övülmesi gereken şey nasıl yerilir?

    "Ümeyye oğullarından sadece şunun için hoşlanmadılar;

    Onlar Öfkelendiklerinde halim oldular."

    Diyen arap şairinden Allah razı olsun.

    Ey Mulıammed, onlara de ki: Ey, "biz bundan daha kötü bir din bilmi­yoruz!" diyerek dinimizi hafife alan alaycılar! Kendisine bağlandığımız için bizden hoşlanmadığınız bu dinden değil, asıl kötü olan şeyden size haber ve­reyim mi? O, kötü fiili dolayısıyla Allah'ın kendisine lanet ettiği ve gazâb et­tiği kimsenin dinidir. Bu, onların ataları ve dedelerinin suçlarını, suçlarının cezalarını hatırlatarak onlara yapılan şiddetli bir azarlamadır. Zira lanet ve gazab, Allah tarafından onlara yapılacak sorgulama ve azablandırmamn en son derecesidir.

    Asıl kötü olan, içlerinden bir kısmını maymun ve domuz kıldığımız kim­selerin dinidir. "Gerçekten siz bilirsiniz ki, Davud (A.S.) zamanında kavmi­niz, cumartesi günü baİık avından men edilmişken,-içinizden bu emri çiğne­yip geçenlere: "Zelil ve hakir maymunlar olun" dedik."[83]

    Onlar yer bakımından en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlar­dır. İslâm dini baştan başa hayır ve iyilik olduğu halde, cümlede kötü kelime­sinin kullanılması, onların inançlarına ve sözlerine uygun cevap vermek için­dir, îslâm düşmanlarım dost edinmemeyi tek başına gerekli kılan bir başka neden de şudur: Onlar size gelip topluluğunuza, özellikle Resulullah (s.a.v.) in meclisine katıldıklarında, sadece dilleri ile "iman ettik" derler. Oysa on­lar topluluğunuza küfürle birlikte girmiş, yine küfürle birlikte oradan dışan çıkmışlardır. Onların topluluğunuza girerken gizledikleri münafıklığı ve ora­dan dışarı çıkarken de size karşı tuzak kurma niyetlerini Allah çok iyi bil­mektedir. Size karşı içlerinde doluca besledikleri kini ve çekememezliği de AHah çok iyi bilmektedir. Artık onlardan sakının ve onlarla dostluk kurmayın. Ey Muhammedi Onlardan çoğunun günah işlemeye, haksızlık etmeye, haram mal yemeye, alçakça yasak fiiller işlemeye arzu ve rağbetle koşuştuklarını görür­sün. Allah'a and olsun, onlar ne kötü fiiller işliyorlar! Ne kadar da sapıktır­lar! Bunlar, kendilerine doğru yolu gösterecek birini bulamamışlar mı? Bu yaptıklarının kötü bir iş olduğunu kendilerine söyleyecek bir kimse çıkma­mış mı? Rabba kul olanlarla din bilginleri, onların dinî konularda yalan, büh­tan ve günah olan sözler söylemelerini, haram mal yemelerini engellemeli değil iniydiler? Allah'a aıulolsım, bu bilginlerin işledikleri sanat ne kötü bir sanattır

    Birisi çıkıp şöyie bir soru sorabilir: Ayette halkın yaptıklarına, "yaptık­ları iş" deniliyor da, din bilginlerinin yaptıklarına ne diye "işledikleri sanat" deniliyor? Buna şöyle bir cevap verilebilir: İnsanın davranışlarına mutlak an­lamda "fiil" denilir. Bu fiil eğer niyete dayalıysa, o zaman "amel" adım alır. Devamlı bir biçimde ve sağlam bir şekilde işlendiğinde da "sanat" adını alır ve bunu yapana da "sanatkâr" denir. Şunu da belirtelim ki, günah işleyen kimseyi, o günahı işlemeye iten şey nefis ve şehvetidir. Onü bu günahtan alı­koyacak olan yahudi ve hıristiyan din bilginlerini günah işlemeye ve günaha karşı .susmaya itecek şehvet yoktur. Bu nedenle onlar» günah işleyen kim­senin kendisinden daha suçlu ve günahkârdırlar. İbn Abbas (R.A.) m, "Kur'an'da bundan daha şiddetli kmayıcı ayet yoktur." dediği rivayet edilir. O, bunun, irşâd ve hidâyet görevini aksatmaları halinde bilginlerin aley­hine bir delil olacağım söylemek istemektedir! [84]

    Yahudilerin Kötülüklerinden Örnekler Ve İki Dünya Mutluluğunun Yolu

    64- Yahudiler, "Allah'ın eli sıkıdır" dediler; dediklerinden ötürü elle­ri bağlansın, lanet olsun.' Hayır, O'nun İki eli de açıktır, nasıl dilerse sarfe-der. And olsun ki, sana Rabbinden indirilen sözler onların çoğunun azgınlı­ğını ve inkârını artıracaktır. Onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Savaş ateşini ne zaman körükleseler Allah onu söndürür. Yer­yüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah bozguncuları sevmez.

    65- Şayet kitab ehli inanıp karşı gelmekten şakımalardı, kötülüklerini örterdik ve onları nimet cennetlerine koyardık.

    66- Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rabierinden kendilerine indirilen Kur-an'ı gereğince uygulasalardı, her yönden nimete ermiş olurlardı. İçlerinde orta yolu tutan bir zümre vardı, çoğunun işledikleri ise kötü İdi. [85]

    Bazı Kelimeler:

    El anlamına gelir. Mecazî anlamda nimet ve bağış anlamlan da vardır. Cimrilik yapıp

    İyilik ve mfakta bulunmaz. Çok hayır ve bağış yapan eller.

    Tevrat'taki ve incir; deki hükümlerle tam olarak amel etselerdi... Mutedil, ılımlı, aşırılık­lardan uzak, orta yolda olan. [86]

    Nüzul Sebebi:

    Taberânî, İbn Abbas (R.A.) in şöyle dediğini rivayet eder: Yahudilerden bir adam —bazıları bunun Kays oğlu Nebbaş olduğunu, bazıları da Kaynu-ka kabilesinin büyüğü Finhas olduğunu söylemişlerdir— Peygamber (s.a.v.) e: "Senin rabbin cimridir, infakta bulunmaz" dedi. Bunun üzerine yukarı­daki ayet nazil oldu. [87]

    Açıklama:

    İşledikleri kötülükler sayıldıktan ve öteden beri yapmakta oldukları ba­zı davranışları, aleyhlerine tescil edildikten sonra, ayet-i kerime, onların işle­dikleri günahların en çirkini ve en büyüğünü söylemekle sona eriyor. O gü­nahları da, yüce Allah'ı, Kitab ehlinden hiç birinin ağzına almadığı, akılla da asla bağdaşmayacak bir nitelikle nitelemiş olmalarıdır. Bazı yahudîler, Al­lah'ın eli bağlıdır, dediler. Elin. bağlı ve açık oluşu, cimriliğin ve cömertliğin mecazî anlatımıdır. Oysa Cenab-i Allah şöyle buyuruyor: "Ellerini boynuna bağlı kılma (cimri olma) ve büsbütün de onu açıp israf etme?'[88]

    Peygamber (s.a.v.) efendimiz de şöyle buyurmuşlardır: "Eli en çok ıı/.uıı olanlarınız, kıyamet gününde bana en çabuk kavuşanınız olacaktır?' Bu hadis-i şerifte geçen el uzunluğundan amaç, cömertlik ve hayırseverliktir. Bazıları bu sitayişkâr sözlerin, malî kriz içinde bulunduğu halde cömertlik yapan kimse­ler için söylenmiş olduğunu savunmuşlardır. "Allah'ın eli bağlanmıştır" di­yen yahudilerin elleri bağlandı. Cömertlik yapamadılar, hayır işleyemez ol­dular. Onlar, bencil ve cimri bir millettir. "Allah cimridir" dedikleri için Al­lah onlara lanet etti. O cömerttir ve cömertlik yapan herkesi sever. Kullarına ihsanda bulunmak için her İki eli de açıktır. Ilâhİ hikmetine uygun olarak, dilediği gibi infakta bulunur. Ancak kendi bildiği hikmetlerinden dolayı ve­ren de O'dur, alan da; kısan da O'dur, bol bol veren de..

    "Allah, dilediği kimseye rızkı açar (ve dilediğinden de) kısar."[89]

    "Eğer Allah, kullarına rızkı bol bol yayiverseydi, muhakkak yeryüzün­de azar, taşkınlık ederlerdi. Fakat (Allah, azıkları) dilediği bir miktar iie indirir."[90]

    Onların gizli taraflarını keşfetmeni, yaptıklarından ve niyetlerinden ha­berdar olmanı sağlayıcı apaçık ayetleri sana indiren Allah'a andolsun ki, bu, onların taşkınlık, zulüm, inkâr ve şımarıklıklarını daha da arttıracaktır. Nok­sanlıklardan münezzeh olan ey yüce Rabbim! "Gözler kör olmaz. Ama asıl sineîerdeki kaîbîer kör olur!'[91]

    İyilik nedeni olan şey, onların yanında şer nedeni olur! Allahü Tealâ ara­larına, kıyamete kadar sürecek bir kin ve nefret salarak, onların aleyhindeki yargıyı verdi. Sen onları birlik sanırsın, ama onların gönülleri bir değildir. Onların durumu seni endişelendirmesin. îşgal altındaki Filistin'de kurduk­ları birliğe de aldanma. Bu, onlar İçin bir yaz serinliği gibi geçici bir şeydir. Bizim için de bir uyarıcıdır. Belki bu nedenle doğru yola döner ve dinimize sarılırız. Fitne uyandırmak, ülkü birliğini bozmak, düşmanları bize karşı bir araya getirmek gibi içte ve dışta her ne zaman savaş ateşini tu tuştur urlarsa, Allah onların bu ateşlerini söndürür. Amellerini boşa çıkarır. Onlar her za­man yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya koşarlar. Allah ise, bozgunculuk çı­karanları sevmez. Bu yaptikalrmdan dolayı onları azabın en akla gelmez çe­şitleriyle cezalandıracaktır. Eski tarih ve hadis kitapları bu gerçeğe tanıklık eden olaylarla doludur.

    Bundan sonra da Cenab-ı Allah'ın rahmeti her şeyi kapsamış; O'nun ke­rem kapısı, Kitab ehlinden de olsalar, başka milletlerden de olsalar, kendisi­ne yönelen bütün tevbekârlara açılmıştır. Eğer Kitab ehli, kendi kitaplarına ve Kur'an'a iman etseler, kitaplarını tahrif etmeseler, kendi arzularına göre davranmasalar ve yaptıkları işlerde Allah'a karşı gelmekten sakmsalardı, işledikleri kötülükleri örter, bu kötülüklerinden dolayı defterlerine yazılan gü­nahları siler ve onları nimeti bol cennetlere koyardık. Rablcri katından tev-hid ve hidâyet nuruyla kendilerine indirilen Tevrat ile İncil'i dosdoğru tutsa­lar, bilginlerinin iftiralarına kulak vermeseler, rableri katından kendilerine indirilen kitaplara, özellikle Kur'an-ı Kerİm'e İnansalar, ondaki hükümlerle en iyi şekilde amel etseler ve davranışlarını onunla bütünleştirselerdi, Cenab-i Allah onlara bol bol rızık verir, onlara iyilikte bulunur, başarılı kılar, altla­rından, üstlerinden her taraflarından yerlerdi.

    Bu sözlerle şuna işaret edilmektedir: Ekonomi dünyasında alışılagelen sistemlere, bilinen yollara ve yöntemlere uymanın yamsira, yetkin imanın ge­reği olan Salih amellerde bulunmak; Allah'ın hoşnudluğunu, rızık genişliğini ve iki dünya mutluluğunu temin eder!

    Kitab ehli ve aynı zamanda dünyadaki milletler içinde aşırılıklardan uzak bir görüş sahibi olanlar, bu çok az sayıda bir topluluktur. Onların çoğu fa-sıktır. Din ve aklın gerektirdiği şeylerin dışına çıkmıştır. Resulullah (s.a.v.) ne kadar doğru söylemiştir: "İnsanlar yüz deve gibidir. (Ama) içlerinde rah­van birini bulamazsın." Hadis-i şerifte işe yarayanların pek az olduğuna işa­ret edilmiştir. [92]

    Hz. Peygamberin Dini Tebliğ Etmesi

    67- “Uy Peygamber! Rubbinden sunu İndirileni tebliğ et, eğer bunu yap-nuı/.sun O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğ­rusu Allah kâfirlere yol göstermez.

    68- "Ey Kitab ehh! Tevrat'!, İncil'i ve Rabbinizden size İndirileni ge­reğince uygulamadıkça bir temeliniz olmaz" de. And olsun ki Rabbinden sa­na indirilen, Kur'an, onlardan çoğunun azgınlık ve küfrünü artırır, öyleyse kâfirler için tasalanma.

    69- Doğrusu inananlar, yahudiler, sabitler ve hıristiyanlardan Allah'a ve âhîret gününe İnanan, yararlı iş yapan kimselere korku yoktur, onlar üzül­meyeceklerdir. [93]

    Bazı Kelimeler:

    Seni korur. Bu kelime, kurbanın ağzının bağlandığı İp veya deriden yapılan sırım anlamına gelen "ısâm" kelimesinden alınmıştır.Mutlak anlamda din dışına çıkan kimseler. Bu, herhangi bir din olabilir. Bazıları, bunların meleklere tapan ve kıbleden başka tarafa doğru namaz kılan kimseler olduklarını söylemişlerdir.

    İbn Merdeveyh, îbn Abbas (R.A.) in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Re-suluüah (s.a.v.) a sordular: "Sana inen ayetlerden, senin için en şiddetli gö­rüneni hangisidir?" Resulullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi; "Hac mevsimi gün­lerinde Minâ'daydım. Arap mürikleri ve hangi kabileden olduğu bilinmeyen bazı kimseler orada toplanmışlardı. Cebrail gelerek bana: "Ey Peygamber, Rab­binden sana indirileni tebliğ et..." dedi. Ben de dedim ki: "Ey insanlar! Rab-bimin elçiliğini yapmam için kim bana yardım ederse ona cennet vardır. Ey insanlar! Allah'tan başka ilaç olmadığım ve benim de size gönderilen Allah elçisi olduğumu söyleyin, kurtuluşa erin ve cennet sizin olsun." Resulullah (s.a.v.) devamla dedi ki: (Ben bunları söyleyince orada duranlardan) hiçbir erkek, kadın ve çocuk kalmadı ki, üzerime toprak ve taş atmasın. 'Dinden çıkmış, yalancı' diyorlardı?' Bu olay sırasında amcası Abbas gelip kendisini kurtarmış, onları çevresinden uzaklaştırmıştı. [94]

    Açıklama:

    Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, sevgilisine elçilik sıfatıyla sesle­niyor. Bu sıfat da tam tebliğde bulunmayı gerektirir. Ey Resul (elçi)! Sana rabbinden indirilenlerin hepsini tebliğ et ve hiç kimseden korkma. Hiçbir şey seni tasalandırmasın. Sana indirilenlerin tümünü tebliğ etmedikçe Allah'ın elçiliğini yapmış sayılmazsın. Açıklanması emredilen şeylerin bir bölümünü kısa bir süre için bile olsa gizlemek, açıklanması istenilen şeylerin tamamını gizlemek gibi olur ki, bu da gizleme suçunun ne kadar ağır bir suç olduğunu göstermektedir. Nasıl olur da Resulullah (s.a.v.), açıklanması Allah tarafından emredilen şeylerin bir bölümünü, başkalarından korkarak gizler?

    Allah seni, insanların hepsine karşı koruyacaktır. Seni öldüremeyecek- J 3er ve yok edemeyeceklerdir. Acı, mihnet, azap, musibet ve savaşlara gelince; J bunlar, kahramanların ortaya çıkması için ortam hazırlarlar. İnsanları içinde i eriten birer potadır. Gerçek mü'minler ve yalancı münafıklar bu pota saye- v' sinde ortaya çıkarlar. Nitekim bunu gazalar bahsinde de açıklamıştık. O na- ' sil Allah'ın elçisi olur da, Allah onu korumaz?! O her türlü kötülükten ko­runmuştur!

    Hz. isa'nın asılarak öldürüldüğüne inanırken Hıristiyanların nasıl da sa-pıverdiklerine bir bak. Bu ayetteki hikmet şu olabilir: Herkes bilsin ki, Hz. Muhammad (s.a.v.), alemlerin Rabbinin elçisidir. Hiçbir şey gizlemeden ken­disine indirilenlerin tümünü tebliğ etti. Kimseye ayrıcalık tanımadı. "Şu em­rettiğim yol, benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun. Başka yollara (ve dinlere) uyup gitmeyin ki, sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar1."[95] Allah, sana eziyet eden ve inatçı davranan kâfirler topluluğunu doğru yola eriştirmez.

    Ey Muhammedi Onlara de ki: Ey kitap ehli olan yahudi ve Hıristiyanlar!. dinî bakımdan sizler, önem verilebilecek hiçbir şey üzerinde değilsiniz. Tev­rat ve İncil'i dosdoğru tutmadığınız takdirde Musa'ya. İsa'ya ve diğer pey­gamberlere mensub olmanızın size bir faydası yoktur. Tevrat ile İncil'i ayak­ta tutmak, bu kitapların içindeki halis tevhid, Muhammed (s.a.v.) İn gelece­ğine ilişkin müjde ve onun sıfatlarının tümüne inanmakla olur. Tevrat ve İn­cil'in dosdoğru tutulması ancak Peygamberiniz Muhammed'in dili ile size in­dirilen, kendisinden önce indirilen kitapları doğrulayan, geçmiş risaleden ta­mamlayan Kur'an'i uygulamakla mümkün olur. Biz müslümanlar da aynı şe­kilde, Kur'an'i dosdoğru tutup onunla amel etmedikçe ve her işimizde onun Önerdiği yolu İzlemedikçe hiçbir şey üzerinde değiliz.

    Allah'a andolsun, sana indirilen Kur'an ayetleri onların taşkınlıklarına taşkınlık katacak, küfürlerine küfür ekleyecektir. Bu da, onların içine yerleş­miş olan çekememezlik hastalığından dolayıdır. "Kendileri için İslâm açığa çıkmışken, nefislerindeki hasedlerinden dolayı..." taşkınlık ve küfürlerini daha da arttırırlar.

    Onlar içinde Allah'a ve kitaplarına inanan çok az, bir bölüm insana ge­lince, Kur'an-ı Kerim bunların daha doğru yola erişmelerini, daha fazla mut­lu olmalarını ve daha çok İyilikler yapmalarını sağlar. Ey Muhammed! Kur'an-ı Kerim'in Özelliği ve fonksiyonu bu olduğuna göre, onların işleri se­ni tasalandırmasın. Kâfirler güruhu için üzüntüye kapılma. İşte renkleri ve şekilleri muhtelif de olsa İnsanların hepsini kapsayan genel bir kanun ve hü­küm vardır ortada. Hz. Muhammed'in risaletinin genel oluşu sizi hayrete düşürmesin. "Uy Muhammet!, biz seni tüm âlemlere peygamber olarak gönder-dik."[96] Münafıklar gibi sadece dilleriyle imân eden, Musa (A.S.) m tabi'le-ri gibi yahudi olanlar, dinden dönüp imân sının dışına çıkanlar, Isa (A.S.) ya tabi olan hıristiyanlar var ya; bunlardan Allah'a, peygamberlerine ve ahi-ret gününe doğruca inanıp salih amel işleyenler için kıyamet gününün aza­bından yana artık ebediyyen korku yoktur. Onlar asla hüzünlenmeyecekler-dir. Aksine onlar bol nimetli cennetlerinde, koltuklar üzerinde sevinçle çev­reyi seyrederler. [97]

    Yahudilerin Suçları

    70- And olsun ki îsrailoğullarmdân söz aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyle onlara her peygamber gelişte, bir kısmım yalanlarlar ve bir kısmım da öldürürlerdi.

    71- Bir fitne kopmayacağmı sandılar, körleştiler, sağırlaştılar; sonra Allah tevbelerini kabul etti, yine de çoğu körleştiler ve sağırlaştılar. Allah, işlediklerini görür. [98]

    Açıklama:

    Söz, halâ kitab ehli, özellikle yahudİIer ve onların suçlarıyla kötülükleri konusunda devam ediyor. Allah'a andolsun ki biz, Israiloğullarmdan Allah'a ve peygamberlerine iman edeceklerine, bu imanlarını asla gizlemeyeceklerine dair kesin söz aldık. Bu sözlerini ve ahidlerİni pekiştirip yenileyen peygam­berleri onlara gönderdik ki, sürekli olarak bu ahidlerini hatırda tutsunlar. Ne var ki, yahudidirler. Ne zaman Allah katından bir peygamber, onlara nefîslerinin hoşlanmadığı bir şeyle geldiyse —çünkü onlar kötülükten başka bir şey­den hoşlanmazlar— düşmanca bir tulumla karşısına dikildiler. Ona azabın en kötüsünü taddırdılar.

    Birisinin çıkıp, "onlar ne yapıyorlardı?" diye sormasına karşılık, kendi­sine verilecek cevap şudur: Onlar, peygamberlerden bir bölümünü yalanladı­lar. Hiçbir suçlan yok iken ve hiçbir neden bulunmaksızın sadece "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için bir bölüm peygamberleri de öldürdüler. Allah onla­ra lanet etti. Neredeyse kesin biçimde bir fitneyle karşılaşmayacaklarını ve musibetlerle asla denenmeyeceklerini sandılar. Bu nasıl olur? Onlar, AllahL in oğullan ve sevgilileri saydıkları değerli peygamberlerin soylarından olduk­larına, işledikleri günahları dolayısıyla asla azaplandırılmayacaklanna ina­nırlar. Bu sebeple onlar, Allah'ın kitaplarında indirmiş olduğu âyetlerine karşı kodestiler, sağırlaştılar. Kendilerine yapılan uyan ve tehditlere karşı gözleri görmez oldu. Hiçbir şeyden öğüt almaz duruma geldiler. Apaçık ayetlerin ve hüccetlerin kulakları çınlatan sesine karşı sağırlaştılar. Buzağıya taptıktan sonra tevbe ettiler, Allah da tevbelerini kabul buyurdu, Ailah'ı görmek istemekle, Zekeriyyâ ile Yahya gibi peygamberleri öldürmekle, Meryem oğlu îsa'yı öl­dürmeye yeltenmekle ve Allah ile peygamberlerinin emirlerine aykırı davran­makla, ikinci kez körleşip sağırlaştılar. Ayet-i kerimede geçen "Onların çoğu..." sözü, onların çoğunun isyancı, az bir bölümününse inanmış ve salih kimse­ler olduklarını ifade etmektedir. Ama bizler, ey müslümanlar! Amelsiz iddi­alarda bulunmaktan sakınmalıyız. Kulağımıza çarpan uyan ve tehdidlere al-dırmamaktan sakınmalıyız. Ayetteki tehdidin bizleri de kapsamı içine alma­sından sakınmalıyız!! [99]

    Hırîstiyanlarda İlâh

    72- And olsun ki, ''Allah ancak Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kâ­fir oldular. Oysa Mesih, "Ey İsrailoğullan! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah 'a kulluk edin; kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram eder, varacağı yer ateştir, zulmedenlerin yardımcıları yoktur" dedi.

    73- And olsun ki, "Allah üçten biridir" diyenler kâfir olmuştur; oysa Tknnancak bir tek Tann'dır, Dediklerinden vazgeçmezlerse, and olsun on­lardan inkâr edenler elem verici bîr azaba uğrayacaktır.

    74- Allah'a tevbe etmezler, O'ndan mağfiret dilemezler mi? Oysa Al­lah Bağışlayan'dır, merhamet edendir.

    75- Meryem oğlu Mesih sadece peygamberdir, —ondan önce de pey­gamberler geçmiştir—,O'nun annesi dosdoğrudur, her İkisi de yemek yerler­di. Onlara âyetleri nasıl açıkladığımıza bir bak, sonra da bak ki nasıl yüz çeviriyorlar!

    76- Size zarar da fayda da veremiyecek, Allah'tan başka birine mi kulluk ediyorsunuz?" de. Allah hem işitir, hem bilir. [100]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Cenab-ı Allah, yahudilerin suçlarını saydıktan sonra, biraz da hıristiyanların tanrı hakkındaki inançlarım anlatmaya başladı. [101]

    Açıklama:

    Allah'a andolsun ki, "Meryem oğlu Mesih, Allah'ın kendisidir" diyenler kâfir olmuşlardır. Nasıl kâfir olmasınlar ki? Onlar akıl ve dinden çok uzak olan bir sapıklığa düşmüşlerdir. Çünkü onlar: "Allah; baba, oğul ve ruh'ul Kudüs olmak üzere üç asıldan meydana gelmiştir" derler. Baba, oğula geçe­rek onunla birleşmiş ve Ruh'ul Kudüs'ü oluşturmuştur. Bu üçten her biri, diğerinin aynısıdır. Üç, birdir; bir de üçtür. "Ağızlarından ne büyük söz çıkı­yor!.. Onlar yalandan başka bir şey söylemiyorlar."[102]

    Kısacası, onların söyledikleri sözün özeti şudur: Allah, Mesih'dir, Me­sih de Alîâh'dır

    Kur'an-ı Kerim onların bu sözlerini reddetmiştir. Bu yalanı nasıl söyler­ler? Halbuki Meryem oğlu Mesih: "Ey Israiloğulları! Hem benim, hem sizin Rabbinizolah Allah'a kulluk edin" demişti. Onlara, hem kendisinin, hem de onların Rabbi olduğunu itiraf ederek sadece Allah'a kulluk etmelerini emret­miş her türlü şirkten arınmış olan tevhid inancına çağırmıştı. İşte, İsâ (A.S.) onları, şirk ve putperestliğin acı sonucundan sakındırarak şöyle diyor: Her kim ki Allah'a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar. Onun varacağı yer, ateştir. Putları, ortakları ve tanrıları mabud edinerek kendilerine yazık eden kimselere yardım edecek hiçbir yardımcı, onlara şefaat edip azaptan kur­taracak hiçbir şefaatçi yoktur, "izni olmadan onun katında şefaat edecek kim vardır?"[103]

    Allah, üçün üçüncüsüdür, yani üç asıldan birisidir, diyenler, elbette kâ­fir olmuşlardır. Kâinatta ibadet edilmeyi hak eden bir tek ilâh'tan başka ilâh yoktur. O, tektir. .Herşey kendisine muhtaç olduğu halde, O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Doğmamıştır, doğurulmamıştır. Onun dengi yoktur. Kendi­sine eş koştuklarından üstün, yüce ve münezzehtir! "Söylemekte oldukların­dan vezgeçmezlerse, onlardan kâfir olanlara acıklı bir azâb dokunacaktır." Kodestiler mi, yoksa? Artık Allah'a tevbe edip O'ndan bağışlanma dileğinde bulunmayacak ve O'na dönmeyecekler mi? Allah, rahmeti kendi nefsi üzeri­ne yazmıştır. O, çok bağışlayandır, esirgeyendir.

    Meryem oğlu Mesih, gerçekte diğerleri gibi bir peygamberdir. Önceki pey­gamberlerin olağanüstü mucizelerle desteklenmeleri ve Muhammed Musta­fa (s.a.v.) in ebedi mucize olan Kur'an ile güçlendirilmesi gibi, ö da mucize­lerle desteklenmiştir. "Meryem oğlu Mesih İsâ, Allah'ın peygamberi, Mer­yem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir. Vs ondan bir ruh olmaktan başka bir şey değildir?'[104]

    Hz. İsa'nın annesi ise, dosdoğru ve tertemiz bir kadındır. Allah, ona kendi ruhundan üfledi, "O da Rabbinin bütün sözlerini ve Kitablanm tasdik etti ve gönülden itaat edenlerden oidu."[105] Meryem ile oğlu İsa'nın kişilikleri ve ne oldukları konusuna gelince, onlar da diğer insanlar gibidirler. Çünkü ikisi de bedenlerini ayakta tutmak için yemek yerlerdi. Diğer insanlar gibi genel ve özel ortamlardan geçmişlerdir. Def-i hacet için helâ'ya giderlerdi. Bu gibi kimselerin tanrı olmaları mümkün müdür? Bakıp da görebilecek olanlar, ba­kıverin! Onlara ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz? Bundan sonra da sağlam man­tıktan fazla derecede uzaklaşıyorlar. Hakkın açıklanmasından nasıl da kaçı­yorlar? Taklit dolayısıyla akıllan, fonksiyonunu yitirmiş gibidir! [106]

    Kur'an'ın Mesih Konusundaki Görüşlerinin Özeti:


    Kur'an-ı Kerim, Meryemoğlu lsâ (A.S.) yi anlatıyor. Kitab ehli Hazreti Isa hakkında pek aşın gitmişlerdir. Yahudiler onun peygamberliğini yalanlı­yor ye ona iftira ediyorlar. Ona ve anasına bühtanda bulunuyorlar.

    Hıristiyanlar da Hz. îsâ'yı insanüstü bir mertebeye çıkarmakla pek aşırı gitmişlerdir. Bazan onu ilâh yapmışlar. Bazan da ilâh'm üç asıldan oluştuğu­nu ve İsa'nın da bu Üç asıldan biri olduğunu söylemişlerdir. Bazan da İsaL nm, Allah'ın kendisi olduğunu savunmuşlardır. Kur'an-ı Kerim aşağıda ra­kam ve sureleri belirtilmiş olan ayetlerde Meryem oğlu İsâ hakkında doğru sözü söylemiş ve gerçek görüşü belirtmiştir. Bu ayetler şunlardır: Nisa sûresi­nin 171 ve 172. ayetleri. Bu ayetlerin tefsiri daha önce geçti. Mâide sûresinin hepsi de bu cüzde açıklanmıştır. [107]

    Özet Olarak:

    Meryemoğlu Mesih, Allah'ın îsraİloğullarına gönderdiği elçisidir. Pey­gamberlerden biridir. Cenab-ı Allah onu, "Ol" tekvini kelimesiyle yaratmış­tır. Yüce Rabbin ruhu ile desteklenmiştir. Allah'ın kuludur. O'na teslim olup boyun eğmiştir. O, böyle olmaktan çekinmez. Aksine, İncil'de de anlatıldığı gibi, O'na duâ etmiştir. İsa da diğer peygamberler gibidir. İnsanlığa gönderi­len herhangi bir peygamber gibi, çağına uygun mucizelerle desteklenmiştir. Allah, dilediğini yaratır. Onun gücü herşeye yeter. İsa'nın doğumunda anla­şılmaz bir taraf yoktur, tşte Adem ile Havva.. İşte bütün hayvanların asılla­rı!.. Noksanlıklardan münezzeh ve yüce olan, Allah'dır. O ebedîdir, bakidir, güçlüdür, muktedirdir. O'nun yargısını reddedecek, hükmünü engelleyecek Hiçbir varlık yoktur. Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini Öldürmek isterse, bu İsteğine engel olacak bir şey var mıdır?..

    Mesih'in bizzat kendisi, "Ey İsraiİoğulIarı! Hem benim ve hem de sizin Rabbİnİz olan Allah'a kulluk edin1' diyor. Sonra onları, Allah'a ortak koş­maktan ve ortak koşmanın acı sonucundan sakındırıyor. Kur'an'i Kerim, teslis inancının yanlış olduğunu açıklıyor. Tek ilâh dışında, başka bir ilâh yoktur. Allah'tan başka tanrı yoktur. Allah, onların koşmakta oldukları ortaklardan münezzeh ve yücedir. "Sen bana ne emrettinse, ben kendilerine ondan başkasını söylemedim. Hep rabbim ve Rabbiniz olan Af [ah 'a kulluk edin, dedim ve aralarında bulunduğum sürece onları kolladım. Ne'zaman ki beni içlerin­den aldın, üzerlerinde gözetleyici yalnız sen kaldın. Sen herşeyi görensin."[108]

    Şunu da belirtelim ki Mesih (İsâ) ve anası, diğer İnsanlar gibi birer in­sandırlar. Ancak İsâ, Allah tarafından gönderilen bir elçidir. Anası da dos­doğru ve tertemiz bir kadındır. Her ikisi de yemek yer ve helaya giderlerdi. Her ikisinde de beşeri araz ve sıfatlar vardı. Onlar, kendilerine ne bir fayda dokundurabilir, ne de bir zararı kendilerinden uzaklaştirabilirler. Böyleyken kendilerine nasıl tapınılır?!.

    Kur'an âyetlerinde Meryemoğlu îsâ île ilgili-olarak anlatılan gerçeklerin özeti budur. İndilerin bir çoğunu okuduk. Bunlarda müteşabih ayetler gör­dük. Bu ayetler hiristiyanları şöyle konuşturuyorlar: Onlar bazan teslis inan­cını savunuyorlar. Bazen Allah'ın, Mesih'in kendisi olduğunu söylüyorlar. Ama İncil'deki muhkem ayetler, tıpkı Kur'an'daki gibi —çok az bîr farkla— Al­lah'ın birliğini ispatlıyor ve İsa (A.S.) mn gerçek hüviyetini açıklıyor. "Aüa-hım, kavmime doğru yolu göster. Gerçekten onlar bilmiyorlar." Romalı, Yu­nanlı ve Mısırlı hıristiyanlarm, İsâ (A.S.) nın muhkem talimatlarından sap­malarında putperestliğin büyük bir etkisi vardır. Markos İncilinde Hz. İsa şöyie der: "Ve talimat olarak insan emirlerini öğretip boş yere bana taparlar. Siz Allah'ın emrini bırakıp İnsanların ananesini tutuyorsunuz."'[109]

    İncil'deki müteşabih âyetlere gelince, Örneğin Yuhanna İncilinde denilir ki: "Başlangıçta kelâm vardı. Ve kelâm Allah'ın yanındaydı. Ve kelâm Allah idi."[110]

    Hıristiyanlara göre kelâm Mesih idi. Bu da Mesih'in Allah olduğu so­nucunu doğurur. Nitekim Kur'an-ı Kerim de bunu anlatmaktadır. Ayrıca Yu-hanna'nm birinci mektubunun beşinci babının 7 ve 8. ayetlerinde de şöyle denmektedir: "Gökte şehadet eden babadır, kelimedir, Ruh'ul Kudüs'tür. Bu üçü, birdir/Yeryüzünde şehadet edenler de üçtür. Ruh'tur, sudur, kandır. Bun­ların üçü de birdedir." Bu sözler, teslis inancını açıkça beyan etmektedir. Bu ilk üçlü neye şehadet ediyor? İkinci üçlü neye şehadet ediyor? Aralarındaki fark nedir? Hangi üçlüye inanacağız? Babanın, oğlun, ruhul kudüsün, su ve kanın şehadet ettiklerini nasıl normal karşılarız? Üç, birdir veya birdedir ve­yahut bunun tersini söylemek ne anlama geliyor? Bu, çok tuhaf bîr şeydir. İncil'deki muhkem ayetleri delil göstererek onların, Hazreti İsa'nın ilahlığı iddialarını reddedebiliriz. Şöyle ki:

    1- "İblis İsa'yı denemek için yanma geldiğinde, kendisine şöyie dedi: Eğer yere kapanıp bana secde edersen bütün bu ülkeleri sana veririm. O za­man Yesû' (İsa) ona dedi ki: Çekil ey şeytan! Çünkü: "Rab Allah'ına tapınacaksın ve yalnız ona kulluk edeceksin”diye yazılmıştır.[111]

    2- Hazreti İsa, kendisinin Peygamber olduğunu ve gerçek ilâh'ın elçisi olduğunu ikrar ediyor: "Ebedi hayat da şu ki, seni, yalnız gerçek Allah'ı ve gönderdiğin İsa Mesih'i bilsinler."[112] Bu ayetten sonraki 4. ayette de İsa (A.S.) şöyle diyor; "Yapmak üzere bana verdiğin işi başarıp seni yeryüzünde taziz ettim." Evet.. O, Allah'a gönülden itaat eden bir kuldu. O'na İbadet etti ve övgülerini sundu. "Mesih (îsâ), Allah'a kul olmaktan çekinmez!"[113]

    3- Hazreti İsâ, bir peygamberdir. Kendisinden önce de birçok peygam­ber gelip geçmiştir. Kendisine özgü bir görevi, elçilik ve risaleti vardı. Bunu yerine getirdiğinde görevi sona erdi. Pavlos, Korintoslulara yazdığı birinci mek­tubun 15. bab ve 28. ayetinde şöyle der: "Ve her şey O'na tabi kılınınca, o zaman oğul her şeyi kendisine tabi kılana tabi olacaktır, ta ki Allah her şeyde her şey olsun."

    4- Mesih ile anası yemek yerler,.tuvalete gideder, insanların karşılaş­tıkları durumlarla karşılaşırlardı. Mesih (A.S.), ölümünden dört gün sonra Azir'İ diriltirken, Azir'in öldüğü kasabaya gitmiş; orada Azir'İn kızkardeşle-ri Meryem ve Mirsâ ile karşılaşmış, Meryem'in ağlamakta olduğunu görmüştü. Yesû' (İsa) Azir'in kızkardeşi Meryem'in ve beraberinde gelmiş olan yahudi topluluğunun ağlamakta olduklarını görünce rahatsız oldu ve ruhu sıkıldı. "Onu (Azir'i) nereye koydunuz?" diye sordu. Dediler ki: "Ey efendi, gel de bakıver." Bunun üzerine Yesû' (İsa) da ağlamaya başladı.

    îdrâk sahibi bir insan; ÎLâh'ın rahatsız olup ruhunun sıkılacağını, ölü­nün defnedildiği yeri bilmemesini, ağlayıp zaaf göstermesini hiç düşünebilir mi?

    Bütün bunlar, onun İnsan oluşuna işaret etmektedir. İsa'da ülûhîyet bu­lunduğunu ve insanüstü bir özelliğe sahip olduğunu düşünmek mümkün de-ğiJdir ki, daha sonra kendisinde bu gibi şeyler meydana gelsin. 42, ayette Me­sih'in Allah'a şöyle duâ ettiğini görüyoruz: "Ey baba, sana şükrediyorum. Çünkü sen benim duamı işittin. Her zaman işitmekte olduğunu da biliyo­rum. Fakat şu duran topluluğun imân etmesi için beni peygamber olarak gön­derdiğini söyledim!' Hz. İsa'nın, kendisim yalnızca bir peygamber olarak ta­nımalarım istediğim, onun en son amacı olarak görmekteyiz. Bu inançlara sahip bir kavmin, onun yolunda gitmekte oldukları, akla hiç sığar mı? Aklı başında olan herkesi hayrete düşürecek durum budur.

    Sözlerimi İncil'e bağlı protestan kiliselerinde yapılacak tesbihatı ve oku­nacak duaları tespit eden özel komisyonun belirlemiş olduğu şu terennümle noktalıyorum:

    Rahman olan Bİr'e ve Kâinatın yaratıcısınadır Teşbihlerimiz.

    Bİzi yaratan Babaya, Bizim için feda olan oğul'a Bize can veren Ruh'a Övgüler sunarız. [114]

    Hıristiyanlarda Fesadın Yayılmasının Nedeni

    77- "Uy Kitııb vhli! Haksiz olmak dininizde taşkınlık etmeyin. Daha önce sapıtan, çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir milletin hevesleri­ne uymayın" de. . .

    78- îsrâiloğuUanndan inkâr edenler, Davud'un ve Meryem oğlu İsa'­nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, baş kaldırmaları ve aşın gitmelerindendi.

    79- Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mâni olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi!

    80- Çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin önlerine sürdüğü ne kötüdür! Allah onlara gazabetmiştir, onlar azabta temel­lidirler.

    81- Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilen Kür'an'a inanmış olsa­lardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu fâsıktır. [115]

    Bazı Kelimeler:

    İfrat ve haddi aşmak.

    (Hevâ kelimesinin çoğulu): Delilsiz ve hüccetsiz olarak şehvetlerin ve kaprislerin ortaya koyduğu gö­rüşler. Lâ'net. Allah'ın rahmetinden kovulmak. [116]

    Açıklama:

    Ey Peygamber! Şu hiristiyanlara de ki: Allah'ı bırakıp da, ne düşmanları­na zarar verebilen, ne de dostlarına fayda dokundurabilen îsâ'ya ve diğer tan­rılara mı tapıyorsunuz? İşte İsa... Düşmanları olan yahudİlere zarar dokun-durabildi mi? Hayır... Aksine, onu öldürüp haça asmaya çalıştılar. Asmak-sa, ölümlerin en aşağılatıcı biçimidir. En şiddetlisidir. Sahibi de lânetli biri olmalıdır. Bu durumlarla karşı karşıya kalan îsâ, kendi nefsi için bir şey ya­pabildi mi? Zararı kendisinden uzaklaştırabildi mi? Düşmanlarının üzerine bir azâb indirebildi mi? Tek yaptığı iş, Allah'a sığınmak ve durumunu O'na havale etmek oldu.

    Hazreti İsâ, kovulan ve işkenceye uğrayan yardımcıları ve yolundan yü­rüyenler için ne yapabildi ki? Onlara bir fayda dokundurabildi mi? Allah'dır ki, O her sesi, hatta kalbierdeki fısıltıları bile işitir. Her şeyi bilir. Tapınılma-ya layık olan, sadece O'dur. Ey Muhammed! Onlara de ki; Ey Kitab ehli! İsa (A.S.) hakkında aşırılıklara sapmayın.

    Yahudiler, onu ve anasını fazlasıyla küçük düşürürler. Hıristiyanlarsa onu ulûhiyet mertebesine yükseltirler, hatta ona taparlar. Mesih ve anası hakkın­da Kur'an'da anlatılan gerçek ve ıhmh görüşü kabul edin. Ey Kitab ehli! Da­ha önce hem kendileri sapmış, hem de başka birçok insanları saptırmış olan bir kavmin heveslerine; onların hiçbir delile dayanmayan, aksine şehvet ve kaprislerinin güdümünde olan görüşlerine uymayın.; Bu hitap, çağdaş Kitab ehlinedir. Cenab-ı Allah onların hem kendilerinin saptıklarını, hem de başka insanlardan birçoklarını saptırdıklarını, orta yoldan ve ılımlı görüşten uzak­laştıklarını açıkladıktan sonra, bunun nedenini de açıklamış ve şöyle buyur­muştur: İsrailoğulianndan küfredenler, Zebur'da Davud'un diliyle, İncil'de de Meryemoğlu İsâ'nm diliyle lanetlenmişlerdi. Bu lanet, onların isyan et­meleri nedeniyle olmuştu. İsrailoğuIIarından cumartesi günü haddi aşan kim­seleri, Davud ve aynı şekilde İsa da lânetlemişti. Bu, sadece isyan ve muhale­fette devam ve ısrar etmeleri nedeniyle olmuştu. Ey çağdaş Kitab ehli! Siz böyle yapmaktan sakının.

    Onların isyankârlıkta ve günah İşlemekte ısrar etmelerinin sebebini Ce-nab-ı Allah şu sözü ile açıklamaktadır: Onlar, birbirlerini, işledikleri günah­tan ve yaptıkları suçlardan alıkoymamayı adet haline getirmişlerdi. Aksine, onların isyankâr ve günahkârları, ellerini tutacak bir kimse görmezlerdi. Za­lim, yaptığı kötülükten dolays kendisini engelleyecek bir kimse İie karşılaş­mazdı. Bu nedenle aralarında anarşi yayıldı. Kötü ahlâk heryeri kapladı. Bunlar ise yok oluşun ve helakin habercisi olan uyarıcılardır. Allah'a andolsun, on­ların yaptıkları ve işledikleri şeyler ne kötüdür. Bir millette pislikler ve hoş olmayan hareketler yaygınlık kazanır da bunları kınayıp protesto edecek kim­seler bulunmaz, bu yapılan rezillikleri herkes görürse; işte o zaman nefisler-deki heybet, kalblerdeki haya duygusu gider. Bu kepazelikler de,insanlar için alışkanlık haline gelir. Doğal olarak, dinin gönüllerdeki egemenliği de orta­dan kalkar. Kötülüklere engel olmak, dini korur ve muhafaza altına alır. İş­lenen kötülüklere aldırmamak, özellikle din adamları ve dindarlar için bîr suçtur. Bu korkunç zamanda, son kertesine varan yaygın haldeki kötülükler. ancak toplumdaki bireylerin el ve güç birliği ederek fesadın kökünü kazıma-larıyla giderilebilir. Ben milletimi, kötülükten alıkoyup iyiliği emretme ruhu ölmüş olan her topluluk için doğal olan bir cezanın, kendilerine de inmesin­den sakındırırım. Bizleri sakındırıp uyarmak amacıyla bu ayetlerin ileri sü-rülmelerindeki neden de bu olsa gerek.

    Ebu Davud ile Tirmizi, Abdullah İbn Mes'ud (R.A.) un şöyle bir riva­yette bulunduğunu aktarırlar: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: îsraiioğullan-na giren ilk noksanlık şuydu: Adamın biri, (günah işlemekte olan) birisine rastladığında ona: ey adam, Allah'tan sakın ve yapmakta olduğun (kötü) işi bırak. Bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün tekrar o adama aynı haldey­ken rastladığında, onun bu durumu, kendisiyle beraber yeyip içmesine ve otur­masına engel olmazdı. Onlar böyle yapınca, Cenab-ı Allah kalblerini birbir-lerinİnkİne vurdu. Sonra Resulullah (s.a.v.) şu ayeti okudu: "İsraüoğulla-nndan küfredenler, Davud'un veMeryem oğlu'İsâ'nm diliyle lanetlendiler..." Bundan sonra da Resulullah (s.a.v.) şöyle dedi: "Hayır, Allah'a andolsun ki sizler mutlaka iyiliği emredecek, kötülükten sakındıracaksınız. Sonra da zalimin elinden tutacak, onu hakka meylettireceksiniz. Ona hakkı zorla ka­bul ettireceksiniz. Ya da (böyle yapmadığınız takdirde Cenab-ı Allah) kaiblelinin birbirİnizinkine vuracak (benzetecek) somu da onlum Iânet ettiği gibi, si/.e de Uuıct edecektir."

    Emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münkerin önemine işaret eden bunun gi­bi daha birçok hadis-i şerif vardır.

    Ne zamana kadar, ey millet? Daha ne zamana kadar dinimizden yüzce-vireceğiz ve daha ne zamana kadar kötülüklerimizden vazgeçmeyeceğiz?

    Kitab ehlinin atalarının durumu işte buydu. Onların Hazreti Peygam­berle çağdaş olanlarına, özellikle yalnıdilerin asr-ı saadette yaşayanlarına ge­lince, bir böiümü Mekke müşrikleriyle dostluk kurar, onlarla.ittifaklar içine girer, onları Hazreti Peygambere karşı birleşik bir cephe haline getirirleri..

    Rivayet olunduğuna göre Kâ'b bin Eşref ve arkadaşları Mekke'ye git­miş, müşriklerden adam toplayarak Resulullah (s.a.v.) a karşı bir ordu oluş­turmak istemişler, fakat bu İsteklerini gercekîeştirememişierdi. Kendileri he­sabına ahiret için hazırladıkları şeyler ne kötüdür. Bunlar, Allah'ın gazabını vacip kılan kötü amellerdir. Allah onlara lanet etmiştir. Ahirette de sonsuza kadar azab halinde olacaklardır.

    Eğer yahudiler, iddia ettikleri gibi Allah'a, Musa Peygambere ve ona in­dirilmiş oian kitaba inanmış olsalardı; Kureyş'ten olsun, diğer kabilelerden olsun, müşrikleri Hazreti Muhammed (s.a.v.) e karşı dost ve müttefik edinr mezlerdi. Ne ki, onların bir çoğu fasıklardır. Dinin sınırları dışına çıkmışlar­dır. Yalancı bir rivayet ve geçici bir çıkar elde etmek isterler.

    Allah bizleri hayırlı işler yapmaya, Kur'an'm ve tertemiz sünnetin dos­doğru yoluna erişmekte başarılı etsin. Şüphesiz ki O, duaları İşitendir. [117]

    Yahudiler, Hıristiyanlar Ve Bunların Mü'minlerle İlişkileri

    82- Ey Muhammedi İnananlara en şiddetli düşman olarak, insanlar­dan yahudileri ve Allah'a eş koşanları bulursun. Onlardan, inananlara sevgi­ce en yakın, "Biz hıristiyanız" diyenleri bulursun. Bu, onların içinde bilgin­ler ve râhibler bulunmasından ve büyüklük taslamamalarındandır.

    83-84- Peygambere indirilen Kur'ân'ı işittiklerinde, gerçeği öğrenme­lerinden gözlerinin yaşla dolarak, "Rabbimiz! İnandık, bizi de şâhidlerden yaz. Rabbimizin bizi iyi milletle birlikte bulundurmasını umarken niçin al-lah'a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?" dediklerini görürsün.

    85- Allah onlara, dediklerine karşılık, temelli kalacakları, altından ır­maklar akan cennetler yerdi. Bu, iyi davrananların mükâfatıdır.

    86- İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, İşte onlar cehennemlikler­dir. [118]

    Bazı Kelimeler:

    Adavet, düşmanlık. Düşmanlık ve dostluk, nefsin iki sıfatıdır ve bunların izleri de kişinin söz ve davranışlarında görülür.

    "Kass" kelimesinin çoğuludur. Kissîs, hıristiyanlann reislerine denir. Ancak bunla­rın, hıristiyanlık dinini ve kitabım bilen bilgin kimseler olmaları şarttır.Ruhban

    "Rahib" kelimesinin çoğulu olup kendini ibadete vere­rek dünya ile İlişkisini kesmiş kimse demektir.Gözlerin yaş­la dolup taşması. Onları ödüllendirdi. [119]

    Nüzul Sebebi:

    İbn Cerir'in tercih ettiği rivayete göre bu ayetler, nitelikleri Kur'an-ı Ke-rim'de anlatılan bir hiristiyan topluluk hakkında nazil olmuştur. Bu topluluğun Habeş'ten veya Nccran'dan olduğu söylenmiştir. Sayılarının ne kadar okluğunu ise ancak Allah ve Resulü bilir. Bu ayetlerin nüzulüyle amaçlanan önemli gayenin ne olduğuna ise, ayetlerin bizzat kendileri işaret etmektedir­ler. [120]

    Daha Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Kur'an-ı Kerim yahudileri ve onların amellerim, hıristiyanlan ve onların inançlarım anlattıktan sonra, burada da onların mü'minlere karşı olan düş­manca ve dostça tutumları İle buna bağlı olarak müşriklerin durumlarını açık­lıyor. [121]

    Açıklama:

    Allah'a andolsun ki, insanlar içinde mü'minlere karşı en şiddetli düş­manlık yapanların, yahudiler olduklarım görürsün. Bu da onların inatçı, in­karcı ve hukuku küçümseyici kimseler olmalarından, Allah'ın insanlara ba­ğışlamış olduğu nimetleri kıskanmalarından, Özellikle din ve ilim adamları­na karşı çekememezlik duyguları beslemelerinden dolayıdır. Bu nedenle on­ların, peygamberleri ve insanlar içinde adaleti emredenleri haksız yere öldür­düklerini görüyoruz. Peygamber (s.a.v.) e karşı, bilinen tavırları takındılar. Onu öldürmeye çabaladılar. Defalarca bu tür girişimlerde bulundular. Onu zehirlediler, büyü yaptılar. Kabileleri ona karşı birleşik bir cephe haline ge­tirdiler. Nifak ve bozgunculuğun kaynağı oldular. Bu, onların her zamanki durumudur. Onlar hile ve hainlikte ustadırlar. Bencilliğe yenilmişlerdir. Madde . sevgisi, kişilik bozukluğu ve amel kötülüğü onları egemenliği altına almıştır. Bu özellikleri bakımından müşrikler ve putperestler de onlara çok benzerler. Bunlar, bu çok özel sıfatlarda ortak bir yapıya sahiptirler. Peygamber (s.a.v.) efendimiz en çok, Medine ve çevresindeki Hicaz yahudilerinden eziyet ve iş­kenceler görmüştür. Bir de arap müşriklerinden, özellikle Mekke'de ve çevre­sindeki müşriklerden en şiddetli eziyetlerle karşılaşmıştır. Eski ve yeni tarih, buna tanıklık eden belgelerle doludur. Bazı durumlarda yahudilerin müslü-manlara yakın olmaları siyasi faktörlerden ötürüdür. Daha ziyade onları bu­na iten, içlerindeki mal sevgisi ve müslümanlann adaletiydi.

    Ey Peygamber! Sana iman edip doğrulayanlara, dostluk bakımından en çok yakınlık gösterenlerin ve en fazla sevgi besleyenlerin, "Biz hıristiyanlarız" diyenler olduklarım göreceksin. Hıristiyanlar, Meryem oğlu Isâ peygambere uyan kimselerdir. Hazreti Isâ, onların gönüllerine incelik ve merhamet to­humları ekmişti. Yahudilere oranla bunlar, her türlü dinsel bağnazlıktan uzak­tırlar.

    "Ona (İsa'ya) uyanların kalblcrinc ince bir duygu ve bîr merhamet koy­duk. İcadettikleri ruhbanlığı, biz onlara yazmamıştık. Yalnız Allah'ın rızası­nı kazanmak için (bu icadı) yaptılar. Sonra da ona hakkıyla uymadılar'[122]

    Hıristiyanlık ilkeleri arasında şu da yer almaktadır: "Bir kimse senin sağ yanağına vurursa, bir daha vurması için ona sol yanağım da çevir." Hıristi­yanların mü'minlere dostluk göstermelerinin neÜenine Kur'an-ı Kerim şu söz­lerle işaret etmektedir: Hıristiyanlarda İnsanlara eğitim veren, ahlâklarını gü­zelleştiren, faziletleri aşılayarak onları terbiye eden, yüce idealleri gönülleri­ne yerleştiren keşişler vardır. Allah'tan korkarak, aynı zamanda mükafatını da ümit ederek ibadet eden rahipler vardır. Onlar, bu amelleriyle insanları zahidliğe, dünyadan el etek çekip uzlete kapanmaya, dünyanın aldatıcı meta-ına aldanmamaya alıştırırlar. Ayrıca onlar büyüklük taslamayan alçakgönüllü kimselerdir.

    Onların Hz. Muhammed (s.a.v.) e indirilen Kur'an'ı işittiklerinde, göz­lerinin yaşla dolup taştığını ve göz yaşlarının her taraftan fışkırdığını görür­sün. Hz. Muhammed (s.a.v.) e indirilenin gerçek olduğunu bildikleri için göz­leri yaşarın Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.) e indirilen kitap, yanlarındaki kitabi doğrulamakta, onların nezdinde belirtilen niteliğe uymaktadır. İçlerin­de yerleşip kök salmış olan inat ve azgınlık onları bundan alıkoymamakta­dır.

    Onların halleri işte budur. Sözlerine gelince, derler ki: Rabbimiz, sana ve peygamberlerine, özellikle Muhammed (s.a.v.) e iman ettik. Bizi, kıya­met gününde nebi ve resuller için tanıklık yapacak olan kimselerle yaz. o ta-nıkîar, Muhammed (s.a.v.) in ümmetidir. "Ey müslümanlar! Böylece sizi aşı­rılıklardan uzak ve seçkin bir ümmet yaptık ki, bütün insanlar üzerine ada­let örneği tanıklar olasınız. Peygamber de size tanık olsun."[123] Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a İman etmemizi engelleyen ne vardır? Kitabı­mız İncil'de müjdelenen şu peygamberin dili ile bize gelen gerçeğe uymaktan bizi saptıracak ne vardır? Bu resul, hakkın ruhudur. Rabbimizden bizleri, ne­fislerini ıslah ettikleri, ruhlarını da doğru inançlarla ve yüce ideallerle arın­dırdıkları kavmin, Muhammed ümmetinin zümresine katmasını umuyoruz. Yani hüccet belli olduktan ve gidilmesi gereken yol açıklandıktan sonra Al­lah'a ve Resulüne inanmamızı engelleyecek bir şey kalmamıştır. Bizler, Mu­hammed (s.a.v.) in ashabından olan seçkin ve iyi kimselerin saflarına katıl­mak istiyoruz.

    Allah onları, dilleriyle ifade ettikleri, kalblerinde yerleşmiş şu inançla­rından ve imanla sükûn bulan nefisleri dolayısıyla ödüllendirdi. Onlara ödül olarak gölgesi ve yiyecekleri sürekli olan, altlarından ırmaklar akan cennet­ler verdi. İşte bu, Allah'tan sakınanların sonudur. Küfredenlerin sonlanise ateştir. İşte bunlar, l-lz. İsa'nın gerçek tulimatlanna bakan, hür ve dürüst tıı-risf iyanlardır. Bunlar o talimatların sırrına ulaşmış, inceliklerini keşfetmiş­lerdir. Allah onlara doğru yolu gösteren bir akıl ve hür bir düşünce nasib et­miştir. Kendilerine dinsel bağnazlıktan uzak, hoş ve temiz bir ruh ihsan edil­miştir. Bunlar, şu ilkeyi benimsemişlerdir: "Hikmet, mü'minin yitiğidir. Hangi kaptan çıkarsa onu alır."

    Hıristiyanların bağnazlık denizinde boğulan, düşünüp tefekkür etmeyen çoğunluğuna gelince; bunlar derler ki: Biz, atalarımızı bir din üzerinde ya da hakkı tanıyan kimseler olarak bulduk. Böyle dedikten sonra da haktan yüz çevirirler: "Kendilerine Kitap verdiklerimiz, Hz. Peygamberi, öz oğulla­rını tanıdıkları gibi tanırlar."[124]

    Evet, bunlar ve benzeri kimseler hakkında Cenab-ı Allah şöyle buyur­muştur: Küfredenler, Peygamberimizin doğruluğuna işaret eden ayetlerimizi yalanlayanlar, İçinden hiç çıkmamacasına, sonsuza kadar cehennemde kala­caklardır.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    MAİDE SURESİ Empty Geri: MAİDE SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 22, 2010 5:33 am

    Dinde Zorluk Çıkarmak

    87- 'Ey İnananlar! Allah'ın size helâl ettiği temiz şeyleri haram kılma­yın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşın gidenleri sevmez.

    88- Allah'ın size verdiği nzıktan temiz ve helâl olarak yiyin. İnandığı­nız Allah'tan sakının. [126]

    Bazı Kelimeler:

    "Tayyib" kelimesinin çoğulu olup nefsin hoşlandığı ve kalbin eğilim duyduğu şey.Sizin için çizilmiş olan sınırı aşmayın.Maddî ve manevî olarak iğrenmeden... [127]

    Nüzül Sebebi:

    Rivayet olunduğuna göre Resulullah (s.a.v.) bir gün sahabifcrine kıya­meti tasvir etmiş, onları uyarıp korkutma konusunda fazlaca söz söylemişti. Bunun üzerine, orada bulunan bir gurup sahabi meclisten ayrılarak Osman bin Ma'zun'un evinde toplanmışlardı. AH bin Ebi Talip, İbn Mes'ud, Mik-dad bin Esved, Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim ve Kudame de bu sahabiler ara-sındaydilar. Bunlar aralarında sürekli olarak oruç tutmayı, gecelerini ibadet­le geçirmeyi, yatakta uyamamayı, et yememeyi, kadınlara yaklaşmamayı, dün­yadan vaz geçmeyi, rahip elbisesi giymeyi kararlaştırdılar. Bu karar üzerinde birleştiler ve teslislerini burmak istediler. Bunu öğrenen Resulullah (s.a.v.). kendilerine şunları söyledi: "Ben bununla emrolunmadım. Doğrusu, nefsi­nizin sizin üzerinizde hakkı vardır. Oruç tutun, geceleyin ibadet edin (ama bununla birlikte) oruç tutmadığınız günler de bulunsun. Uyuyun, doğrusu ben geceleyin ibadet ettiğim gibi, uyurum da. Oruç tuttuğum gibi oruca ara verdiğim de olur. Et yerim. Kadınlara da yanaşırım. Her kim benim sünne­timden yüz çevirirse, o benden değildir." Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i ke­rime nazil oldu.

    Ibn Mes'ud (R.A.) den rivayet: Adamın biri, "Ben yatağı kendime ha­ram kıldım" dedi. İbn Mes'ud (R.A.) ona bu âyeti okudu ve "Yatağında uyu. Yeminin için de keffaret öde" dedi. Hıristiyanların ruhbanlıkla vasıflandırıl-malan, bazan bunun hayırlı olduğunu ifade edebilir. Bu ayet, bu konuda kesin ve adil hükmü veriyor. [128]

    Açıklama:

    Ey iman edenler! Size hoş, temiz ve lezzetli olarak bahşedilen helâl şeyle­ri kendinize haram kılmayın. Nefsinizin leziz bulduğu ve kalbinizin meyletti­ği hoş ve temiz şeylerden, haram sayarak nefsinizi alıkoymayın. Ya da size helâl ve mubah olan şeyleri şu veya bu şekilde, "Kendimize haram ettik" de­meyin. Evet, ibadet ve Allah'a yaklaşmak amacıyla böyle yapmayın. Çünkü Allah bu yaptıklarınızdan razı olmaz; aksine bunu yasaklar. ' 'Ey iman eden­ler! Size nzık olarak verdiklerimizin hoş ve temiz olanlarından yeyin. Eğer ona kulluk ediyorsanız Allah'a şükredin. "Allah'ın size helâl kıldığı şeylerin sınırını aşıp da haram olan şeylerin içine girmeyin. Pis ve murdar olan şeyler size haram kılındı. İsraf da, cimrilik de size haramdır. Cenab-ı Allah sizleri, ifrat ve tefriti olmayan orta bir ümmet yaptı. "Yeyiniz, İçiniz; israf etmeyin. Şüphesiz ki Allah, israf edenleri sevmez."[129]Allah'ın size nzık olarak verdi­ği şeyleri; içinde faiz, rüşvet ve haramlik olmaması durumunda yeyin. Faiz, rüşvet ve haram olan şeyler günahtır, fasiklıktır. Bu sûrenin baş tarafında geçen on tane asli haram şey ile, uzun süre bekleme, kokuşup değişikliğe uğra­ma gibi sonradan ortaya çıkan bazı sebepler dolayısıyla haram olan şeyler gibi, iğrenç olmayan hoş ve temiz şeyleri yeyin. Şüphesiz ki Allah, şer'İn hu­dudunu aşan mütecavizleri sevmez. Şu da var ki, ayette geçen "yeme" söz­cüğüyle yeme ve içmeyi kapsayan, yararlanma anlamı kastedilmektedir.

    Yiyecek, içecek ve giyecekler konusunda Alfah'-tan sakının. Yaptığınızın iyi bir iş olduğun sanarak helâli haram, haramı da helâl kılmayın. Bu, Allah ve Resulünün razı olmadığı 'dinde zorluk çıkarma" ahmaklığıdır. Keza, ni­metten yararlanma konusunda israf etmeyin. Midesinin iştihasını ve tenasül organının şehvetini en büyük amaç edinenler, şeytanın kardeşleri olan israf-çılardır. Malî gücünden üstünde harcamada ve infakta bulunan, borç edip iküsadlı davranmayan kimse savurgandır. Allah kendisine bol rızık verdiği halde nefsine karşı cimrilik yapan kimse, kınanmış ve yerilmiş mütecavizler­dendir.

    Bu ayet-i kerimeye bakan bir kimsenin, İslâm dininin ruh ve beden ara­sındaki dengeyi sağlamaya büyük önem verdiğini anlaması mümkündür.

    "Doğrusu bu din sağlam ve dayanıklıdır. Onda, nfk ve yumuşaklıkla derinlere varın." "Bineğini hızla koşturup helak eden ne bir mesafe katede-bildi, ne de geride bir binek bıraktı."

    İşte böylece biz adaletli ve orta bir ümmet kılındık. İşlerin en hayırlısı, aşırılıklardan uzak olanıdır. Şunu da kaydedelim ki, hoş ve temiz şeyleri ha­ram kılmak, nefse azap çektirmek, vücuda acı vermek, eski Hindliler ile Yu­nanlılardan kalma bir ibadet şeklidir. Kitab ehli, özellikle hıristiyanlar bu yön­den HindlİIerle Yunanlıları taklit etmişlerdir. Hayatını inceleyenler bilirler ki, Resulullah (s.a.v.) ne bulursa yerdi. Bazen davar, kuş ve tavuk eti gibi güzel ve iyi yiyecekler yer, bazen de arpa ekmeğiyle tuz veya zeytinyağı, ya da sirke gibi yiyeceklerle yetinirdi. Hz. Muhammed (s.a.v.) hem zenginler için, hem de yoksullar için bir örnekti. Sahabilerle halifelerin arasında zenginler bu­lunduğu gibi, yoksullar da vardı. Herkes, ne israf eder, ne de kısar, malî gü­cüne göre harcamada bulunurdu. "Eli geniş (zengin) olan, genişliğine göre nafaka versin. Rızkı dar olan da, Allah'ın kendisine verdiğinden harcasm."[130]

    Yeminler Ve Keffaretleri


    89- Allah size rasgele yeminlerinizden dolayı değil, bile bile ettiğiniz yeminlerden ötürü hesap sorar. Yeminin keffâreti, ailenize yedirdiğinizin or­talamasından on düşkünü yedirmek yahut giydirmek ya da bir köle azad et­mektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yeminlerinizin keffâreti budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allah size böylece âyetlerini açıklıyor. [131]

    Bazı Kelimeler:

    Lağv Yemini. Yemin kastı olmadan edilen yemindir.Bilerek ve pekiştirerek ettiğiniz yeminler. Keffa-ret. Örtmek manasına gelen küfr kökündendir. Keffaret bazı günahları Örten ve perdeleyen bir takım davranışlardır.Ne kısarak, ne de israf ede­rek orta derecede ve miktardaki yiyecek,Köle azâd etmek. [132]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    İbn Cerir, İbn Abbas (R.A.) m şöyle dediğini rivayet eder: "Ey imân eden­ler! Allah'ın sizin İçin helâl kıldığı şeylerin hoş ve temiz olanlarını kendinize haram kılmayın" ayet-i kerimesi, kadınlara yaklaşmayı ve et yemeyi kendile­rine haram kılan bîr kavim hakkında nazil oldu. Bunlar: "Ey Allah'ın resulü! Ettiğimiz yeminleri ne yapacağız?" diye sorduklarında Cenab-ı Allah bu ayeti indirdi. [133]

    Açıklama:

    Allah sizleri, şer'î bir hükümle ilgili olmayan ysminlerinizdeki lağv do­layısıyla sorguya çekmez. Buna örnek olarak "vallahi", "hayır vallahi" gibi yemin kastı olmaksızın, sadece sözü pekiştirmek için söylenen sözleri göste­rebiliriz. Bunlardan dolayı kişi sorumlu, tutulmaz. Bu, Şafiî'nin görüşüdür. Mücahid'e göre lağv yemini, kişinin kendi zannma dayanarak, bu iş böyledir veya değildir, diye yemin cini esi, ama o İşin gerçekle kendi zannettiği gİbİ ol­mamasıdır. Ebû Hanîfc de aynı görüştedir. Ama ayette geçen ve "bile biic" şeklinde tercüme ettiğimiz, kelimesi Şafiî'nin görüşünü desteklemektedir.

    Ama Cenab-ı Allah, kasıtlı olarak ve üzerine basa basa ettiğiniz yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Tabii Allah'ın adıyla veya sıfatlarından bîri ile ettiğiniz bu yeminleri bozduğunuz veya yalan yere bu şekilde yemin ettiği­niz takdirde sizi sorumlu tutar. Allah adı veya sıfatları dışındaki kelimeler ile edilen yeminler yemin değildir. Resulullah (s.a.v.), Hz. Ömer (R.A.) in kendi babası üzerine yemin ettiğini duyduğunda şöyle buyurdu: "Bir kimse yemin edecek olursa, Allah adına yemin etsin, ya da sussun!'

    Peygamber veya veli gibi, Allah'dan başka bir varlık üzerine edilen ye­minler, yemin değildir. Bu gibi şeyler üzerine yemin etmek haramdır. Vacib bir iş için edilen yemini bozmak ise haramdır.

    Mendub veya mubah bir iş için yemin edilirse, yemini tutmak mendub, bozmak mekruh olur. Haram bir işi yapmak için yemin edilirse yemini boz­mak vacip olur ve keffaret vermek gerekir. Sahih bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her kim yemin eder de yemini bozmayı hayırlı görürse, hayırlı olanı yapsın (yeminini bozsun) veyemini(ni bozduğu) için keffaret öde-, sin."

    Yemini bozma halinde verilecek keffaret: îsrafa veya cimriliğe kaçmak-sızın, normal şartlarda ailenize yedirdiğiniz yiyeceğin ortalamasından on düş­küne yemek vermektir. Yahut her yoksula; orta fiyatta bir fistan, gömlek, pan­tolon veya takiyedir. Ya da mü'min veya mü'min olmayan bir köle azad et­mektir. Keffaretle yükümlü olan kimse, bu üç çeşitten herhangi birini ver­mekte sebsesttir. Fakat bunları bulamaz, fakire yemek veremez veya fakiri gi-yindiremez, bir kölede azad edemezse, üç gün oruç tutması gerekir. Bu üç günlük orucu, sahih görüşe göre peşpeşe tutmak gerekir. Alimler, ailesinin bir gün ve bir gecelik yiyeceğinden fazla yiyecek maddesine sahip olan kim­senin, keffaret için yemek vermeye güc yetirebilir sayılacağım söylemişlerdir. Eğer bu kadarım veremeyecek durumdaysa, ödeyebilecek duruma gelinceye kadar bu hak onun zimmetinde kalıp yerleşir.

    Şer'î biçimde yemin edip te yemininizi bozduğunuz takdirde, yeminini­zin keffareti işte budur. Yeminlerinizi tutun. Basit sebepler dolayısıyla yemin­lerinizi bozmayın. Onları, heveslerinizi tatmin etmek için hedef haline getir­meyin. Bozduğunuz takdirde, keffaret vererek onu koruyun. Yemin ettiğiniz takdirde* üzerine yemin ettiğiniz şeyi unutmayın. Bir zorunluluk karşısında kalmadığınız sürece yemininizi bozmayın. Yalan yere edilen yemine uymak-tansa onu bozmak daha faziletli olur. İşte bu sadra şifa açıklama ile Cenab-ı Allah size ayetlerini ve hükümlerini açıklıyor. Böylece de sizi nimetlerine ehil kimseler yapmak ve şükrünü yapmaya hazırlamak ister. Onun şanı yücedir.

    Kendisi ile bir müslümuııın Iıukkıııın zayi olduğu veya kendisi İle hile, aldatma veya hainliğin kasdedildiği "ycmİn-i ğamusa" gelince, bu yemin için ne köle azad etme, ne sadaka verme, ne de oruç tutma şeklinde keffaret veri­lebilir. Aksine bu yeminden dolayı hak sahihlerine haklarım vermenin yam-sıra tevbe edip Allah'a dönmek gerekir.

    Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Bir kimse fadrane bir halde ye­min ederde bu yemini sebebiyle bir müslümanm malını keser (haksız yere yer) ise, Allah'ın huzurunda O'nun gazabına uğramış bir durumda çıkar'' Bu ha­disi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Cenab-ı Allah'da şöyle buyurmuştur : "teminlerinizi, aranızı bozan bir vesile edinmeyin, sonra sağlam basmış ayak kayar ve Allah'ın yolunda engel olduğunuz için dünyada fena azab tadarsı­nız; ahirette de büyük bir azaba uğrarsmız.[134]

    İçki Kumar Ve Bunların Tehlikesi


    90- Ey inananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.

    91- Şeytan, şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bunlar­dan vazgeçersiniz değil mi?

    92- Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin, karşı gelmekten çeki­nin; eğer yüz çevirirseniz biiin ki, peygamberimize düşen sadece açıkça tebliğ etmektir.

    93- İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, —sakınırlar, inanırlar, yararlı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp inanırlar ve sonra İsyandan sakınıp iyi­lik yaparlarsa— daha önceki tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yok­tur. Allah İyi davrananları sever. [135]

    Bazı Kelimeler:

    Hamr, sarhoş edici her türlü içki. Sözlükte, oklarla oynanan kumar anlamına gelir. Sonraları bu kelime, her türlü kumar için kul­lanılmıştır.Cahiliyet devrinde Kabe'nin etrafında dikili bulunan ve yanlarında kurbanların kesildiği taşlar, Ok şeklinde tahta çıtalar. Cahiliyet dönemi insanları bu çıtalarla kısmet falı açarlardı. Mad­deten ve manen iğrenç olan şey.Yiyecek veya içerek bir şeyi tad-mak. [136]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Cenab-ı Allah, insanlara rızık olarak verilen hoş ve temiz şeyleri kendile­rine haram kılmayı yasakladıktan ve ne savurganlığa, ne de kısıntıya kaçmak-sızin helal ve temiz şeyleri yemelerini emrettikten sonra da, insanlar, içki ve kuman iyi ve temiz şeyler olarak görmekte devam ettiler. İşte bu ayetlerde Kur'an-ı Kerim, içki ve kumarın hakikatini açıklamayı uygun gördü.

    Rivayete göre Hz. Ömer (R.A.): "Allahım, içki hakkında bize sadra şifa bir açıklamada bulun" diye dua edermiş. Bakara suresinin içkinden söz eden 219. ayeti nazil olunca, aynı duasına devam etmiş. Nisa suresinin 43. ayeti nazil olunca yine duasına devam etmiş. Mâide suresinin tefsirini yapmakta olduğumuz bu ayetleri nazil olup da: "Artık vazgeçersiniz değil mi?" kısmı­nı işitince: "Vazgeçtik, vazgeçtik," demiştir. Bu ayetler, içki hakkındaki ke­sin ve net hükmü getirmişlerdir.

    Riveyete göre Hz. Ömer (R.A.) ayet-i kerimede içki ve kumar ile dikili taşlar ve fal oklarının bir arada söylenildiklerini İşitince; defol, uzak ol, de-: misti. Bunun üzerine artık müslümanlar da içkiyi terketmiş ve evlerindeki içkileri sokaklara dökmüşlerdi. İbn Abbas (R.A.) in şöyle dediği rivayet edi­lir: İçkiyi haram kılan ayet, Ensar'dan İki kabile hakkında nazil oldu. Bun­lar içki içip sarhoş olmuşlar, sonra da birbirlerine girmişlerdi. Ayıldikların-da, yüzlerinde ve çenelerindeki yara izlerini gören her biri "demek bunu ba­na falan kardeşim yaptı ha! Eğer bana mehramet etseydi, bunu bana yapmazdı" dedi. Böylece aralarında düşmanlık meydana geldi. Bunun üzeiiik- t'cııab-ı Allah, "İçki, kunııır, dikili tıışkır......' ayetini inzal buyurdu.

    Bazı kimseler: "İçkinin pis bir şey olduğu söyleniyor, ama Hamza (R.A.) Uhud savaşında şehid düştüğünde midesinde İçki vardı. Falan ve falanca adam­lar da Bedir savaşında şehid düştüklerinde, midelerinde içki vardı." dediler. Bu sözler üzerine Cenab-i Allah şu ayeti indirdi: "İman edip salih amel işle­yenler... ilh,"

    Şöyle bir soru akla gelebilir: İçki, niçin aşamalı bir şekilde haram kılın­dı? Bildiğim kadarıyla bundaki üstün hikmet şudur: Arapların alışkanlık haline getirdikieri sürekli içki içme hastalığına karşı en etkili ilâç, belki de onu aşa­malı bir şekilde haram kılmaktı. Eğer içki bir defada haram kılmsaydı, bu, insanların tümüyle dinden uzaklaşıp nefret etmelerine neden olabilirdi. [137]

    Açıklama:

    Allah ve Resulüne İman eden ey mü'minler! Bilin ki, bu mü'minlik vas­fı, üzerinize, Allah'ın emrine uymanızı ve şer'in sınırlarına riayet etmenizi zo­runlu kılmaktadır. Ve yine bilin ki, îçki, —bu, aklı perdeleyip örten ve sar­hoş kıian şeydir— şeytan işi pisliklerdendir. Şeytan, sizin en sert düşmanınız-dır. O, sırf kötülük İçin çalışır ve insanı helak için kötülükleri ona güzel gösterir.

    Bir gün Hz. Ömer, Resulullah (s.a.v.) in minberine hutbe okurken şöy­le demişti: "İçkinin haram kılındığım bildiren ayet nazil olduğu zaman içki; üzüm, hurma, bal buğday ve arpa olmak üzere beş şeyden yapılırdı. îçki, ak­lı perdeleyen şeydir!' Bu sözler içkinin ne olduğunu ve neden yapıldığım açık bir şekilde açıklıyor. Hz. Ömer (R.A.), bu hutbesini Medine'de, sahabilerin görüp işittikleri bîr yerde okuyor. O sahabiler ki arap dili ve edebiyatını çok iyi biliyorladı. İnsanlar içinde Kur'an dilini en iyi bilenler onlardı. Böyleyken hiç biri, Hz. Ömer'in sözlerini reddetmiyor ve her ne şekilde olursa olsun, ken­disinden bu konuda bir açıklama da istemiyorlardı. Resulullah (s.a.v.) in şu hadisini de unutmamak gerekir: "Sarhoş edici her şey hamr (içki)dir. Her hamr da haramdır." Aklı kaybettirici, sağlığı yok edici her şey, —isimleri de­ğişik de olsa hamrdır (içkidir). Gerçek bu şekilde ortaya çıkınca: "Hamr, sa­dece üzümden yapılan şeye denir. Üzümden başka maddelerden yapılanlara hamr denmez" diyenlerin görüşleri tümden dayanaksız kalıyor.

    Eski zamanda yapılan nebiz, hurma veya kuru üzümün, tatlılaşmcaya kadar suda bırakılması ve tatlılaşan suyun içilmesinden ibaretti. Bu, ferman­tasyona uğramadığı ve içeni de sarhoş etmediği takdirde helâl bir içecektir. Mısır'da yapılan ve hoşaf denen içecek de buna çok benzer. Ama zamanı­mızda içilen nebiz; sarhoş edici olduğundan içkidir ve haramdır." Bakara su­resinin 219. ayetinde, buradaki açıklamalarımızı tamamlayıcı bilgiler vardır.

    İçki, kumar, Kabe'nin etrafında dikili duran taşlar, —cahiliye devri in­sanları bunları ulularlardı— fal okları —o zamanın insanları bu oklarla kısmet falı açarlardı—, şeytan İşi pisliklerdir. Bundan daha beter ve berbat olan bir pislik mi vardır? İçki ve kumar, maddeten ve manen iğrenç olan şeylerdir. Bunlar, şeytanın işi ve sanatıdır. Bu pisliklerden uzak durun; bunlara bulaş-mışsanız, hemen terkedİn. Bu kötü şeyle aranıza mesafe koyun. Böyle yapar­sanız, umulur ki kurtuluşa erersiniz. Nefislerinizi arındırma ve bedeninizin sağlığını koruma görevinizi de ancak böylelikle başarabilirsiniz. Çünkü içki ve kumar; dinî, sosyal ve ekonomik hastalıkların en tehlikelilerindendir. Bunlar, sosyal birer tehlikedirler; çünkü içki içmeniz ve kumar oynamanız dolayısıy­la şeytan, aranıza kin ve düşmanlık koymak ister. Böylelikle de birlik ve be­raberliğinizi bozar, benliğinizi yıkar. Oysa İslâm dini, gerçekten birbirinizlc kardeş olmanızı, birlik ve dayanışma içinde bulunmanızı, aranızdaki çekiş­me ve anlaşmazlık nedenlerini ortadan kaldırmayı ister. İslâm'ın buna tut­kun olduğuna ilişkin çok sayıda açık-seçik belge ve tanıklar vardır. Bunda bir gariplik yoktur. İçki, bilinçli ve düşünen aklı giderir; onu perdeler. Oysa örf ve dinin kurallarını İdrâk eden, akıldır. Bizleri kötülükten ve kötülüğün içine düşmekten koruyan odur. Akıl ortadan kalkınca insan, şehvetleri ve hay-vânî tabiatıyla ortaya çıkar. Alçakça ve iğrenççe davranışlarda bulunur! Ku­mar ve onun sonucu olan, çalışmadan ve ticaret yapmadan meydana gelen kazanç ve zarar, oyuncuların kalbinde kin ve düşmanlık ateşini alevlendirir.

    Kumar dolayısıyla kişiliğin kaybolması, gençliğin yok olup gitmesi, sağ­lığın heba olması ve oyuncunun rezalet furyasına dalması bir gerçektir. Bunu akıl inkâr etmez. Bunu kanıtlamak için bir nassa da ihtiyaç yoktur.

    Kumarın malî zararlarına gelince, bu konuda ağzına ne gelirse serbestçe söyle.. Gece veya gündüz, kırmızı ya da yeşil çuhalı masalar üzerinde oyna­nan kumar ile nice evler yıkılır, nice servetler har vurulup harman savrulur.

    Kumarın dinî yöndeki zararlarına gelince, bunun ne kadar korkunç ol­duğunu bilir misin? İçki ve kumar, İnsanı kalbleri cilalayıp arındıran ve gö­nülleri temizleyip doğru yola erdiren zikr-İ ilâhiden alıkoyan İçki ve kumar insanı, dînin direği olan namazdan uzaklaştırır. Sarhoşun aklı ve kalbi yok­tur. Hal böyle olunca o, namaza ve hayra ulaşmanın yolunu nasıl bulabilir? Kumarbaz, saatlerce oyun başında oturur. "Hatta gecesini gündüzüne katar. Çevresinde olup bitenleri fark etmez. Kendi varlığını bile hissetmez. O, artık evini, ailesini, çoluk çocuğunu unutmuştur. Zamanını oyun kâğıtları arasın­da tüketir, ama evinde ateş yanmaktadır. Diğer insanlarla birlik olup kendi ailesine yardıma koşamaz. Böyle bir adam, namazı nasıl düşünebilir? Namaz kılsa bile, ruhsuz ve kalbsiz olarak kılar.

    Ey iman sıfatıyla nitelenip iman zinetiyle süslenen siz müslümanlar! Bu parlak ve aydınlatıcı açıklamadan sonra, içki ve kumardan vazgeçtiniz, değil mi? İçki ve kumardan vazgeçme konusundaki bu emir, gerçekten edebî bir üslûpla gelmiştir. Bu emri, Kur'an'ın belagat sırlarına vakıf olan kimseler an­layabilirler.

    Bu kötü nitelikler, içki ve kumara nasıl ait olmasınlar ki? Cenab-ı Al­lah, insanları bu iki pislikten nefret ettirmiş; bunların haramliklarım çeşitli yollarla pekiştirmiştir. Bunların en önemli olanları şunlardır:

    İçki ve kuman, şeytan işi pislikler olarak adlandırmıştır. "İçki, bütün kötülüklerin anasıdır." Şeytan işi pisliklerin, sadece bu İkisi olduğunu bildir­miştir. Bunları, putlar ve fal oklarıyla bir arada anmıştır. Sen de bilirsin ki, putlarla fal okları, şirk amellerinden ve putperestlik hurafelerİndendir. "îçki içmeyi alışkanlık haline getiren kimse, putperest kimse gibidir." Yüce Allah, dünya ve ahiret kurtuluşunu, içki ve kumardan uzak durma koşuluna bağla­mıştır. Bu ikisinin, kin ve düşmanlık ateşini alevlendiren sebepler olduklarını bildirmiştir. İçki ve kumar, insanı, Allah'ı anmaktan alikoyarlar.. Oysa yüce Allah şöyle buyuruyor: "Haberiniz olsun! Ancak Allah'ı anmakla kalbler sükûn ve huzur bulur”[138]

    İçki ve kuman kesin olarak yasaklayan ayet,' 'Artık vaz geçersiniz, değil mi?" cümlesiyle son bulmaktadır. Bu sözdeki beyan ve belagat, müslüman-lan bu İki pislikten tam ve kesin olarak vazgeçirici niteliktedir.

    Sİze emrettiği şeylerde Allah'a itaat edin. Size açıkladığı şeylerde Resu-lullah'a itaat edin. Emre aykırı davranmanın acıklı sonundan ve başınıza ge­tireceği kayıp ve pişmanlıktan sakının. "Onun (Allah'ın) emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitne isabet etmesinden veya acıklı bir azap dokun­masından sakınsınlar?' Artık bundan sonra da Allah'ın emrine uymaktan yüz çevirirseniz,, sadece kendinizi kınayın ve bilin ki, bizim elçimize düşen, sade­ce tebliğ etmektir. Hesaba çekip cezalandırmak ise bizim işimizdir. "Öyle bir gündfır kî, kimse kimseye sahib olamaz (fayda veremez.) Emir ve hüküm, o gün yalnız Allah'ındır!'[139]

    İçkinin haram kılınmasından önce Ölen kimse, içki içtiğinden dolayı so-rumîu tutulmaz. Zira ortada genePbir hüküm vardır. Hz. Hamza ve onun gibi iman edip salih amel işleyen, içkinin haram kılınmasından önce şehid olan kimseler, Allah'a karşı gelmekten sakınıp kendileri hayattayken emredi­len namaz, oruç ve diğer salih amelleri işlemiş, kendilerine haram kılman şey­lerden uzak durmuş, bu haramlar ve diğer konularda nazil olan ilâhi hükümlere imân etmiş, sonra yine takva ve ihsan üzere kalmakta devam ederek salih amel­ler işlemiş iseler, haram kılınmazdan önce tadmış oldukları içkiden dolayı günahkâr olmazlar. Amellerini sağlam ve ihlâslı olarak işleyen iyi kimseleri Allah sever.

    İçki ile tedavi:

    Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "O (içki) deva değil, aksine derttir."

    "Cenab-ı Allah ümmetimin şifâsını, ona haram kıldığı şeye koymamıştır!'

    Bu konuda büyük bir doktorla konuştum. Bana dedi ki: "İlâcı sadece içki olan bir hastalık yoklur" Şu halde Peygamber (s.a.v.) in: "O (İçki) demir" anlamındaki sözünü tıbbın görüşü de desteklemektedir. Zira her yıl içki, sa­yılamayacak kadar çok insanın ölümüne yol açmakta ve birçok hastalıkların meydana gelmesine sebebiyet vermektedir. İçki ile tedavi olmak, şeytanî bir . hiledir. Bu hile sayesinde içki, İnsan nefsini egemenliği altına alır. Bu yolla da içki İçmek, vazgeçilmesi çok zok bir adet haline gelir.

    İçki içene had olarak kırk değnek vurmak, hüküm gereğidir. Bazıları sek­sen değnek vurmak gerektiğini söylemişlerdir. Rivayet olunduğuna göre Pey­gamber (s.a.v.) efendimiz, içki içene, kırk değnek vurmuştur. Hz. Efaû Bekir (R.A.) de onun gibi yapmıştır. Hz. Ömer (R.A.) halife olunca, bu konuda sahabilere danıştı. Abdurrahman (R.A.) dedi ki: "Hadlerin en hafifi seksen değnektir." Ömer (R.A.) de içki içenlere had olarak artık seksen değnek vu­rulmasını emretti. Reye göre bu ceza, kırk değnekten az, seksen değnekten fazla olamaz.

    Mal üzerine oynanan bütün oyunlar kumar gibidir. Satranç, tavla ve di­ğer oyunlara gelince, bunlar eğer insanlar arasında düşmanlıklara yol açmakta, menfaate mukabil oynanmakta, onları Allah'ı anmaktan ve namaz kılmak­tan alıkoymaktaysa, kumar gibidirler. Eğer bu gibi durumlara neden olmaz­larsa, mutlak surette mekruh olurlar.

    Malî veya bedenî bir zarara veya sosyal yahut dinî bir tehlikeye yol açan esrar ve afyon gibi maddeler de İçki (hamr) hükmündedirler. [140]

    İhramlıyken Avlanmak Ve Bunun Cezası

    94- Ey İnananlar! Gıyabında kendisinden, kimin korktuğunu ortaya koymak için, (ihrâmlıyken) elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şey­le Allah and olsun ki sizi dener. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici azâb vardır.

    95- Ey İnananlar! İhramh iken avı öldürmeyin. Sizden bîle bile onu öldürene, ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden iki âdil kim­senin hükmedeceği, Kabe'ye ulaşacak bir kurbanı ödeme, yahut düşkünlere yemek yedirme şeklinde keffâfet ya da yaptığının ağırlığını tatmak üzere bun­lara denk oruç tutma vardır. Allah geçmiştekiler! affetmiştir, kim tekrar ya­parsa Allah ondan Öc alır. Allah Güçlü'dür, öcalıcı'dır.

    96- Deniz avı ye onu yemek size de, yolculara da, geçimlik olarak he­lâl kılınmıştır. İhramh bulunduğunuz sürece kara avı size haram kılınmıştır. Huzuruna toplanacağınız Allah'tan sakının. [141]

    Bazı Kelimeler:

    Size, sizi sınayan bir kimsenin davranışıyla davranacaktır. Elinizin uzanacağı bir yerde bulunur. Hacc veya Umre ihramında bulunur, ya da Harem bölgesinde bulunurken. Adi. Ona denk. İşinin ağır sonucu.

    "Seyyar" kelimesinin çoğulu olup yolcu demektir. [142]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Cenab-ı Allah, rızkın hela! ve teiniz olanlarını yememizi helâl kılmış, an­cak hamr (içki) ve benzeri şeyleri bu helâllıktan istisna etmiştir. Bu ayette de, ihrâmlıyken avlanmayı bu istisnaya katmış; ihrâmlıyken avlanmanın cezası­nı açıklamıştır. [143]

    Açıklama:

    Ey Allah ve Resulüne inanan mü'minler! Cenab-ı Allah sizleri, avın ba-zısıyla deneyecek ve size, sizi sınava çeken bir kimsenin muamelesiyle mua­mele edecektir. Sîzi denediği av da, deniz avı değil, kara avıdır. Cenab-ı Allah bu hayvanları, elinizin ve mızrağınızın kolayca uzanabileceği kadar yakı­nınıza göndermekle sizi dener. Hem de nasıl deneme? Avlanılan hayvanın eti lezzetlidir. Yolculuk halinde onu avlamak insanın hoşuna gider. Bu hayvan­ların çokluğu ve sakınmaması da buna eklenirse, bu çok zorlu bir imtihan olur. Cenab-ı Allah bu sınavı, ğayıpta iken kendisinden korkan ile, münafık­lar gibi sadece insanlar önünde kendisinden korkanları ayırdetmek, ortaya çıkarmak amacıyla yapmıştır. Münafıklar insanlardan çekinirler, ama kendi­leriyle birlikte bulunduğu halde Allah'tan çekinmezler. Allah her şeyi bilir. Ama O sizi temizlemek ve arındırmak ister. Emirlerine uymanız suretiyle, üze­rinize olan nimetini tamamlamak ister.

    Bu açıklamadan sonra sizden her kim haddi aşarsa, onun için dünya ve ahirette şiddetli bir azap vardır. Ey iman sıfatıyla nitelenip Resulullah'ı tas­dik eden ve Kur'an'a İnananlar! Kara hayvanlarım öldürmeyin. Bu yasak, ön­ceki ayette anılan imtihandır. Hac veya Umre ihramındayken, ya da ihramlı olmasanız bile, harem-i şerif bölgesindeyken avı öldürmeyin. Bu yasak, hac-cı ve hac şiarlarını ta'zim etmek, hac mekânına ve heybetine saygı göstermek içindir. Çünkü orası hem insanlar, hem de kuşlar için emniyetli bir uğrak ye­ri ve sığmaktır.

    Bu hüküm, Mekke haremine özgüdür. Medine haremine gelince, orada da bir kimsenin tıpkı Mekke hareminde olduğu gibi avlanması ve ağaç kes­mesi caiz olmaz. Bunları yaparsa günahkâr olur. Ancak Malikî ve Şafiî mez­hebine göre, bunun bir cezası yoktur. Sahih hadiste geldiğine göre Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allahım; İbrahim, Mekke'yi haram (say­gın) kıldı. Onun Mekke'yi haram kılışı gibi ben de Medine'yi haram kıldım. Otlan kopanlmaz. Ağacı kesilmez, avı ürkütülmez,"

    Sizden her kim kasıtlı olarak av hayvanını öldürürse; o hayvanın —eğer misli varsa— şekil ve suret bakımından dengi olan bir hayvanı ceza olarak vermesi, misli bulunmuyorsa onun kıymetini vermesi gerekir. Öncelikle de­ğerinin verilmesi gerektiğini söyleyenler de olmuştur. Şunu bil ki; avlarda ken­disinden dolayı ceza verilmesi gereken iki şey vardır: Dört ayaklı hayvanlar ve kuşlar. Avlanan dört ayaklı hayvanlar için, yaratılış ve suret bakımından benzeri bir hayvanı ceza olarak vermek gerekir. Meselâ deve kuşunu avlayan ihramlının bir deve vermesi; yabanî eşeği avlayan ihramlığm sığır vermesi, geyik avlayan ihramlının koyun veya keçi vermesi, gerekir.

    Bununla ilgili örnekler fıkıh kitaplarında fazlasıyla bulunmaktadır. Ku­şu avlayan kimsenin, ceza olarak avladığı kuşun kıymetini Ödemesi gerekir. Ancak Mekke güvercini bu hükümden istisna edilmiştir. Mekke güvercinini avlayan kimsenin, selef ulemasının hükmüne uyarak koyun veya keçi verme­si gerekir. Cabir (R.A.), Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet et­miştir: "İhramlının sırtlan avlaması durumunda bir koç, geyik avlaması du­rumunda bir koyun, tavşan avlaması durumunda bir yaşma varmamış dişi bir keçi vermesi gerekir."

    Ayet-i kerîme; İhramhmn, avı bile bile öldürmesi durumunda cezalandı­rılacağını ifade etmiştir. Sünnet-i Nebevi, yanlışlıkla öldürmenin de aynı hük-1 me tabi olacağını bildirmiştir. Said bin Cübeyr'in, ayetin dış görünüşüne da­yanarak: "Yanlışlıkla öldürme durumunda ceza gerekmeyeceği kanısındayım" dediği rivayet olunur. Kendi kitabının anlamını en iyi bilen, AHah'dir.

    Ayet-i kerimenin, avlanmasını yasakladığı hayvan, eti yenen vahşi hay­vanlardır. Şu halde sözüm.ona ehli eşeği avlamaktan, eti yenen yırtıcı hay­vanları, haşereleri; delice kuşu, akrep, fare, azgın köpek gibi hayvanları avla­maktan dolayı avcıya ceza gerekmez. İmam Mâlik, kurt, aslan ve kaplanı da köpek hükmüne tabi kılmıştır.

    Sizden her kim av hayvanını kasıtlı olarak öldürürse, öldürdüğünün ben­zeri bir hayvanı ceza olarak verecektir. Buna da içinizden âdil ve bilgili iki mü'min kişi hükmedecektir. Bilgili iki adil kimsenin bu konuda hüküm ver­mesi gerektiğini söyledik. Çünkü avlanılan hayvan ile, karşılığında ceza ola­rak verilecek hayvanın benzer olup olmadıklarım tespit etmek, zamanımız­da çoğu kimsenin yapamayacağı bir iştir. Çünkü gönümüzde birçok yeni türde ve cinste hayvan tanımaya başladık. Benzeri bulunmayan hayvanların avlan­ması durumunda, bunların kıymetlerinin ödenmesine hükmolunur. Öldürü­len hayvanın benzeri bir hayvanın, Kabe'ye ulaştırılıp orada kesilmesi ve ha­remdeki düşkün kimselere dağıtılması gerekir. Evet, avı Öldüren kimsenin, öldürdüğü hayvana denk bir hayvanı ceza olarak vermesi veya keffaret öde­mesi gerekir. Bu da şöyle olur: Öldürdüğü hayvanın değerini, yiyecek mad­desi olarak belirler. Bu yiyecek maddesini de, her birine bir müdd (832 Gr.) olmak üzere düşkünlere dağıtır. Ya da her müdde karşılık bir gün oruç tutar.

    Ebû Hanîfe'ye göre, öldürülen hayvanın benzen bulunsa da, bulunma­sa da, öncelikle hayvanın değeri takdir edilir. Ayet-i kerime, bunu yapmaya engel değildir. İbn Cerir, İbn Abbas'in şöyle dediğini rivayet eder: İhramlı kişi bir av hayvanını öldürürse, o hayvandan dolayı ceza ödemesi gerekir. Geyik veya benzeri bir hayvan öldürürse, Mekke'de kesilmek üzere bir koyun ver­mesi gerekir. Bunu bulamazsa, altı düşküne yemek yedirmeli, bunu da bula­mazsa, üç gün oruç tutmalıdır.

    Bu cazayı vacib kıldık ki, suçlu, İşlediği kötü fiilinin ve işinin sonucu oian cezayı tatsın. Çünkü o, ihramın saygınlığım çiğnemiştir. Bu âyetin nü­zulünden önce işlenen suçları ve günahları Allah affetmiştir.

    Artık bundan sonra kim de geri dönüp bu suçu işlerse, Cenab-ı Allah ahirette ondan en şiddetli intikamı alacaktır. Allah hiçbir isyancı ve günah­kâr tarafından yenilmeyen, güçlü intikam sahibidir.

    Ey müslümanlar! Canlı olsun, ölü olsun, deniz kıyısına vurmuş olsun veya yüz üstü dönmüş olsun veyahut suyu çekilmiş olsun deniz avı size helâl kılındı. Denizin ölü hayvanları helâldir. Suyu da temizleyicidir. Allah, onu size ve yolculara geçimlik olarak helâl kıldı. Yerleşik olanlarınız denizin taze avını yesin. Yolculukta olanınız da yanında bulundurduğu balığı yesin (yiye­bilir), îhramlı olduğunuz sürece karadaki vahşi hayvanları ve kuşları avla­mak size haram kılındı. Ama başkasının avladığını yemeniz helâldir. Siz, ih-ramlı değilken avladıklarınızı da yiyebilirsiniz. Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurmuşlar: "Siz (ihramhyken) avlamadığınız veya sizin için avlanılmadığı tak­dirde, (başkası tarafından avlanılmış olan) kara avı size helâldir!' Huzuruna varıp toplanacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının. [144]

    Beyt-İ Haram, Şehr-İ Haram Ve Bunların Şerefli Mertebeleri

    97- Allah, hürmetli ev Kabe'yi, hürmetli ay'ı, kurban'ı, boynu tasmalı kurbanlıkları İnsanların faydası için ortaya koydu. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah'ın şüphesiz her şeyi Bilen olduğunu bilme­niz İçindir. [145]

    Bazı Kelimeler:

    Kıldı. Bunu yaratma veya yasama anlamında tefsir etmek müm­kündür.

    Kâ'be. Kare şeklindeki ev; veya yüksek ev. Bu isim, İbra­him ve ismail (A.S.)'ın Mekke'de kurmuş oldukları kutsal ev için kullanılan özel bir isim olmuştur. İnsanların işlerinin kendisiyle görüldüğü ve durumlarının düzeldiği şey. [146]

    Önceki Âyetlerle İlişki:


    Râzi der ki: Cenab-ı Allah, bundan önceki âyette ihramh kimselerin av­lanmalarını yasakladı. Böyle olunca da kuşlar ve vahşi hayvanlar, hem kendi canlarından, hem de yavrularının canlarından yana güvenlik içinde oldular. Bu ayette ise haremin insanlar için güvenlik nedeni; dünya ve ahirette iyiliği ve mutluluğu elde etme vesilesi olduğu ifade edilmiştir. [147]

    Açıklama:

    Cenab-ı Allah Kabe'yi, o saygıdeğer (haram) evi insanlar için hayat ve güven kaynağı kıldı. Orada otururlar .ve orası kendilerine iyilikler getirir, çe-şitli-ürünleri onlara rızık olarak verir. İnsanların kalbleri orayı arzular. Ora­ya eğilimli olur. Böylece de oradaki insanların işleri yoluna girer, durumları düzelir. Aynı şekilde hac ve umre için oraya gidenler de orada hayır, mutlu­luk, rahat ve sükûn bulurlar. Bütün bunlar, İbrahim'in duasının kabulü do­layısıyla olmaktadır: "Ey Rabbîmiz! Ben, evlâdımdan bir kısmını senin mu­kaddes olan evinin (Kabe'nin) yanında, ekin bitmez bir vadide yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Namazı gereği üzere kılsınlar diye... Artık insanlardan bir kıs­mının kalblerİni onlara meylettir. Şükretmeleri için de o belde halkım bazı meyvalarla rızıklandır."[148]

    Cenab-ı Allah Kabe'yi, insanlar için dini işlerinde bir düzen kıldı. Kabe, oniarın ahlâkını süsler, nefislerini temizler. Kabe, dinimizin rükünlerinden biri olan hac İbadetinin yerine getirildiği yer değil midir? Zengin, büyük ve Üder konumundaki herkes, en uzak yollardan koşarak oraya gelmiyorlar mı? Orada dini işlerini araştırıp bu konuda bilgi sahibi oluyorlar. Gönüllerini güç­lendiriyorlar. Kalbî derinliklerinde İslâmiyet yenileniyor. Aralarındaki bağ­lar kuvvetleniyor. "Mü'minler ancak kardeştirler."

    Cenab-ı Allah haram aylan (hac aylarını) da aynı şekilde İnsanlar için bir düzen kıldı. Bu mevsimde, gerek cahiliyet devrinde ve gerekse İslâmiyet devrinde insanlar o kutsal topraklarda güvenlik içinde toplanırlardı. Canla­rını, mallarını ve ticaretlerini güvenlik içinde bulurlardı. Silahlar bir yana bı­rakılır, nefisler yatışır, fitneler durulur, savaşın alevli ateşi sönüp küllenirdi. Ey okuyucu, Kabe'nin insanlar için bir düzen ve güven kaynağı olduğu ko­nusunda sen de benimle aynı düşüncede değil misin?" "Görmediler mi, çev­relerinde insanlar kapıl(ıp öldürülür veya esir edil)irken biz (kendi şehirleri Mekke'yi), güvenli dokunulmaz bir bölge yaptık."[149]

    Kurban ve boynu bağlı kurbanlıklar da, insanlar için bir hayat ve düzen oldu. Kim ki kurbanları Allah'a takdim ederse, onun dini düzen bulur, gü­nahları örtülür, nefsi temizlenir, maiı arınır; malını nefsine karşı güven için­de hisseder. Mal, onu alacak kimsenin yanında hayat kıvamıdır.

    Bilmeüsiniz ki bütün bunlar, Allah'ın kendi bildiği hikmetlerine dayalı­dırlar. Bunlar, ancak gökleri, yeri ve her şeyi bilen yüce bir varlıktan meyda­na gelirler. Hacc ibadetine bakan bir kimse, onu, İslâm'ı ayakta tutan en güçlü sütunlardan biri olarak görür. Batılılar, haccın ne demek olduğunu bilirler. Onun, müslümanlarm gönlünü ne kadar etkilediğini; müslümanlar arasın­daki bağlan ne kadar güçlendirdiğini, dini ruhu ne derecede temizleyip arın­dırdığını da bilirler. [150]

    İmrendirme Ve Ürkütme:

    98- Allah'ın azabının şiddetli olduğunu ve Allah'ın bağışlayan, mer­hamet eden olduğunu bilin.

    99- Peygamberin görevi sâdece tebliğ etmektir. Allah, sizin açıkladık­larınızı da gizlediklerinizi de bilir.

    100- Ey Muhammedi De ki: "Helâl ile haram, haram şeylerin çoklu­ğundan hoşlansan bile, eşit değildir?' Ey akıl sahihleri, Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz. [151]

    Bazı Kelimeler:


    Habis ve Tayyib.

    Helâl ve haram, iyi ve kötü, murdar ve temiz. Akıllar. [152]

    Açıklama:

    Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilendir. Kullan üstünde kahredici güce sahiptir. Rahman ve rahimdir. Bütün bu sıfatlarının gereği olarak. O, bizleri boşuna yaratmamış, bizleri ba-Şi boş bırakmamıştır. Aksine, isyankârı cezalandırması ve İtaat edeni ödül­lendirmesi gerekir. Bilin ki Allah, gerçekten azabı şiddetli olan, hesabı çabuk görendir.. Elbette isyancı, azgın, taşkın ve zorbalara karşı böyledir. İtaatkâr kullarına merhamet eder, kötülükleri bağışlar. Bilmeden kötü amel işleyen, sonra da tevbe edip neftini düzeltenlere merhamet eder. İtaatkâr olarak ya­şayan, nefsini asla kötü amellerle kirletmeyenlere gelince, rızây-ı ilâhî bunla­ra mübarek olsun!

    Hal böyle olunca bilin ki, peygamberin görevi sadece tebliğdir. Hesaba çekmek yalnızca Allah'a ait bir iştir. Dönüş yalnızca O'nadır. O, sizin açıklathklanmzı da, gizlediklerinizi de bilir. Gizliyi de, gizlinin gizlisini de, gaybı da, görüleni de bilir.

    Allah'a karşı gelmekten sakının. O'nun hesaba çekmesine karşı tedbirli olun. Ey Peygamber, onlara de ki: Murdarla temiz, haramla helâl bir olmaz. İyi ile kötü, hiç eşit olur mu? Nasıl eşit olsunlar ki?

    "Yoksa biz, iman edip de saîih ameller işHyenleri, o yeryüzündeki müf-sidler (müşrikler) gibi yapar mıyız? Yahut Allah*dan korkan takva sahihleri­ni kâfirler gibi yapar mıyız? "[153]

    "Yoksa o kötülükleri işleyen kimseler, kendilerini, inanıp iyi ameller iş­li yenler gibi yapacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri onlarla bir olar cak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar!"[154]

    De ki: Murdar olan asîlerin ve kâfirlerin çokluğu, temiz olan iyilerin ve müslümanların azlığı yanında hoşuna gitse de, murdarla temiz asla bir olamaz

    "Sayımız az olduğu için

    Bizi ayıplıyorsun. Ona dedim ki: Baksana, İyi kimseler azdır."

    Ey akıl sahipleri, Allah'a karşı gelmekten sakının. O'nu anın. Zira O'nu ancak sağlam akıl sahipleri anarlar. Akıl sahibi kimseler; yorulup meşakkat çekseler de gerçekten faydalı olan şeylerle, dünyada kendilerine süslü püslü görünen helak edici, zararlı şeyler arasında ayırım yapabilecek başarılı ve doğru hükümler verirler. [155]

    Zararlı Soru

    101- Ey İnananlar! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sor­mayın. Kur'ân indirilirken onları sorarsanız size açıklanır, (ama üzülürsünüz). Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah Bağışlayan'dir, Halîm'dİr.

    102- Sizden önce bir millet onları sormuştu, sonra da onları inkâr et­mişlerdi. [156]

    Nüzul Sebebi:

    Müslim, Ebû Hureyre (R.A.) in şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah (s.a.v.), bize hitapta bulunarak şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Allah sizehac-cı farz'kıldı,. Haccedin." Adamın biri: "Her yıl mı, Allah'ın Resulü?" diye sordu. Adam bu sorusunu üç defa tekrarlaymcaya kadar, Resulullah (s.a.v.) sustu ve sonrada şöyle dedi: "Eğer evet deseydim (her yıl haccetmeniz) vacib olurdu. Vacib olsaydı, siz yapamayacaktınız (her yıl haccedemeyecektİniz.)" Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. [157]

    Açıklama:

    Allah ve Resulüne İnanan ey mü'minier! Size rahmet ve şefkat edildiği için örtülü olarak bırakılan dinî işleri ve incelikleri sormayın.

    Bazı kimseler, âyetin şu anlama geldiğini söylemişlerdir: insanların sizi ilgilendirmeyen durumları hakkında fazla soru sormayın. Bu da tıpkı, "Te­cessüs etmeyin" ayeti gibidir. Yoksa ayet-i kerime, mutlak olarak dinî mese­leleri sormayı yasaklamamaktadır. Aksine İslâmiyeti, iddet hükümleri, içki hükümleri ve diğer konulardaki hükümleri açıklığa kavuşturmak için soru sormalarını, insanlar için bir hak olarak tanımıştır. Bu gibi konularda soru sormanın hiçbir sakıncası yoktur. Yalnız sakıncalı olan husus; amelde zor­laştırma ve sorumlulukları artırıcı türden sorulardır. Çünkü bu, ihmalkârlı­ğa, hatta bazan dinden çıkmaya yol açar. Nitekim geçmiş ümmetlerde de böyle olmuştur.

    Yanında duranlardan biri, Peygamber (s.a.v.) e; babasının kim olduğu­nu, haccın her yıl yapılıp yapılmayacağım ve bunlara benzer insanlara zor­luk ve sıkıntı getirici, onları yokuşa sürücü sorulan sormuştu.

    Bu dikenli meselelerin dışında kalan ve helâllik, ya da haramlığm bildi­rilmesine, ya da hakkında yeni bir hüküm verilmesine şiddetle ihtiyaç duyu­lan bir konuyu sorarsanız, bu sorunuza cevap verilir. Bu, sizin için hayırlıdır. Şu halde ayet-i kerime, sorulmasına ihtiyaç duyulmayan, cevaplanması du­rumunda insanlara daha fazla sıkıntı ve külfet getirecek olan soruların so­rulmasını yasaklamaktadır.

    Denildi ki: Allah'ın affettiği ve açıklanması halinde hoşunuza gitmeye­cek olan soruları sormayın. Şu halde Sa'Iebe el Huşen'in rivayet ettiği hadis gündeme gelmektedir. Sa'lebe, Resulullah (s.a.v.) m şöyle buyurduğunu söy­ledi: "Allah, bazı şeyleri farz kılmıştır; onları kaybetmeyin. Bazı şeyleri ha­ram kılmıştır; onları hiçe saymayın. Bazı sınırlar koymuştur; onları aşmayın. Unutmaksızın (bile bile) bazı şeylerde susmuştur; o şeyleri(n peşine düşüpde araştırmayın."

    Sizden önce bir kavim, bunlara benzer sorular sormuştu da, kendilerine cevap verilip bazı şeyler üzerlerine farz kılınınca, o farzları inkâr ettiler ve: "Bu, Allah katından değildir" dediler, Salih Peygamberin kavmi ve Musa (A.S.) nın buzağı'yı problem eden kavmi sizden çok uzak değildir. Ey akıl sahible-ri, ibret alm, işi zorlaştırmaym ki, Allah da size zorluk çıkarmasın. Din, ko­laylıktır. Kim dini zorlaştınrsa, din ona galip olur. Ihmh olun ve yaklaştırın. [158]

    Cahiliyet Devri Sapıklığından Bir Örnek

    103- Allah, kulağı çentilen, salıverilen, erkek dişi İkizler doğuran, on defa yavrulamasından ötürü yük vurulmayan hayvanların adanmasını em-retmenıiştir; fakat inkâr edenler Allah'a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akletmezler.

    104- Onlara, "Gelin Allah'ın indirdiği Kitâb'a ve peygambere uyun" dendiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler? [159]

    Bazı Kelimeler:

    Bahire. Cahiliye araplarına göre deve beş kez doğurur, be­şincisi dişi oiursa, kulağı çentilip serbest bırakılırdı. Bahire denilen bu devenin sütü putlara tahsis edilirdi. Sütünü hiç kimse sağamazdı.

    Şaibe, ilahlara bırakılan dişi deve. Bu deve, dilediği her tarafta otlanır; üzerine yük vurulmaz, yünü kırkılmaz, misafirden başka hiç bir kimse sütünü alamazdı,

    Vasile. Kardeşine ulaşan ko­yun veya devedir. Cahiliyet döneminde araplar, erkek yavru doğuran koyun­larım İlâhlarına takdim ederlerdi. Dişi yavru doğurduğunda bu yavruyu ken­dileri yerlerdi. Erkek ve dişi yavru doğurursa, kardeşine kavuştu derler ve erkek yavruyu yemez, yalnızca ilâhlarına takdim ederlerdi. Bu Vasile hayvanını başka şekilde tefsir edenler de olmuştur.

    Hâmî. Belinden on yavru doğan damızlık hayvandır. Araplar böyle bir hayvan için, "Hama Zahrehü" yani, "sırtını korudu" derlerdi. Böyle hayvana yük vurulmaz, is­tediği yerden su içer, İstediği meradan otlanırdı. İbn Cerir'in tahricine göre Ebu Hureyre (R.A.) şöyle bir rivayette bulunmuştur: Resulullah (s.a.v.) in Eksem bin el Cevn'e şöyle dediğini İşittim: "Amr bin Luhayy bin Kam'a bin Handef'i, ateşte (Cehennemde) bağırsaklarını sürüklemekteyken gördüm. Sana ondan daha çok benzeyen birini, ona da senden daha çok benzeyen birini görmedim!' Eksem dedi ki: "Ya Resulullah! Onun benzerliğinin bana zarar vreraesinden korkarım." Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Hayır... Şüphesiz sen mü'minsin, o kâfirdir. Doğrusu İsmail'in dinini ilk olarak değiştiren odur. Çünkü Bahire'yi engelleyen, Sâibe'yi salıveren, Hâmi'yi koruyan odur,!'[160]

    Açıklama:

    Ey müslümanlar! Cenab-ı Allah İslâm dininde Bahira'yı engellemeyi, Sa-ibe'yİ salıvermeyi, Vasile'yi putlara takdim etmeyi, Hami'yi korumayı meşru kılmamış, böyle şeyleri emretmemiştir. Cahiliyet insanlarının yaptıkları şey­ler, reddedilmiştir; onların bu yaptıkları işler makbul değildir. Ama kâfirler bu işleri yaparlarken Allah'a iftira ederler. Derler ki: Böyle yapmamızı bize emreden Allah'dır. Eğer Allah dileseydi; ne biz, ne de atalarımız Allah'a or­tak koşmazdık. O'nun buyruğu olmadan bir şeyi haram kılmazdık! "De ki: Sizin yanınızda ilimden bir şey var mıdır ki, onu bize çıkarasmız? Siz, sadece zanna ve nefislerin sevdasına tabi oluyorsunuz."

    Sahih hadiste de anlatıldığı gibi bu kötü adeti ortaya ilk koyan kimse, Amr bin Luhayy bin Kam'a bin Handef'tir. Ama onların çoğunun aklı er­mez. Kendilerine: "Ey sapıklar! Kur'an'm nuruna, Resulullah'm doğru yo­luna gelin, akıllarınızı hakem edin, Akıllarınızın üzerinde duran Allah'ın ayet­lerine karşı körlük perdesini çıkarıp atın" denildiğinde gurur, cehalet, beyin­sizlik ve ahmaklıklarından dolayı: "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter. En sağlam teşri kaynağı, atalarımızda1" derler. Ataları hiçbir şey bil-meseler ve hayır yoluna girmeseler bile bunlar atalarına mı uyacaklar, onlar yüzünden sahih dini terkedecekler mi? Bunu yadırgamamak gerekir. Çünkü onlar kin, düşmanlık, savaş, saldın, içki, çocukları diri diri toprağa gömme, fuhuş ve kötülükleri işleme ortamı içinde yaşamışlardır! Bundan daha bü­yük bir cahillik, bundan daha kötü bir sapıklık düşünülebilir mi? [161]

    İyiliği Emredip Kötülükten Sakındırma

    105- Ey İnananlar! Siz kendinize bakın; doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir. [162]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Cenab-ı Allah, şirk ehlinin sapıklığını, inadını ve atalarına uyma konu­sundaki yanlış düşüncelerini açıkladıktan sonra, mü'minlerin yükünü hafif­letti. Güzel amellerle nefislerini olgunlaştırmalarını emretti. Bundan öte bir sorumluluk altında tutulmayacaklarını da kendilerine bildirdi. [163]

    Açıklama:

    Ey inananlar! Siz kendinize bakın. Nefsinizi ilim ve amelle olgunlaşti-rın, onu Kur'an ve sünnet doğrultusunda düzeltin ve sizi Allah'a yaklaştıra­cak işler yapmaya bakın ki, ahirette peygamberler, şehidler ve salih kimseler­le beraber haşrolünasmız. Bunlar ne güzel arkadaştırlar! Siz doğru yolda ol­duğunuz sürece sapıtanlar size zarar veremezler. Evet, üzerinize düşen görev­lerinizi yerine getirdikten, iyiliği emredip kötülükten sakındırdıktan sonra bu sapıklar size zarar veremezler. Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: "Hiç bir gü­nahkâr d&lbaşkasmm günahını taşımaz."[164]

    Sonra dönüş Allah'adır. O, herkese yaptıklarının karşılığını verecektir. İyilik- yapmışlarsa iyilik, kötülük işlemişlerse kötülük göreceklerdir.

    îbn Kesir, Hz. Ebû Bekir (R.A.) in şöyle dediğini rivayet eder: "Ey in­sanlar, sizler "kendinize bakın..." anlamındaki ayeti okuyorsunuz, ama onun asıl anlamını anlamıyorsunuz. Ben Resulullah (s.a.v.) in şöyle dediğini işit­tim: "Doğrusu insanlar kötülüğü gördüklerinde onu değiştirmezlerse, Cenab-ı Allah'ın onlara genel bir azâb vermesi yakın olur." Ebu İsa et-Tirmizi der ki: Said bin Yaküb... Ebu Ümeyye eş-Şa'banî'den nakletti ki, o şöyle demiş: Ben Ebu Sa'lebe'ye gidip şu ayet hakkında ne yapıyorsunuz? dedim. O, hangi ayet?

    dedi. Ben, Allah’u Teala'nın: "Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olursanız, sapıtmış olanlar size zarar veremez" ayeti dedim. O, Allah'a andolsun ki, sen bu konuda bilgisi olan birine sordun, dedi ve şöyle devam etti: Ben, bu ayeti Resulullah'a sorduğumda buyurdu ki: "Aksine, birbirinize iyiliği emredin ve kötülüklerden birbirinizi uzaklaştırın. Eğer kendisine uyu­lan bir cimrilik, peşinden gidilen bir heves, tercih edilen bir dünya ve herke­sin kendi görüşünü beğendiği bir zamanda bulunursan sen özellikle kendi nef­sine bak ve halkı bırak. Çünkü sizin arkanızda öyle günler olacak ki, bu gün­lerde sabreden, avucunda kor tutan adama benzeyecek. O günlerde amel iş­leyenin karşılığı, sizin ameliniz gibi amel eden elli kişinin karşılığına denk ola­caktır. İbn Ömer'e ait bir rivayette denilir ki: Bu ayetin tevili, Peygamber (s.a.v.) in zamamyla ilgili değil, fakat ondan sonraki yüzyıllarla ilgilidir.

    Said bin Müseyyeb'in şöyle dediği rivayet edilir: İyiliği emredip kötülükten sakındırdığınızda, siz doğru yolda bulunduktan sonra, sapitanlar size bir za­rar veremezler. Kısaca selef bilginleri görüş birliği halinde şöyle demişlerdir: Müslüman kişi, amelle kendi nefsini olgunlaştınr. İyiliği emredip kötülükten sakındırmakla da başkasının nefsini olgunlaştınr. Bu, farz olan bir görevdir. Ancak zaman bozulur, insanlar da, kendisine öğüt veren kişiyi onu yok ede­cek derecede kötülük edecek kadar bozulurlarsa, bu farziyyet ortadan kal­kar.

    Doğrusunu Allah bilir ya, kanımca yüce Allah iyiliği emredip kötülük­ten sakındırmak amacıyla topluluğa hitab ediyor: "İçinizden, insanları hay­ra çağıracak bir topluluk bulunsun."[165]

    Buradaysa, "Siz doğru yolda bulunduktan sonra sapıtanlar size zarar vermez" diyor. Bu topluluk bir tek ümmet olarak dinine sarıldığı, hayra ça­ğırdığı, iyiliği emredip kötülükten sakındırdığı sürece sapıtanlar kendilerine zarar veremez. Günün birinde iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevi ortadan kalkarsa, -—Allah'a harridolsun bugüne kadar böyle bir şey olmamış ve inşaallah olmayacaktır—, gerçekten ferdi Öğüt çok zordur. Ama birçok salih kimselerle desteklenip akord edilen toplu nasihat biricik düzeltme' yoludur. İslâm davetçilerinin ve Kur'an isteklilerinin bir araya gelmesinden daha ha­yırlı bir şey düşünülebilir mi? Bildiğimiz kadarıyla hayır bundadır. Müslü­manların bakışları da buraya yönelmektedir. [166]

    Ölüm Anında Vasıyyet Üzerinde Tanıklık Ve Bununla İlgili Hükümler

    106- Ey İnananlar! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet ederken ipi­nizden iki âdil kimseyi; şayet yolculukta olup başınıza da ölüm musibeti gel­mişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, —şüpheleniyorsanız, "Akraba bile olsa yeminle, hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın şâhidliğini gizlemeyeceğiz, yoksa şüphesiz günahkârlardan oluruz" diye yemin eden— sizden olmayan iki kişiyi şâhid tutun.

    107- Eğer hu şâhidierin günah İşlemiş oldukları ortaya çıkarsa, Ölene daha yakın hak sahibi diğer iki kişi bunların yerine geçer ve "Bizim şâhİdli-ğimiz, İkisininkinden de daha doğrudur biz aşırı gitmedik, yoksa şüphesiz zulmedenlerden oluruz" diye Allah'a yemin ederler.

    108- Bu, şâhidliği gerektiği gibi yapmalarını veya yeminlerinden sonra yeminlerin kabul edilmemesinden korkmalarını daha iyi sağlar. Allah'tan sa­kının, dinleyin, Allah fâsik kimselere yol göstermez. [167]

    Bazı Kelimeler:

    Şehadet, tanıklık. Göz ve kalble yapılan gözlem sonu­cunda meydana geîen bilgiden ortaya çıkan söz.Yere vur­duğunuzda, yani yolculuğa çıktığınızda. Yolculuk, "yere vurma" sözüyle ifade edilmiştir.

    Zira yolcu, yolda giderken ayaklarım yere vurur. Onları alıkoyarsmız.İkrarlarının doğruluğundan şüphe eder­seniz.Vebale hak kazandıkları ortaya çıkarsa... [168]

    Nüzul Sebebi:


    Temim Darî ve Adiy bin Bedâ, hıristiyan dinine mensup iki kişiydi ve cahiliyet devrinde ticaret yapmak için Mekke'ye gelirler, orada uzun süre ka­lırlardı. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye hicret ettikten sonra bunlar da artık Medine'ye gelmeye ve orada ticaret yapmaya başladılar. Amr bin As'ın azat­lısı Büdeyl Medine'ye ticarete geldi. O da bu iki kişiyle barebar ticaret için Şam'a doğru yola çıktı. Yoldayken Büdeyl rahatsızlandı. Vasiyetini eliyle yazdı. Bu vasiyetini eşyalarının içine koyup sakladı. Arkadaşlarına, eşyalarını aile­sine ulaştırmalarını vasiyet etti. Ölünce açtıkları eşyaları içinde vasiyet yazı­sını ve diğer bazı şeyleri buldular. Yalnız bîr şeyini kaybetmişlerdi. Eşyalarını ailesine teslim ettiklerinde, ailesi, kaybolan şeyi kendilerinden İstedi. Onlar şöyle dediler: "Bize teslim ettiği ve bizim de teslim aldığımız ona ait eşyalar bunlardan ibarettir." Ailesi de, "kendi eliyle yazmış olduğu yazıya göre bir eşyasu kayıptır ve yazı da işte ortadadır" dedi. Aralarındaki anlaşmazlıktan dolayı yargılanmak üzere Resulullah (s.a.v.) a başvurdular. Bu arada, yuka­rıdaki ayet nazil oldu. Resulullah (s.a.v.), o iki kişinin ikindi namazından sonra: "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederiz ki bu eşyalar­dan başka bir şey teslim almadık ve hiçbir şeyi gizlemedik" diye yemin etme­lerini emretti. Sonra Allah, ne kadar beklemelerini murâd ettiyse o kadar bek­lediler. Bir süre geçince, BüdeyPin altın suyuyla nakışlanmış gümüş kabı onların yanında bulundu. Büdeyl'in'ailesi bu kabın Büdeyl'e ait olduğunu söyleyince onlar: "Evet, öyledir. Ama biz bunu kendisinden satın aldık. An­cak yemin ederken bunu söylemeyi unuttuk, sonra da kendimizi yalanlamak istemedik'' dediler ve tekrar yargılanmak üzere Resululîah'a başvurdular. Bu­nun üzerine 107. ayet-i kerime nazil oldu. Resulullah (S.A.V,) da Büdeyl'in Hilesinden iki adama, Temim, ile Adiy'nin Büdeyl'e ait kabı sakladıklarını ve kabın kendilerinin malı olduğuna ilişkin yemin etmelerini emretti.

    Daha sonra Temim müslüman oldu Resulullah (s.a.v.) a biat etmiş ve:

    Allah ve Resulü doğru söylediler. Büdeyl'in kcıbmı ben ve arkadaşım gizle­miştik, demiş. [169]

    Açıklama:

    Ey imân ederler! Bifin ki, Cenab-ı Allah vasiyetçi üzerine şehadetle ilgili hükmünü size haber vermiştir: Bir kimse yolculuktayken ölüm musibetiyîe karşılaşırsa, sizce adil olan iki kimsenin yanında vasiyette bulunur. Bu nite­likte İki kişi bulamazsa, zorunluluk dolayısıyla sizden başka (kâfir veya ak­rabanız olmayan iki yabancı müslüman) kişinin karşısında vasiyette bulunur. Evet bu nitelikteki iki kişinin huzurunda vasiyette bulunur, malını onlara teslim eder, onlar da bu malı ölen kimsenin mirasçılarına götürürler. Ama mirasçı­lar bu iki tanığın doğruluğundan şüphe etmez ve güvenilir kimseler oldukla­rı için yemin ettirmeksizin onların sözünü kabul ederlerse herhangi bir sorun yoktur. Ama mirasçılar, bu iki tanığın durumundan kuşkulanır, hıyanette bu­lunduklarını savunurlarsa, onları hapsedin. Hallerinden emin olun. İkindi namazını kilıncaya kadar onları bekletin. Nitekim Peygamber (s.a.v.), Te­mim ve arkadaşına böyle yapmıştı. Zira davalarda hüküm verme vakti, ikin­di sonrasıdir. Yeminin yer, zaman ve kalıbına iyi bak. Bu iki tanık, yalan söy­lemediklerine, tanıklıklarının gerçek olduğuna, tanıklığı gizlemediklerine İlişkin yemin ederler. "Kendisi lehine yemin edilen kişi yakınımız da olsa, Allah adma yapmış olduğumuz yemini, geçici dünyanın basit çıkarları ile değiştirmeyiz. Eğer tanıklığı gizler veya. değiştirirsek, dünya ve ahirette ilâhî azabı hak et­miş- olan günahkârlardan oluruz" şeklînde yemin ederler. Büdeyl ile ilgili kıs­sada olduğu gibi, bundan sonra bu iki tanığın yalan ve hıyanetleri dolayısıy­la vebal içine düştükleri anlaşılırsa, bu durumda mirasçılara yemin teklif edilir. önceki tanıkların yerine ölünün mirasını hakcden velilerinden iki kişi tanık­lık makamına geçip Allah adına yemin ederek şöyle derler: "Yemin ve şeha-detimiz, Ölen kişinin vasiyeti sırasında yanında hazır bulunan o iki kişinin yemininden daha doğrudur. Asılsız bir suçlamayla.onlara haksızlık etmiyo­ruz. Eğer böyle bir şey yaptığımız ortaya çıkar, hakka tecavüzde bulunur, ya­lan yere yemin edersek, Allah'ın gazab ve cezasıyla karşı karşıya bırakmış*ol-makla kendi nefsine zulmedenlerden olmuş oluruz.”

    Koymuş olduğumuz bu sistem, tanıkların, hiçbir saptırma ve değişiklik yapmadan tanıklıkta bulunabilmelerinin en yakın yoludur. Böylece tanıklar, kendi yeminlerinden sonra yeminlerinin, ölenin mirasçıları tarafından redde­dilmesinden korkarlar. Çünkü mirasçıların reddetmesiyle yeminleri geçersiz ' olur. Şu halde Allah'ın azabından veya yeminlerinin mirasçılar tarafından red­dedilerek rüsvây olmaktan korkmaları gerekir.

    Ey Allah'ın kulları! Allah'a karşı gelmekten sakının, O'nun emirlerine kulak verin, itaat edin. Allah, şeriatın sınırlan dışına çıkan zalimler toplulu­ğunu asla doğru yola eriştirmez.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    MAİDE SURESİ Empty Geri: MAİDE SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 22, 2010 5:35 am

    Kıyamet Gününden Bir Görüntü

    109- Allah peygamberleri topladığı gün, "Size ne cevap verildi?" der; onlar, "Bizim bir bildiğimiz yoktur, doğrusu görülmeyenleri bilen ancak Sen'sin" derler. [171]

    Açıklama:

    Yüce Allah, anlam olarak şöyle buyurur: Allah'a karşı gelmekten sakı­nın. Kıyamet gününde Allah'ın, Resullerini toplayarak onlara, ümmetlerini kınama niteliğinde (bu ayette Allah, ümmetlerini kınama kastıyla peygam­berlere soruyor. Nitekim toprağa diri diri gömülen kıza, "hangi günahtan dolayı gömüldün?" diye soru sorarken de onu gömeni kınamaktadır) şöyle diyeceği günü hatırlayın: "Ey Peygamberler, kendilerine çağrıda bulunduğu­nuz kimseler tarafından size ne cevap verildi? İmân ve ikrarla mı, yoksa kü­für ve büyüklenmeyle mi?" Kıyamet gününde değişik manzaralar görülecektir. Bazan peygamberler kendi ümmetleri üzerine şehadette bulunacaklar; bazan da Cenab-ı Allah ümmetlerden soracaktır. "Kendilerine peygamber gönderi­lenlere muhakkak (hesap) soracağız. Ve elbette peygamberlere de soracağız."

    Cenab-ı Allah peygamberlere soracak, onlar da şöyle diyeceklerdir: Bi­zim bir bildiğimiz yoktur. Senin bilgine oranla bizim bildiğimiz hiç derece­sindedir. Gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilen Sensin. Gayba bilen de ancak Sen­sin. İbn Abbas (R.A.), ayetin şu anlamda olacağını söylemiştir: Bizim bir bil­diğimiz yoktur. Ancak Senin bizden çok daha iyi bildiğin bir bilgi vardır. Gaybı bilen de yalnızca Sensin.

    Nakledildiğine göre, kıyamet gününün şiddetli ve korkunç manzarası kar­şısında peygamberler kendilerinde cevap verme gücü bulamazlar. Çünkü o anda birçok şeyleri unuturlar. "Bildiğimiz bir şey yoktur" derler. Ancak kor­kuları dînip biraz sakinleştikten sonra ümmetleri üzerine tanıklıkta bulun­maya başlarlar. Peygamberlerin durumu böyle olunca, acaba bizim durumu­muz ne olur? Gerçekten de kıyamet, en büyük korku günüdür. "(Ogün) kim­senin kimseye yardım edemeyeceği bir gündür! O gün emir, yalnız Allah'a aittir!'[172]

    Burada bu ayetle önceki ayet arasındaki ilişki ortaya çıkıyor. Bu ilişki, insanlara, Allah'ın her şeyi bildiğini açıklamak ve onları bu yolla korkutmak­tır. Şu halde ey tanıklar, tanığı olduğunuz şeylerin çok az bir bölümünü bile gizlemeyin! [173]

    Hazreti İsa'nın Mucizeleri

    110- Allah, "Ey Meryemoğlu İsal Sana ve anana olan nimetimi an" demişti, "Seni Rûhül-Kudüs'le desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken in­sanlarla konuşuyordun; sana Kitâb'i hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Sen İznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üfîemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. îsrâiloğullanna belgelerle geldiğinde, onlardan inkâr edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim''

    111- Havarilere, "Bana ve peygamberime inanın" diye bildirmiştim, "İnandık, bizim müslimler olduğumuza şâhİd o!" demişlerdi. [174]

    Bazı Kelimeler:

    Ruh'ul-Kudüs. Cebrail (A.S.) dır. Cenab-ı Allah, onun ara­cılığıyla peygamberlerini eğitir ve dayanma gücü vererek destekler. Bazıları Ruh'ul- Kudüs'ün, Hazretİ İsa'nın güçlü ve temiz ruhu olduğunu söylemiş­lerdir. Çocukluk ve yetişkinlik çağlarında, zayıflık ve güç­lülük zamanlarında.

    Kitap. Yazılan her şey.

    Hikmet. Fay­dalı bilgi.Anadan doğma kör.

    Sihir. İnsanları asılsız ha­yallere kaptırarak eşyayı olduğundan başka biçimde göstermek. [175]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Noksanlıkların üzerinde olan yüce Allah, Peygamberlere topluca soru sorduğunu ve onların kendilerine sorulan soru ile, verdikleri cevabın ifade ettiği kınamaya ve sorumlu tutmaya işaret ederek vermiş oldukları cevabı hatırlat­tıktan sonra, özel olarak İsa (A.S.) dan söz etmiştir. Böylece kavminin, onun Allah katındaki mertebesini ve değerini anlamalarını ve bozuk inançların­dan vazgeçmelerini istemiştir. Her ümmet, kendilerine gönderilen peygam­berlere dil uzatmışlardır. Ama Hazreti İsa'nın kavmi, bu dil uzatışlarım Al­lah'a kadar vardırmalardır. Çünkü onlar, Allah'a eş ve çocuk yakışürmışlar-dır. Hazreti İsa hakkında o kadar aşırı düşüncelere saplanmışlardır ki, so­nunda onu, mucizeleri konusunda kendi kötü fiilleri nedeniyle, peygamber­lerin mertebesinden daha yüksek olan tanrılık mertebesine çıkarmışlardır. [176]

    Açıklama:

    Ey Muhammcd! Hani Allah, Hazreti İsa'ya şöyle demişti: Senin üzerin­deki nimetimi hatırla. Çünkü ben seni, kendi elçim kılmakla seçkin kimse­lerden eyledim. Seni Peygamber kılmakla şereflendirdim. Babasız olarak dün­yaya geldin ve Allah'ın kudretinin göstergesi oldun. Seçkin ve temiz olan, ken­disine yüklenilen suçtan temizlediğim ve seni kendisine nispet ettiğim iffetli bir kadın oîan anan Meryem üzerindeki nimetimi de hatırla.

    Ey Meryem oğlu İsâ! Allah'ın seninüzerindeki nimetlerini hatırla. Hani seni Ruh'uİ-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. O, sana Allah'ın emri ve İz­niyle bilgi öğretip dayanma gücü vermiş ve sana hüccet telkin etmişti. Seni güçlü ve temiz bir ruh ile destekledim. Bu güç sayesinde, daha beşikteki bir çocukken insanlarla konuştun. Akli gücü ve erkekliği olgunluğa ulaşmış bir yetişkin iken de onlarla konuştun. Onları Allah'a çağırdın. Ananın temiz ve suçsuz olduğunu söyledin. Böylece her vakitte desteklendin. "Bunun üzeri­ne (Meryem, Kendisiyle konuşmaları için) çocuğu işaret etti. Onlar "Biz be­şikteki çocukla nasıl konuşuruz?" dediler. (Allah'ın bir mucizesi olarak îsâ dedi ki: "Ben gerçekten Allah'ın kuluyum. Bana Kitab verdi ve beni bir pey­gamber yaptı. Beni, bulunduğum bu yerde insanlara yararlı kıldı..."[177]

    Ey Meryem oğlu İsâ! Üzerindeki nimetimi hatırla. Hani sana kitab'ı oku­mayı, dünya ve ahirette yararlı olan bilgi ve hikmeti, özellikle Tevrat ve İn­cil'i öğrettim. Üzerindeki nimetimi hatırla. Hani sen, çamurdan kuş biçiminde şekiller yapıyor, içine üflüyordun. Sonra bunlar, Allah'ın izin ve iradesiyle canlı ve hareketli kuşlar oluyorlardı. Bunlar, senin gücünle canlanmıyorlar­dı; bu iş, Allah'ın emriyle senin elinde ortaya çıkan bir mucize idi. Bu işte sen de diğer peygamberler gibiydin. Çünkü sen Allah'ın izniyle, anadan doğ­ma körü ve alacalıyı iyîleştiriyordun; ölüleri mezarlarından çıkarıyordun. Onlar da Allah'ın emri ve izniyle dinliyorlardı.

    İşte Hazreti İsa... İşte onun mucizeleri... Bütün bunlar, Allah'ın emri ve izniyle olmuştur. Bakınız İncil'de Hz. İsa şöyle diyor: "Ey Baba! Sana şükrediyorum. Çünkü sen beni işittin. Her zaman beni işittiğini de biliyo­rum. Ama şu karşımda duran topluluktan Senin, beni peygamber olarak gön­derdiğine iman etmelerini istedim."

    Ey Meryemoğlu İsâ! Hani kendilerine apaçık belgelerle geldiğinde seni öldürmek istemişlerdi ya; işte o zaman seni İsrailoğullarına karşı korudum. Seni Öldürüp asmak istemişlerdi. Tuzak kurmuşlardı. Allah, tuzak kuranlara ceza verenlerin en hayırhsıdır. Allah, seni onların tuzağından kurtardı. Seni onlardan korudu. Seni öldüremediler, asamadılar. Ama Allah senin ecelini noktaladı; seni kendi katına kaldırdı. Küfredenlerden seni temizledi. Onların bütün yaptıkları: "Bu, apaçık sihirden başka bir şey değildir" demekten iba­retti. Tabİİ ki, bu da acizlerin hüccetidir.

    Hani, ashabın olan havarilere: "Bana ve Peygamberim Meryemoğlu İsa'ya imân edin" diye vahyedip İlhamda bulunmuştum. Onlar da, İman edip şöyle dediler: "Allah'a ve peygamberine imân ettik. Hem gizli olarak hem de açık­ça Allah'a teslim olup boyun büken kimseler olduğumuza tanık ol."

    Allah, İsa'ya işte böyle lütufta bulundu. Kendisine uyan ve yardımcı olan kimseler yaptı. Bu da Allah'ın, dilediklerine ihsan ettiği bir nimetidir. OL nun lütfü geniştir. O, her şeyi bilir. [178]

    Sofra Kıssası

    112- Havariler, "Ey Meryem oğlu İsâ! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi de, "İnanıyorsanız Allah'tan sakının" demişti.

    113- "Ondan yemeyi, kalblerimizin kanmasını ve senin bize doğru söy­lediğini bilmeyi, Ona şâhid olmayı istiyoruz" dediler.

    114- Meryem oğlu İsâ, "Allahım! Rabbimiz! Bize ve bizden sonra ge­leceklere bayram veSen'den bir deîîî olarak gökten bir sofra İndir, bizi nzık-landır, Sen nzık verenlerin en hayırhsism" dedi.

    115- Allah, "Ben onu size indireceğim; bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, dünyâlarda kimseye azâb etmiyeceğim şekilde ona azâb edeceğim" dedi. [179]

    Bazı Kelimeler:

    Havariler. Hazreti İsa'nın samimi arkadaşları .Sof­ra. Üzerinde yemek bulunan masa veya masanın bizzat kendisi. Ey Allah'ım,

    Sevinç ve neşe. Ya da Ramazan veya Kurban bayramı gi­bi, insanların birbirlerini ziyaret etmek için bir araya geldikleri, her yıl tek­rarlanan bayram günü. [180]

    Açıklama:

    Sofra kıssası, Allah'tan, O'nun indirdiği dışında ayetler ve işaretler iste­yen kimseler için bir öğüt ve ibrettir. Bu kıssada böyle isteklerde bulunmanın sonucu anlatılmaktadır. Özet olarak bu kıssa, Peygamber (s.a.v.) efendimi­ze yapılan bir tesellidir. Ayrıca burada insanların peygamberlerine karşı tu­tum ve davranışları da açıklanmaktadır.

    Ey Muhammedi Havarilerin Meryemoğlu İsa'ya: Rabbin gökten bize bir sofra indirebilir mi? dedikleri zamanı hatırla. Bu gibi cümlelerde kastedilen anlam; andan zamanın kendisini değil, fakat o zamanda meydana gelen işle­ri hatırlamaktır. . .

    Samimi olarak İman etmiş olan havariler, isa'nın kendilerine: "Allah yo­lunda bana yardım edecekler kimdir?" dediğinde, cevap olarak: "Biz Allah'ın dininin yardımcılarıyız" demişlerdi. Ama bununla birlikte; "Ey Meryemoğ-lu İsâ! Rabbin gökten üzerimize bir sofra indirebilir mi?" diye sormuşlardı. Bu, onlar için yakışık olmayan bir soruydu. Bu nedenle alimler, ayet-i keri­meyi değişik anlamlarda yorumlamışlardır. Bu yorumların en güzeli şöyle­dir: Ayette geçen "Yestatiu" kelimesi, icabet etti anlamına gelen "îstecabe" de olduğu gibi, "Yutiu" isteğinize uyar anlamındadır. Ya da, Rabbin, isteği­mize uygun emir verip de üzerimize gökten bir sofra indirir mi? şeklinde de anlam verilebilir. Bazıları da bunun, acaba gökten sofra indirmek, ilâhi hik­mete göre mümkün olur mu? şeklindeki bir soru olduğunu söylemişlerdir. Yani gökten sofra indirmek, İlâhi hikmete uygun mudur, aykırı mıdır? Çün­kü hikmete aykırı olan bir iş, aslında mümkün de olsa kesinlikle meydana gelmez.. Havariler, bu soruyu sormalarından dolayı özür dileyerek demişler­dir ki: Biz, indirilecek olan sofradan yemek istiyoruz. Çünkü bizim ona İhti­yacımız vardır. Ondan yediğimiz takdirde kalbimiz yatışır, gönlümüz sükû­net bulur. Allah'ın seni peygamber olarak gönderdiğine, bizleri sana yardım­cı seçtiğine, isteğimizi yerine getirmekle,bizden razı olduğuna ilişkin sözleri­nin gerçekten doğru olduğunu böylece anlamış oluruz, ö'nun birliğine, se­nin de Kitab sahibi bir peygamber olduğuna tanıklık ederiz. Çünkü sofra, buna karşı bir delil gibi olacaktır.

    Meryemoğlu İsa dedi kî: Ey Rabbimiz, üzerimizde egemen oian ey yüce Allah! Bize şu adamların göreceği şekilde, gökten bir sofra indir. Bu sofra biz İnanmışlar topluluğu için sevinç ve sürür kaynağı olsun. Gökten indirile­ceği günü, kendimiz için bayram ediniriz. O bayram gününde şükür ve iba­det için bir araya gelip toplanırız. Bu bayramı, her yıl ikbal ve bereketle bize iyilikler getirmesi için kutlarız. Bu sofranın indirilmesi, senden bir ayet, delil ve hüccet olacaktır. Milletim de bu delil sayesinde, çağrımın doğru ve pey­gamberliğimin gerçek olduğunu anlayacaktır. Bize bedenimizi ayakta tuta­cak, akıllarımızı güçlendirecek rızıklar ihsan et. Sen, rızık verenlerin en ha-yırlısısın. Dilediğine hesapsız rızık verirsin.

    Yüce Allah buyurdu ki: Şüphesiz ben sizin için o sofrayı indireceğim. (Gerçekten de indirdi. Çünkü onun va'di gerçek ve sözü doğrudur.) Sizlerce istenilen ve birliğime, İsa'nın da peygamberliğine işaret eden bir ayet olan bu sofranın indirilmesinden sonra, sizden her kim küfrederse, ben onu dünya­larda hiç kimseye uygulamadığım bir şekilde şiddetli bir azabla cezalandırı­rım. Birçok ayetlerden sonra, indirilmesi istenilen ve bütün duyuların algıla­dığı sofra gibi, ilâhi bir ayetin indirilmesinden sonra yine de inkâr edip ayeti alaya almak, insanı, dünyalarda kâfirlerden hiç birine reva görülmemiş olan şiddetli bir azaba lâyık bir hale getirir. Gökten inen bu sofranın şekli, rengi ve tadı konusunda birçok rivayetler gelmiştir. Allah bilir ya, İsrailoğullarının bu konuda biraz hayalleri geniştir. Biz bu hususta Kur'an ve sahih sünnetin ölçüsüne bağlı kalacağız. Doğruyu bulmakta Aİlah bizi başarılı eylesin. Amin. [181]

    Hz. İsa'nın Hıristiyanların İddialarından Uzak Olması

    116-117- Allah, "Ey Meryem oğlu İsâ! Sen mi insanlara 'Beni ve an­nemi Allah'tan başka iki tanrı olarak benimseyin' dedin?" demişti de, "Haşa , hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz n onu bilirsin; Sen, benim içimde olanı bilirsin, ben Senin içinde olanı bil­mem; doğrusu görülmeyeni bilen ancak Sensin" demişti. "Ben onlara sadece 'Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' diye bana emrettiğini söyledim.Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şâhiddim, beniara- aldığında onları Sen gözlüyordun. Sen her şeye şâhidsin.”

    118- Onlara azâbedersen, doğrusu onlar Senin kullarındır;: onları bağışlarsan, Güçlü olan, Hakîm olan şüphesiz ancak Sensin."

    119- Allah, ' 'Bu, doğrulara doğruluklarının fayda verdiği gündür; ebedî ve temelli kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler onlarındır. Allah onlardan hoşhud olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnud olmuşlardır, bu bü­yük kurtuluştur" dedi.

    120- Göklerin, yerin ve onlarda bulunanların hükümranlığı Allah'ın­dır, Allah her şeye Kadirdir. [182]

    Bazı Kelimeler:

    Yani, ey Rabbim, sen benim sırlarımı bilirsin, ama ben senin sırlarını bilmem.Onlara emrettiğin şeyleri kontrol edip gözetensin.Koruyan. Onların durumlarım bilen. [183]

    Açıklama:

    Yukarıdaki ayet-i kerime, Cenab-ı Allah'ın özel olarak Hazreti İsa'ya sorduğu bîr sorudur. Cenab-ı Allah bu soruyu ona soruyor ki, o buna cevap versin ve cevabı da îsâ dininden sapanlar için bir kınama olsun.. Kavminin, kendisinden sonra dinini değiştirmiş olduklarına, kendisinin söylememiş ol­duğu sözleri kendisine isnat edip bühtanda bulunduklarına bir delil oisun. Hazreti İsa'nın, Allah tarafından kendisinden sorulduktan sonra, böyle bir şeyionlara söylemediğini ifade etmesi, onların bühtanlarını inkâr etmesi; onlar İçin çok şiddetli bir kınama ve tam bir yalanlamadır.

    Ey Muhammedi Allah'ın, Meryem oğlu İsa'ya şöyle dediği zamanı ha­tırla: "Ey kavmim! Beni ve anamı Allah'tan başka iki tanrı edinin. Böylece Allah'ı tevhid, ibadet ve takdiste onu birleme sınırlarını aşın, diyen sen mi­sin?" Cenab-ı Allah, bu soruyu kınama ve yalanlama için soruyor. Yani ey İsâ! Onlar senin emrinle mi bu sözleri söylediler ve bu iftirada bulundular, yoksa kendi istekleriyle mi uydurup söylediler?

    Allah'tan başkalarım tanrı edinmek; onlara ibadet etmekle veya ibaUet konusunda onları Allah'a ortak koşmakla, yani onların, tasarruf gücüne sa­hip olduklarına veya onların insanları Allah'a yaklaştırdıklarına inanmakla olur. "Onlara, bizi sadece Allah'a mertebece yakın kılsınlar diye ibadet edi­yoruz." Cenab-ı Allah hıristiyanları kınayarak, onların Hazreti İsa'yı ve ana­sını tanrı edindiklerini, onlara ibadet ettiklerini ortaya koymuştur. Doğu ve batı kiliselerinde Hazreti İsa ile anasına tapınma normal karşılanmaktadır. Ama Protestan kiliseleri, İsa'nın anası Meryem'e tapınmayı reddetmektedir. Roma'dakİ papanın bu yollarda tesbit ettiği ve bazı hıristiyan bilginlerinin reddetmiş olduğu yeni inanç, hatıralardan pek uzak değildir. Anlamıyorum, Hıristiyanlık dini şu zamana kadar eksikti de, yirminci asırda mı yetkinleşti?

    Yoksa hıristiyan din adamları, diledikleri inancı silip, dilediklerini onların ye­rine koyma yetkisine mi sahiptirler? İşin bu yönünü en İyi bilen Allah'dır. Ey Rabbim! Sen noksanlıklardan münezzeh, yüce ve mukaddessin. Bana, doğru olmayan şeyi söylemek asla yaraşmaz. Ben böyle şeyleri nasıl söylerim? Sen beni korudun, kendi katından bir ruh ile destekledin. Eğer bu sözleri kavmi­me söylemişsem, muhakkak ki bunu Sen bilirsin.

    Sen, görüleni de görülmeyeni de bilirsin. Sakladığımı ve hatta kalbim­den geçirdiklerimi de bilirsin. Kendine özgü kıldığın ilimler hazinesinden ben habersizim. Gaybı bilen ancak Sensin. Ey Rabbİm! Bana' emrettiğin ve şirk ile putperestlik şaibelerinden arınmış olan tevhid inancından başka bir şeyi onlara söylemedim. "Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, ben de sizler gibi bir kulum. Ancak Allah beni, size elçi. olarak göndermek üzere seçti." dedim. Ey Rabbİm! Ben onları kontrol ediyor, söylediklerine ve yaptıklarına tanık oluyordum. Hakkı ikrar ediyor, batıla karşı direniyordum. Ben hayattayken onlarda bu tehlikeli inançlar yoktu. Beni Öldürüp kendi ka­tına yükselttikten sonra, benim yerime onların gözetleyicisi Sen oldun. Hiç­bir şey Senden gizli kalamaz.

    Altıncı cüzde de açıkladığımız gİbi,Hazreti İsa'nın teslis, hulul ve şirk inançlarıyla ilgisi olmadığım ispatîayıcı deliller daha Önce aktarıldı. Hazreti îsâ, İncil'de işte şöyle diyor: "Sadece Senin gerçek ilah olduğunu ve İsa'nın da Senin peygamberin olduğunu bilmeleri için işte şu ebedi hayat vardır?' Haz­reti İsâ, kendi ümmeti hakkında verilecek kararı Allah'a bırakıyor: "İşledik­leri ve tevbe etmedikleri günahları dolayısıyla onları azablandıracak olursan, şüphesiz onlar Senin kullarındır. Eğer tevbe edip nefislerini düzeltmeleri do­layısıyla kötülüklerini bağışlayacak olursan, yine onlar Senin kullarındır. Sen asla yenilmeyen bir gücün sahibisin. Her işini hikmetle yaparsın!' Yüce Al­lah şöyle buyurmuştu: Bu, doğru söyleyenlerin, şehadet ve imanlanndaki doğ­ruluklarının kendilerine fayda verdiği bir gündür. Ahirette onlar için altın­dan ırmaklar akan cennetler vardır. O cennetlerde temelli kalıcıdırlar. Allah onlardan razı olmuştur. Allah'ın râzılığı, en büyük lütuf ve nimettir. Onlar da Allah'tan hoşnut olmuşturlar. En büyük kurtuluş işte budur.

    Bu nasıl böyle olmasın ki? Göklerin, yerin ve ikisi içinde bulunan âlem­lerin mülkü Allah'a aittir. Bu âlemler hakkında en iyi bilgi sahibi olan da Allah'dır. O'nun gücü her şeye yeter. "Kudret ve şeref sahibi Rabbin, onların taktıkları (uygunsuz) sıfatlardan münezzehdir!”[184]
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    MAİDE SURESİ Empty Geri: MAİDE SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 22, 2010 5:36 am

    [1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/15.
    [2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/15-16.
    [3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/16-17.
    [4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/17-18.
    [5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/19.
    [6] Maide, 87.
    [7] Maide, 1.
    [8] Al-i İmrân, 85.
    [9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/19-22.
    [10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/23.
    [11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/23-24.
    [12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/24.
    [13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/24-26.
    [14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/26-27.
    [15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/27.
    [16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/27-28.
    [17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/28-30.
    [18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/30-31.
    [19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/31.
    [20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/31-33.
    [21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/33-34.
    [22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/34.
    [23] Maide, 23.
    Prof. Dr. Muhammed
    Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/34-35.
    [24] A'raf, 171.
    [25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/35-37.
    [26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/37.
    [27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/37-38.
    [28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/38-39.
    [29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/39.
    [30] Nisa, 157.
    [31] Nisâ, 123.
    [32] Meryem, 193.
    [33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/40-43.
    [34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/43.
    [35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/44.
    [36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/44.
    [37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/44-46.
    [38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/46-47.
    [39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/47-48.
    [40] Maide, 11.
    [41] Şurâ, 40.
    [42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/48-50.
    [43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/50-51.
    [44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/51.
    [45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/51.
    [46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/51-53.
    [47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/53.
    [48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/53.
    [49] İsrâ, 57.
    [50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/53-55.
    [51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/55.
    [52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/55.
    [53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/55-56.
    [54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/57-58.
    [55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/58.
    [56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/58-59.
    [57] Maide, 49.
    [58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/59-60.
    [59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/61-62.
    [60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/62.
    [61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/62.
    [62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/62-65.
    [63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/65-66.
    [64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/66.
    [65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/66.
    [66] Bakara, 2.
    [67] Fussilet, 42
    [68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/66-68.
    [69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/69.
    [70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/69.
    [71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/69-70.
    [72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/70-71.
    [73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/71-72.
    [74] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/72.
    [75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/72-73.
    [76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/73.
    [77] Muhammed, 7. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
    Tefsiri, İlim Yayınları: 2/73-74.
    [78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/75-76.
    [79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/76.
    [80] Bakara, 14.
    [81] Şems, 9-10.
    [82] ÂI-i İmran.
    [83] Bakara, 65.
    [84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/76-79.
    [85] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/79-80.
    [86] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/80.
    [87] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/80.
    [88] İsrâ, 29.
    [89] Ra'd, 26.
    [90] Şûra, 27.
    [91] Hacc, 46.
    [92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/80-82.
    [93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/82-83.
    [94] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/83.
    [95] En'âm, 153.
    [96] Enbiya, 107.
    [97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/83-85.
    [98] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/85.
    [99] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/85-86.
    [100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/86-87.
    [101] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/87.
    [102] Kehf, 5.
    [103] Bakara, 255.
    [104] Nisa, 171.
    [105] Tahrim, 12.
    [106] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/87-89.
    [107] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/89.
    [108] Mâide, 117.
    [109] Markos İncili, Bab; 7 Ayet, 7-8.
    [110] Yuhanna İncili, Bab: 1 Ayet, 1.
    [111] Matta İncili, Bab: 4, Ayet, 9-10.
    [112] Yuhanna incili, Bab: 17, Ayet, 3.
    [113] Nisa, 172.
    [114] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/89-92.
    [115] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/92-93.
    [116] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/93.
    [117] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/93-95.
    [118] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/95-96.
    [119] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/96.
    [120] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/96-97.
    [121] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/97.
    [122] Hadîd, 27.
    [123] Bakara, 143.
    [124] Bakara, 146.
    [125] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/97-99.
    [126] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/99.
    [127] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/99.
    [128] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/100.
    [129] A'raf, 31.
    [130] Talak, 7. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
    Tefsiri, İlim Yayınları: 2/100-101.
    [131] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/101-102.
    [132] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/102.
    [133] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/102.
    [134] Nahl, 94. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
    Tefsiri, İlim Yayınları: 2/102-104.
    [135] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/104-105.
    [136] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/105.
    [137] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/105-106.
    [138] Ra'd, 28.
    [139] İnfitâr, 19.
    [140] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/106-109.
    [141] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/109-110.
    [142] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/110.
    [143] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/110.
    [144] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/110.-113.
    [145] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/113.
    [146] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/113.
    [147] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/113.
    [148] İbrahim, 37.
    [149] Ankebut, 67.
    [150] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/114.
    [151] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/115.
    [152] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/115.
    [153] Sad, 28.
    [154] Casiye, 21.
    [155] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/115-116.
    [156] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/116-117.
    [157] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/117.
    [158] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/117-118.
    [159] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/118.
    [160] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/118-119.
    [161] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/119.
    [162] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/120.
    [163] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/120.
    [164] İsrâ, 15.
    [165] Âl-İmrân, 104.
    [166] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/120-121
    [167] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/122-123.
    [168] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/123.
    [169] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/123-124.
    [170] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/124.
    [171] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/125.
    [172] İnfitar. 19.
    [173] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/125.
    [174] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/126.
    [175] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/126-127.
    [176] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/127.
    [177] Meryem, 29-31.
    [178] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/127-128.
    [179] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/128-129.
    [180] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/129.
    [181] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/129-131.
    [182] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/131-132.
    [183] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
    Yayınları: 2/132.
    [184] Saffat, 180.
    Prof. Dr. Muhammed
    Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/132-133.

      Forum Saati C.tesi Eyl. 21, 2024 11:50 am