Âl-İ Îmran Suresi
Medenidir. Enfal suresinden sonra nazil olmuştur. Ayet sayısı iki yüzdür.
(Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.)
1- Elif, Lâm, Mim.
2- Allah O'dur ki; kendisinden başka hiç bir ilâh yoktur. Hayy ve kayyumdur.
3-4- Sana kitabı hak ile ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. Bundan önce de insanlara yol gösterici olarak Tevrat ile İncil'i indirmisti. Bir de Hak ile batılı ayırdeden Furkan'ı indirdi. Allah'ın ayetlerim inkâr edenler için, gerçekten şiddetli azab vardır. Allah aziz'dir, intikam sahibidir.
5- Şüphesiz ki, gökte ve yerde hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.
6- Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O'dur. O 'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, Azizdir, Hâkimdir. [1]
Bazı Kelimeler:
Bunun manası hakkında gerekli açıklama, Bakara suresinin başında yapılmıştı. Elif-lâm-mİm şeklinde okunur. Kur'an.İbranice-bir kelime olup şeriat manasınadır. Ehl-i Kitaba göre beş sifr (Tevrat'ın cüzleri) için isim olarak kullanılır.
Bu beş sifr şunlardır: Tekvin, Çıkış,Haberler, Sayılar ve Tesniye. Ama Kur'an'a göre Tevrat, Cenab-ı Allah'ın, kavmine tebliğ etsin diye Musa (A.S.)'a indirdiği vahiydir. Tevrat'ta, Hazreti Mu-hammed (s.a.v.)'in geleceği raüjdelenmektedir.Yunanca bir kelime olup müjde manasını taşımaktadır. Hıristİyanlara göre, 'İndiler' diye bilinen dört kitabın adıdır. Bunlar Hazreti İsa'nın hayatını, başından geçenleri ve öğretilerini kısaca anlatan kitaplardır. Bunlar kesintisiz olarak bugüne kadar gelebilmiş değildir. Ama Hıristiyanlar, bunların yazılış tarihi konusunda ayrılığa düşmüşlerdir. Ama Kur'an'a göre İncil, Allah'ın Meryem oğlu İsa'ya gönderdiği vahiydir, içinde Hazreti Muhammed (s.a.v.)'e ilişkin müjde vardır.
Delil ve kanıtlar gibi, Hak İle batılı birbirinden ayırdeden şey. Bunun akıl olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Kur'an olduğunu söyleyenler de olmuştur. Rahim kelimesinin çoğulu olup kadında, cenini muhafaza eden yere denir. [2]
Nüzul Sebebi:
Bu ayet, Hıristiyanların Necran heyeti hakkında nazil olmuştur. Bu heyet, altmış süvari idi. Ondört tanesi, eşraftandı. Başlarında emirleri, vezirleri ve bilginleri vardı. Peygamber (s.a.v.)'e geldiklerinde, önlerinde bilginleri vardı. İçlerinden üç tanesi o'nunla konuştu. Bir defasında Meryem oğlu İsa-nın tanrı olduğunu, çünkü onun ölüleri dirilttiğini söylediler. Bir defasında onun Allah'ın oğlu olduğunu, çünkü babasız olduğunu söylediler. Bir defasında da O'nun.üçün üçüncüsü olduğunu, zira Allah'ın "Dedik, yaptık." gibi ifadeler kullandığını, şayet bir olsaydı "Dedim ve yaptım." gibi ifadeler kullanırdı, dediler.
Resulullah (s.a.v.) delillerini boşa çıkaracak ve şüphelerini giderecek şekilde onlarla tartıştı. Ama onlar inad ettiler. Nihayet Peygamber (s.a.v.), yanlış yolda olanlara lanet okumaları için kendilerine öneride bulundu. Fakat onlar buna yanaşmadılar. Bunun üzerine Cenab-ı Allah bu surenin başından, seksen küsur ayeti İnzal buyurdu. Bu ayetler, Peygamber (s.a.v.) in delillerini kuvvetlendiriyor, onların da inat ve inkârlarını açıklıyordu. [3]
Açıklama:
Cenab-ı Allah, dinin temeli olan tevhidi ispatlamakla sureye başladı ki, onların inançlarını ilk elde reddetsin. Allah'tan başka gerçek bir tanrı yoktur. Varlıklar içinde nefislere hükmeden gerçek otorite sahibi sadece O'dur. Bu otorite; nefisleri, onu ululamaya ve kendiliğinden ona teslim olmaya sev-keder. Kalbler; iyiliği verip kötülüğü kaldırmanın, Allah'tan başkasının elinde olmadığına inanır. Öncesi olmayan bir hayatla yaşamaktadır. Yaratıklarını koruyup gözeterek yönetir. İsa'nın yaratılmasından önce yer ve gökler OL nunla yerlerinde durmuşlardır. Yoksa İsa'dan önce nasıl yerlerinde durabilirlerdi? Bütün bunlar, Kur'an'i şüphelerden uzak ve hak olarak sana indiren Allah olmasaydı, nasıl olurdu, ya Muhammed? Şüphesiz bu Kur'an, Allah katındandır. Onu kendi İlmiyle inzal buyurmuştur. Melekler de buna şeha-det ederler. Allah şâhid olarak yeter. Kur'an, kendisinden önce Peygamberlere indirilmiş olan kitapları doğrulamaktadır. O kitapların getirdikleri haberleri, verdikleri müjdeleri doğrulamaktadır. Çünkü o, onların verdikleri haber ve müjdelere uygun olarak gelmiştir. Daha önce yüce Allah Tevrat'ı Musa'ya, İncil'i İsa'ya, insanlar için hidayet ve irşad rehberi olarak göndermiştir. Görüyorsunuz ki; Cenab-ı Allah, İsa'dan önce de, İsa'dan sonra da vahiy indirmiş, şeriatler göndermiştir. Şu halde Peygamberlere kitapları indiren İsa değildir. O, sadece onlar gibi bir Peygamberdir. O nasıl tanrı olur?
Cenab-ı Allah, hak ile batılı birbirinden ayıran Furkan'ı indirmiş, bize akıl ve bilinci vermiştir ki, insanoğlu hak ile batılı birbirinden ayirdetsin. Akıl ve idrâkleri insanoğluna bahşeden İsa değildir. Bu anlatılan sıfatlar kendisinde bulunmadığına göre, o, nasıl tanrı olabilir? Ama hak çizgisi dışında tartışan ey sizler! Akıllanın ve iyice düşünün. Sizler akıl ve mantık ölçülerini aştınız. Bütün cemal, celâl, ilahhk ve rabhk sıfatlarıyla Allah'ın niteliklerinin olgunluğuna ve üstünlüğüne delâlet eden apaçık ayetlerini inkâr edenler, hesap gününü unuttukları ve zulmettikleri için, kendilerine şiddetli bir azap tattırılacak. Ey mücadeleci kimseler! İşte siz de bunlardansınız. Gayptan haber verdiği için İsa'nın tanrı olduğunu söylüyorlardı. Kur'an da onları reddediyordu. Yerde ve göklerde ne varsa, bunların hiç biri Allah'ın gözünden kaçmaz. O, yarattığım bilmez mi? Ne var ki, İsa'da bu nitelikler yoktur.
İsa'nın diğer insanlara benzemediğini, babasız olduğunu, şu halde tanrı olması gerektiğini söylediler. Cenab-ı Allah onların bu görüşlerini reddederek, babasız doğmanın, kişinin tanrı olduğuna delalet etmeyeceğini bildirdi. Zira yaratılan, her ne şekilde yaratılırsa yaratılsın, kuldur. Ancak tanrı, ra-himlerdekine dilediği gibi şekil veren yaratıcıdır. İsa İse hiç kimseye şekil vermemiş, tersine, diğer bütün yaratıklar gibi kendisi de anasının rahminde şekillendirilmiştir. Ana rahminde şekillendikten sonra doğan bir İnsanın tanrı oiması akılla bağdaşır mı? Allah'tan başka tanrı yoktur. O birdir, tektir. Herşey kendisine muhtaç, Ü hiç bir şeye muhtaç değildir. Doğurmaktan, dogu-rulmaktan münezzehtir. Aziz'dir, Hâkim'dir. [4]
Kur'an'da Muhkem Ve Müteşabih Ayetler
7- Sana kitabı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir, bunlar Kitab'm anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar,fitne çıkarmak ve kendilerine göre yorumlamak için müteşabih olanlara uyarlar. Halbuki onun gerçek te'vilini ancak Allah bilir. îlimde de-rinleşmiş olanlar: "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandir", derler. Ancak akıl sahibleri düşünebilirler.
8- (Onlar) "Ey Rabbimiz; bizi doğru yola erdirdikten sonra kalbleri-mizi eğriltme. Katından bize rahmet ver. Şüphesiz en çok bağışlayan sensin" (derler).
9- "Ey Rabbimiz! muhakkak ki geleceğinden şüphe olmayan bir günde İnsanları toplayacaksın." Şüphesiz kî Allah sözünden dönmez. [5]
Bazı Kelimeler:
Anlamı konusunda tartışma olmayan, açık anlamlı ayetlere denir.Birbirine benzer, manası açık olmayanlar. Kelimenin zahirinin, kastedilen anlama aykırı olması. Cenab-ı Allah'ın kendi ilmiyle anlamını tercih ettiği kelime olduğunu söyleyenler de vardır.Haktan sapma. Hakikatini bilmek ve gerçekten ne anlama geldiğini açıklamak, Derin ve sağlam bilgi sahipleri. [6]
Açıklama:
Hıristiyanlar, dış anlamı itibariyle, İsa'nın diğer insanlardan farklı olduğunu ifade eden bir takım ayetleri kendi görüşlerini doğrulamak için delil olarak ileri sürüyorlardı. Örneğin Hazret-i İsa ile ilgili şu ayeti delil edinmişlerdi: "Meryem oğlu İsa ancak Allah'ın elçîsidir. Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir! [7]. Onun, üçün üçüncüsü olduğunu, tanrı veya tanrının oğlu olduğunu söylüyorlardı. Cenab-ı Allah da bu iddialarını reddederek, Muham-med (s.a.v.) e indirilen Kur'an'ın ayetlerinin bazısının muhkem, açık anlamlı olduğunu, sözüyle anlamı arasında ayrılık bulunmadığını bildirdi. Muhkem ayetlere şu Örnekleri verebiliriz: "Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenize kesin olarak hükmetti.” [8]. "O, Meryem'in oğlu İsa, ilâh değil, ancak bir kuldur. Biz O'na nimet verdik.Ve kendisini İsrail oğulları için (babasız yaratmakla) bir ibret kıldık." [9] Şu ayet te muhkem ayetlere örnek gösterilebilir: "De ki: Geliniz, size Rabbîniz neleri haram etmiştir, okuyayım...” [10]
İşte görüldüğü gibi, sadece bir tek anlamı olan ve te'vile ihtimal bırakmayan ayetlere muhkem denir. Muhkem ayetler Kur'an'ın temellerini, sütunlarını ve çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bunlar, Kur'an'ın insanların davet edildikleri özüdürler. Bu ayetlerin anlamını anlamak mümkündür. Diğerleri bunlardan çıkar ve bunlara döner. Kur'an'da çoğunluğu bunlar oluştururlar. Herhangi bir ayetin anlamını çözemezsek ve bu ayet bize müteşabih görünürse, muhkem bir ayete başvurularak, bunun anlamı onda aranır. Örneğin şu ayetlere bakalım: "Meryem'in oğlu Mesih Isa, Allah'ın Peygamberi, Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir!' [11]. Bu ayetin anlamını çözebilmek için, şu ayetlere bakarız: "O, Meryem'in oğlu İsa ilah değil, ancak bir kuldur. Biz ona nimet verdik." [12]."Muhakkak ki İsa'nın babasız dünyaya geliş hali, Allah katında Adem'in hali gibidir! [13]. Buna göre biz, hepsinin Allah katından geldiklerine ve muhkem olan asıl ayetin anlamına aykırı olmadığına inanırız.
"Meryem'in oğlu Mesih ha, Allah'ın Peygamberi, Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir?" [14] , "Ey ha, seni (ecelin geldiğinde) öldüreceğim, seni b:tn;ı yükselteceğim." [15]. "O Unlunun ars-i istiva cttİ." [16] "Allah'ın eli oııhı-nn ellerinin üstündedir," gibi müteşabih ayetler, birkaç anlam taşımaktadırlar. Dış anlamlan, kendileriyle kastedilen anlamlara aykırıdır. Bunlarla ne kastedildiğini ancak Allah bilir.
Ey Hıristiyanlar, bu gibi ayetleri delil olarak bize karşı ileri süremezsiniz. Çünkü bunlar, kendileriyle ne kastedildiğini ancak Allah'ın bildiği birkaç anlamı birden taşımaktadırlar. "Mesih (Hazret-i ha) hiç bir zaman Allah'ın kulu olmaktan çekinmez. Allah'a yaklaştırılmış melekler de çekinmezler." [17]" Neden bu gibi ayetlere bağlanmazsınız da,anlamını ancakAIlah'm bildiği ayetlere tutunursunuz?! Kalplerinde eğrilik, haktan batıla doğru sapma bulunanlar, Kur'an'ın müteşabih ayetlerine tabi olur, insanları fitneye düşürüp saptırmak amacıyla muhkem ayetleri terkederler. Böyle yaparlar ki akla uymayan, ama kendi vehim ve sapıklıklanyla bağdaşan te'villere gitsinler. Oysa ki bu ayetlerin te'villerini ve gerçek anlamlarını ancak Allah bilir.
Bazı kurrâlar, ayetinde geçen Allah kelimesi üzerinde vakfe yapar, "Ve'r Rasihune" ile başlayan kısmı ise ayrı bir cümle olarak kabul ederler. Bundaki delilleri de şudur: Cenab-ı Allah, ayette geçen derin bilgi sahiplerini mutlak teslimiyetle nitelemiştir. Bir şeyi bilip anlayan kimse hakkında mutlak teslimiyet ifadesi kullanılmaz. Şu da var ki, müteşabih, anlamını ancak Allah'ın bildiği, ahiretten sözeden ayetlerdir veya zahiri anlamı, kendisiyle kastedilen asıl anlama aykırı olan ayetlerdir. Bunların asıl anlamını yalnızca Allah bilir. Derin bilgi sahipleri de diğerleri gibidir. Burada özel olarak derin bilgi sahihlerinden söz edilmiştir. Çünkü onlar, duygu ve akılla algıladıkları şeylerin yanında durur, gaybin iç yüzünü bilmek için pek ileriye gitmezler. Sınırlarını bilirler. Onların tek yolu teslimiyettir. "Biz bu ayetlere iman ettik. Hepsi Rabbimİz'in katmdandır." derler.
Bazı kurrâlar, ayet-i kerimede geçen Iafz-ı celâl üzerinde vakfe yapmazlar. Rasihun kelimesini de, Allah lafz-ı celâli üzerine atfederler. Buna göre ayetin manası şöyle olur: "Onun (müteşabih ayetlerin) te'vilini Allah'tan ve derin bilgi sahihlerinden başkaları bilmez." Bunun nedeni de şudur: Cenab-ı Allah, müteşabih ayetleri, muhkem ayetlerin anlamına aykırı olarak yorumlamak isteyenleri kınamıştır. Zira bunlar fitne çıkarmayı ve insanları saptırmayı amaçlarlar. Derin bilgi sahipleri ise böyle değildirler. Onlar derin ve sarsılmaz bir bilgiye sahiptirler. Cenab-ı Allah'ın bereketine mazhar olrnuşlardır. Muhkem ayetleri esas alarak, bu esasa uygun biçimde müteşabih ayetleri anlarlar. Hepsinin Allah katından geldiklerine inanırlar. İşte Peygamber efen-dimiz (s.a.v.) tbn Abbas (R.A.) hnkkindu şöyle diyor: "Alkilimi onu ilinde fakih eyle. Ve te'vili ona öğret."
Ayet-i kerime'de özel olarak derin bilgi sahiplerinden söz edilmiştir ki, bu anlayış konusunda başkaları onları taklid etmesin. Geride bir soru kaldı. O da şudur: Kur'an-ı Kerim'de niçin müteşabih ayetler nazil olmuştur? Oysa. Kur'an-ı Kerim, bütün, insanlar için doğru yola iletici bir rehber olarak indirilmiştir. Ayetlerin müteşabih oîmasıysa, insanların bu rehberden kolayca İstifade etmelerine engel olmaktadır.
Bu soruya verilecek cevap şudur: Yüce Allah sağlam imanlıları zayıf iman-lılardan ayird etmek için müteşabih ayetleri indirmiştir ki; bunlar, mü'minin aklını ilim sınırına ulaşacak kadar düşünmeye, araştırmaya teşvik etsin. Re-sulullah (s.a.v.) in asaletinin genel olduğunu unutmamalıyız. İnsanlar arasında halktan olanlar bulunduğu gibi, aydın kimseler de vardır. Herkes, kendi anlayışı oranında bu ayetlere muhatab olmuştur. Bu nedenle Cenab-ı Allah, dinde derinleşenler dememiş, fakat ilimde derinleşenler demiştir. Bunu ancak doğru akıl sahibi kimseler anlarlar. Onlar derler ki: Rabbimiz bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi eğriltme; kendi katından bize bir rahmet bahşet ki bizleri onunla esirgeyesin. Bizi iyiliğe ve doğruluğa eriştir. Bağışlayan sensin. Rabbimiz şüphesiz kıyamet gününde sen insanları bir araya getireceksin. O günün geleceğinden kuşkumuz yoktur. Sen bizi bağışla, bizi başarıya ulaştır ve doğru yola ilet. Şüphesiz sen sözünden dönmezsin.
Müslümanlar Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahi-ret gününe inanırlar. Bir, tek, eşsiz olan, hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde her şeyin kendisine muhtaç olduğu, bütün yetkin sıfatlarla donanmış, bütün eksikliklerden münezzeh, sonradan yaratılan hiçbir şeye benzemeyen Allah'a, Kur'an ve Sünnette geçen İsîâmi nasslar doğrultusunda iman ederler.
Müteşabihlerden sayılan diğer bazı ayet ve hadisler de vardır. Bunlara örnek olarak şu ayet ve hadisleri zikredebiliriz:
"O Rahman Arş-ı istiva etti." [18]
"Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir!'
"Rabbinin yüzü bakidir?' [19]
Bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyurulmuştur:
"Rabbimiz dünya semasına iner."
Selef alimlerine gelince; onlar,Kîtap ve Sünnette yer alan ifadeleri,ben-zetme yapmaksızın, ona cisim atfetmeksizin olduğu gibi alırlardı. Tam bir tenzihte bulunmakla beraber işi Allah'a havale ederlerdi. Onun bir benzeri olmadığına inanırlardı. Örneğin derlerdi ki: Allah, ancak kendisinin bileceği bir şekilde Arş-ı istiva etmiştir. Örneğin ayette geçen "Allah'ın eli" hakkında da böyle düşünürlerdi. ayetinde geçen Al-lalı kelimesi üzerinde vakfe yapmak gerektiğini söylerlerdi. Halef, yani Seleften sonra gelen neslin alimlerine gelince onlar; Allah'ın müteşabİh ifadeler kullanmasını reddetme hususunda fazla ileri giderek bu ayet ve hadîsleri teL vil etmiş; 'istiva' kelimesini istilâ, 'el' kelimesini kudret, 'yüz' kelimesini vü-cud veya zât olarak te'vil etmişlerdir. Bunlara göre, ayette geçen 'rasihun' kelimesini Allah kelimesi üzerine atfetmenin hiçbir engeli yoktur. Doğrusu, selef ulemasının görüşü daha sağlam ve kuvvetlidir. Çünkü;
1- Sahabe, tabiun ve dört imamın görüşü budur.
2- Kur'an ve Sünnette yer alan nasslarm tümünü, olduğu gibi kabul ederek iman etmek ve birini diğerinden ayırmamak gerekir.
3- Yaptıkları te'vil, kastedilen asıl anlamdan başka olabilir. Zira Allah, sözünden ne kasd etmişse, onu yine ancak kendisi bilir.
4- En uygunu mutlak imandır. Aklı, gaybi konulara karıştırmamaktır. Gaiptekini, göz Önünde duranla karşılaştırmak yanlış bir kıyastır.
Ben tefsirde Halef alimlerinin yöntemini esas almıştım. Ama Rİyad'a gittikten sonra, Cenab-ı Allah bana selef alimlerinin yöntemini tanıttı. Te'vilci-İere saygılı olmakla beraber bu yöntemi daha iyi buldum. Onlara saygım vardır. Çünkü ben iyi niyete inanırım.
Sözkonusu nassların sahihliği, Cenab-ı Allah'ın, benzerliklerden (müşabehetten) uzak olduğu konusunda hepsi de birleştiklerine göre, ben bu ihtilafın pek te öyle ileriye götürülecek düşmanca bir ihtilaf olduğunu sanmıyorum. Ama en uygunu, söz birliği etmektir. Alimlerin hayırlı olana yönelmeleridir. Dikkatleri, çağımızda dine yönelen tehlikelere çevirmek gerekir. Kendisinden yardım dilenecek olan, ancak Allah'tır. Doğru yolda olmak ve başarı O'ndan gelir. [20]
Mal Ve Çocuğa Aldanmanın Sonu
10- Doğrusu kâfirlerin mallan ve çocukları^Allah'a karşı onlara bîr şey sağlamaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar.
11- Tıpkı firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin yaptıkları gibi. Onlar ayetlerimizi yalanladılar da Allah günahlarından dolayı onları yakala-yıverdi. Allah azabı çok şiddetli olandır.
12- İnkâr edenlere: "Siz mutlaka yenileceksiniz. Ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, orası ne kötü bir döşektir," de.
13- Karşılaşan iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır. Biri Allah yolunda döğüşüyordu. Diğeriyse kâfirdi. Onlar, öbürlerinin kendilerinin İki katı olduklarını gözleriyle görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Görebilenler için bunda ibret vardır. [21]
Bazı Kelimeler:
Ateş için yakıt olan odun ve kömür gibi şeyler.De'b: De-e-be/Yed-ebü fiilinin mastarıdır. Çaba manasınadır. Ama sonraları bu kelime, kişinin içinde bulunduğu hal manasında kullanılmıştır.
Mİhad: Serilmiş döşekler. [22]
Önceki Ayetlerle İlişkisi:
Allah için vacib olan sıfatlar, Allah'ın indirmiş olduğu kitaplar, özellikle Kur'an, insanların, özellikle derin bilgi sahibi alimlerin anlayışları hakkında gerekli açıklama yapıldıktan sonra, Cenab-ı Allah,maİ ve evladına aldanarak Kur'an'ı inkâr eden kâfirlerin durumunu açıklamaya başladı. "Doğrusu küfredenlerin..." ayet-i kerim'esindeki (ellezine) ism-i mavsulu, Necran'dan Medine'ye gelen heyeti, Yahudileri veya Allah'ı inkâr eden kâfirlerin hepsini kapsamaktadır. [23]
Açıklama:
Eksikliklerden münezzeh olan olan Yüce Allah Hıristiyan, Mıhudi ve müşrik kafirlerin durumlarını, inatlarının nedenini, çocuklarıyla mallarına karşı olan boş aldanışlarını açıklamaktadır. "Biz, mallar ve çocuklar bakımından (sizden) daha fazlayız, dediler?' [24] Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde onların bu iddialarını reddetmektedir.
Ayetlerimizi inkâr edip Peygamberlerimizi yalanlayanlar, kelâmımıza karşı çıkanların malları ve çocukları, Allah ve Resulüne karşı onlara bir yarar sağ-lamaz. Onlar fesatçılıklarında devam eder, sapıklık yolunda yürürlerse, boz-gunculukta çok ileri gitmiş olurlar. Onlar cehennem ateşinin yakıtı ve cehennem halkıdırlar. Çünkü onlar, bizim ayetlerimizi yalanlarlar. Güçlü olan Allah, onları yakalayıverdi. Allah'ın arayıp yakalaması çabuktur, cezası şiddetlidir. Azabı güçlüdür. Said Bin Cübeyr ve îkrime, îbn Abbas (R.A.) dan rivayet ettiler ki, Peygamber (s.a.v.), Bedir Savaşında Kureyşlileri hezimete uğratıp Medine'ye döndüğünde, Yahudileri Kaynuka oğullan çarşısında topladı ve Kureyşlilerin başına gelenlerin kendilerinin de başına gelmemesi hususunda onları uyardı. Yahudiler kendisine şöyle dediler: Sen savaş bilgisi olmayan, tecrübesiz bir toplulukla karşılaştın da, bir fırsatını bulup onları yendin diye gururlanma. Eğer bizimle savaşacak olsaydın, nasıl insanlar olduğumuz gö-recektin.
Bunun üzerine anılan ayet nazil oldu. Ya Muhammedi Onlara de ki: Pek kısa bir zamanda dünyada yenileceksiniz. Mal ve evladınız sizi aldatmasın. Galip gelmeksizin çokluğunuzla değildir. Galibiyet, ancak eksikliklerden münezzeh yüce Allah'ın elindedir.
Müslümanların zaferi; Yahudilerden Kurayza oğullarının öldürülmesi, Nadir oğullarının sürgün edilmesi, Hayber'in fethedilmesi, diğerlerinin de cizye ödemekle yükümlü kılınması ile gerçekleşti. Bu da Muhammed (s.a.v.) in davasının doğruluğunu, onun Peygamber olduğunu gösteren en belirgin ta-nıktır.
Ey İslâm düşmanları! Ahirette de cehenneme topluca sürüleceksiniz. Sîzler için orası ne kötü bir yataktır. Allah'a andolsun ki, sizin için, Kur'an'ın söy-lediklerinin doğru olduğuna delalet eden, büyük bir işaret ve ibret vardır. Kur1 an diyor ki: Sizler yakın zamanda muhakkak yenileceksiniz. Biribirlerİyle kar-şılaşan iki toplulukta, sîzler için bir ibret vardır. Bu ikisinden biri, sayılarının çokluğu ve malının bolluğuyla gururlanmış, Allah'ı inkâr etmiş ve şeytan uğ-runda savaşmaktadır. Diğer topluluksa, sayısı az, sabırlı, Allah'a inanan kim-selerden oluşmuştur. Allah yolunda savaşmaktadır. Bedir savaşında durum buydu. Yaklaşık olarak müslümanların sayısı üçyüz, kâfirlerinkiyse bin ka-dardı.
Buna rağmen müminler, kâfirleri kendilerinin ancak iki misli kadar gördüler. Çünkü Allah, kâfirleri onların gözüne az göstermişti ki, bir müslü-maıı İkt kâfirle doğuşsun. "Sizin sabırlı yüz, kişiniz onlardım iki yüz. kişiyi yener." [25]" Mü'minler gönülleri sükûnet bulsun ve ruhları güçlensin diye kendilerini gerçek sayılarından daha fazla görmüş te olabilirler.
Özetle deriz ki, yukarıdaki ayet-i kerime, bu gibi olaylardan İbret almamızı bize salık vermektedir. Sayıca az bir topluluk, Allah'ın izniyle sayıca çok bir topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir. Bu nedenle Rabbi-miz buyurmuştur ki: Düşünüp ibret alan basiret sahibi kimseler için bu olayda muhakkak ki ibret vardır. [26]
İnsan Ve Onun Dünya Tutkusu
14- Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşın sevgi beslemek, insanlara güzel gösterilmiştir.. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa gidilecek yerin güzeli Allah kalın-dadır. [27]
Bazı Kelimeler:
İnsanlara sevdirildi ve güzel gösterildi.Şehvet kelimesinin çoğulu olup, hoşlandığı şeye karşı ihtiyaç duyması nedeniyle insanın gönlünde meydana gelen eğilim.
İşaretlenmiş. Çayır ve meralarda yayılan hayvanlar anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur.Kantar kelimesinin çoğulu olup, çok miktardaki mal demektir. [28]
Açıklama:
Necran Hıristiyanlarının hcycli ve kâfirlerin diğer önde gelenleri konuşurlarken, kendilerinden anlaşılmıştır ki; onlar, çocuklarını tanır gibi hakkı tanımakladırlar. Yalnız ellerindeki sahte reisliklerin ve gelip geçici olan ser-vetlerin başkalarına geçeceğinden korktukları için hakkı açığa vurmuyorlardı. Onlar, dünyayı kör aşıklar gibi seviyorlardı. Cenab-ı Allah, insanın dünyaya ve dünyevi nimetlere olan sevgisini açıklamış, sonra da bütün bunlardan daha hayırlı -olanı söylemiştir.
Ayette sayılan şeyleri sevmeyi, Cenab-ı Allah insanlara güzel göstermiş, içgüdü derecesine varacak kadar, bunların sevgisini kalblerine yerleştirmiştir. İnsan bir şeyi sever de onu sevmek kendisine güzel gösterilmezse, kısa zamanda ondan nefret edebilir. İnsan bir şeyi sever de onu sevmek kendisine güzel gösterilirse, hemen hemen ondan vazgeçmez diyebiliriz. O şeyin aleyhinde konuşulmasını kabul etmez. (Gerçekten var olsa bile). O şeyde bir eğrilik bulunduğunu kesinlikle kabul etmez. Kur'an-ı Kerim, ayette anılan şeyleri sevmeyi, aşın derecede rağbet gördüklerinden dolayı şehvet (ve tutku) olarak adlandırmıştır. Böyle bir ifade kullanmakla, insanların kalblerinİn bu şeylere şiddetle bağlı olduğunu ilân etmiştir. Bunları sevmenin, insanın hayvani tabiatının bir gereği olduğuna işaret etmiştir. Şehvet, hayvanların sıfatlanndandır. Cenab-ı Allah böyle bir ifade kullanmıştır ki, insanlar, bu gibi şeyleri severken aşırılığa kaçmasınlar ve ılımlı olsunlar.
İslâmiyet hem amel, hem de inanç dinidir. Ilımlı olmayı ve orta yolda gitmeyi öngören bir dindir. Ey Muhammed! De ki: "Allah'ın kullan için çıkarmış olduğu (yarattığı) ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir!' [29] Dinimiz bazı insanların anladıkları gibi ruhbanlık, zahidlik ve bir köşeye çekilme dini değildir. Ayette anılan şeyleri sevmek yasak değildir. Yasak olan, dinî yönü alt edecek derecede aşırılığa saplanarak o şeyleri sevmektir.
Kadınlar ve çocuklar, hayatın çiçekleridirler. Kalbi besleyip gıdalandı-rırlar. Ama bir dereceye kadar. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Dünya bir meta'dır. Dünyadaki en hayırlı meta da, iyi yoldaki kadındır. (Kocası) kendisine baktığında onu sevindirip mutlu eder. Emrettiğinde ona itaat eder. Kendisinden uzakta bulunduğunda kendi nefsini ve kocasının malım muhafaza eder." Çocuklara gelince "onlar, ciğerparelerimiz ve göz nurumuzdurlar.
Kantar kantar altınlarla gümüşleri —yani büyük miktardaki serveti— sevmek, insanda bir huy haline gelmiştir. Resulullah (s.a.v.) ne doğru, ne güzel buyurmuş: "Adem oğlunun iki dere (dolusu) altını olsaydı, bir üçüncüsü de olsun isterdi. Adem oğlunun karnını ancak toprak doldurur!' Mal, sahibini şımartıp büyüklendirir ve onu allah'm, ayrıca insanların haklarım çiğneyen bir kişi yaparsa, kötüdür. Ama mal sahibi, malıyla hem Allah'ın, hem insanların haklarını öder,dinî ve vatanî görevlerini yerine getirirse o ne güzel bir şeydir? O mal, Allah'a karşı bir hazırlıktır. İnsanı Allah'la bağlantılı kılar. Onu Allah'a yaklaştırır.
Nişanlı atlarla develer, ekinler... Bütün bunlar dünya hayatının yararlı ve süslü şeyleridirler. Bütün bunlar, insanın kötü işler yapmasına ve Allahtan uzaklaşmasına neden olurlarsa, kötüdürler. Zamanımızda birçok insanda görülen durum budur. Bu durumda mal, sahibi İçin tehlikeli olur. Ama mal, sahibinin iyilik yapmasına neden olur ve onu görevlerini yapmaktan en-gellemez, tersine ona destek olursa, elbette ki onun için hayırlı olur. [30]
Dünya Ve Dünyevî Şeylerden Daha Hayırlı Olan Nesne
15- Ey Muhammedi De ki: "Bundan daha iyisini size haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rablerinin katında, altlarından ırmaklar akan ve orada ebedi olarak kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızâsı vardır. Allah kullarını hakkıyla görendir.
16-17- "Rabbimiz! Bİz şüphesiz inandık, bunun için günahlarımızı bize bağışla ve bizi ateşin azabından koru" diyen, sabreden, doğru olan, gönülden kulluk eden, hayır yapan ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyen kulları Allah görür. [31]
Bazı Kelimeler:
Gönülden ve devamlı olarak ibndclfc bulunan, kulluk edenler.Seher kelimesinin çoğulu olup, gecenin karanlığıyla gündüzün aydınlığının birbirine karıştığı vakit. [32]
Açıklama:
Ey Muhammedi Onlara de ki: Ayette geçen dünya zineti ve metaından daha hayırlı bir şeyi sizç haber, vereyim mi? Böyle bir ifadenin kullanılmasıyla, ayette geçen kadın, çocuk ve benzerinin de hayırlı olduklarına işaret edilmiş olmaktadır. Ancak bunların hak ve doğru olarak kullanılmaları, sevgilerinin, insanı başkalarına haksızlık etmeye götürmemesi, Allah rızası için salih amel işlemekten engellememesi şarttır.
Böyle bir ifadenin kullanılması, "Gidilecek yerin güzeli Allah katmdadır" sözünde anlatıhnlara açıklık getirmektedir. Şânmı yüceltmek ve insanları ken-disine yönelmeye teşvik etmek için önce hayrın ne olduğu söylenmemiş, kapalı bırakılmış; sonra da "Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için, Rab'îeri katında ahlarından ırmaklar akan cennetler vardır." sözüyle Hayr'a açıklık getirilmiştir. Böylece gerekli açıklama tam olarak verilmiş, kalblere daha bir sağlamlık kazandırılmıştır.
Allah'ın azabına karşı kendilerini korumaya çalışanlar için —Kendilerim besleyip yetiştirmiş, gözetmiş olan— Rableri katında, altlarından nehirler akan cennetler vardır. Bu cennetlerde ebedi olarak kalacaklardır. Oradan hiç ayrıl-mak istemezler. Orada kendileri için, aybaşı ve lohusahk gibi pisliklerden arın-mış tertemiz hanımlar vardır. Bu kadınlar, fuhuş kirinden ve ahlaksızlıktan uzaktırlar. Cenab-i Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar için maddi ve manevi olmak Üzere iki tür mükâfat bağışlamıştır. Maddi olanı cennettir. Manevi olanı ise Allah'ın rızâ ve hoşnudluğudur ki, o, her nimetten üstündür. "Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler va'det-miştir. Allah'ın hoşnud olması en büyük şeydir. İşte büyük kurtuluş budur." [33].
Takva, ancak kullarından haberdar olan ve onların bütün hal ve hareketlerini gören.AHah'm bileceği bir şeydir. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) efendimiz, kendi göğsüne işaret ederek, "Takva işte buradadır" demiştir.
Ayet-i kerime, "Allah kullan görür" İfadesiyle sona ermektedir. Gerçek takva sahipleri, Allah'a karşı gelmekten sakınan kimselerdir? Onlar, "Rabbimİz biz sana, senin Peygamberlerine ve Kitaplarına iman ettik; kalben, gerçek bir inanışla iman ettik" diyenlerdir. Bu nitelikteki kimseler, bağışlanmayı ve Allah'ın azabından korunmayı hakederler. Bu nedenle de: "Günnhlıtntnızı bıığışIn ve bizi cehennem ııtcşinitı azabındım koru" derler. Onlar kendilerini her türlü mekruh ve haramdan alıkoyan, Allah'a karşı gelmekten sakınma ve onun yargısına teslim olma konusunda tahammül gösteren sabırlı kimselerdir. Şüphesiz ki sabır, şehvet ve tutku fırtınaları sırasında nefse sebat verir. Bu nedenle hak tavsiye edilirken, beraberinde sabır tavsiyesi de yapılmıştır. "Birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler." [34] Onlar imanlarında, sözlerinde ve fiillerinde sadıktırlar. "Doğruyu getiren ve onu tasdik eden ise, işte bunlar takva sahibi kimselerdir” [35].
Kunut, devamlı olarak teslimiyet içinde Allah'a yalvarmaktır. Evet, bu sıfatlara sahip kimseler gerek vacip gerek nafile olarak mallarını Allah yolunda sarfederler. Bunlar seher vakitlerinde bağışlanma dileğinde bulunurlar. Özellikle seher vakti denildi. Çünkü seher vakti ibadete kalkmak zordur. O saatte insanın gönlü saf ve temizdir. O esnada yapılan duâ müstecaptır. İstiğfar'ın en faziletlisi, Buhari'nin rivayet ettiği şu duadır: Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: "Duaların en üstünü şöyle demendir: "Allah'ım! benim Rab-bim sensin. Senden başka tanrı yoktur. Sen beni yarattın. Ben senin kulunum. Gücüm yettiği kadarıyla sana verdiğim söz ve ahid üzerinde durmaktayım. Yaptıklarımın kötülüğünden sana sığınırım. Bana vermiş olduğun nimetlerinle sana yönelirim. Ve günahlarımdan vazgeçiyorum. Beni bağışla. Doğrusu, günahları senden başka bağışlayacak kimse yoktur." [36]
Allah'ın Birliğine, Adalete Ve Dinin Ancak İslamiyet Olduğuna Şehadet
18- Allah, melekler ve'adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O 'ndan başka tanrı olmadığına şehâdet ettiler. O'ndan başka ilâh yoktur. O, güçlüdür, Hakim 'dir.
19- Şüphesiz Allah katında din, İslâm'dır. Ancak kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastan dolayı ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphesiz ki Allah hesabı çabuk görendir.
20- Seninle tartışmaya girişirlerse: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah'a teslim ettim," de. Kendilerine Kitâb verilenler ve kitapsızlara: "Siz de İslâm oldunuz mu?" de. Eğer İslâm olurlarsa doğru yola girmişlerdir. Şayet yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah, kullarını görür. [37]
Bazı Kelimeler:
Şehâdet; bilgi, ortaya çıkarma ve izahla birlikte yapılan haber veriş,
Uyulması gereken ilâhi yasa.Hased ve zulüm. [38]
Açıklama:
Cenab-ı Allah, meleklerine, kendisinin bir olduğunu, kendisinden başka tanrı bulunmadığım ilmiyle haber verdi. Bunu onlara tam olarak açıkladı. Melekler de Peygamberlere, Allah'ın bir olduğunu haber verdiler. Onlara açıkladılar. İlim sahiplerine de bu haber ulaştırıldı. Onlar da bunu öğrenerek başkalarına açıkladılar. Halen de bu işlevlerini sürdürmektedirler. Allah şe-hadet etti ki, gerçekten ondan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de din, şeriat, evren, tabiat, ibadet, adâb ve muamelât konusunda adaleti ayakta tutarak bu şehadetin gereğini yaptılar. Yüce Allah evrenin düzenini sağlam ve yıkılmaz bir şekilde kurdu. Maddi ve manevi güçler arasında denge sağladı. İslami hükümler birey ile toplum, bireyle yaratıcısı, birey ve nefsi, birey ye kardeşi, zengin ile yoksul arasındaki sağlıklı denge temeli üzerine kurulmuştur. Cenab-ı Allah'ın, evreni yarattığı günden kıyametin kopacağı güne kadar varlığını devam ettirmek üzere, kullan hesabına seçip beğendiği din, İslâm dinidir. Şüphesiz bütün Peygamberler, dinin özü hususunda aynı şeyi getirmişlerdir. Bu öz İslam'dır. Kurtuluş, tevhid ve her şeyde orta yoldur, adalettir. "Kim İslam'dan başka bir dîn ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz ve ahirette de o, ebedi zarar çekenlerdendir! [39] Kendilerine kitab verilenler, Muhammed (s.a.v.) in son Peygamber ve müjdeci olduğuna dair kesin bir bilgi kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. "Kendilerine Kitap verdiklerimiz, Hazret-i Peygamberi, öz oğullarım tanır gibi tanırlar.” [40] Hazreti Peygamberin durumu hakkında sırf çekememezükleri, ihtirasları, dünyaya ve dünya malına aşırı tutkuları nedeniyle ayrılığa düştüler. Bundan sonra, Peygamberlerin doğruluğuna delâlet eden ilâhi ayetleri inkâr edenler için, Allah çabuk hesap gören ve azabı şiddetli olandır.
Ey Muhammed! Bundan sonra, yani kendilerine apaçık Hak ile gelişinden sonra seninle tartışmaya girişip mücadele ederlerse, onlara de ki: Ben ve beraberimdeki mü'minler, Allah'a boyun eğip teslim olduk. Başkalarını bir tarafa atıp sırf onun rızasını kazanmak amacıyla ibadet ederek Aîlah'a yö-neldik. Eğer içten bir şekilde Allah'a teslim oîmuşsamz, bana tabi olmaktan sizi alıkoyan nedir?
Ey Muhammed! Senin zamanında yaşamakta olan Yahudi, Hıristiyan ve müşriklere de ki: "Teslim oldunuz mu?" Eğer sana teslim olurlarsa, dosdoğru yola kavuşmuş olurlar. Ama dönüp te senden yüz çevirirlerse, "Bana düşen, sadece tebliğ etmektir!' de. Allah, eksikliklerden münezzehtir. Yaratıklarını görür, onların hallerini bilir. Onları hesaba çekecek ve amellerinin karşılığını verecektir. [41]
Peygamberi Ve İyilik Emredenleri Öldürmenin Cezası
21- Allah'ın ayetlerini inkâr edenlere ve haksız yere Peygamberleri öldürenlere, insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere, işte onlara elem verici bir azabı müjdele.
22- İşte bunlar o kimselerdir ki; dünya ve ahirette amelleri boşa gitmiştir. Ve onların hiç yardımcıları da yoktur. [42]
Bazı Kelimeler:
Onları müjdele.
Müjde, yüzü güldüren sevindirici haberdir. Buradaki müjde kelimesinin, kâfirlerin karşılaşacağı azap haberi anlamında kullanılması, hakaret anlamındadır. Çünkü onlar u haberi aldıklarında yüzleri asılacaktır. Amelleri boşa gider. [43]
Açıklama:
Öğrenip anladıktan sonra Allah'ın ayetlerini inkâr eden ve Peygamberleri öldürenleri, acı bir azab ile müjdele. Zira Peygamberler, "Rabbimİz Allah'tır." dediler. Evet hiç bir günah ve suçları olmadığı halde, bunları öldürmenin haksızlık olduğunu kesin olarak bilmelerine rağmen, sadece Allah'ın davetini tebliğ ettikleri için Peygamberleri öldürdüler. Bunlar YahudİIerdir. Bunların atalarının işledikleri günahlar ve kötü fiiler, kendilerine nispet edilmiştir. Çünkü, bunlar, atalarının işledikleri fiillerden razıdırlar. Kaldı ki bizzat bunlar da, bozgunculuk ve sapıklığı ileriye götürmek amacıyla Peygamber (s.a.v.) i öldürmeye kalktılar. Aynı şekilde bunlar, adaleti, iyi ve güzel şeyieri emredenleri, kötülükleri ve çirkin fiilleri yasakliyanlan; örneğin alimler, din adamlarını ve Allah ile Resulü için kendilerini dini, hak ve hakikati savunmaya adamış olanları da öldürdüler.
Evet.. Bu sayılan kimseleri öldürmek, milletleri için büyük bir kayıp, zarar ve hüsrandır. Allah yolunda öldürülüp şehid edilenlere gelince, bunların sevap ve karşılığı Allah'a aittir. Tarihin kaydettiğine göre Allah'a davet ve vatan uğruna Öldürülen kimselerin sayısı çoktur. Bunların Öldürülmesi din ve vatan açısından suçtur, günahtır. Bu suç ve günahın cezasını da o kan dökücü katiller çekeceklerdir. Bu katilleri, acı verici şiddetli bir azabla müjdele. Sapıklıkta bu kadar ileri giden bu kimselerin dünya ve ahirette amelleri boşa gider. Ahirette bunlara yardım edecek kimse yoktur. O günde mal ve oğullar (insana) yarar vermez. [44]
Medenidir. Enfal suresinden sonra nazil olmuştur. Ayet sayısı iki yüzdür.
(Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.)
1- Elif, Lâm, Mim.
2- Allah O'dur ki; kendisinden başka hiç bir ilâh yoktur. Hayy ve kayyumdur.
3-4- Sana kitabı hak ile ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. Bundan önce de insanlara yol gösterici olarak Tevrat ile İncil'i indirmisti. Bir de Hak ile batılı ayırdeden Furkan'ı indirdi. Allah'ın ayetlerim inkâr edenler için, gerçekten şiddetli azab vardır. Allah aziz'dir, intikam sahibidir.
5- Şüphesiz ki, gökte ve yerde hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.
6- Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O'dur. O 'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, Azizdir, Hâkimdir. [1]
Bazı Kelimeler:
Bunun manası hakkında gerekli açıklama, Bakara suresinin başında yapılmıştı. Elif-lâm-mİm şeklinde okunur. Kur'an.İbranice-bir kelime olup şeriat manasınadır. Ehl-i Kitaba göre beş sifr (Tevrat'ın cüzleri) için isim olarak kullanılır.
Bu beş sifr şunlardır: Tekvin, Çıkış,Haberler, Sayılar ve Tesniye. Ama Kur'an'a göre Tevrat, Cenab-ı Allah'ın, kavmine tebliğ etsin diye Musa (A.S.)'a indirdiği vahiydir. Tevrat'ta, Hazreti Mu-hammed (s.a.v.)'in geleceği raüjdelenmektedir.Yunanca bir kelime olup müjde manasını taşımaktadır. Hıristİyanlara göre, 'İndiler' diye bilinen dört kitabın adıdır. Bunlar Hazreti İsa'nın hayatını, başından geçenleri ve öğretilerini kısaca anlatan kitaplardır. Bunlar kesintisiz olarak bugüne kadar gelebilmiş değildir. Ama Hıristiyanlar, bunların yazılış tarihi konusunda ayrılığa düşmüşlerdir. Ama Kur'an'a göre İncil, Allah'ın Meryem oğlu İsa'ya gönderdiği vahiydir, içinde Hazreti Muhammed (s.a.v.)'e ilişkin müjde vardır.
Delil ve kanıtlar gibi, Hak İle batılı birbirinden ayırdeden şey. Bunun akıl olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Kur'an olduğunu söyleyenler de olmuştur. Rahim kelimesinin çoğulu olup kadında, cenini muhafaza eden yere denir. [2]
Nüzul Sebebi:
Bu ayet, Hıristiyanların Necran heyeti hakkında nazil olmuştur. Bu heyet, altmış süvari idi. Ondört tanesi, eşraftandı. Başlarında emirleri, vezirleri ve bilginleri vardı. Peygamber (s.a.v.)'e geldiklerinde, önlerinde bilginleri vardı. İçlerinden üç tanesi o'nunla konuştu. Bir defasında Meryem oğlu İsa-nın tanrı olduğunu, çünkü onun ölüleri dirilttiğini söylediler. Bir defasında onun Allah'ın oğlu olduğunu, çünkü babasız olduğunu söylediler. Bir defasında da O'nun.üçün üçüncüsü olduğunu, zira Allah'ın "Dedik, yaptık." gibi ifadeler kullandığını, şayet bir olsaydı "Dedim ve yaptım." gibi ifadeler kullanırdı, dediler.
Resulullah (s.a.v.) delillerini boşa çıkaracak ve şüphelerini giderecek şekilde onlarla tartıştı. Ama onlar inad ettiler. Nihayet Peygamber (s.a.v.), yanlış yolda olanlara lanet okumaları için kendilerine öneride bulundu. Fakat onlar buna yanaşmadılar. Bunun üzerine Cenab-ı Allah bu surenin başından, seksen küsur ayeti İnzal buyurdu. Bu ayetler, Peygamber (s.a.v.) in delillerini kuvvetlendiriyor, onların da inat ve inkârlarını açıklıyordu. [3]
Açıklama:
Cenab-ı Allah, dinin temeli olan tevhidi ispatlamakla sureye başladı ki, onların inançlarını ilk elde reddetsin. Allah'tan başka gerçek bir tanrı yoktur. Varlıklar içinde nefislere hükmeden gerçek otorite sahibi sadece O'dur. Bu otorite; nefisleri, onu ululamaya ve kendiliğinden ona teslim olmaya sev-keder. Kalbler; iyiliği verip kötülüğü kaldırmanın, Allah'tan başkasının elinde olmadığına inanır. Öncesi olmayan bir hayatla yaşamaktadır. Yaratıklarını koruyup gözeterek yönetir. İsa'nın yaratılmasından önce yer ve gökler OL nunla yerlerinde durmuşlardır. Yoksa İsa'dan önce nasıl yerlerinde durabilirlerdi? Bütün bunlar, Kur'an'i şüphelerden uzak ve hak olarak sana indiren Allah olmasaydı, nasıl olurdu, ya Muhammed? Şüphesiz bu Kur'an, Allah katındandır. Onu kendi İlmiyle inzal buyurmuştur. Melekler de buna şeha-det ederler. Allah şâhid olarak yeter. Kur'an, kendisinden önce Peygamberlere indirilmiş olan kitapları doğrulamaktadır. O kitapların getirdikleri haberleri, verdikleri müjdeleri doğrulamaktadır. Çünkü o, onların verdikleri haber ve müjdelere uygun olarak gelmiştir. Daha önce yüce Allah Tevrat'ı Musa'ya, İncil'i İsa'ya, insanlar için hidayet ve irşad rehberi olarak göndermiştir. Görüyorsunuz ki; Cenab-ı Allah, İsa'dan önce de, İsa'dan sonra da vahiy indirmiş, şeriatler göndermiştir. Şu halde Peygamberlere kitapları indiren İsa değildir. O, sadece onlar gibi bir Peygamberdir. O nasıl tanrı olur?
Cenab-ı Allah, hak ile batılı birbirinden ayıran Furkan'ı indirmiş, bize akıl ve bilinci vermiştir ki, insanoğlu hak ile batılı birbirinden ayirdetsin. Akıl ve idrâkleri insanoğluna bahşeden İsa değildir. Bu anlatılan sıfatlar kendisinde bulunmadığına göre, o, nasıl tanrı olabilir? Ama hak çizgisi dışında tartışan ey sizler! Akıllanın ve iyice düşünün. Sizler akıl ve mantık ölçülerini aştınız. Bütün cemal, celâl, ilahhk ve rabhk sıfatlarıyla Allah'ın niteliklerinin olgunluğuna ve üstünlüğüne delâlet eden apaçık ayetlerini inkâr edenler, hesap gününü unuttukları ve zulmettikleri için, kendilerine şiddetli bir azap tattırılacak. Ey mücadeleci kimseler! İşte siz de bunlardansınız. Gayptan haber verdiği için İsa'nın tanrı olduğunu söylüyorlardı. Kur'an da onları reddediyordu. Yerde ve göklerde ne varsa, bunların hiç biri Allah'ın gözünden kaçmaz. O, yarattığım bilmez mi? Ne var ki, İsa'da bu nitelikler yoktur.
İsa'nın diğer insanlara benzemediğini, babasız olduğunu, şu halde tanrı olması gerektiğini söylediler. Cenab-ı Allah onların bu görüşlerini reddederek, babasız doğmanın, kişinin tanrı olduğuna delalet etmeyeceğini bildirdi. Zira yaratılan, her ne şekilde yaratılırsa yaratılsın, kuldur. Ancak tanrı, ra-himlerdekine dilediği gibi şekil veren yaratıcıdır. İsa İse hiç kimseye şekil vermemiş, tersine, diğer bütün yaratıklar gibi kendisi de anasının rahminde şekillendirilmiştir. Ana rahminde şekillendikten sonra doğan bir İnsanın tanrı oiması akılla bağdaşır mı? Allah'tan başka tanrı yoktur. O birdir, tektir. Herşey kendisine muhtaç, Ü hiç bir şeye muhtaç değildir. Doğurmaktan, dogu-rulmaktan münezzehtir. Aziz'dir, Hâkim'dir. [4]
Kur'an'da Muhkem Ve Müteşabih Ayetler
7- Sana kitabı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir, bunlar Kitab'm anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar,fitne çıkarmak ve kendilerine göre yorumlamak için müteşabih olanlara uyarlar. Halbuki onun gerçek te'vilini ancak Allah bilir. îlimde de-rinleşmiş olanlar: "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandir", derler. Ancak akıl sahibleri düşünebilirler.
8- (Onlar) "Ey Rabbimiz; bizi doğru yola erdirdikten sonra kalbleri-mizi eğriltme. Katından bize rahmet ver. Şüphesiz en çok bağışlayan sensin" (derler).
9- "Ey Rabbimiz! muhakkak ki geleceğinden şüphe olmayan bir günde İnsanları toplayacaksın." Şüphesiz kî Allah sözünden dönmez. [5]
Bazı Kelimeler:
Anlamı konusunda tartışma olmayan, açık anlamlı ayetlere denir.Birbirine benzer, manası açık olmayanlar. Kelimenin zahirinin, kastedilen anlama aykırı olması. Cenab-ı Allah'ın kendi ilmiyle anlamını tercih ettiği kelime olduğunu söyleyenler de vardır.Haktan sapma. Hakikatini bilmek ve gerçekten ne anlama geldiğini açıklamak, Derin ve sağlam bilgi sahipleri. [6]
Açıklama:
Hıristiyanlar, dış anlamı itibariyle, İsa'nın diğer insanlardan farklı olduğunu ifade eden bir takım ayetleri kendi görüşlerini doğrulamak için delil olarak ileri sürüyorlardı. Örneğin Hazret-i İsa ile ilgili şu ayeti delil edinmişlerdi: "Meryem oğlu İsa ancak Allah'ın elçîsidir. Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir! [7]. Onun, üçün üçüncüsü olduğunu, tanrı veya tanrının oğlu olduğunu söylüyorlardı. Cenab-ı Allah da bu iddialarını reddederek, Muham-med (s.a.v.) e indirilen Kur'an'ın ayetlerinin bazısının muhkem, açık anlamlı olduğunu, sözüyle anlamı arasında ayrılık bulunmadığını bildirdi. Muhkem ayetlere şu Örnekleri verebiliriz: "Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenize kesin olarak hükmetti.” [8]. "O, Meryem'in oğlu İsa, ilâh değil, ancak bir kuldur. Biz O'na nimet verdik.Ve kendisini İsrail oğulları için (babasız yaratmakla) bir ibret kıldık." [9] Şu ayet te muhkem ayetlere örnek gösterilebilir: "De ki: Geliniz, size Rabbîniz neleri haram etmiştir, okuyayım...” [10]
İşte görüldüğü gibi, sadece bir tek anlamı olan ve te'vile ihtimal bırakmayan ayetlere muhkem denir. Muhkem ayetler Kur'an'ın temellerini, sütunlarını ve çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bunlar, Kur'an'ın insanların davet edildikleri özüdürler. Bu ayetlerin anlamını anlamak mümkündür. Diğerleri bunlardan çıkar ve bunlara döner. Kur'an'da çoğunluğu bunlar oluştururlar. Herhangi bir ayetin anlamını çözemezsek ve bu ayet bize müteşabih görünürse, muhkem bir ayete başvurularak, bunun anlamı onda aranır. Örneğin şu ayetlere bakalım: "Meryem'in oğlu Mesih Isa, Allah'ın Peygamberi, Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir!' [11]. Bu ayetin anlamını çözebilmek için, şu ayetlere bakarız: "O, Meryem'in oğlu İsa ilah değil, ancak bir kuldur. Biz ona nimet verdik." [12]."Muhakkak ki İsa'nın babasız dünyaya geliş hali, Allah katında Adem'in hali gibidir! [13]. Buna göre biz, hepsinin Allah katından geldiklerine ve muhkem olan asıl ayetin anlamına aykırı olmadığına inanırız.
"Meryem'in oğlu Mesih ha, Allah'ın Peygamberi, Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir?" [14] , "Ey ha, seni (ecelin geldiğinde) öldüreceğim, seni b:tn;ı yükselteceğim." [15]. "O Unlunun ars-i istiva cttİ." [16] "Allah'ın eli oııhı-nn ellerinin üstündedir," gibi müteşabih ayetler, birkaç anlam taşımaktadırlar. Dış anlamlan, kendileriyle kastedilen anlamlara aykırıdır. Bunlarla ne kastedildiğini ancak Allah bilir.
Ey Hıristiyanlar, bu gibi ayetleri delil olarak bize karşı ileri süremezsiniz. Çünkü bunlar, kendileriyle ne kastedildiğini ancak Allah'ın bildiği birkaç anlamı birden taşımaktadırlar. "Mesih (Hazret-i ha) hiç bir zaman Allah'ın kulu olmaktan çekinmez. Allah'a yaklaştırılmış melekler de çekinmezler." [17]" Neden bu gibi ayetlere bağlanmazsınız da,anlamını ancakAIlah'm bildiği ayetlere tutunursunuz?! Kalplerinde eğrilik, haktan batıla doğru sapma bulunanlar, Kur'an'ın müteşabih ayetlerine tabi olur, insanları fitneye düşürüp saptırmak amacıyla muhkem ayetleri terkederler. Böyle yaparlar ki akla uymayan, ama kendi vehim ve sapıklıklanyla bağdaşan te'villere gitsinler. Oysa ki bu ayetlerin te'villerini ve gerçek anlamlarını ancak Allah bilir.
Bazı kurrâlar, ayetinde geçen Allah kelimesi üzerinde vakfe yapar, "Ve'r Rasihune" ile başlayan kısmı ise ayrı bir cümle olarak kabul ederler. Bundaki delilleri de şudur: Cenab-ı Allah, ayette geçen derin bilgi sahiplerini mutlak teslimiyetle nitelemiştir. Bir şeyi bilip anlayan kimse hakkında mutlak teslimiyet ifadesi kullanılmaz. Şu da var ki, müteşabih, anlamını ancak Allah'ın bildiği, ahiretten sözeden ayetlerdir veya zahiri anlamı, kendisiyle kastedilen asıl anlama aykırı olan ayetlerdir. Bunların asıl anlamını yalnızca Allah bilir. Derin bilgi sahipleri de diğerleri gibidir. Burada özel olarak derin bilgi sahihlerinden söz edilmiştir. Çünkü onlar, duygu ve akılla algıladıkları şeylerin yanında durur, gaybin iç yüzünü bilmek için pek ileriye gitmezler. Sınırlarını bilirler. Onların tek yolu teslimiyettir. "Biz bu ayetlere iman ettik. Hepsi Rabbimİz'in katmdandır." derler.
Bazı kurrâlar, ayet-i kerimede geçen Iafz-ı celâl üzerinde vakfe yapmazlar. Rasihun kelimesini de, Allah lafz-ı celâli üzerine atfederler. Buna göre ayetin manası şöyle olur: "Onun (müteşabih ayetlerin) te'vilini Allah'tan ve derin bilgi sahihlerinden başkaları bilmez." Bunun nedeni de şudur: Cenab-ı Allah, müteşabih ayetleri, muhkem ayetlerin anlamına aykırı olarak yorumlamak isteyenleri kınamıştır. Zira bunlar fitne çıkarmayı ve insanları saptırmayı amaçlarlar. Derin bilgi sahipleri ise böyle değildirler. Onlar derin ve sarsılmaz bir bilgiye sahiptirler. Cenab-ı Allah'ın bereketine mazhar olrnuşlardır. Muhkem ayetleri esas alarak, bu esasa uygun biçimde müteşabih ayetleri anlarlar. Hepsinin Allah katından geldiklerine inanırlar. İşte Peygamber efen-dimiz (s.a.v.) tbn Abbas (R.A.) hnkkindu şöyle diyor: "Alkilimi onu ilinde fakih eyle. Ve te'vili ona öğret."
Ayet-i kerime'de özel olarak derin bilgi sahiplerinden söz edilmiştir ki, bu anlayış konusunda başkaları onları taklid etmesin. Geride bir soru kaldı. O da şudur: Kur'an-ı Kerim'de niçin müteşabih ayetler nazil olmuştur? Oysa. Kur'an-ı Kerim, bütün, insanlar için doğru yola iletici bir rehber olarak indirilmiştir. Ayetlerin müteşabih oîmasıysa, insanların bu rehberden kolayca İstifade etmelerine engel olmaktadır.
Bu soruya verilecek cevap şudur: Yüce Allah sağlam imanlıları zayıf iman-lılardan ayird etmek için müteşabih ayetleri indirmiştir ki; bunlar, mü'minin aklını ilim sınırına ulaşacak kadar düşünmeye, araştırmaya teşvik etsin. Re-sulullah (s.a.v.) in asaletinin genel olduğunu unutmamalıyız. İnsanlar arasında halktan olanlar bulunduğu gibi, aydın kimseler de vardır. Herkes, kendi anlayışı oranında bu ayetlere muhatab olmuştur. Bu nedenle Cenab-ı Allah, dinde derinleşenler dememiş, fakat ilimde derinleşenler demiştir. Bunu ancak doğru akıl sahibi kimseler anlarlar. Onlar derler ki: Rabbimiz bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi eğriltme; kendi katından bize bir rahmet bahşet ki bizleri onunla esirgeyesin. Bizi iyiliğe ve doğruluğa eriştir. Bağışlayan sensin. Rabbimiz şüphesiz kıyamet gününde sen insanları bir araya getireceksin. O günün geleceğinden kuşkumuz yoktur. Sen bizi bağışla, bizi başarıya ulaştır ve doğru yola ilet. Şüphesiz sen sözünden dönmezsin.
Müslümanlar Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahi-ret gününe inanırlar. Bir, tek, eşsiz olan, hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde her şeyin kendisine muhtaç olduğu, bütün yetkin sıfatlarla donanmış, bütün eksikliklerden münezzeh, sonradan yaratılan hiçbir şeye benzemeyen Allah'a, Kur'an ve Sünnette geçen İsîâmi nasslar doğrultusunda iman ederler.
Müteşabihlerden sayılan diğer bazı ayet ve hadisler de vardır. Bunlara örnek olarak şu ayet ve hadisleri zikredebiliriz:
"O Rahman Arş-ı istiva etti." [18]
"Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir!'
"Rabbinin yüzü bakidir?' [19]
Bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyurulmuştur:
"Rabbimiz dünya semasına iner."
Selef alimlerine gelince; onlar,Kîtap ve Sünnette yer alan ifadeleri,ben-zetme yapmaksızın, ona cisim atfetmeksizin olduğu gibi alırlardı. Tam bir tenzihte bulunmakla beraber işi Allah'a havale ederlerdi. Onun bir benzeri olmadığına inanırlardı. Örneğin derlerdi ki: Allah, ancak kendisinin bileceği bir şekilde Arş-ı istiva etmiştir. Örneğin ayette geçen "Allah'ın eli" hakkında da böyle düşünürlerdi. ayetinde geçen Al-lalı kelimesi üzerinde vakfe yapmak gerektiğini söylerlerdi. Halef, yani Seleften sonra gelen neslin alimlerine gelince onlar; Allah'ın müteşabİh ifadeler kullanmasını reddetme hususunda fazla ileri giderek bu ayet ve hadîsleri teL vil etmiş; 'istiva' kelimesini istilâ, 'el' kelimesini kudret, 'yüz' kelimesini vü-cud veya zât olarak te'vil etmişlerdir. Bunlara göre, ayette geçen 'rasihun' kelimesini Allah kelimesi üzerine atfetmenin hiçbir engeli yoktur. Doğrusu, selef ulemasının görüşü daha sağlam ve kuvvetlidir. Çünkü;
1- Sahabe, tabiun ve dört imamın görüşü budur.
2- Kur'an ve Sünnette yer alan nasslarm tümünü, olduğu gibi kabul ederek iman etmek ve birini diğerinden ayırmamak gerekir.
3- Yaptıkları te'vil, kastedilen asıl anlamdan başka olabilir. Zira Allah, sözünden ne kasd etmişse, onu yine ancak kendisi bilir.
4- En uygunu mutlak imandır. Aklı, gaybi konulara karıştırmamaktır. Gaiptekini, göz Önünde duranla karşılaştırmak yanlış bir kıyastır.
Ben tefsirde Halef alimlerinin yöntemini esas almıştım. Ama Rİyad'a gittikten sonra, Cenab-ı Allah bana selef alimlerinin yöntemini tanıttı. Te'vilci-İere saygılı olmakla beraber bu yöntemi daha iyi buldum. Onlara saygım vardır. Çünkü ben iyi niyete inanırım.
Sözkonusu nassların sahihliği, Cenab-ı Allah'ın, benzerliklerden (müşabehetten) uzak olduğu konusunda hepsi de birleştiklerine göre, ben bu ihtilafın pek te öyle ileriye götürülecek düşmanca bir ihtilaf olduğunu sanmıyorum. Ama en uygunu, söz birliği etmektir. Alimlerin hayırlı olana yönelmeleridir. Dikkatleri, çağımızda dine yönelen tehlikelere çevirmek gerekir. Kendisinden yardım dilenecek olan, ancak Allah'tır. Doğru yolda olmak ve başarı O'ndan gelir. [20]
Mal Ve Çocuğa Aldanmanın Sonu
10- Doğrusu kâfirlerin mallan ve çocukları^Allah'a karşı onlara bîr şey sağlamaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar.
11- Tıpkı firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin yaptıkları gibi. Onlar ayetlerimizi yalanladılar da Allah günahlarından dolayı onları yakala-yıverdi. Allah azabı çok şiddetli olandır.
12- İnkâr edenlere: "Siz mutlaka yenileceksiniz. Ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, orası ne kötü bir döşektir," de.
13- Karşılaşan iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır. Biri Allah yolunda döğüşüyordu. Diğeriyse kâfirdi. Onlar, öbürlerinin kendilerinin İki katı olduklarını gözleriyle görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Görebilenler için bunda ibret vardır. [21]
Bazı Kelimeler:
Ateş için yakıt olan odun ve kömür gibi şeyler.De'b: De-e-be/Yed-ebü fiilinin mastarıdır. Çaba manasınadır. Ama sonraları bu kelime, kişinin içinde bulunduğu hal manasında kullanılmıştır.
Mİhad: Serilmiş döşekler. [22]
Önceki Ayetlerle İlişkisi:
Allah için vacib olan sıfatlar, Allah'ın indirmiş olduğu kitaplar, özellikle Kur'an, insanların, özellikle derin bilgi sahibi alimlerin anlayışları hakkında gerekli açıklama yapıldıktan sonra, Cenab-ı Allah,maİ ve evladına aldanarak Kur'an'ı inkâr eden kâfirlerin durumunu açıklamaya başladı. "Doğrusu küfredenlerin..." ayet-i kerim'esindeki (ellezine) ism-i mavsulu, Necran'dan Medine'ye gelen heyeti, Yahudileri veya Allah'ı inkâr eden kâfirlerin hepsini kapsamaktadır. [23]
Açıklama:
Eksikliklerden münezzeh olan olan Yüce Allah Hıristiyan, Mıhudi ve müşrik kafirlerin durumlarını, inatlarının nedenini, çocuklarıyla mallarına karşı olan boş aldanışlarını açıklamaktadır. "Biz, mallar ve çocuklar bakımından (sizden) daha fazlayız, dediler?' [24] Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde onların bu iddialarını reddetmektedir.
Ayetlerimizi inkâr edip Peygamberlerimizi yalanlayanlar, kelâmımıza karşı çıkanların malları ve çocukları, Allah ve Resulüne karşı onlara bir yarar sağ-lamaz. Onlar fesatçılıklarında devam eder, sapıklık yolunda yürürlerse, boz-gunculukta çok ileri gitmiş olurlar. Onlar cehennem ateşinin yakıtı ve cehennem halkıdırlar. Çünkü onlar, bizim ayetlerimizi yalanlarlar. Güçlü olan Allah, onları yakalayıverdi. Allah'ın arayıp yakalaması çabuktur, cezası şiddetlidir. Azabı güçlüdür. Said Bin Cübeyr ve îkrime, îbn Abbas (R.A.) dan rivayet ettiler ki, Peygamber (s.a.v.), Bedir Savaşında Kureyşlileri hezimete uğratıp Medine'ye döndüğünde, Yahudileri Kaynuka oğullan çarşısında topladı ve Kureyşlilerin başına gelenlerin kendilerinin de başına gelmemesi hususunda onları uyardı. Yahudiler kendisine şöyle dediler: Sen savaş bilgisi olmayan, tecrübesiz bir toplulukla karşılaştın da, bir fırsatını bulup onları yendin diye gururlanma. Eğer bizimle savaşacak olsaydın, nasıl insanlar olduğumuz gö-recektin.
Bunun üzerine anılan ayet nazil oldu. Ya Muhammedi Onlara de ki: Pek kısa bir zamanda dünyada yenileceksiniz. Mal ve evladınız sizi aldatmasın. Galip gelmeksizin çokluğunuzla değildir. Galibiyet, ancak eksikliklerden münezzeh yüce Allah'ın elindedir.
Müslümanların zaferi; Yahudilerden Kurayza oğullarının öldürülmesi, Nadir oğullarının sürgün edilmesi, Hayber'in fethedilmesi, diğerlerinin de cizye ödemekle yükümlü kılınması ile gerçekleşti. Bu da Muhammed (s.a.v.) in davasının doğruluğunu, onun Peygamber olduğunu gösteren en belirgin ta-nıktır.
Ey İslâm düşmanları! Ahirette de cehenneme topluca sürüleceksiniz. Sîzler için orası ne kötü bir yataktır. Allah'a andolsun ki, sizin için, Kur'an'ın söy-lediklerinin doğru olduğuna delalet eden, büyük bir işaret ve ibret vardır. Kur1 an diyor ki: Sizler yakın zamanda muhakkak yenileceksiniz. Biribirlerİyle kar-şılaşan iki toplulukta, sîzler için bir ibret vardır. Bu ikisinden biri, sayılarının çokluğu ve malının bolluğuyla gururlanmış, Allah'ı inkâr etmiş ve şeytan uğ-runda savaşmaktadır. Diğer topluluksa, sayısı az, sabırlı, Allah'a inanan kim-selerden oluşmuştur. Allah yolunda savaşmaktadır. Bedir savaşında durum buydu. Yaklaşık olarak müslümanların sayısı üçyüz, kâfirlerinkiyse bin ka-dardı.
Buna rağmen müminler, kâfirleri kendilerinin ancak iki misli kadar gördüler. Çünkü Allah, kâfirleri onların gözüne az göstermişti ki, bir müslü-maıı İkt kâfirle doğuşsun. "Sizin sabırlı yüz, kişiniz onlardım iki yüz. kişiyi yener." [25]" Mü'minler gönülleri sükûnet bulsun ve ruhları güçlensin diye kendilerini gerçek sayılarından daha fazla görmüş te olabilirler.
Özetle deriz ki, yukarıdaki ayet-i kerime, bu gibi olaylardan İbret almamızı bize salık vermektedir. Sayıca az bir topluluk, Allah'ın izniyle sayıca çok bir topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir. Bu nedenle Rabbi-miz buyurmuştur ki: Düşünüp ibret alan basiret sahibi kimseler için bu olayda muhakkak ki ibret vardır. [26]
İnsan Ve Onun Dünya Tutkusu
14- Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşın sevgi beslemek, insanlara güzel gösterilmiştir.. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa gidilecek yerin güzeli Allah kalın-dadır. [27]
Bazı Kelimeler:
İnsanlara sevdirildi ve güzel gösterildi.Şehvet kelimesinin çoğulu olup, hoşlandığı şeye karşı ihtiyaç duyması nedeniyle insanın gönlünde meydana gelen eğilim.
İşaretlenmiş. Çayır ve meralarda yayılan hayvanlar anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur.Kantar kelimesinin çoğulu olup, çok miktardaki mal demektir. [28]
Açıklama:
Necran Hıristiyanlarının hcycli ve kâfirlerin diğer önde gelenleri konuşurlarken, kendilerinden anlaşılmıştır ki; onlar, çocuklarını tanır gibi hakkı tanımakladırlar. Yalnız ellerindeki sahte reisliklerin ve gelip geçici olan ser-vetlerin başkalarına geçeceğinden korktukları için hakkı açığa vurmuyorlardı. Onlar, dünyayı kör aşıklar gibi seviyorlardı. Cenab-ı Allah, insanın dünyaya ve dünyevi nimetlere olan sevgisini açıklamış, sonra da bütün bunlardan daha hayırlı -olanı söylemiştir.
Ayette sayılan şeyleri sevmeyi, Cenab-ı Allah insanlara güzel göstermiş, içgüdü derecesine varacak kadar, bunların sevgisini kalblerine yerleştirmiştir. İnsan bir şeyi sever de onu sevmek kendisine güzel gösterilmezse, kısa zamanda ondan nefret edebilir. İnsan bir şeyi sever de onu sevmek kendisine güzel gösterilirse, hemen hemen ondan vazgeçmez diyebiliriz. O şeyin aleyhinde konuşulmasını kabul etmez. (Gerçekten var olsa bile). O şeyde bir eğrilik bulunduğunu kesinlikle kabul etmez. Kur'an-ı Kerim, ayette anılan şeyleri sevmeyi, aşın derecede rağbet gördüklerinden dolayı şehvet (ve tutku) olarak adlandırmıştır. Böyle bir ifade kullanmakla, insanların kalblerinİn bu şeylere şiddetle bağlı olduğunu ilân etmiştir. Bunları sevmenin, insanın hayvani tabiatının bir gereği olduğuna işaret etmiştir. Şehvet, hayvanların sıfatlanndandır. Cenab-ı Allah böyle bir ifade kullanmıştır ki, insanlar, bu gibi şeyleri severken aşırılığa kaçmasınlar ve ılımlı olsunlar.
İslâmiyet hem amel, hem de inanç dinidir. Ilımlı olmayı ve orta yolda gitmeyi öngören bir dindir. Ey Muhammed! De ki: "Allah'ın kullan için çıkarmış olduğu (yarattığı) ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir!' [29] Dinimiz bazı insanların anladıkları gibi ruhbanlık, zahidlik ve bir köşeye çekilme dini değildir. Ayette anılan şeyleri sevmek yasak değildir. Yasak olan, dinî yönü alt edecek derecede aşırılığa saplanarak o şeyleri sevmektir.
Kadınlar ve çocuklar, hayatın çiçekleridirler. Kalbi besleyip gıdalandı-rırlar. Ama bir dereceye kadar. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Dünya bir meta'dır. Dünyadaki en hayırlı meta da, iyi yoldaki kadındır. (Kocası) kendisine baktığında onu sevindirip mutlu eder. Emrettiğinde ona itaat eder. Kendisinden uzakta bulunduğunda kendi nefsini ve kocasının malım muhafaza eder." Çocuklara gelince "onlar, ciğerparelerimiz ve göz nurumuzdurlar.
Kantar kantar altınlarla gümüşleri —yani büyük miktardaki serveti— sevmek, insanda bir huy haline gelmiştir. Resulullah (s.a.v.) ne doğru, ne güzel buyurmuş: "Adem oğlunun iki dere (dolusu) altını olsaydı, bir üçüncüsü de olsun isterdi. Adem oğlunun karnını ancak toprak doldurur!' Mal, sahibini şımartıp büyüklendirir ve onu allah'm, ayrıca insanların haklarım çiğneyen bir kişi yaparsa, kötüdür. Ama mal sahibi, malıyla hem Allah'ın, hem insanların haklarını öder,dinî ve vatanî görevlerini yerine getirirse o ne güzel bir şeydir? O mal, Allah'a karşı bir hazırlıktır. İnsanı Allah'la bağlantılı kılar. Onu Allah'a yaklaştırır.
Nişanlı atlarla develer, ekinler... Bütün bunlar dünya hayatının yararlı ve süslü şeyleridirler. Bütün bunlar, insanın kötü işler yapmasına ve Allahtan uzaklaşmasına neden olurlarsa, kötüdürler. Zamanımızda birçok insanda görülen durum budur. Bu durumda mal, sahibi İçin tehlikeli olur. Ama mal, sahibinin iyilik yapmasına neden olur ve onu görevlerini yapmaktan en-gellemez, tersine ona destek olursa, elbette ki onun için hayırlı olur. [30]
Dünya Ve Dünyevî Şeylerden Daha Hayırlı Olan Nesne
15- Ey Muhammedi De ki: "Bundan daha iyisini size haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rablerinin katında, altlarından ırmaklar akan ve orada ebedi olarak kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızâsı vardır. Allah kullarını hakkıyla görendir.
16-17- "Rabbimiz! Bİz şüphesiz inandık, bunun için günahlarımızı bize bağışla ve bizi ateşin azabından koru" diyen, sabreden, doğru olan, gönülden kulluk eden, hayır yapan ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyen kulları Allah görür. [31]
Bazı Kelimeler:
Gönülden ve devamlı olarak ibndclfc bulunan, kulluk edenler.Seher kelimesinin çoğulu olup, gecenin karanlığıyla gündüzün aydınlığının birbirine karıştığı vakit. [32]
Açıklama:
Ey Muhammedi Onlara de ki: Ayette geçen dünya zineti ve metaından daha hayırlı bir şeyi sizç haber, vereyim mi? Böyle bir ifadenin kullanılmasıyla, ayette geçen kadın, çocuk ve benzerinin de hayırlı olduklarına işaret edilmiş olmaktadır. Ancak bunların hak ve doğru olarak kullanılmaları, sevgilerinin, insanı başkalarına haksızlık etmeye götürmemesi, Allah rızası için salih amel işlemekten engellememesi şarttır.
Böyle bir ifadenin kullanılması, "Gidilecek yerin güzeli Allah katmdadır" sözünde anlatıhnlara açıklık getirmektedir. Şânmı yüceltmek ve insanları ken-disine yönelmeye teşvik etmek için önce hayrın ne olduğu söylenmemiş, kapalı bırakılmış; sonra da "Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için, Rab'îeri katında ahlarından ırmaklar akan cennetler vardır." sözüyle Hayr'a açıklık getirilmiştir. Böylece gerekli açıklama tam olarak verilmiş, kalblere daha bir sağlamlık kazandırılmıştır.
Allah'ın azabına karşı kendilerini korumaya çalışanlar için —Kendilerim besleyip yetiştirmiş, gözetmiş olan— Rableri katında, altlarından nehirler akan cennetler vardır. Bu cennetlerde ebedi olarak kalacaklardır. Oradan hiç ayrıl-mak istemezler. Orada kendileri için, aybaşı ve lohusahk gibi pisliklerden arın-mış tertemiz hanımlar vardır. Bu kadınlar, fuhuş kirinden ve ahlaksızlıktan uzaktırlar. Cenab-i Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar için maddi ve manevi olmak Üzere iki tür mükâfat bağışlamıştır. Maddi olanı cennettir. Manevi olanı ise Allah'ın rızâ ve hoşnudluğudur ki, o, her nimetten üstündür. "Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler va'det-miştir. Allah'ın hoşnud olması en büyük şeydir. İşte büyük kurtuluş budur." [33].
Takva, ancak kullarından haberdar olan ve onların bütün hal ve hareketlerini gören.AHah'm bileceği bir şeydir. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) efendimiz, kendi göğsüne işaret ederek, "Takva işte buradadır" demiştir.
Ayet-i kerime, "Allah kullan görür" İfadesiyle sona ermektedir. Gerçek takva sahipleri, Allah'a karşı gelmekten sakınan kimselerdir? Onlar, "Rabbimİz biz sana, senin Peygamberlerine ve Kitaplarına iman ettik; kalben, gerçek bir inanışla iman ettik" diyenlerdir. Bu nitelikteki kimseler, bağışlanmayı ve Allah'ın azabından korunmayı hakederler. Bu nedenle de: "Günnhlıtntnızı bıığışIn ve bizi cehennem ııtcşinitı azabındım koru" derler. Onlar kendilerini her türlü mekruh ve haramdan alıkoyan, Allah'a karşı gelmekten sakınma ve onun yargısına teslim olma konusunda tahammül gösteren sabırlı kimselerdir. Şüphesiz ki sabır, şehvet ve tutku fırtınaları sırasında nefse sebat verir. Bu nedenle hak tavsiye edilirken, beraberinde sabır tavsiyesi de yapılmıştır. "Birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler." [34] Onlar imanlarında, sözlerinde ve fiillerinde sadıktırlar. "Doğruyu getiren ve onu tasdik eden ise, işte bunlar takva sahibi kimselerdir” [35].
Kunut, devamlı olarak teslimiyet içinde Allah'a yalvarmaktır. Evet, bu sıfatlara sahip kimseler gerek vacip gerek nafile olarak mallarını Allah yolunda sarfederler. Bunlar seher vakitlerinde bağışlanma dileğinde bulunurlar. Özellikle seher vakti denildi. Çünkü seher vakti ibadete kalkmak zordur. O saatte insanın gönlü saf ve temizdir. O esnada yapılan duâ müstecaptır. İstiğfar'ın en faziletlisi, Buhari'nin rivayet ettiği şu duadır: Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: "Duaların en üstünü şöyle demendir: "Allah'ım! benim Rab-bim sensin. Senden başka tanrı yoktur. Sen beni yarattın. Ben senin kulunum. Gücüm yettiği kadarıyla sana verdiğim söz ve ahid üzerinde durmaktayım. Yaptıklarımın kötülüğünden sana sığınırım. Bana vermiş olduğun nimetlerinle sana yönelirim. Ve günahlarımdan vazgeçiyorum. Beni bağışla. Doğrusu, günahları senden başka bağışlayacak kimse yoktur." [36]
Allah'ın Birliğine, Adalete Ve Dinin Ancak İslamiyet Olduğuna Şehadet
18- Allah, melekler ve'adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O 'ndan başka tanrı olmadığına şehâdet ettiler. O'ndan başka ilâh yoktur. O, güçlüdür, Hakim 'dir.
19- Şüphesiz Allah katında din, İslâm'dır. Ancak kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastan dolayı ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphesiz ki Allah hesabı çabuk görendir.
20- Seninle tartışmaya girişirlerse: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah'a teslim ettim," de. Kendilerine Kitâb verilenler ve kitapsızlara: "Siz de İslâm oldunuz mu?" de. Eğer İslâm olurlarsa doğru yola girmişlerdir. Şayet yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah, kullarını görür. [37]
Bazı Kelimeler:
Şehâdet; bilgi, ortaya çıkarma ve izahla birlikte yapılan haber veriş,
Uyulması gereken ilâhi yasa.Hased ve zulüm. [38]
Açıklama:
Cenab-ı Allah, meleklerine, kendisinin bir olduğunu, kendisinden başka tanrı bulunmadığım ilmiyle haber verdi. Bunu onlara tam olarak açıkladı. Melekler de Peygamberlere, Allah'ın bir olduğunu haber verdiler. Onlara açıkladılar. İlim sahiplerine de bu haber ulaştırıldı. Onlar da bunu öğrenerek başkalarına açıkladılar. Halen de bu işlevlerini sürdürmektedirler. Allah şe-hadet etti ki, gerçekten ondan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de din, şeriat, evren, tabiat, ibadet, adâb ve muamelât konusunda adaleti ayakta tutarak bu şehadetin gereğini yaptılar. Yüce Allah evrenin düzenini sağlam ve yıkılmaz bir şekilde kurdu. Maddi ve manevi güçler arasında denge sağladı. İslami hükümler birey ile toplum, bireyle yaratıcısı, birey ve nefsi, birey ye kardeşi, zengin ile yoksul arasındaki sağlıklı denge temeli üzerine kurulmuştur. Cenab-ı Allah'ın, evreni yarattığı günden kıyametin kopacağı güne kadar varlığını devam ettirmek üzere, kullan hesabına seçip beğendiği din, İslâm dinidir. Şüphesiz bütün Peygamberler, dinin özü hususunda aynı şeyi getirmişlerdir. Bu öz İslam'dır. Kurtuluş, tevhid ve her şeyde orta yoldur, adalettir. "Kim İslam'dan başka bir dîn ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz ve ahirette de o, ebedi zarar çekenlerdendir! [39] Kendilerine kitab verilenler, Muhammed (s.a.v.) in son Peygamber ve müjdeci olduğuna dair kesin bir bilgi kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. "Kendilerine Kitap verdiklerimiz, Hazret-i Peygamberi, öz oğullarım tanır gibi tanırlar.” [40] Hazreti Peygamberin durumu hakkında sırf çekememezükleri, ihtirasları, dünyaya ve dünya malına aşırı tutkuları nedeniyle ayrılığa düştüler. Bundan sonra, Peygamberlerin doğruluğuna delâlet eden ilâhi ayetleri inkâr edenler için, Allah çabuk hesap gören ve azabı şiddetli olandır.
Ey Muhammed! Bundan sonra, yani kendilerine apaçık Hak ile gelişinden sonra seninle tartışmaya girişip mücadele ederlerse, onlara de ki: Ben ve beraberimdeki mü'minler, Allah'a boyun eğip teslim olduk. Başkalarını bir tarafa atıp sırf onun rızasını kazanmak amacıyla ibadet ederek Aîlah'a yö-neldik. Eğer içten bir şekilde Allah'a teslim oîmuşsamz, bana tabi olmaktan sizi alıkoyan nedir?
Ey Muhammed! Senin zamanında yaşamakta olan Yahudi, Hıristiyan ve müşriklere de ki: "Teslim oldunuz mu?" Eğer sana teslim olurlarsa, dosdoğru yola kavuşmuş olurlar. Ama dönüp te senden yüz çevirirlerse, "Bana düşen, sadece tebliğ etmektir!' de. Allah, eksikliklerden münezzehtir. Yaratıklarını görür, onların hallerini bilir. Onları hesaba çekecek ve amellerinin karşılığını verecektir. [41]
Peygamberi Ve İyilik Emredenleri Öldürmenin Cezası
21- Allah'ın ayetlerini inkâr edenlere ve haksız yere Peygamberleri öldürenlere, insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere, işte onlara elem verici bir azabı müjdele.
22- İşte bunlar o kimselerdir ki; dünya ve ahirette amelleri boşa gitmiştir. Ve onların hiç yardımcıları da yoktur. [42]
Bazı Kelimeler:
Onları müjdele.
Müjde, yüzü güldüren sevindirici haberdir. Buradaki müjde kelimesinin, kâfirlerin karşılaşacağı azap haberi anlamında kullanılması, hakaret anlamındadır. Çünkü onlar u haberi aldıklarında yüzleri asılacaktır. Amelleri boşa gider. [43]
Açıklama:
Öğrenip anladıktan sonra Allah'ın ayetlerini inkâr eden ve Peygamberleri öldürenleri, acı bir azab ile müjdele. Zira Peygamberler, "Rabbimİz Allah'tır." dediler. Evet hiç bir günah ve suçları olmadığı halde, bunları öldürmenin haksızlık olduğunu kesin olarak bilmelerine rağmen, sadece Allah'ın davetini tebliğ ettikleri için Peygamberleri öldürdüler. Bunlar YahudİIerdir. Bunların atalarının işledikleri günahlar ve kötü fiiler, kendilerine nispet edilmiştir. Çünkü, bunlar, atalarının işledikleri fiillerden razıdırlar. Kaldı ki bizzat bunlar da, bozgunculuk ve sapıklığı ileriye götürmek amacıyla Peygamber (s.a.v.) i öldürmeye kalktılar. Aynı şekilde bunlar, adaleti, iyi ve güzel şeyieri emredenleri, kötülükleri ve çirkin fiilleri yasakliyanlan; örneğin alimler, din adamlarını ve Allah ile Resulü için kendilerini dini, hak ve hakikati savunmaya adamış olanları da öldürdüler.
Evet.. Bu sayılan kimseleri öldürmek, milletleri için büyük bir kayıp, zarar ve hüsrandır. Allah yolunda öldürülüp şehid edilenlere gelince, bunların sevap ve karşılığı Allah'a aittir. Tarihin kaydettiğine göre Allah'a davet ve vatan uğruna Öldürülen kimselerin sayısı çoktur. Bunların Öldürülmesi din ve vatan açısından suçtur, günahtır. Bu suç ve günahın cezasını da o kan dökücü katiller çekeceklerdir. Bu katilleri, acı verici şiddetli bir azabla müjdele. Sapıklıkta bu kadar ileri giden bu kimselerin dünya ve ahirette amelleri boşa gider. Ahirette bunlara yardım edecek kimse yoktur. O günde mal ve oğullar (insana) yarar vermez. [44]
En son Admin tarafından Çarş. Ara. 08, 2010 5:36 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi