Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    ALİ İMRAN SURESİ

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    ALİ İMRAN SURESİ Empty ALİ İMRAN SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 08, 2010 5:26 pm

    Âl-İ Îmran Suresi

    Medenidir. Enfal suresinden sonra nazil olmuştur. Ayet sayısı iki yüzdür.
    (Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.)
    1- Elif, Lâm, Mim.
    2- Allah O'dur ki; kendisinden başka hiç bir ilâh yoktur. Hayy ve kayyumdur.
    3-4- Sana kitabı hak ile ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. Bundan önce de insanlara yol gösterici olarak Tevrat ile İncil'i indirmisti. Bir de Hak ile batılı ayırdeden Furkan'ı indirdi. Allah'ın ayetlerim inkâr edenler için, gerçekten şiddetli azab vardır. Allah aziz'dir, intikam sahibidir.
    5- Şüphesiz ki, gökte ve yerde hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.
    6- Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O'dur. O 'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, Azizdir, Hâkimdir. [1]

    Bazı Kelimeler:

    Bunun manası hakkında gerekli açıklama, Bakara suresinin başında yapılmıştı. Elif-lâm-mİm şeklinde okunur. Kur'an.İbranice-bir kelime olup şeriat manasınadır. Ehl-i Kitaba göre beş sifr (Tevrat'ın cüzleri) için isim olarak kullanılır.
    Bu beş sifr şunlardır: Tekvin, Çıkış,Haberler, Sayılar ve Tesniye. Ama Kur'an'a göre Tevrat, Cenab-ı Allah'ın, kavmine tebliğ etsin diye Musa (A.S.)'a indirdiği vahiydir. Tevrat'ta, Hazreti Mu-hammed (s.a.v.)'in geleceği raüjdelenmektedir.Yunanca bir kelime olup müjde manasını taşımaktadır. Hıristİyanlara göre, 'İndiler' diye bilinen dört kitabın adıdır. Bunlar Hazreti İsa'nın hayatını, başından geçenleri ve öğretilerini kısaca anlatan kitaplardır. Bunlar kesintisiz olarak bugüne kadar gelebilmiş değildir. Ama Hıristiyanlar, bunların yazılış tarihi konusunda ayrılığa düşmüşlerdir. Ama Kur'an'a göre İncil, Allah'ın Meryem oğlu İsa'ya gönderdiği vahiydir, içinde Hazreti Muhammed (s.a.v.)'e ilişkin müjde vardır.
    Delil ve kanıtlar gibi, Hak İle batılı birbirinden ayırdeden şey. Bunun akıl olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Kur'an olduğunu söyleyenler de olmuştur. Rahim kelimesinin çoğulu olup kadında, cenini muhafaza eden yere denir. [2]

    Nüzul Sebebi:

    Bu ayet, Hıristiyanların Necran heyeti hakkında nazil olmuştur. Bu heyet, altmış süvari idi. Ondört tanesi, eşraftandı. Başlarında emirleri, vezirleri ve bilginleri vardı. Peygamber (s.a.v.)'e geldiklerinde, önlerinde bilginleri vardı. İçlerinden üç tanesi o'nunla konuştu. Bir defasında Meryem oğlu İsa-nın tanrı olduğunu, çünkü onun ölüleri dirilttiğini söylediler. Bir defasında onun Allah'ın oğlu olduğunu, çünkü babasız olduğunu söylediler. Bir defasında da O'nun.üçün üçüncüsü olduğunu, zira Allah'ın "Dedik, yaptık." gibi ifadeler kullandığını, şayet bir olsaydı "Dedim ve yaptım." gibi ifadeler kullanırdı, dediler.
    Resulullah (s.a.v.) delillerini boşa çıkaracak ve şüphelerini giderecek şekilde onlarla tartıştı. Ama onlar inad ettiler. Nihayet Peygamber (s.a.v.), yanlış yolda olanlara lanet okumaları için kendilerine öneride bulundu. Fakat onlar buna yanaşmadılar. Bunun üzerine Cenab-ı Allah bu surenin başından, seksen küsur ayeti İnzal buyurdu. Bu ayetler, Peygamber (s.a.v.) in delillerini kuvvetlendiriyor, onların da inat ve inkârlarını açıklıyordu. [3]

    Açıklama:

    Cenab-ı Allah, dinin temeli olan tevhidi ispatlamakla sureye başladı ki, onların inançlarını ilk elde reddetsin. Allah'tan başka gerçek bir tanrı yoktur. Varlıklar içinde nefislere hükmeden gerçek otorite sahibi sadece O'dur. Bu otorite; nefisleri, onu ululamaya ve kendiliğinden ona teslim olmaya sev-keder. Kalbler; iyiliği verip kötülüğü kaldırmanın, Allah'tan başkasının elinde olmadığına inanır. Öncesi olmayan bir hayatla yaşamaktadır. Yaratıklarını koruyup gözeterek yönetir. İsa'nın yaratılmasından önce yer ve gökler OL nunla yerlerinde durmuşlardır. Yoksa İsa'dan önce nasıl yerlerinde durabilirlerdi? Bütün bunlar, Kur'an'i şüphelerden uzak ve hak olarak sana indiren Allah olmasaydı, nasıl olurdu, ya Muhammed? Şüphesiz bu Kur'an, Allah katındandır. Onu kendi İlmiyle inzal buyurmuştur. Melekler de buna şeha-det ederler. Allah şâhid olarak yeter. Kur'an, kendisinden önce Peygamberlere indirilmiş olan kitapları doğrulamaktadır. O kitapların getirdikleri haberleri, verdikleri müjdeleri doğrulamaktadır. Çünkü o, onların verdikleri haber ve müjdelere uygun olarak gelmiştir. Daha önce yüce Allah Tevrat'ı Musa'ya, İncil'i İsa'ya, insanlar için hidayet ve irşad rehberi olarak göndermiştir. Görüyorsunuz ki; Cenab-ı Allah, İsa'dan önce de, İsa'dan sonra da vahiy indirmiş, şeriatler göndermiştir. Şu halde Peygamberlere kitapları indiren İsa değildir. O, sadece onlar gibi bir Peygamberdir. O nasıl tanrı olur?
    Cenab-ı Allah, hak ile batılı birbirinden ayıran Furkan'ı indirmiş, bize akıl ve bilinci vermiştir ki, insanoğlu hak ile batılı birbirinden ayirdetsin. Akıl ve idrâkleri insanoğluna bahşeden İsa değildir. Bu anlatılan sıfatlar kendisinde bulunmadığına göre, o, nasıl tanrı olabilir? Ama hak çizgisi dışında tartışan ey sizler! Akıllanın ve iyice düşünün. Sizler akıl ve mantık ölçülerini aştınız. Bütün cemal, celâl, ilahhk ve rabhk sıfatlarıyla Allah'ın niteliklerinin olgunluğuna ve üstünlüğüne delâlet eden apaçık ayetlerini inkâr edenler, hesap gününü unuttukları ve zulmettikleri için, kendilerine şiddetli bir azap tattırılacak. Ey mücadeleci kimseler! İşte siz de bunlardansınız. Gayptan haber verdiği için İsa'nın tanrı olduğunu söylüyorlardı. Kur'an da onları reddediyordu. Yerde ve göklerde ne varsa, bunların hiç biri Allah'ın gözünden kaçmaz. O, yarattığım bilmez mi? Ne var ki, İsa'da bu nitelikler yoktur.
    İsa'nın diğer insanlara benzemediğini, babasız olduğunu, şu halde tanrı olması gerektiğini söylediler. Cenab-ı Allah onların bu görüşlerini reddederek, babasız doğmanın, kişinin tanrı olduğuna delalet etmeyeceğini bildirdi. Zira yaratılan, her ne şekilde yaratılırsa yaratılsın, kuldur. Ancak tanrı, ra-himlerdekine dilediği gibi şekil veren yaratıcıdır. İsa İse hiç kimseye şekil vermemiş, tersine, diğer bütün yaratıklar gibi kendisi de anasının rahminde şekillendirilmiştir. Ana rahminde şekillendikten sonra doğan bir İnsanın tanrı oiması akılla bağdaşır mı? Allah'tan başka tanrı yoktur. O birdir, tektir. Herşey kendisine muhtaç, Ü hiç bir şeye muhtaç değildir. Doğurmaktan, dogu-rulmaktan münezzehtir. Aziz'dir, Hâkim'dir. [4]

    Kur'an'da Muhkem Ve Müteşabih Ayetler

    7- Sana kitabı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir, bunlar Kitab'm anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar,fitne çıkarmak ve kendilerine göre yorumlamak için müteşabih olanlara uyarlar. Halbuki onun gerçek te'vilini ancak Allah bilir. îlimde de-rinleşmiş olanlar: "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandir", derler. Ancak akıl sahibleri düşünebilirler.
    8- (Onlar) "Ey Rabbimiz; bizi doğru yola erdirdikten sonra kalbleri-mizi eğriltme. Katından bize rahmet ver. Şüphesiz en çok bağışlayan sensin" (derler).
    9- "Ey Rabbimiz! muhakkak ki geleceğinden şüphe olmayan bir günde İnsanları toplayacaksın." Şüphesiz kî Allah sözünden dönmez. [5]

    Bazı Kelimeler:

    Anlamı konusunda tartışma olmayan, açık anlamlı ayetlere denir.Birbirine benzer, manası açık olmayanlar. Kelimenin zahirinin, kastedilen anlama aykırı olması. Cenab-ı Allah'ın kendi ilmiyle anlamını tercih ettiği kelime olduğunu söyleyenler de vardır.Haktan sapma. Hakikatini bilmek ve gerçekten ne anlama geldiğini açıklamak, Derin ve sağlam bilgi sahipleri. [6]

    Açıklama:

    Hıristiyanlar, dış anlamı itibariyle, İsa'nın diğer insanlardan farklı olduğunu ifade eden bir takım ayetleri kendi görüşlerini doğrulamak için delil olarak ileri sürüyorlardı. Örneğin Hazret-i İsa ile ilgili şu ayeti delil edinmişlerdi: "Meryem oğlu İsa ancak Allah'ın elçîsidir. Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir! [7]. Onun, üçün üçüncüsü olduğunu, tanrı veya tanrının oğlu olduğunu söylüyorlardı. Cenab-ı Allah da bu iddialarını reddederek, Muham-med (s.a.v.) e indirilen Kur'an'ın ayetlerinin bazısının muhkem, açık anlamlı olduğunu, sözüyle anlamı arasında ayrılık bulunmadığını bildirdi. Muhkem ayetlere şu Örnekleri verebiliriz: "Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenize kesin olarak hükmetti.” [8]. "O, Meryem'in oğlu İsa, ilâh değil, ancak bir kuldur. Biz O'na nimet verdik.Ve kendisini İsrail oğulları için (babasız yaratmakla) bir ibret kıldık." [9] Şu ayet te muhkem ayetlere örnek gösterilebilir: "De ki: Geliniz, size Rabbîniz neleri haram etmiştir, okuyayım...” [10]
    İşte görüldüğü gibi, sadece bir tek anlamı olan ve te'vile ihtimal bırakmayan ayetlere muhkem denir. Muhkem ayetler Kur'an'ın temellerini, sütunlarını ve çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bunlar, Kur'an'ın insanların davet edildikleri özüdürler. Bu ayetlerin anlamını anlamak mümkündür. Diğerleri bunlardan çıkar ve bunlara döner. Kur'an'da çoğunluğu bunlar oluştururlar. Herhangi bir ayetin anlamını çözemezsek ve bu ayet bize müteşabih görünürse, muhkem bir ayete başvurularak, bunun anlamı onda aranır. Örneğin şu ayetlere bakalım: "Meryem'in oğlu Mesih Isa, Allah'ın Peygamberi, Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir!' [11]. Bu ayetin anlamını çözebilmek için, şu ayetlere bakarız: "O, Meryem'in oğlu İsa ilah değil, ancak bir kuldur. Biz ona nimet verdik." [12]."Muhakkak ki İsa'nın babasız dünyaya geliş hali, Allah katında Adem'in hali gibidir! [13]. Buna göre biz, hepsinin Allah katından geldiklerine ve muhkem olan asıl ayetin anlamına aykırı olmadığına inanırız.
    "Meryem'in oğlu Mesih ha, Allah'ın Peygamberi, Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir?" [14] , "Ey ha, seni (ecelin geldiğinde) öldüreceğim, seni b:tn;ı yükselteceğim." [15]. "O Unlunun ars-i istiva cttİ." [16] "Allah'ın eli oııhı-nn ellerinin üstündedir," gibi müteşabih ayetler, birkaç anlam taşımaktadırlar. Dış anlamlan, kendileriyle kastedilen anlamlara aykırıdır. Bunlarla ne kastedildiğini ancak Allah bilir.
    Ey Hıristiyanlar, bu gibi ayetleri delil olarak bize karşı ileri süremezsiniz. Çünkü bunlar, kendileriyle ne kastedildiğini ancak Allah'ın bildiği birkaç anlamı birden taşımaktadırlar. "Mesih (Hazret-i ha) hiç bir zaman Allah'ın kulu olmaktan çekinmez. Allah'a yaklaştırılmış melekler de çekinmezler." [17]" Neden bu gibi ayetlere bağlanmazsınız da,anlamını ancakAIlah'm bildiği ayetlere tutunursunuz?! Kalplerinde eğrilik, haktan batıla doğru sapma bulunanlar, Kur'an'ın müteşabih ayetlerine tabi olur, insanları fitneye düşürüp saptırmak amacıyla muhkem ayetleri terkederler. Böyle yaparlar ki akla uymayan, ama kendi vehim ve sapıklıklanyla bağdaşan te'villere gitsinler. Oysa ki bu ayetlerin te'villerini ve gerçek anlamlarını ancak Allah bilir.
    Bazı kurrâlar, ayetinde geçen Allah kelimesi üzerinde vakfe yapar, "Ve'r Rasihune" ile başlayan kısmı ise ayrı bir cümle olarak kabul ederler. Bundaki delilleri de şudur: Cenab-ı Allah, ayette geçen derin bilgi sahiplerini mutlak teslimiyetle nitelemiştir. Bir şeyi bilip anlayan kimse hakkında mutlak teslimiyet ifadesi kullanılmaz. Şu da var ki, müteşabih, anlamını ancak Allah'ın bildiği, ahiretten sözeden ayetlerdir veya zahiri anlamı, kendisiyle kastedilen asıl anlama aykırı olan ayetlerdir. Bunların asıl anlamını yalnızca Allah bilir. Derin bilgi sahipleri de diğerleri gibidir. Burada özel olarak derin bilgi sahihlerinden söz edilmiştir. Çünkü onlar, duygu ve akılla algıladıkları şeylerin yanında durur, gaybin iç yüzünü bilmek için pek ileriye gitmezler. Sınırlarını bilirler. Onların tek yolu teslimiyettir. "Biz bu ayetlere iman ettik. Hepsi Rabbimİz'in katmdandır." derler.
    Bazı kurrâlar, ayet-i kerimede geçen Iafz-ı celâl üzerinde vakfe yapmazlar. Rasihun kelimesini de, Allah lafz-ı celâli üzerine atfederler. Buna göre ayetin manası şöyle olur: "Onun (müteşabih ayetlerin) te'vilini Allah'tan ve derin bilgi sahihlerinden başkaları bilmez." Bunun nedeni de şudur: Cenab-ı Allah, müteşabih ayetleri, muhkem ayetlerin anlamına aykırı olarak yorumlamak isteyenleri kınamıştır. Zira bunlar fitne çıkarmayı ve insanları saptırmayı amaçlarlar. Derin bilgi sahipleri ise böyle değildirler. Onlar derin ve sarsılmaz bir bilgiye sahiptirler. Cenab-ı Allah'ın bereketine mazhar olrnuşlardır. Muhkem ayetleri esas alarak, bu esasa uygun biçimde müteşabih ayetleri anlarlar. Hepsinin Allah katından geldiklerine inanırlar. İşte Peygamber efen-dimiz (s.a.v.) tbn Abbas (R.A.) hnkkindu şöyle diyor: "Alkilimi onu ilinde fakih eyle. Ve te'vili ona öğret."
    Ayet-i kerime'de özel olarak derin bilgi sahiplerinden söz edilmiştir ki, bu anlayış konusunda başkaları onları taklid etmesin. Geride bir soru kaldı. O da şudur: Kur'an-ı Kerim'de niçin müteşabih ayetler nazil olmuştur? Oysa. Kur'an-ı Kerim, bütün, insanlar için doğru yola iletici bir rehber olarak indirilmiştir. Ayetlerin müteşabih oîmasıysa, insanların bu rehberden kolayca İstifade etmelerine engel olmaktadır.
    Bu soruya verilecek cevap şudur: Yüce Allah sağlam imanlıları zayıf iman-lılardan ayird etmek için müteşabih ayetleri indirmiştir ki; bunlar, mü'minin aklını ilim sınırına ulaşacak kadar düşünmeye, araştırmaya teşvik etsin. Re-sulullah (s.a.v.) in asaletinin genel olduğunu unutmamalıyız. İnsanlar arasında halktan olanlar bulunduğu gibi, aydın kimseler de vardır. Herkes, kendi anlayışı oranında bu ayetlere muhatab olmuştur. Bu nedenle Cenab-ı Allah, dinde derinleşenler dememiş, fakat ilimde derinleşenler demiştir. Bunu ancak doğru akıl sahibi kimseler anlarlar. Onlar derler ki: Rabbimiz bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi eğriltme; kendi katından bize bir rahmet bahşet ki bizleri onunla esirgeyesin. Bizi iyiliğe ve doğruluğa eriştir. Bağışlayan sensin. Rabbimiz şüphesiz kıyamet gününde sen insanları bir araya getireceksin. O günün geleceğinden kuşkumuz yoktur. Sen bizi bağışla, bizi başarıya ulaştır ve doğru yola ilet. Şüphesiz sen sözünden dönmezsin.
    Müslümanlar Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahi-ret gününe inanırlar. Bir, tek, eşsiz olan, hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde her şeyin kendisine muhtaç olduğu, bütün yetkin sıfatlarla donanmış, bütün eksikliklerden münezzeh, sonradan yaratılan hiçbir şeye benzemeyen Allah'a, Kur'an ve Sünnette geçen İsîâmi nasslar doğrultusunda iman ederler.
    Müteşabihlerden sayılan diğer bazı ayet ve hadisler de vardır. Bunlara örnek olarak şu ayet ve hadisleri zikredebiliriz:
    "O Rahman Arş-ı istiva etti." [18]
    "Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir!'
    "Rabbinin yüzü bakidir?' [19]
    Bir Hadis-i Şerifte de şöyle buyurulmuştur:
    "Rabbimiz dünya semasına iner."
    Selef alimlerine gelince; onlar,Kîtap ve Sünnette yer alan ifadeleri,ben-zetme yapmaksızın, ona cisim atfetmeksizin olduğu gibi alırlardı. Tam bir tenzihte bulunmakla beraber işi Allah'a havale ederlerdi. Onun bir benzeri olmadığına inanırlardı. Örneğin derlerdi ki: Allah, ancak kendisinin bileceği bir şekilde Arş-ı istiva etmiştir. Örneğin ayette geçen "Allah'ın eli" hakkında da böyle düşünürlerdi. ayetinde geçen Al-lalı kelimesi üzerinde vakfe yapmak gerektiğini söylerlerdi. Halef, yani Seleften sonra gelen neslin alimlerine gelince onlar; Allah'ın müteşabİh ifadeler kullanmasını reddetme hususunda fazla ileri giderek bu ayet ve hadîsleri teL vil etmiş; 'istiva' kelimesini istilâ, 'el' kelimesini kudret, 'yüz' kelimesini vü-cud veya zât olarak te'vil etmişlerdir. Bunlara göre, ayette geçen 'rasihun' kelimesini Allah kelimesi üzerine atfetmenin hiçbir engeli yoktur. Doğrusu, selef ulemasının görüşü daha sağlam ve kuvvetlidir. Çünkü;
    1- Sahabe, tabiun ve dört imamın görüşü budur.
    2- Kur'an ve Sünnette yer alan nasslarm tümünü, olduğu gibi kabul ederek iman etmek ve birini diğerinden ayırmamak gerekir.
    3- Yaptıkları te'vil, kastedilen asıl anlamdan başka olabilir. Zira Allah, sözünden ne kasd etmişse, onu yine ancak kendisi bilir.
    4- En uygunu mutlak imandır. Aklı, gaybi konulara karıştırmamaktır. Gaiptekini, göz Önünde duranla karşılaştırmak yanlış bir kıyastır.
    Ben tefsirde Halef alimlerinin yöntemini esas almıştım. Ama Rİyad'a gittikten sonra, Cenab-ı Allah bana selef alimlerinin yöntemini tanıttı. Te'vilci-İere saygılı olmakla beraber bu yöntemi daha iyi buldum. Onlara saygım vardır. Çünkü ben iyi niyete inanırım.
    Sözkonusu nassların sahihliği, Cenab-ı Allah'ın, benzerliklerden (müşabehetten) uzak olduğu konusunda hepsi de birleştiklerine göre, ben bu ihtilafın pek te öyle ileriye götürülecek düşmanca bir ihtilaf olduğunu sanmıyorum. Ama en uygunu, söz birliği etmektir. Alimlerin hayırlı olana yönelmeleridir. Dikkatleri, çağımızda dine yönelen tehlikelere çevirmek gerekir. Kendisinden yardım dilenecek olan, ancak Allah'tır. Doğru yolda olmak ve başarı O'ndan gelir. [20]

    Mal Ve Çocuğa Aldanmanın Sonu

    10- Doğrusu kâfirlerin mallan ve çocukları^Allah'a karşı onlara bîr şey sağlamaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar.
    11- Tıpkı firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin yaptıkları gibi. Onlar ayetlerimizi yalanladılar da Allah günahlarından dolayı onları yakala-yıverdi. Allah azabı çok şiddetli olandır.
    12- İnkâr edenlere: "Siz mutlaka yenileceksiniz. Ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, orası ne kötü bir döşektir," de.
    13- Karşılaşan iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır. Biri Allah yolunda döğüşüyordu. Diğeriyse kâfirdi. Onlar, öbürlerinin kendilerinin İki katı olduklarını gözleriyle görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Görebilenler için bunda ibret vardır. [21]

    Bazı Kelimeler:

    Ateş için yakıt olan odun ve kömür gibi şeyler.De'b: De-e-be/Yed-ebü fiilinin mastarıdır. Çaba manasınadır. Ama sonraları bu kelime, kişinin içinde bulunduğu hal manasında kullanılmıştır.
    Mİhad: Serilmiş döşekler. [22]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Allah için vacib olan sıfatlar, Allah'ın indirmiş olduğu kitaplar, özellikle Kur'an, insanların, özellikle derin bilgi sahibi alimlerin anlayışları hakkında gerekli açıklama yapıldıktan sonra, Cenab-ı Allah,maİ ve evladına aldanarak Kur'an'ı inkâr eden kâfirlerin durumunu açıklamaya başladı. "Doğrusu küfredenlerin..." ayet-i kerim'esindeki (ellezine) ism-i mavsulu, Necran'dan Medine'ye gelen heyeti, Yahudileri veya Allah'ı inkâr eden kâfirlerin hepsini kapsamaktadır. [23]

    Açıklama:

    Eksikliklerden münezzeh olan olan Yüce Allah Hıristiyan, Mıhudi ve müşrik kafirlerin durumlarını, inatlarının nedenini, çocuklarıyla mallarına karşı olan boş aldanışlarını açıklamaktadır. "Biz, mallar ve çocuklar bakımından (sizden) daha fazlayız, dediler?' [24] Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde onların bu iddialarını reddetmektedir.
    Ayetlerimizi inkâr edip Peygamberlerimizi yalanlayanlar, kelâmımıza karşı çıkanların malları ve çocukları, Allah ve Resulüne karşı onlara bir yarar sağ-lamaz. Onlar fesatçılıklarında devam eder, sapıklık yolunda yürürlerse, boz-gunculukta çok ileri gitmiş olurlar. Onlar cehennem ateşinin yakıtı ve cehennem halkıdırlar. Çünkü onlar, bizim ayetlerimizi yalanlarlar. Güçlü olan Allah, onları yakalayıverdi. Allah'ın arayıp yakalaması çabuktur, cezası şiddetlidir. Azabı güçlüdür. Said Bin Cübeyr ve îkrime, îbn Abbas (R.A.) dan rivayet ettiler ki, Peygamber (s.a.v.), Bedir Savaşında Kureyşlileri hezimete uğratıp Medine'ye döndüğünde, Yahudileri Kaynuka oğullan çarşısında topladı ve Kureyşlilerin başına gelenlerin kendilerinin de başına gelmemesi hususunda onları uyardı. Yahudiler kendisine şöyle dediler: Sen savaş bilgisi olmayan, tecrübesiz bir toplulukla karşılaştın da, bir fırsatını bulup onları yendin diye gururlanma. Eğer bizimle savaşacak olsaydın, nasıl insanlar olduğumuz gö-recektin.
    Bunun üzerine anılan ayet nazil oldu. Ya Muhammedi Onlara de ki: Pek kısa bir zamanda dünyada yenileceksiniz. Mal ve evladınız sizi aldatmasın. Galip gelmeksizin çokluğunuzla değildir. Galibiyet, ancak eksikliklerden münezzeh yüce Allah'ın elindedir.
    Müslümanların zaferi; Yahudilerden Kurayza oğullarının öldürülmesi, Nadir oğullarının sürgün edilmesi, Hayber'in fethedilmesi, diğerlerinin de cizye ödemekle yükümlü kılınması ile gerçekleşti. Bu da Muhammed (s.a.v.) in davasının doğruluğunu, onun Peygamber olduğunu gösteren en belirgin ta-nıktır.
    Ey İslâm düşmanları! Ahirette de cehenneme topluca sürüleceksiniz. Sîzler için orası ne kötü bir yataktır. Allah'a andolsun ki, sizin için, Kur'an'ın söy-lediklerinin doğru olduğuna delalet eden, büyük bir işaret ve ibret vardır. Kur1 an diyor ki: Sizler yakın zamanda muhakkak yenileceksiniz. Biribirlerİyle kar-şılaşan iki toplulukta, sîzler için bir ibret vardır. Bu ikisinden biri, sayılarının çokluğu ve malının bolluğuyla gururlanmış, Allah'ı inkâr etmiş ve şeytan uğ-runda savaşmaktadır. Diğer topluluksa, sayısı az, sabırlı, Allah'a inanan kim-selerden oluşmuştur. Allah yolunda savaşmaktadır. Bedir savaşında durum buydu. Yaklaşık olarak müslümanların sayısı üçyüz, kâfirlerinkiyse bin ka-dardı.
    Buna rağmen müminler, kâfirleri kendilerinin ancak iki misli kadar gördüler. Çünkü Allah, kâfirleri onların gözüne az göstermişti ki, bir müslü-maıı İkt kâfirle doğuşsun. "Sizin sabırlı yüz, kişiniz onlardım iki yüz. kişiyi yener." [25]" Mü'minler gönülleri sükûnet bulsun ve ruhları güçlensin diye kendilerini gerçek sayılarından daha fazla görmüş te olabilirler.
    Özetle deriz ki, yukarıdaki ayet-i kerime, bu gibi olaylardan İbret almamızı bize salık vermektedir. Sayıca az bir topluluk, Allah'ın izniyle sayıca çok bir topluluğu yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir. Bu nedenle Rabbi-miz buyurmuştur ki: Düşünüp ibret alan basiret sahibi kimseler için bu olayda muhakkak ki ibret vardır. [26]

    İnsan Ve Onun Dünya Tutkusu

    14- Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşın sevgi beslemek, insanlara güzel gösterilmiştir.. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa gidilecek yerin güzeli Allah kalın-dadır. [27]

    Bazı Kelimeler:

    İnsanlara sevdirildi ve güzel gösterildi.Şehvet kelimesinin çoğulu olup, hoşlandığı şeye karşı ihtiyaç duyması nedeniyle insanın gönlünde meydana gelen eğilim.
    İşaretlenmiş. Çayır ve meralarda yayılan hayvanlar anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur.Kantar kelimesinin çoğulu olup, çok miktardaki mal demektir. [28]

    Açıklama:

    Necran Hıristiyanlarının hcycli ve kâfirlerin diğer önde gelenleri konuşurlarken, kendilerinden anlaşılmıştır ki; onlar, çocuklarını tanır gibi hakkı tanımakladırlar. Yalnız ellerindeki sahte reisliklerin ve gelip geçici olan ser-vetlerin başkalarına geçeceğinden korktukları için hakkı açığa vurmuyorlardı. Onlar, dünyayı kör aşıklar gibi seviyorlardı. Cenab-ı Allah, insanın dünyaya ve dünyevi nimetlere olan sevgisini açıklamış, sonra da bütün bunlardan daha hayırlı -olanı söylemiştir.
    Ayette sayılan şeyleri sevmeyi, Cenab-ı Allah insanlara güzel göstermiş, içgüdü derecesine varacak kadar, bunların sevgisini kalblerine yerleştirmiştir. İnsan bir şeyi sever de onu sevmek kendisine güzel gösterilmezse, kısa zamanda ondan nefret edebilir. İnsan bir şeyi sever de onu sevmek kendisine güzel gösterilirse, hemen hemen ondan vazgeçmez diyebiliriz. O şeyin aleyhinde konuşulmasını kabul etmez. (Gerçekten var olsa bile). O şeyde bir eğrilik bulunduğunu kesinlikle kabul etmez. Kur'an-ı Kerim, ayette anılan şeyleri sevmeyi, aşın derecede rağbet gördüklerinden dolayı şehvet (ve tutku) olarak adlandırmıştır. Böyle bir ifade kullanmakla, insanların kalblerinİn bu şeylere şiddetle bağlı olduğunu ilân etmiştir. Bunları sevmenin, insanın hayvani tabiatının bir gereği olduğuna işaret etmiştir. Şehvet, hayvanların sıfatlanndandır. Cenab-ı Allah böyle bir ifade kullanmıştır ki, insanlar, bu gibi şeyleri severken aşırılığa kaçmasınlar ve ılımlı olsunlar.
    İslâmiyet hem amel, hem de inanç dinidir. Ilımlı olmayı ve orta yolda gitmeyi öngören bir dindir. Ey Muhammed! De ki: "Allah'ın kullan için çıkarmış olduğu (yarattığı) ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir!' [29] Dinimiz bazı insanların anladıkları gibi ruhbanlık, zahidlik ve bir köşeye çekilme dini değildir. Ayette anılan şeyleri sevmek yasak değildir. Yasak olan, dinî yönü alt edecek derecede aşırılığa saplanarak o şeyleri sevmektir.
    Kadınlar ve çocuklar, hayatın çiçekleridirler. Kalbi besleyip gıdalandı-rırlar. Ama bir dereceye kadar. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Dünya bir meta'dır. Dünyadaki en hayırlı meta da, iyi yoldaki kadındır. (Kocası) kendisine baktığında onu sevindirip mutlu eder. Emrettiğinde ona itaat eder. Kendisinden uzakta bulunduğunda kendi nefsini ve kocasının malım muhafaza eder." Çocuklara gelince "onlar, ciğerparelerimiz ve göz nurumuzdurlar.
    Kantar kantar altınlarla gümüşleri —yani büyük miktardaki serveti— sevmek, insanda bir huy haline gelmiştir. Resulullah (s.a.v.) ne doğru, ne güzel buyurmuş: "Adem oğlunun iki dere (dolusu) altını olsaydı, bir üçüncüsü de olsun isterdi. Adem oğlunun karnını ancak toprak doldurur!' Mal, sahibini şımartıp büyüklendirir ve onu allah'm, ayrıca insanların haklarım çiğneyen bir kişi yaparsa, kötüdür. Ama mal sahibi, malıyla hem Allah'ın, hem insanların haklarını öder,dinî ve vatanî görevlerini yerine getirirse o ne güzel bir şeydir? O mal, Allah'a karşı bir hazırlıktır. İnsanı Allah'la bağlantılı kılar. Onu Allah'a yaklaştırır.
    Nişanlı atlarla develer, ekinler... Bütün bunlar dünya hayatının yararlı ve süslü şeyleridirler. Bütün bunlar, insanın kötü işler yapmasına ve Allahtan uzaklaşmasına neden olurlarsa, kötüdürler. Zamanımızda birçok insanda görülen durum budur. Bu durumda mal, sahibi İçin tehlikeli olur. Ama mal, sahibinin iyilik yapmasına neden olur ve onu görevlerini yapmaktan en-gellemez, tersine ona destek olursa, elbette ki onun için hayırlı olur. [30]

    Dünya Ve Dünyevî Şeylerden Daha Hayırlı Olan Nesne

    15- Ey Muhammedi De ki: "Bundan daha iyisini size haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rablerinin katında, altlarından ırmaklar akan ve orada ebedi olarak kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızâsı vardır. Allah kullarını hakkıyla görendir.
    16-17- "Rabbimiz! Bİz şüphesiz inandık, bunun için günahlarımızı bize bağışla ve bizi ateşin azabından koru" diyen, sabreden, doğru olan, gönülden kulluk eden, hayır yapan ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyen kulları Allah görür. [31]

    Bazı Kelimeler:

    Gönülden ve devamlı olarak ibndclfc bulunan, kulluk edenler.Seher kelimesinin çoğulu olup, gecenin karanlığıyla gündüzün aydınlığının birbirine karıştığı vakit. [32]

    Açıklama:

    Ey Muhammedi Onlara de ki: Ayette geçen dünya zineti ve metaından daha hayırlı bir şeyi sizç haber, vereyim mi? Böyle bir ifadenin kullanılmasıyla, ayette geçen kadın, çocuk ve benzerinin de hayırlı olduklarına işaret edilmiş olmaktadır. Ancak bunların hak ve doğru olarak kullanılmaları, sevgilerinin, insanı başkalarına haksızlık etmeye götürmemesi, Allah rızası için salih amel işlemekten engellememesi şarttır.
    Böyle bir ifadenin kullanılması, "Gidilecek yerin güzeli Allah katmdadır" sözünde anlatıhnlara açıklık getirmektedir. Şânmı yüceltmek ve insanları ken-disine yönelmeye teşvik etmek için önce hayrın ne olduğu söylenmemiş, kapalı bırakılmış; sonra da "Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için, Rab'îeri katında ahlarından ırmaklar akan cennetler vardır." sözüyle Hayr'a açıklık getirilmiştir. Böylece gerekli açıklama tam olarak verilmiş, kalblere daha bir sağlamlık kazandırılmıştır.
    Allah'ın azabına karşı kendilerini korumaya çalışanlar için —Kendilerim besleyip yetiştirmiş, gözetmiş olan— Rableri katında, altlarından nehirler akan cennetler vardır. Bu cennetlerde ebedi olarak kalacaklardır. Oradan hiç ayrıl-mak istemezler. Orada kendileri için, aybaşı ve lohusahk gibi pisliklerden arın-mış tertemiz hanımlar vardır. Bu kadınlar, fuhuş kirinden ve ahlaksızlıktan uzaktırlar. Cenab-i Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar için maddi ve manevi olmak Üzere iki tür mükâfat bağışlamıştır. Maddi olanı cennettir. Manevi olanı ise Allah'ın rızâ ve hoşnudluğudur ki, o, her nimetten üstündür. "Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler va'det-miştir. Allah'ın hoşnud olması en büyük şeydir. İşte büyük kurtuluş budur." [33].
    Takva, ancak kullarından haberdar olan ve onların bütün hal ve hareketlerini gören.AHah'm bileceği bir şeydir. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) efendimiz, kendi göğsüne işaret ederek, "Takva işte buradadır" demiştir.
    Ayet-i kerime, "Allah kullan görür" İfadesiyle sona ermektedir. Gerçek takva sahipleri, Allah'a karşı gelmekten sakınan kimselerdir? Onlar, "Rabbimİz biz sana, senin Peygamberlerine ve Kitaplarına iman ettik; kalben, gerçek bir inanışla iman ettik" diyenlerdir. Bu nitelikteki kimseler, bağışlanmayı ve Allah'ın azabından korunmayı hakederler. Bu nedenle de: "Günnhlıtntnızı bıığışIn ve bizi cehennem ııtcşinitı azabındım koru" derler. Onlar kendilerini her türlü mekruh ve haramdan alıkoyan, Allah'a karşı gelmekten sakınma ve onun yargısına teslim olma konusunda tahammül gösteren sabırlı kimselerdir. Şüphesiz ki sabır, şehvet ve tutku fırtınaları sırasında nefse sebat verir. Bu nedenle hak tavsiye edilirken, beraberinde sabır tavsiyesi de yapılmıştır. "Birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler." [34] Onlar imanlarında, sözlerinde ve fiillerinde sadıktırlar. "Doğruyu getiren ve onu tasdik eden ise, işte bunlar takva sahibi kimselerdir” [35].
    Kunut, devamlı olarak teslimiyet içinde Allah'a yalvarmaktır. Evet, bu sıfatlara sahip kimseler gerek vacip gerek nafile olarak mallarını Allah yolunda sarfederler. Bunlar seher vakitlerinde bağışlanma dileğinde bulunurlar. Özellikle seher vakti denildi. Çünkü seher vakti ibadete kalkmak zordur. O saatte insanın gönlü saf ve temizdir. O esnada yapılan duâ müstecaptır. İstiğfar'ın en faziletlisi, Buhari'nin rivayet ettiği şu duadır: Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: "Duaların en üstünü şöyle demendir: "Allah'ım! benim Rab-bim sensin. Senden başka tanrı yoktur. Sen beni yarattın. Ben senin kulunum. Gücüm yettiği kadarıyla sana verdiğim söz ve ahid üzerinde durmaktayım. Yaptıklarımın kötülüğünden sana sığınırım. Bana vermiş olduğun nimetlerinle sana yönelirim. Ve günahlarımdan vazgeçiyorum. Beni bağışla. Doğrusu, günahları senden başka bağışlayacak kimse yoktur." [36]

    Allah'ın Birliğine, Adalete Ve Dinin Ancak İslamiyet Olduğuna Şehadet

    18- Allah, melekler ve'adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O 'ndan başka tanrı olmadığına şehâdet ettiler. O'ndan başka ilâh yoktur. O, güçlüdür, Hakim 'dir.
    19- Şüphesiz Allah katında din, İslâm'dır. Ancak kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastan dolayı ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphesiz ki Allah hesabı çabuk görendir.
    20- Seninle tartışmaya girişirlerse: "Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah'a teslim ettim," de. Kendilerine Kitâb verilenler ve kitapsızlara: "Siz de İslâm oldunuz mu?" de. Eğer İslâm olurlarsa doğru yola girmişlerdir. Şayet yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah, kullarını görür. [37]

    Bazı Kelimeler:

    Şehâdet; bilgi, ortaya çıkarma ve izahla birlikte yapılan haber veriş,
    Uyulması gereken ilâhi yasa.Hased ve zulüm. [38]

    Açıklama:

    Cenab-ı Allah, meleklerine, kendisinin bir olduğunu, kendisinden başka tanrı bulunmadığım ilmiyle haber verdi. Bunu onlara tam olarak açıkladı. Melekler de Peygamberlere, Allah'ın bir olduğunu haber verdiler. Onlara açıkladılar. İlim sahiplerine de bu haber ulaştırıldı. Onlar da bunu öğrenerek başkalarına açıkladılar. Halen de bu işlevlerini sürdürmektedirler. Allah şe-hadet etti ki, gerçekten ondan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de din, şeriat, evren, tabiat, ibadet, adâb ve muamelât konusunda adaleti ayakta tutarak bu şehadetin gereğini yaptılar. Yüce Allah evrenin düzenini sağlam ve yıkılmaz bir şekilde kurdu. Maddi ve manevi güçler arasında denge sağladı. İslami hükümler birey ile toplum, bireyle yaratıcısı, birey ve nefsi, birey ye kardeşi, zengin ile yoksul arasındaki sağlıklı denge temeli üzerine kurulmuştur. Cenab-ı Allah'ın, evreni yarattığı günden kıyametin kopacağı güne kadar varlığını devam ettirmek üzere, kullan hesabına seçip beğendiği din, İslâm dinidir. Şüphesiz bütün Peygamberler, dinin özü hususunda aynı şeyi getirmişlerdir. Bu öz İslam'dır. Kurtuluş, tevhid ve her şeyde orta yoldur, adalettir. "Kim İslam'dan başka bir dîn ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz ve ahirette de o, ebedi zarar çekenlerdendir! [39] Kendilerine kitab verilenler, Muhammed (s.a.v.) in son Peygamber ve müjdeci olduğuna dair kesin bir bilgi kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler. "Kendilerine Kitap verdiklerimiz, Hazret-i Peygamberi, öz oğullarım tanır gibi tanırlar.” [40] Hazreti Peygamberin durumu hakkında sırf çekememezükleri, ihtirasları, dünyaya ve dünya malına aşırı tutkuları nedeniyle ayrılığa düştüler. Bundan sonra, Peygamberlerin doğruluğuna delâlet eden ilâhi ayetleri inkâr edenler için, Allah çabuk hesap gören ve azabı şiddetli olandır.
    Ey Muhammed! Bundan sonra, yani kendilerine apaçık Hak ile gelişinden sonra seninle tartışmaya girişip mücadele ederlerse, onlara de ki: Ben ve beraberimdeki mü'minler, Allah'a boyun eğip teslim olduk. Başkalarını bir tarafa atıp sırf onun rızasını kazanmak amacıyla ibadet ederek Aîlah'a yö-neldik. Eğer içten bir şekilde Allah'a teslim oîmuşsamz, bana tabi olmaktan sizi alıkoyan nedir?
    Ey Muhammed! Senin zamanında yaşamakta olan Yahudi, Hıristiyan ve müşriklere de ki: "Teslim oldunuz mu?" Eğer sana teslim olurlarsa, dosdoğru yola kavuşmuş olurlar. Ama dönüp te senden yüz çevirirlerse, "Bana düşen, sadece tebliğ etmektir!' de. Allah, eksikliklerden münezzehtir. Yaratıklarını görür, onların hallerini bilir. Onları hesaba çekecek ve amellerinin karşılığını verecektir. [41]

    Peygamberi Ve İyilik Emredenleri Öldürmenin Cezası

    21- Allah'ın ayetlerini inkâr edenlere ve haksız yere Peygamberleri öldürenlere, insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere, işte onlara elem verici bir azabı müjdele.
    22- İşte bunlar o kimselerdir ki; dünya ve ahirette amelleri boşa gitmiştir. Ve onların hiç yardımcıları da yoktur. [42]

    Bazı Kelimeler:

    Onları müjdele.
    Müjde, yüzü güldüren sevindirici haberdir. Buradaki müjde kelimesinin, kâfirlerin karşılaşacağı azap haberi anlamında kullanılması, hakaret anlamındadır. Çünkü onlar u haberi aldıklarında yüzleri asılacaktır. Amelleri boşa gider. [43]

    Açıklama:

    Öğrenip anladıktan sonra Allah'ın ayetlerini inkâr eden ve Peygamberleri öldürenleri, acı bir azab ile müjdele. Zira Peygamberler, "Rabbimİz Allah'tır." dediler. Evet hiç bir günah ve suçları olmadığı halde, bunları öldürmenin haksızlık olduğunu kesin olarak bilmelerine rağmen, sadece Allah'ın davetini tebliğ ettikleri için Peygamberleri öldürdüler. Bunlar YahudİIerdir. Bunların atalarının işledikleri günahlar ve kötü fiiler, kendilerine nispet edilmiştir. Çünkü, bunlar, atalarının işledikleri fiillerden razıdırlar. Kaldı ki bizzat bunlar da, bozgunculuk ve sapıklığı ileriye götürmek amacıyla Peygamber (s.a.v.) i öldürmeye kalktılar. Aynı şekilde bunlar, adaleti, iyi ve güzel şeyieri emredenleri, kötülükleri ve çirkin fiilleri yasakliyanlan; örneğin alimler, din adamlarını ve Allah ile Resulü için kendilerini dini, hak ve hakikati savunmaya adamış olanları da öldürdüler.
    Evet.. Bu sayılan kimseleri öldürmek, milletleri için büyük bir kayıp, zarar ve hüsrandır. Allah yolunda öldürülüp şehid edilenlere gelince, bunların sevap ve karşılığı Allah'a aittir. Tarihin kaydettiğine göre Allah'a davet ve vatan uğruna Öldürülen kimselerin sayısı çoktur. Bunların Öldürülmesi din ve vatan açısından suçtur, günahtır. Bu suç ve günahın cezasını da o kan dökücü katiller çekeceklerdir. Bu katilleri, acı verici şiddetli bir azabla müjdele. Sapıklıkta bu kadar ileri giden bu kimselerin dünya ve ahirette amelleri boşa gider. Ahirette bunlara yardım edecek kimse yoktur. O günde mal ve oğullar (insana) yarar vermez. [44]


    En son Admin tarafından Çarş. Ara. 08, 2010 5:36 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    ALİ İMRAN SURESİ Empty Geri: ALİ İMRAN SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 08, 2010 5:29 pm

    Gurura Kapılarak Allah'ın Hükmünden Yüz Çevirmek

    23- Kendilerine Kitab'dan bir pay verilmiş olanları görmedin mi; aralarında hüküm vermek için Allah'ın kitabına çağırılmışlar, sonra onardan bir zümre dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz çevirenlerdir.
    24- Bu, onların:"Bize ateş sadece sayılı bir kaç gün değecektir" demeleri yüzündendir. Ve uydura geldikleri şeyler, onları dînlerinde yanıltmıştır.
    25- Geleceğinden şüphe olmayan bir günde onları topladığımız ve kendilerine haksızlık yapılmayarak herkese kazandığı eksizsiz ödendiği zaman (halleri) ne olacak? [45]

    Bazı Kelimeler:

    Tevrat'tan bir cüz.Bu kitabın Tevrat veya Kur'an olduğu söylenmiştir.
    Yalan söylerler, uydururlar. [46]

    Nüzul Sebebi:

    Rivayet olundu ki; Resulullah (s.a.v.) a, "Sen hangi dindensin?" diye sordular. O da, "İbrahim (A.S.) m dinindenim!' cevabını verdi. Onlar, "İbrahim Yahudi idi." dediklerinde şu cevabı verdi: "Bizimle sizin aranızda Tevrat vardır. Gelin Tevrat'a...". Onlar buna yanaşmadılar.
    Başka bir rivayete göre bu ayet, zina hükmü hakkında nazil olmuştur. Yahudiler, eşrafa mensup bir adamları zina ettiğinde, Tevrat'a göre hüküm verilip verilmemesi konusunda ihtilaf ettiler. Sonra onlardan bu ilâhi hükme teslim olmayanlar yüz çevirdiler. Ayetin bu olay hakkında nazil olduğunu ssöyleyen rivayeti olaylar da doğrulamakladır. [47]

    Açıklama:

    Ya Muhammedi Kendilerine Tevrat'tan bir pay verilenlere bak. Tevrat1 in geri kalan kısmı tahrif edilmiş, kaybolup gitmiştİr.Elde kalan kısmmdaysa Hz. Muhammed'in geleceği müjdelenmektedir. Burada geçen ayetlerin açıkça delâlet etmesine rağmen, sana iman etmemeleri, inandıkları Kitap'tan veya Kur'an'dan yüz çevirmeleri tuhaf değil mi? Onlar ayrılığa düşüp te hakem olarak Tevrat'a baş vurduklarında, ondaki hükümlerin kendi istek ve heveslerine aykırı olduğunu görünce, bir duraksamadan sonra Tevrat'tan yüz çevirirler. "Sonra onlardan bir zümre arkasını çeviriyor. Onlar temelli yüz çevirenlerdir.", İfadesinde onların hükmü kabulde tereddüt ettikten sonra yüz çevirdiklerine ve senin onları Allah'ın kitabına davet edişinden sonra sana sırt çevirmelerine işaret vardır. "Onlar temelli yüz çevirenlerdir." Sözüyle yüz çevirmelerinin devamlılığına, bunu kendileri için bir huy ve uyulması gerekli bir kural haline getirdiklerine işaret vardır. "Onlardan bir zümre" sözüyle de onlardan Abdullah bin Selâm ve benzeri bazı kimselerin hak yolu bulduklarına işaret edilmektedir. Sayılı bir kaç gün dışında cehennem ateşinin kendilerine isabet etmeyeceğine inanmış olmaları, onları bu şekilde inatçı ve inkarcı olmaya teşvik etmiştir. Yahudi her ne yaparsa yapsın, sayılı bir kaç gün için cehenneme gireceğine, bundan sonra da cennete gireceğine inanır. "Peygamberler bizim için şefaatte bulunacaklardır. Biz onların evlâdıyız. Allah'ın seçtiği bir milletiz," gibi dinde uydurdukları safsatalara aldanmışlar-dır. Allah, onların bu uydurmalarını Kur'an'm bir kaç yerinde reddetmiştir.
    Geleceği muhakkak olan, nesep bağlarının kesildiği, mal ve oğulların insana yarar sağlamayacağı, adalet terazilerinin kurulacağı, hiç kimseye zerre kadar haksızlığın yapılmayacağı, iyilik de olsa, kötülük de olsa herkese amelinin karşılığının tam olarak verileceği bir günde, şu Yahudileri toplayıp bir araya getirdiğimizde halleri nice olacaktır? [48]

    Allahın Kudret Ve Büyüklüğü

    26- Ey Muhammedi De ki:"Mülkün sahibi olan Allah'ım. Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın- Dilediğini aziz kılar, dilediğini al-çartırsm. İyilik elindedir. Doğrusu sen her şeye kadirsin.
    27- Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin; ölüden diri, diriden ölü çıkarırsın; dilediğini hesapsız rızıklandınrsın." [49]

    Bazı Kelimeler:

    Ey Allah'ım,Egemenlik. Maddi ve manevi işlerde tasarrufta bulunmak, Söküp çıkarırsın,
    Geçirip girdirmek. [50]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Müşrikler; yiyip içen, çarşı pazarda dolaşan bir insanın Peygamber oluşunu kabul etmiyorlardı. Ehl-İ Kitab, Israiloğullanndan başkasına Peygamberlik verilmesini kabul etmiyordu. Kur'an-ı Kerim, bütün işlerin Allah'ın kudretinde olduğunu, Allah'ın dilediği işi yapacağını söyleyerek Peygamber (s.a.v.) e teselli veren ayetlerle doludur.
    Rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) efendimiz, kavmine, Kis-ra'nm ve Rum'un mülkünün, San'a saraylarının kendilerine verileceğini müjdelemişti. Bunu duyan münafıklar onlara: "Bu tuhafınıza gitmiyor mu? O, asılsız şeyleri size va'dedİyor." İşte onların böyle demeleri üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. [51]

    Açıklama:

    Onlar senden yüz çevirdiklerinde,senin de mülkün sahibine ve işlerin yö-neticisine yönelip sığınman gerekir. Necranlı Hıristiyanların sana gönderdikleri heyetin ve diğerlerinin İnat etmelerinin senin için bîr sakıncası yoktur. Tam tersine sen, Allah'a yönel ve şöyle de: Ey mülkün sahibi Allah! Veren de sensin, alan da. Dilediğin olur, dilemediğin olmaz. Hükümdarlık ve Peygamberliği kullarından dilediğine verirsin. "Allah, Peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir” [52]. Arap soyundan gelen Peygamberi (Muhanımed (s.a.v.) İ) elçi olarak görevlendirmekle, Peygamberliği İsrailoğuliarırn elinden vckiı1 aklığın gibi, hükümdarlık ve egu'mcnligi de dilediğin kişi ve ümmetlerin elinden çekip alırsın. Allah; İbrahim oğullarına verdiği gibi hükümdarlığı ya Peygamberlikle beraber kullarından dilediğine verir: "İbrahim ailesine Kitab ve hikmet verdik. Onlara büyük hükümranlık bahşettik!” [53] Ya da çağımizdaki hükümdarlar gibi, kullarından dilediğine yalnızca hükümdarlık verir. Din dışına çıktıkları, kötü bir siyaset uyguladıkları, hüküm ve yönetimi bozdukları, rüşvet ve zulmü geçer akçe haline getirdikleri için İsrai-loğullarının elinden hükümdarlık ve Peygamberliği çekip çıkardığın gibi; zulüm, kötü siyaset ve bozuk yönetimleri nedeniyle mülkü dilediğin insanların ve milletlerin elinden çekip alırsın. "Bu Allah'ın kanunudur. Allah'ın kanununda asla değişiklik bulamazsın." Dilediğini aziz kılıp yüceltir, dilediğini de alçartırsın. Üstünlük ve değersizlik, mal ve mülk sahibi olmaya bağlı değildir. Nice mülk sahibi ve hükümdar vardır ki, aslında o zelil ve alçaktır. Nice yoksul vardır ki, onun başı dik ve siması heybetlidir.
    Cenab-ı Allah'ın geceyi gündüze geçirip gündüzün uzaması, gündüzü-geceye girdirip gecenin uzaması, O'nun kudretinin, hükümranlık ve büyüklüğünün tamam oluşunun bir göstergesidir. İşlerin yönetimi O'nun elindedir. Evrenin yönetimi O'nun kabzasmdadır. Yer ve gökler, O'nun kudret elinde durulmuş vaziyettedir.
    O, ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarır. Maksat eğer manevi ölüm ve hayat ise buna da şu örneği verebiliriz: Alimden cahili, cahilden de alimi çıkarır. Kâfirden mü'mini, mü'minden de kâfiri çıkarır. Maksat eğer maddi hayat ve ölüm ise buna da şu örneği verebiliriz. Yumurtayı tavuktan, tavuğu yumurtadan çıkarır. Her ne kadar tıp bilginleri spermada ve yumurtada hayat bulunduğunu söylemekteyseler de cevap olarak, bunun Özel türden bir hayat olduğunu söyleyebiliriz. Geçerli olan genel anlayışına göre ise yumurtada hayat bulunmadığı anlaşılmıştır. Herkesin üzerinde ittifak ettiği örnek şu olabilir; Bitki, kuru bir tohumdan çıkar; kuru tohum da bitkiden elde edilir. Şu halde canlının gıda maddesinden çıktığını, yani ondan oluştuğunu söylememize engel yoktur. Zaten gıda maddesinde hayat bulunmadığında kimsenin şüphesi yoktur.
    Yüce Mevla'nın durumu bu olduğuna göre cahil Araplar arasından Mu-hammed (s.a.v.) i çıkarmasına, İsrailli Peygamberlerden de bu bozguncu Ya-hudileri çıkarmasına hiçbir engel yoktur. O, dilediğine hesapsız rızık verir. Hiçbir gözetici olmadan ve hiç hesaba çekilmeden, yorgunluk ve zahmete kat-lanmadan, dilediğine dilediği kadar rızık verir. Göklerle yerin hazineleri O’nundur. O, eksikliklerden münezzeh ve yücedir. [54]

    Kâfirlerle Dost Olmak Ve Kıyamet Günü Hakkında İnsanları Uyarmak

    28- Mü'minlermü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile dostluğu kalmaz. Ancak onlardan sakınmanız hali müstes-nadır. Allah, size kendisinden korkmanızı tavsiye ediyor. Dönüş Allah'adır.
    29- De ki: "İçinizde olanı gizlemeniz de, açıklasaniz da Allah bilir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini O bilir. Allah herşeye kadirdir!'
    30- Düşünün o günü ki; herkes ne hayır işlediyse onu karşısında hazır bulacak. Ne kötülük de yapmışsa; kendisiyle onun arasında uzun bir mesafe bulunmasını ister. Allah, size kendisinden korkmanızı emreder. Allah, kullarına karşı çok şefkatlidir. [55]

    Bazı Kelimeler:

    Ancak onlardan korkmanız müstesnadır.Sakınmak veya sakınılması gereken şey. Hazır.
    Mesafe. Şu kadar zaman diye ifade edilen bir zaman kesiti. [56]

    Nüzul Sebebi:

    Rivayet olunur ki; buzı mü'nıinler, kâfirlerin güçlerine aldanıyorlardı.
    Meydana gelen bir takım olaylarla mü'minierin bir kısmı, aralarında akrabalık ye diğer bağlar kurarak Yahudi veya müşriklerle dostluk kuruyorlardı. [57]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Her türlü işin Allah'ın elinde bulunduğu, verenin de, alanın da O olduğu, O'nun muhakkak surette her şeye kadir olduğu Kur'an-ı Kerİm'de ispatlandıktan sonra, geriye sadece O'na sığınmak kalır. Onur ve üstünlük Allah'a, Resulüne, mü'minlere ait olunca, başkalarına sığınmak artık yanlış bir davranış olur. [58]

    Açıklama:

    Ey iman edenler! Kâfirleri dost edinmeyin. Onlara sevgi gösteriyorsunuz. Kâfirlerin çıkarlarını mü'minlerinkine tercih ederek sırlarınızı onlara açık-lıyorsunuz. Bunda (sizin için) az bir çıkar varsa da, mü'minierin genel çıkar-larını gözetmeniz daha yerinde ve uygundur. "Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğu; kendi babalan, oğullan, kardeşlen veya akrabaları da olsalar, Allah'a ve Peygamberine karşı gelenlere sevgi beslediklerini görmez-sin." [59]
    Mü'minleri bırakıp ta kâfirlerle dost olan ve Allah'a inanmış oldukları için mü'minierin zararına çalışan, yani katıksız bir şekilde kâfirler hesabına casusluk yapan kimse, Allah ile olan dostluk bağlarını kökten kesmiş demektir. Allah'la onun arasında çok büyük bir uzaklık meydana gelmiştir. Allah'ın rahmetinden kovulmuştur. Kâfirleri dost edinenleriniz, onlardandır.
    Kâfirleri dost edinmek, şeriatın nefret ettiği ve dinin asla onaylamadığı bir davranıştır. Ancak sözgelimi, Öldürülme gibi, sakınılması gereken bir durumda onlardan korkup ta —sadece görünürde— onları dost edinmek bundan istisna edilmiştir. Tabii bu da, kişinin kâfirlerin topraklarında bulunması halinde sözkonusu olabilir. Hal böyle olunca onları sadece sözle oyalamak caiz olur. "Kalbi iman ile dolu olduğu halde zorlananlar müstesnadır!' [60]
    Cenab-ı Allah sizleri kendi azabından sakındırıyor; kendinden sözetme-siyle de azab tehdidinin yine kendisinden gelmekte olduğuna işaret etmektedir. O herşeye kadirdir. Dönüş yine O'nadır. Ya Muhammedi Onlara de ki: İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir, karşılığını size verir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir. Çünkü O, gönüllerden geçmekte olanları bilir. Kâfirlere meyletmek veya onlardan uzaklaşmak ta gönülden geçen şeylerdendir. Allah, her şeye gücü yetendir.
    11 erkesin dünyadayken, az olsun, çok olsun işlemiş olduğu her iyiliği, yine dünyadayken, küçük olsun büyük olsun yaptığı her kötülüğü karşısında bulacağı, sevap ve Ödülünü alacağı ya da ceza ve zararını göreceği bir günden korkun. Kişinin ameli iyi ise, bu amelinden ötürü sevinecek ve amel defterini sağ eliyle teslim alacaktır. Ameli kötüyse, kendisiyle bu ameli arasında doğu ile batı arasındaki uzaklık kadar bir mesafe bulunmasını arzulayacak-tır. Ama iş işten geçmiş, fırsat artık elden kaçırılmıştır.
    Cenab-ı Allah sizi, kendinden ve azabından sakındırmaktadir. Bu şiddetli tehdidi ve keskin azabım hatırlatmakla da kullarına merhamette bulunmuş olmaktadır. Çünkü kullar ceza ve akibetlerini bildikleri takdirde şüphesiz ki, bozgunculuk ve kötülüklerinden vazgeçeceklerdir. Bu da rahmet demek değil midir?
    Ayet-i kerimeden ve nüzulüne yol açan sebeplerden çıkarılacak hükümler şunlardır:
    1- Cenab-ı Allah, islam toplumuna zarar verecek şekilde kâfirlere sır vermeyi haram kılmıştır.
    2- Başkalarını bize üstün kılmadıkları veya bize bir zarar vermedikleri sürece, harbi olmayan gayr-i müslimlerle iş yapmak normal ve güzel bir şey sayılabilir.
    3- Bize eziyet eden veya bizi yurtlarımızdan kovan zalimlere destek sağlayan kâfirleri dost edinmek helal olmaz. Tam tersine onlara düşmanlık etmek gerekir. "Allah, ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost edinirse, işte onlar, zalimlerdir." [61]
    Bu hüküm Yahudilere, İngilizlere, Fransızlara, Amerikalılara ve bağım-sızlığımızı engelleyen herkese uygulanabilir. [62]

    Allah'ı Sevmek, Onun Resulüne Tabi Olmakla Mümkün Olur

    31- Ey Muhammedi De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayandır, esirgeyendir.
    32- "Allah'a ve Peygambere itaat edin", de. Şayet yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez. [63]

    Nüzul Sebebi:

    Bu ayetler, Necran heyetine hitaben nazil olmuştur. Onlar, kendilerinin Allah'ın oğulları ve sevdiği kimseler olduklarım İddia ediyorlardı. Burada hitâb geneidir. Bu ayetlerin, Resulullah (s.a.v.)ın önünde Rablerini sevdiklerini iddia eden bir topluluk hakkında nazil olduğunu söyleyenler de olmuştur. [64]

    Açıklama:

    Ya Muhammed! Onlara de ki: "Eğer siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun. Zira benim onun katından getirdiğim ayetler onun sıfatlarını, emir ve yasaklarını açıklamaktadır. Gerçek dost sevgilisini tanımaya, onun emir ve yasaklarını bilip öğrenmeye can atar ki, emirlerine uyarak ve yasaklarından kaçınarak ona yaklaşma imkânım bulabilsin. Eğer siz bana tabi olursanız Allah'ta sizi sever sizi doğru yolda tutar. Günahlarınızı bağışlar. Allah çokça bağışlayandır, esirgeyendir."
    Ya Muhammed! Onlara de ki: "Kur'an-ı Kerim'e tabi olarak Allah'a ve Sünnetine uyarak, çizdiği yolda giderek, yaptıklarını aynen yaparak Allah'ın Resulüne itaat edin!' Eğer yüz çevirir de Allah'ı sevdiklerine ve Allah'ın oğullan olduklarına ilişkin iddialarına aldanarak, gururlarına kapılarak senin davetine icabet etmezlerse bil ki Allah, ayetlerine bakmayan ve hanif dinine girmeyen kâfirleri asla sevmez. [65]

    Peygamberler Ve Soylarının Seçkinliği

    33-34- Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve îmrân ailesini birbiri soyundan olarak âlemlere üstün kıldı. Allah işitendir, bilendir.
    35- îmrân'in karısı: "Ya Rabbi! Karnımdakini sadece sana hizmet etmek üzere adadım,'benden onu kabul buyur. Doğrusu,işiten ve bilen ancak sensin" demişti.
    36- Fakat onu doğurunca —Allah onu ve doğurduğunu daha iyi bilici iken— "Rabbim! Ben kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Ben ona Meryem adını koydum. Ben onu da, soyunu da kovulmuş şeytandan sana sığındırırım", demişti.
    37- Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile karşıladı. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya'nm himayesine verdi. Zekeriyya,mabedde onun yanma her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu. "Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?" derdi. O da: "Allah katından" Şüphe yok ki Allah, dilediğini hesapsız nzıklandırır. [66]

    Bazı Kelimeler:

    Seçti. Birbirlerinin soyundan olarak. Zürri-yet kelimesi evlâd anlamındadır. Burada kastedilen anlam, birbirine benzeyen evlatlardır.Sırf ibadet ve mescid hizmeti için azâd edilmiş olarak.
    'Avz' başkasına sığınmak demektir. 'İstiaze billah' demek, Allah'a sığınmaktır ki, bu da dua ve yalvarmakla olur. [67]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Canab-ı Allah, kendisini sevmenin Hazreti Peygamberi sevmeye bağlı olduğunu, kendisine tabi olmanın da yine Hazret-i Peygambere tabi olmaya bağlj olduğunu açıkladıktan sonra, Peygamberleri ve halk arasından seçip üstün kıldığı kimseleri açıklaması yerinde oldu. [68]

    Açıklama:

    Cenab-ı Allah, Adem'i insanlığın babası olarak seçti. Onu kendi eliyle yarattı. Ona kendi ruhundan üfledi. Meleklere, ona secde etmelerini emretti. Onu cennette barındırdı. Sonra da iç yüzünü ancak kendisinin bildiği bir hikmet dolayısıyla onu cennetten çıkardı. Nuh'u seçti. Onu putlara tapan insanlara ilk elçi olarak gönderdi. Onları suda boğarak, kendisim ve beraberinde-kilerini kurtararak, kâfirlerden O'nun intikamım aldı. İbrahim ailesini seçti. İnsanlığın efendisi ve Peygamberlerin sonuncusu da bu ailedendir. îbrahim-in ailesinden İmrân'ın ailesini seçti. îmrân, Meryem'in babası ve İsa (A.S.) in dedesidir.
    Cenab-ı Allah bunları seçti. Bunları halkın seçkinleri kıldı. Peygamberlik ve risaleti bunlara verdi. Erdem ve Üstünlük bakımından bunlar birbirine benzeyen soylardır. Bunlar, seçkinlerin de seçkinleridirler.
    İmrân'ın hiç doğurmamış, kısır bir kadın olan karısı Hanna, şöyle demişti; "Rabbim! Karnımdakini sırf senin rızan için, sana ibadet etsin, başka hiç bir şeyle uğraşmayıp sadece senin evine hizmet etsin diye hür olarak adadım." Böyle dedikten sonra da bu adağım kabul buyurması için Allah'a şöyle yalvarmıştı: "Ey Rabbim! Her söz ve duayı işiten, sahibinin niyetini bilen ancak sensin." Gerçekten de Cenab-ı Allah, İmrân'ın karısının duasını işitmekte ve niyetini bilmekteydi. Kadıncağız, karnındakinİn erkek mi, kız mı olduğunu bilmiyordu. Doğurduğunda içini çekerek ve üzülerek, "Ben onu kız olarak doğurdum." dedi. Bu üzüntüsü de, erkeklerden başkasının AlIahL in evine hizmet için kabul edilmeyişinden dolayı idi. Zira kadınlar, aybaşı hali görür, doğum yaparlar. Dolayısıyla bu hizmete elverişli değildirler. Ama onun doğurduğu kızın derece ve kıymetini Allah daha iyi biliyordu. Onun birçok erkekten daha hayırlı olduğunu da biliyordu. Cenab-ı Allah bu hususu ona şu sözleriyle açıkladı: Aradığın erkek (çocuk), doğurduğun kız çocuk gibi değerli değildir. Tersine bu kız, senin istediğin erkek (çocuktan) daha hayırlıdır. İmrân'ın karısı dedi' ki: Ben ona Meryem, Rabbın hizmetçisi adını verdim. Emrinle sana ibadet adenlerden olacağını umarım. Onu ve soyundan gelen (İsa'yı) şeytandan, şeytanın onlar üzerine hakimiyet kurmasından koruması için sana dua ediyor ve sana sığınıyorum.
    Cenab-ı Allah onun duasını kabul etti. Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurdular ki: "Doğan her çocuğa mutlaka şeytan dokunur. Çocuk ta onun dokunmasından dolayı bağırarak ağlar. Yalnız Meryem ve oğluna şeytan do-kunamamıştır? Hadisten anlaşılan şudur: Şeytan, doğan her çocuğa etki ederek onu yoldan çıkarmak isler. Ancak Meryem'e ve oğluna böyle yapamamışın". Bu hadis, gerçek anlamda değil, temsili anlamda anlaşılmalıdır. Bu, Markoş'un İncilinde de geçtiği gibi, şeytanın Isa (A.S.) a vesvese vermiş olmasına engel değildir. Bununla beraber İsa (A.S.) ona boyun eğmemiştir. Cenab-ı Allah Meryemi, anası Hanna'dan güzel bir tarzda kabul buyurmuş; Meryem'in ibadete,. Allah'ın evine hizmete adanmasını hoşnutlukla kabul eylemişti. Hem beden hem de ruhunu kapsayacak şekilde onu üstün bir terbiye ile terbiye etmişti ki, bu da övünç olarak onun için yeter. Güzel ahlâk ve takva sahibi bir adam olarak tanınan teyzesi kocası Zekeriyya'yı onun koruyucusu ve gözeticisi yaptı. Yetişip serpilînceye kadar Meryem, koruyucusu Zekeriyya'nın yanında kaldı. Zekeriyya, mabeddeki Meryem'in yanına her girdiğinde onun yanında çok fazla miktarda nzık görürdü. Ona: "Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor?" diye sorar; Meryem de: "Bazısını bazısının emrine amade kılarak insanlara rızık veren Allah katından geliyor." cevabını verirdi. Şüphesiz Cenab-ı Allah, kullarından dilediğine hesapsız nzık verir. [69]

    Çıkarılacak Ders:

    Kendileri gibi bir İnsan olduğu, ayrıca İsrail oğullarından olmadığı için müşrikler ve ehl-i kitab, Peygamber (s.a.v.) İn nübüvvetini inkâr ediyorlar, Cenab-ı Allah'ta onların bu inkarlarını şöyle reddediyordu: Doğrusu Cenab-ı Allah,insanlığın ilk babası olarak Adem'i, ikinci babası olarak da Nuh'u; bun-ların nesillerinden İbrahim ailesini, İbrahim ailesinden de İmrân ailesini seçti.
    Müşrikler Adem'in, Nuh'un ve İbrahim ailesinin seçilmesini kabulleniyorlardı. Çünkü onlar kendi sülâlelerindendi. İsrail oğulları da bunu ve İmrân ailesinin seçilmesini kubulleniyorlardi. Çünkü onlar da İsrail oğulları sü-, lalesinden İbrahim (A.S.) m torunlarıydılar. Önce mevcut olup ta kendileri için üstünlük sağlayan bir ayrıcalıkları bulunmadığı halde Cenab-ı Allah bunları diğerlerine tercih ettiğine göre, İsrail oğullarını diğerlerine üstün kıhp seçtiği gibi, Hazreti Muhammed (s.a.v.) i âlemlere üstün kılmasını ve seçmesini engelleyen ne vardır?
    Bu delillerden biri de Meryem'in kıssasıdır. O, alışılagelenin tersine, kısır bir kadından doğup, kız olduğu halde Allah'ın evine hizmetçi olarak kabul edildi. Öyleyse alışılagelenin tersine, bir Arap, neden Peygamber olmasın? Allah, Peygamberliği kime vereceğini daha iyi bilir. [70]

    Zekeriyya Ve Yahya'nın Kıssası

    38- Orada Zekeriyya Rabbine duâ etti: "Ya Rabbi! Bana kendi katından temiz bir soy bahşet. Doğrusu sen duayı işitirsin."
    39- Mâbedde namaz kılarken melekler ona seslendiler: "Allah sana Allah'ın sözüne inanan, efendi, iffetli, iyilerden bir Peygamber olarak Yahya'yı müjdeler''
    40- (Zekeriyya) f'Ya Rabbi! Ben artık iyice kocamış, karım da kısırken nasıl oğlum olabilir?" dedi. Allah: "Böyledir, Allah dilediğini yapar." dedi.
    41- "Ya Rabbi! Bana bir alamet ver!' dedi. "Alametin, üç gün, işaretle anlaşma dışında insanlarla konuşamamandır. Rabbinİ çok ah, sabah akşam hamd et!' dedi. [71]

    Bazı Kelimeler:

    Seyyid, kavmini yöneten; şeref, bile' ve ahlâk bakımından onlardan üstün olan. Hasretmek, engelle.nek ya da yasaklamak demektir. Yani kendini, ayıplanacak işleri yapmaktan alıkoyan kimse.
    Alâmet. İşaret.Güneşin zeval vaktinden, gecenin başlayana kadar olan zaman. Güneşin doğuşundan, kuşluk vakıîııc kadar olan zaman. [72]

    Açıklama:

    Zekeriyya, Meryem'in halini, doğru yol üzere bulunuşunu, Allah'ın kendisine hayır ve kerem ile nimet verdiğini görünce, Rabbine duâ edip yönelerek kendisine, Yakub'un neslinden temiz ve salih bir oğul nasib etmesini diledi. "Ey Rabbim! Şüphesiz Sen her söz ve duayı işitirsin!' dedi. Mabedde durup namaz kılmakta ve Allah'a dua etmekteyken melekler ona seslenerek şöyle dediler: Allah sana, adı Yahya olan bir oğul vereceğini müjdeliyor. Onu, Meryem oğlu îsa'yı tasdik eden birisi olarak niteliyor. Ayet-i Kerimede İsa'ya Allah'ın kelimesi adı veriliyor. Çünkü O, ana-babadan doğma gibi tabiat kanununa bağlı olarak değil de, Allah'ın "Ol" kelimesi ile dünyaya gelmiştir. Şüphe yok ki, bu da O'nundoğru yola erdiğine ve ilahi yardıma mazhar olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü O,ilk olarak tasdik edenlerin başında gelmektedir. Allah'ın selâmü üzerlerine olsun, Peygamberi ilk tasdik edenler işte böyle1 olurlar.
    Yahya, topluluğunun efendisi olacak, şeref, ahlak, ilim ve edep bakımından onlardan üstün olacaktır. Nefsini, kendisini lekeleyecek ve şerefini eksiltecek her şeyden alıkoyacaktır. Onun dünyada Peygamber, ahiretteyse salih-lerden olmasında bir tuhaflık yoktur.
    "Dedi ki: "Ey Rabbim! Nasıl oğlum olabilir?" Muhammed Abduh, anlam olarak bu konuda şunları söylemiştir: Zekeriyya, Allah'ın Meryem'e bahşetmiş olduğu nimetleri ve duasını kabul ederek, bağışlamış olduğu yardımı görünce duygularını bir yana bıraktı, melekût alemine daldı, kalbinde Allah'ı ve hikmetlerini düşünmeye daldı. Bu duayı işte böyle bir haldeyken yaptı.
    Melekût alemine yapmış olduğu (manevi) yolculuktan deneyimlerden kopup, sebep ve sonucun geçerli olduğu aleme geldiğinde, bu duasının nasıl kabul olacağım Rabbine sordu. İmran'm karısıyla olan bu iş, tabiat kanunlarına aykırıydı. Allah, evrende dilediği her işi yapar. Karın kısır olduğu halde (Ey Zekeriyya), senin için dünyaya bir çocuk getirmesi de böyledir.
    işte böyle... Ey Kitab ehli. Muhammed (s.a.v.) in Peygamberliğini şaşkınlıkla karşılamayın. Allah, dilediği işi yapar. Onun her işlediğinde mutlaka yüksek hikmetler vardır. Ama bu hikmetleri bazan birçok insanlar farke-demezler. Zekeriyya dedi ki: Ya Rabbi! Bu ikramından önce gelecek ve bu ikramın gelmekte olduğunu bildirecek bir belirti (işaret) bana ver. Yani senin şükrünü çabucak yapabilmem için bana bir İbadet belirt. Ve bu ibadetin tamamlanması da, maksadın gerçekleştiğine bir alâmet olsun. Cenab-i Allah ona, üç gün süreyle insanlarla konuşmamasını, tersine kendim ibadetle, özellikle sabah akşam Allah'ı zikirle meşgul etmesini emir buyurdu. [73]

    Meryem Ve Allah'ın Onu Nimetlendirmesi

    42- Hani melekler: Ey Meryem, şüphesiz Allah seni seçip temizledi. Dünya kadınlarından seni üstün tuttu, demişlerdi.
    43- Ey Meryem, huşu' ile Rabbinin divanına dur. Secdeye kapan. Rükû' edenlerle birlikte rükû' et.
    44- Bunlar sana vahyetmekte olduğumuzgayb haberlerindendir. Meryem 'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Çekişİrlerken de orada bulunmadın. [74]

    Bazı Kelimeler:

    Teslimiyet içerisinde devamlı olarak taatte bulun,
    Kendileriyle kur'a çekmekte oldukları kalemleri. [75]

    Açıklama:

    Cenab-ı Allah Meryem'i; nimet verildiğinde aşın derecede şükreden, övül-düğünde de kendini feda edercesine amel ve ibadette bulunan hoş ve temiz kişilikli İnsanlardan kıldı. Melekler dediler ki: Ey Meryem! Allah seni, sırf kendi evine hizmet etmen ve bakımını yapman \ç\n seçti. Oysa bu işe ancak erkekler elverişli olurlar. Ama O seni, mescitte kalmaktan engelleyen her çeşit pislik, kirlilik ve ayıptan arındırdı. İsa'nın doğması, meleklerin hİtab etmesi, hidâyet, Allah'ın yardımı ve takva île seni dünya kadınlarından üstün tuttu. Ey Meryem! Sürekli olarak Allah'ı zikir et. Sadece Allah'a yönelerek güzelleş. Huşu ve teslimiyet içinde boyun bükerek Allah'ın huzurunda secdeye kapan. Rükû cdenicric beraber rükû et. Kendi başına, tek olarak namaz kılma.
    Ey Muhammedi Sana indirilen bu kıssalarda Meryem'in, Zckcriyya'mn haberleri, gayb haberleri vardır. Bunlarda ne senin, ne de kavminden bir kim-senin farkında olmadığı sırlar, yani yaratıklara İlişkin sırlar vardır. Bu sırlar, ancak Rühû'f Emin (Cebrail) aracılığıyla sana vahyedilmişlerdir.
    İmran'ın karısı gelip te Meryem'i Allah'ın evine bıraktığında, Yahudi bilginleri, kendi büyüklerinin ve efendilerinin kızma hizmette bulunmak ve onu gözetmek hususunda biribirleriyle yarış ve rekabet içine girdiler. Bunun için kur'a çektiler. Meryem'e hizmet edip göz kulak olma şerefine Zekeriyya nail oldu. Onlar çekişirlerken, Ya Muhammed, sen onların yanında değildin.
    Peygamber (S.A.VO imizin o esnada orada bulunmadığının bildirilmesi, Hazret-i Muhammed'in Peygamberliğini inkâr edenleri küçük düşürmek içindir. Peygamber (s.a.v.) o esnada orada bulunmadığı halde bu olup bitenlerden demek ki sadece vahiy yoluyla haberdar olmuştur. Bunları Peygamber'e bir insanın öğrettiğini söylemelerine gelince, Cenab-ı Allah onların bu iddialarını şu ayetle reddetmiştir: "Kur'an-ı Peygamber'e bir insan öğretiyor diyorlar. Kastettikleri kimsenin dili açık değildir; bu Kur'an ise, apaçık Arapçadır” [76]. O, okuma yazması olmayan ûmmi bir Peygamberdir. Geriye sadece manevi olarak görme durumu kalıyor ki, öyle bir şeyin olmadığı da bildirilmiştir. Şu halde sadece vahiy yoluyla bütün bunlardan haberdar olmuştur. [77]

    İsa (A.S.)'Nın Kıssası

    45- Melekler demişti ki: Ey Meryem, Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. Dünyada da, ahhette de şanı yücedir. Allah'a yakın kılınanlardandır.
    46- Beşiğinde de, yetişkinlik halinde de insanlarla konuşacaktır ve şali hlerdendir.
    47- Meryem dedi ki: Ey Rabbim! Bana bir insan dokunmamışken, benim nasıl çocuğum olabilir? Melekler de: Allah, dilediğini öylece yaratır ve bir şeyin olmasını dilerse, ona "ol" der, o da oluverir, dediler.
    48- Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.
    49- Onu İsrailoğullarma Peygamber olarak gönderecek ve onlara şöyle diyecektir: Ben sîze Rabbinizden bir ayet getirdim. Ben, size çamurdan kuşa benzer bir şey yapıp ona üfleyeceğim de, Allah'ın izniyle hemen kuş olacak. Anadan doğma körleri ve cüzzamlıyı iyi edeceğim. Allah'ın izniyle ölüleri dirilteceğim. Yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı da size haber ve-receğim. Eğer imân edenlerd ensen iz, elbette bunda sizin için işaret vardır,
    50- Benden öncegelen Tevrat'ı tasdik etmekle birlikte size haram falınanlaıın bir kısmını helâl kılmak üzere, Rabbinizden size bir ayet getirdim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
    51- Şüphe yok ki AUııh benim de linbbim, sizin de Rııbbiıûzdİr. Öyleyse ona kulluk edin, dosdoğru yol işte budur. [78]

    Bazı Kelimeler:

    Burada kelime ile, İsa (A.S.) kast edilmektedir. Dünya ve ahirette şeref ve saygınlık sahibi. Tam ve düzgün adam, Yetişkin adam. Bir şey diledi. Yararlı ilim. Anadan doğma kör. [79]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Bu kısım, Meryem'in, Zekeriyya'nm, Yahya'nın ve akrabalarının kıssası anlatıldıktan sonra İsa (A.S.)'ın kıssasına başlangıç ve giriştir. [80]

    Açıklama:

    Ey Muhammedi Kavmine o vakti hatırlat ki; Melekler (Cebrail) şöyie demişlerdi: Ey Meryem! Allah sana İsa'yı müjdeliyor. Onun alışılagelen biçimde yaratılmadığım ilân etmek için de İsa (A.S.), "Allah'ın keiimesi" olarak ifade edilmiştir. Sadece İsa (A.S.), "Allah'ın kelimesi" olarak nitelenmeyi haketmİştir. Her ne kadar gerçekte bütün yaratılanlar Allah'ın kelimesiyse de, sadece o, bu niteliği haketmiştir. "Bir şeyin olmasını dilerse, ona "Ol" der, o da oluverir."
    Onun adı Mesih'tir. O gelip karanlığı kaldırdı. Kavminin yolunu aydınlattı. Onları gerçek kardeşlik yoluna yöneltti. Onun hükümranlığı, bedenî değil, ruhî idi. Mesih, İsa (A.S.) in övgü lakablanndandir. İsa, Meryem'in oğlu şeklinde nitelendirildi. Her zaman bu niteliğiyle ona hitab etmek;O'nunbu vasfını onaylamak, O'nu tannlaştıranların inançlarını reddetmek. Her ne kadar babası olmasa da, Meryem'e mensub olduğunu açıklamak içindir. Bu da Meryem'in mertebesini, İsa'nın da dünyada bağlan nezdindeki şerefini, ahirette de Allah'a çok yakın ve büyük peygamberlerden olduğunu İfade eder.
    O, Allah tarafından kendisine bağışlanan bir özelliği olarak, henüz beşikte ve süt emen bir çocukken, annesine atılan iftira konusunda onu savunmak için insanlarla konuştu. Yetişip büyüdükten sonra, her halinde dengeli olmayı başaran bir insan olarak da insanlarla düzgünce konuştu. O, Allah'ın kendilerine nimet verip, durumlarım düzelttiği salih kimselerdendir.
    Cenab-i Allah, Meryem'e, anılan niteliklere sahip ve yaratılışı benzersiz İsa'yı müjdelediğinde, Meryem merakla şöyle sordu: Bu çocuğun doğumu evlenme yoluyla mı, yoksa başka bir yolla mı olacaktır? Evlenme dışı başka bir yolla doğması mümkün müdür? Evet... Her şeye gücü yeten Allah'ın büyük kudretini gören Meryem, bu durumu tuhaf karşılayarak şöyîe soruyordu: Evlenmediğim halde benim nasıl çocuğum olur?
    Ona cevaben Ccnab-ı Allah şöyle dedi: Bu benzersiz İsa gibi,Allah dilediğini yaratır Gördüğün gibi o, yeri ve göğü yaratmıştır. Adem'i anasız ve bahası/ olar;ık topraktan yaratmış, sonra da ona "Ol" dcıuiş, oda hayal bulmuştur.
    Kur'an:ı Kerİm'in güzel anlatımına bak. Zekerİyya (A.S.) dan bahsederken "İşte böyle... Allah dilediği işi yapar." demiş. Buradaysa "İşte böyle... Allah dilediğini yaratır' İfadesini kullanmıştır. Bununla da yaşlı karı kocadan çocuk dünyaya getirmenin, bir kadının babasız olarak çocuk doğurmasına benzemediğine işaret etmektedir. Şu halde yaratma ve ibda' (benzeri olmaksızın icad etme) kelimelerini Yahya (A.Ş.) İçin değil de Isa (A.S.) için kullanmak daha uygundur. Bu nedenle îsa (A.S.) m yaratılışı konusunun hemen ardından, yaratılışın niteliğinden sözetmiştir: Cenab-ı Allah her hangi bir İşin olmasını İsterse ona "Ol" der, o da hemen oluverir. Bu Cenab-ı Allah'ın yüceliğini, emrinin geçerliliğini, delediğinin çabucak oluşunu temsil etmektedir. Öyle ki, İstediği anda dilediği şeyin hemen meydana gelmesi, çalışan memurun amirine itaat edişine benzetilmiştir. Şu ayet-i kerime de buna benzemektedir: "Sonra (Allah), duman halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne: "— İkiniz de isteyerek veya İstemeyerek buyruğuma gelin" dedi. Onlar da: "— Biz isteyerek geldik." dediler. [81].
    İsa'nın babasız doğduğunu niçin bir daha söylemiyelim.. Cenab-ı Allah, Adem'i hem anasız hem de babasız yaratmadı mı? "Muhakkak ki İsa'nın babasız dünyaya geliş hali de, Allah katında Adem'in hali gibidir. Allah, Adem'i topraktan yarattı. Sonra ona "İnsan ol" dedi. O da, hemen insan oluverdi." [82].
    Cenab-ı Allah bütün yaratıkların asıllarını ye ilk örneklerini yoktan yarattı. Yeri ve göğü de bu şekilde yarattı. Görünen nedenler, akla göre her zaman geçerli olması gereken nedenler değildirler. Biz hergün olağanüstü haller görüyoruz; doğada normal akışa aykırı sapmalar görüyoruz ve bunlar için gerekçe bulmakta da güçlük çekiyoruz. Hal böyle olunca, akıllı bir kimsenin, olmasını imkânsız gördüğü ve onu yorumlamak için çeşitli yollara başvurduğu bir şeyi inkâretmesi mümkün olmamaktadır.
    îsa (A.S.) in niteliklerinden biri de Allah'ın ona yazıyı, yararlı ilmi ve Tevrat'ı öğretmesiydi. O, Tevrat'ı biliyordu. Tevrat'ın sırlarına vakıftı. Tevrat'ın nasslarım kendi topluluğuna karşı delil olarak ileri sürerdi. Bunlan Allah ona öğretmişti. Kendisine İncil'i de indirdi. İşte bu şekilde Allah onu, İsrail oğullarının tümüne elçi olarak gönderdi. Onlara kendi elçiliğinin gerçek ol-duğuna ilişkin delil olarak diyordu ki: Ben kuş şeklinde çamurdan şekiller yapar, onların içine ruh üflerim; onlar da Allah'ın İzniyle kuş oluverirler. Benim iznimle değil... Çünkü ben bunu yapmaya muktedir olmayan bir yaratığını. Anadan doğma körü ve cüzzamlıyı iyileştirir, Allah'ın izniyle öİüyü diriltirim. Kavmi, onın bu işleı i becerebileceğine îıuıınıutdi. Onlar dedi ki: vitrinizde yediklerinizi, saklayıp biriktirdiklerinizi de size haber verebilirini." Artık o, inkârı mümkün olmayan şeyler söylüyordu. "Eğer siz Allah'a inanıyor ve onun her şeye gücünün yeteceğini kabul ediyorsanız bunda, benim doğruluğuma ve Peygamberliğimin gerçekliğine dair sizler için ayetler vardır.
    Meryemoğlu îsa, kendisinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Pey-gamberlik göreviyle gönderildi. Onu nesheden bir Peygamber olarak gelmedi. Tam tersine tevhid, ölümden sonra diriliş gibi dinin genel esaslarında onunla uyum içinde olan Tevrat'ı tamamlayıcı bir Peygamber olarak geldi.
    Ey İsrail oğullan! Zulmünüz ve inadınız nedeniyle, iç yağı ve balık gibi size haram kılınmış olan şeylerin bazılarını size helâl kılmak için gönderildim. Peygamberliğimi doğrulamak için Rabbinizin katından size bir mucize getirdim. Şu halde Allah'a karşı gelmekten sakının ve O'ndan korkun. Bana da itaat edin. Doğrusu Allah, benim de,sîzin de Rabinizdir. Ona kulluk edin.
    Görüyoruz ki, Hazret-i İsâ onlara, Allah'a karşı gelmekten sakınmalarını, Rableri katından gelen emirlere itaat etmelerini emretmiş; sözlerini tevhid ile; Yüce Allah'a kulluk edip onu Rab olarak tanımakla sona erdirmiş ve şöyle demiştir: îşte dosdoğru yol budur. Meryem ile oğlu hakkında gerçek söz budur. Kim bunu çiğneyip ileri giderse, o, apaçık bir sapıklık içindedir. [83]


    En son Admin tarafından Çarş. Ara. 08, 2010 5:38 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    ALİ İMRAN SURESİ Empty Geri: ALİ İMRAN SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 08, 2010 5:30 pm

    İsâ (A.S.)'In Kavmiyle Olan Kıssası

    52- İsa onların inkârlarım sezince; Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir? dedi. Havariler: Biziz Allah'ın yardımcıları, Allah'a iman ettik. O'na teslim olduğumuza sen de şahit ol, dediler.
    53- Ey Rabbİmiz! İndirdiğine iman ettik ve Peygamberlere uyduk. Bizi sahid olanlarla beraber yaz.
    54- Hile yaptılar. Allah da onları cezalandırdı. Allah, hile yapanların cezasını en iyi verendir.
    55- Hani Allah demişti ki: Ey Isa, seni öldürecek olan benim. Seni Kendime yükselteceğim. Seni inkâr edenlerden tertemiz çıkaracağım ve sana uyonlan kıyamet gününe kadar kâfirlerden üstün tutacağım. Sonra dönüşünüz banadır. Ayrılığa düştüğünüz konularda aranızda hükmedeceğim.
    56- Kâfirleri dünya ve ahirette şiddetli azaba uğratacağım. Onların hiç yardımcıları olmayacaktır.
    57- İman edip salih amel işleyenlere gelince, onların ecirleri ödenecektir. Allah zalimleri sevmez.
    58- Ey Muhammedi İşte sana okuduğumuz bunlar, ayetlerden ve hikmetle dolu Kur'an'dandır. [84]

    Bazı Kelimeler:

    Beş duyudan biri ile algılamak. Manevi şeylerin algılanması, bu kelimeyle mecazen kastedilmiştir.Hazret-i İsa'nın arkadaşları ve yardımcıları.
    Havari, beyazlık anlamına gelen 'haver' kelimesinden alınmıştır. Kalpleri beyaz ve doğrultuları tertemiz olduğu için bu kelimeyle nite-lendirilmişlerdir.Tuzak kurdular.
    Mekr; başına oyun oynanmak istenen adamı, hiç ummadığı yerden yakalayacak olan gizli tedbir, hile. [85]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Burada Hazret-i îsa (A.S.) m kavmiyle olan kıssasının anlatımına, baş-lanmaktadır. Hazret-i İsa, kavmine, kendisine iman etmeleri İçin çağrıda bu-lundu. Bazısı ona iman etti. Bazısı inkâr etti. Bu ayetlerde Kur'art-; Kerim icaz ve kısaltma yoluna gittiği için.O'nundoğmasmdar. bahsetmemiştir. Bu-rada sadece Resuhıllah (s.a.v.) e teselli veren şeylerden bahsedilmiş; ne kadar büyük olsa da kâinattaki ayet ve belirtilerin inşam imana ulaştiramaya-cağı, ancak Allah'ın yardımı ve hidayetin, İnsanı imana ulaştırabileceği açık-lanmıştır. [86]

    Açıklama:

    Çağrısına gelmeyenlerin inkârları, Hazret-i İsa tarafından duyularla his-sedilecek şekle gelip, kavmi içinde inkarcıların bulunduğunu kesinlikle öğ-rendiğinde, İsa, çağrıya gelebilecek olup kalplerinde iman nuru bulunanlara yönelerek şöyle dedi: Allah'a sığınarak bana yardım edecek olan kimdir? Bana yardım edip topluluk ve cemaatimi oluşturma konusunda nefislerini arındırarak Allah'a verecek olan kimdir? Havariler dediler ki: Allah'ın yardımcıları bizleriz. Peygambere yardım eden, Allah'a yardım etmiş sayılır. Peygambere itaat eden, Allah'a itaat etmiş sayılır, Allah'ın yardımcıları biziz. Ona gerçek bir imanla inandık. Peygamberlerinin ardınca gittik. Müslüman olduğumuza şehadet ederiz. Zira İslamİyete göre, özü bakımından hiçbir din, diğerinden ayrılmaz. Rabbimiz, Kitab'ında indirdiklerini kabul edip iman ettik. Meryem oğlu Peygamber İsa'nın yoluna girdik. Bizleri Peygamberlerinin gerçek olduğuna tanıklık eden şahitler olarak yaz.
    Hazret-i İsa'nın, kendilerinden küfür sezdiği İsrail oğullarının inkarcıları, tuzak kurduiar; Hazret-i İsa'yı öldürmeye karar verdiler; onu yok etmek için adamlarını topladılar. Cenab-ı Allah onların tuzaklarını boşa çıkardı. Haince emellerini gerçekleştiremediler. Bu halleri de benzerlik olsun diye "Allah'ta onlara hileyle karşılık verdi" şeklinde ifade edilmiştir. Hilenin kötüsü olduğu gibi iyisi de vardır. "Kötü hile ancak sahibine İner." Allah, hileye karşılık verenlerin en hayırhsıdır.
    Allah onların hilelerine karşılık verdi ve şöyle buyurdu: Ey îsa, ecelini tam olarak doldurduğun zaman seni öldürecek oian benim. Hiç kimse senin canına kastedemez. (Bu da İsa (A.S.) m, onların hüc ve tuzaklarından kurtu-lacağının müjdesiydi.) Ve seni katıma yükselteceğim. Buradaki yükseltme, fiziki yerin değil, mertebenin yükseltilmesidir. Nitekim Yüce Allah, Hazret-i İdris hakkında şöyle buyurmuştur: "Biz onu yüce bir mekana (göklere) yükselttik” [87] Müminlerle ilgili olarak ta şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz takva sa-hibleri cennetlerde aydınlık içindedirler. Rıza gösterilen bir yerde... Kudreti sonsuz bir melikin huzurunda” [88].
    Doğrusunu Allah bilir, ama, bu ayetin anlamı; "İsa (A.S.) göğe yükseltildi, ahir zamanda dünyaya inip Ömrünün kalanını tamamlayacak, sonra öle-cektir, şeklinde anlaşılmamalıdır. Burada, îsa (A.S.) m göğe yükseltilmesi konusunda bir başka mesele vardır. Buna göre Hazret-i İsa, sağ iken göğe yükseltilmiştir... Hadiste bu görüş açıkça beyan edilmektedir. Kur'an'da konuyla ilgili ayetler her iki görüşe de ihtimal verdirmektedir.
    İsa (A.S.) tarafından bir nimet olarak o, kendisine iman edip yolunda gidenleri kâfirlerden üstün tutmuştur. Yani ona uyanlar, ruh bakımından kâ-firlerden üstündürler. İnananların ahlâkı cnlannJcinden daha güzel, edebleri de daha mükemmeldir. Bazılar demişlerdir ki, bu her ne kadar Yahudi ve Hı-ristiyanlar için bir kural olmasa da inananlar, hükümnlnlik ve efendilik ba-kımından kâfirlerden daha üstündürler. Bildiğiniz gibi tarih; dinine, terbiye ve ahlâka ba£h k.ı/'an her toplumun, dünyada diğerlerinden mutlaka üstün olacağını bize göstermektedir. Ahiretteyse, dönüş sadece Allah'adır. İnkâr edenler, dünyada işledikleri günahlarına uygun olarak şiddetli bir azaba çarptırılacaklardır. Ahirettc onlara yardım edecek bir kimseleri yoktur. İman edip salih amel İşleyenlere gelince, Cenab-ı Allah onların haklarını ve ecirlerini tam olarak verecektir. Allah zalimleri asla sevmez. Ve onları kesinlikle hidayete de erdirmez.
    Ey Muhammed! İsa'yla ilgili olarak sana okuduğumuz bu haberler, senin Peygamberliğinin gerçekliğine delaİet eden apaçık Kur'an ayetleridirler. [89]

    İsa'nın İlahlığını Reddetme Ve Lanetleşme Kıssası

    59- Gerçekten Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraklan yaraltı. Sonra ona "ol" dedi, o da oluverdi.
    60- Hak, Rübbmdandır, öyleyse şüphecilerden olma,
    61- Sana ilim geldikten sonra kim seninle tartışırsa, de ki: Gelin oğullarımız! ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Sonrr ianetleşclim, Allah'ın lanetinin yalancıların üstüne olmasını dileyelim.
    62- Doğrusu bu anlatılanlar gerçek olaylardır; AlİPh'tan başka tanrı yoktur. Şüphesiz ki Allah güçlüdür, Hakim'dir.
    63- Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, bozguncuları bilir. [90]

    Bazı Kelimeler:

    Seninle tartışır.İbtehele'r Recülü "Adam yalvarıp yakardı" anlamindadir.
    îbtehele'I Kavmü,"Kavim lânetleşti" anlamındadır.
    "Behlef, lanet demektir. [91]

    Nüzul Sebebi:

    Rivayet olunduğuna göre Necran heyeti, Peygamber (s.a.v.) Efendimize; "Sen sahibimize (İsa'ya) nasıl söversin?" dediler. Peygamber (s.a.v.)» "Ben ne dedim ki?" diye sorunca, onlar "O, Allah'ın kuludur diyorsun." dediler. Peygamber Efendimiz şu cevabı verdi. "Evet... O, Allah'ın kulu ve elçisîdir. İffetli Meryem'e bırakmış olduğu bir kelimesidir." Bunun üzerine kızdılar ve şöyle dedüer: "Sen hiç babasız doğmuş bir insan gördün mü? Sözün doğ-ruysa,bize bunun bir örneğini göster bakalım." Böyle demeleri üzerine şu âyet nazil oldu: "Gerçekten Allah katında İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gib'idir.1' Gerçeklen de Cenab-ı Allah şöyle derken ne doğru demiş: "Sana getirdikleri tuhaf ve geçersiz bir sorulan yoktur ki, hak olan cevabını ve en güzel yorumunu getirmiş olmayalım!" [92]

    Açıklama:

    "Gerçekten Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir." Allah onların ikisini de alışılmışın dışında bir yöntemle, acaip bir tarzda yarattı. Adem'i anasız ve babasız olarak topraktan yarattı. Cesedini çamurdan oluşturup şekillendirdi. Sonra ona, "O!" dedi. O da oluverdi. İsa ise sadece babasız olarak yaratıldı. Burada durumu tuhaf olan (İsa), durumu kendisi-ninkinden daha tuhaf olan birisine (Adem'e) benzetilmitir. Bu da Rabbinden gelen gerçek bir açıklama ve doğru bir sözdür. Bu sözde şek ve şüphe yoktur. Ey Muhammedi Sen ve ümmetin şüphecilerden olmayın. Bu üslûp; Peygam-ber'e ve onun ümmetine, ilahi mesajlara ilişkin kesin inanç ve kalben tatmin olmanın anlamlarını saçmaktadır.
    Rivayet olunur ki, bütün bu ayetlerin ve delillerin gözler önüne konui-masından sonra kendisiyle tartıştıklarında Peygamber (s.a.v.): Hasan, Hüse-yin, Fatma ve Ali'yi yanına alarak Necran heyetine lanetleşme önerisinde bu-lundu ve dışarı çıktı. Onlar da süre istediler. Birbirlerine danıştılar ve kendi aralarında, "Peygamberle lanetleşip de heiâk olmayan bir kavim yoktur" de-diler. Ertesi gün geldiklerinde,.cizye vermek üzere Peygamber (S.A.V,) ile ba-rış anlaşması yaptılar. Cizye İki bin elbiseydi. Bin tanesi Safer ayında, bin tanesi de Receb ayında verilecekti. Beraberinde, ek olarak bir miktar da para verilecekti.
    Bu konuyla ilgili başka rivayetler de vardır. Ancak hepsi de, Necran heyetine lanetîeşme önerisinin yapıldığı, onların buna yanaşmadığı, onlarla la-netleşmek üzere Hazret-i Peygamberin,kendi hane halkıyla birlikte dışarı çıktığı hususunda birleşmektedirler. Bu da Peygamber (s.a.v.) in doğru konuştuğunu, onların da kendi oğullarını tanır gibi Hazret-İ Peygamberi tanıdıklarını gösteren bir delildir. Haberiniz olsun! Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.
    Bütün bu delillerden sonra İsa (A.S.) konusunda tartışanlar olursa, onlara de ki: Geliniz, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi, kendinizi çağıralım. Sonra lanetleşelim. Ve yalancıyı lanetleyip rahmetinden kovması İçin Allah'a dua edelim. Yukarıda da anlatıldığı gibi onlar lanetleşmeye yanaşamadılar. Doğrusu, o kıssanın gerçek ifadesi işte budur. Bunda ne şüphe, ne de tartışma vardır. Allah'tan başka bir tanrı yoktur. O mağlup edilemez. Her İşinde hikmet sahibidir. Eğer bundan sonra (hakikat-ten) yüz çevirirlerse, şüphesiz ki Allah, bu Necran heyetinin bir parçası oldu-ğu bozguncuları bilir ve bundan ötürü de onlara gerekli cezayı verir. [93]

    Kelime-i Tevhid Ve İbrahim'in Dini

    64- De ki: "Ey ehl~i Kitab! Hepiniz, sizinle bizim aramızda ortak olan bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim. Ona hiç bir şeyi eş koşmayalım. Ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimizİzi rab edinmesin." Eğer yüz çevirirlerse, o vakit "Şâhid olun, biz müslümamz", deyin.
    65- Ey ehl-i Kitab! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de, şüphesiz ondan sonra indirilmiştir. Düşünmüyormusunuz?
    66- Siz, hadi bilginiz olan şey üzerinde tartışan kimselersiniz. Ya bilginiz olmayan şey üzerinde niçin tartışıyorsunuz? Oysa Allah bilir, siz bilmezsiniz.
    67- İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. Fakat o, doğruya yönelen gerçek bi1- müslümandı, müşriklerden değildi
    68- Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar, ona uyanlar, bu Peygamber Muhammed ve iman edenlerdir. Allah ın ü 'mirilerin dostudur. [94]

    Bazı Kelimeler:

    Normal ve orta derecede. Rab kelimesinin çoğulu olup efendi, besleyip büyüten, emrine uyulan zatlar. Tartışırsınız. Batıldan vazgeçen Sadece Allah'a teslim olup ona uyan kimse. [95]

    Açıklama:

    Cenab-ı Allah, İsa'yla ilgili doğru haberi ve gerçek olayı açıkladı. Ehl-i Kitap'tan bazısının aşırıya kaçarak İsa'yı tanrılaştırdiklarını, bazısının da ter-sine, onu uygunsuz sıfatlarla nitelediklerini bildirdi. Nihayet iş lanetleşme aşamasına gelip dayandı. Peygamber (s.a.v.) delil ve kanıtlarını sıraladıktan sonra duyguyla onları yendi. Sonra Kur'an-ı Kerim onları başka bir mecraya sürüklemek istedi; Gelmezlik yapamayacakları bir şeye onları çağırdı. Sizinle bizim aramızda ortak olan bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk et-meyelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp ta kimimiz, ki-mimizi rab edinmesin. Allah'ın tekliğini ispatlama-ve rabhğı Allah'a özgü kılma konusunda dinlerden hiç birinin diğerinden farkı yoktur. Hal böyle olunca, haydi herkes tarafından kabul edilen orta duruma gelelim, ortak çizgiyi bulalım. Bir sorunla karşılaşırsak, onu tevhidin aslına ve kelimesine geri götürelim. Şu halde "Üzeyr Allah'ın oğludur, İsa Allah'ın oğludur." gibi sözler söylemeyelim. Bundan sonra Yahudi ve Hıristiyanlar yüz çevirirlerse onlara deyin ki: Şahİd olun.. Biz gerçekten müslümanız. Allah'a teslim olmuşuz. Sadece O'na kulluk ederiz. Kâfirler bu yaptıklarımızdan hoşlanmasalar bile, dinin gereklerini ihlas ile onun rızası için yaparız. Ama sizler, asla...
    İbrahim (A-S.) ile ilgili tartışma:
    Rivayet olunduğuna göre Yahudiler Hazret-i ibrahim'in Yahudi olduğunu, Hırİstiyanlarsa Hıristiyan olduğunu söylediler ve hangisinin sözünün doğru olduğunu belirlemesi için de hakem olarak Resulullah (s.a.v.) a başvurdular. Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu. Ey ehl-i Kitap! İbra-him'in durumu ve şeriatı hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat ta İn-cil de ondan sonra yeryüzüne indirilmişlerdir. Onun yahudi veya Hıristiyan olduğunu nasıl iddia edersiniz? En basit şeyleri bile algılayamayacak kadar kodestiniz mi? Hiç akıllanmıyorsunuz. Hadi diyelim ki, azıcık bilgi sahibi olduğunuz İsa konusunda tartıştınız. Ama hakkında tartışmaya esas olabile-cek bir bilginiz olmadığı halde İbrahim (A.S.) konusunda ne diye tartışıyor-sunuz? Allah bilir, ama siz bilemezsiniz. İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O yalnızca Allah'a şirk koşmaktan uzak duran, putperestlikten kaçınan, Üzeyr'in ve Mesih'in Allah'ın oğlu olduğunu söylemeyen müslüman bir kimseydi, eksikliklerden münezzeh Yüce Allah'a teslim olmuştu. Ehl-i Kitab ile Arap müşrikleri gibi Allah'a eş koşanlardan değildi. Ne diye İbrahim'i parmağınıza doluyorsumız? İnsanlar içinde İbrahim'e en yakın olanlar, ona inanıp onun yolundan gidenlerdir. Özellikle Peygamber Muhammed (s.a.v.) ve beraberindeki mü'minlerdir. Çünkü hepsi onunla birlikte Allah'ı birlemekte, Hanlığın yalnızca Allah'a ait olduğunu söylemektedirler. Allah, müminlerin dostudur. [96]

    Ehl-i Kitabın Tutumundan Örnekler

    69- Ehl-i kitabtan bir grup sizi sapıtmak İsterler. Oysa sadece kendilerini sapıtırlar da, farkına varmazlar.
    70- Ey clıi-i Kitab! Göz göre göre niçin Allah'ın ayetlerini inkfır edi-yorsunuz?
    71- Ey ehî-İ Kitab! Niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile hakkı örtbas ediyorsunuz,
    72- Ehl-i Kitap'tan bir bölümü şöyle dedi: Mü'minlere indirilenlere günün başında iman edin. Sonunda da inkâr edin. Belki onlar da dönerler.
    73- Kendi dininize uyanlardan başkasına inanmayın. De ki: Doğru yol, Allah'ın yoludur. Derler ki: Size verilenin bir başkasına verildiğine veya Rab-binizin katında Müslümanların delil getirip sizi altedeceğine sakın inanma-yın. De ki: Doğrusu bol nimet Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Al-lah'ın fazlı geniştir, O herşeyi bilir.
    74- Dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah, en büyük ve bol nimet sahibidir. [97]

    Bazı Kelimeler:

    Sizi İslâm dininden döndürerek ve ona karşı çıkarak günaha, sokarlar.
    Sapıklık, bir tür helak ve ölümdür. Karıştırıyorsunuz. Gündüzün başlangıcı. [98]

    Açıklama:

    Rivayet olunduğuna göre Muaz bin Cebel, Ammar bin Yasir ve Huzeyfe bin Yeman'ı, Yahudiler kendi dinlerine davet ettiler. O sebeple yukarıdaki ayetler bu olay üzerine nazil oldu: Ehl-i Kitap'tan bir kesim, çeşitli yöntemlere başvurarak sizi dininizden döndürüp şeriat çizgisi dışına çıkarmak istediler. Buna kalplerinde yer almış olan derin bir tutkuyla istediler. Sizi dininizden döndürmek için pahalı, ucuz neleri varsa hepsini sarfettiler. Aslında onlar sadece kendilerini saptırmaktadırlar. Çünkü kendilerini, yararsız, hatta zararlı ve insanın gözünü yararlı şeyleri görmez hale getiren şeylerle meşgul ettiler. Onlar bunun farkında değildirler. Çünkü onlar hayvanlar gibidirler. Doğrusu, yollarını daha da şaşırmışlardır. Ama onların bu yaptıklarına karşı verilecek cezanın ne olacağını, ancak Allah bilir.
    Ey eh Kitab! Size Peygamberler gönderdim. Beraberlerinde kitaplar da gönderdim. O kitaplarda inanç ve amelle ilgili hükümler, İsmail'in neslinden ümmİ bir Arabm Peygamber olarak gönderileceğine ilişkin müjdeler vardı; Tevrat ve İncil'de nazil olan ilâhi ayetleri ne diye inkâr ediyorsunuz? Zira siz-ler, bu ayetlerin gereklerini yerine getirmediniz. Kur'an'daki ayetleri de inkâr ettiniz. Neden? Çünkü bunlara inanmadınız, İşin daha da tuhafı şu ki, siz kitaplarınızda Muhammcd'in gerçek Peygamber olduğunu bildiren ayetleri okuduğunuz ve gördüğünüz halde, yine de bunları inkâr ediyorsunuz. Ey ehl-i Kitnp! Niçin hakkı batılla karıştırıyor, Kitab'ın bir bölümüne inanıyor, bir bölümünü inkâr ediyor, allah tarafından indirilen kelâmı uydurma sözleri-nizle karıştırıyor, Peygamber Muhammed (s.a.v.) le ilgili olan gerçek ye açık, ayetleri saklıyorsunuz? İşin daha da garibi, siz hatalı olduğunuzu ve bu yap-tığınızın tehlikeli olduğunu bildiğiniz halde yine de yaptıklarınızdan geri dur-muyorsunuz.
    Rivayet olunurki;ehl-i Kitaptan bir grup, kendi aralarında şu karara vardılar: Günün başlarında Mııhammed'e iman edin. Günün sonunda da onu inkâr edin. Bu konuda size soran olursa deyin ki: "Biz iman ettik. Ancak Tevrat'a ve İncil'e baktığımızda, Tevrat'ta müjdelenen Peygamberin o olmadığını öğrendik." Muhammed'e inananların bir kısmı belki böylelikle dinden geri dönerler. Size verilen risalet ve nübüvvetin benzerinin başkasına da veri-lebileceğine dair inancınızı, dindaşlarınızdan başkasına açmayın. Yani söz-gelimi Arapların Önünde, İsrailoğullarından başkalarına da Peygamberlik verilebileceğine İnandığınızı itiraf etmeyin. Bu, aslında şundan ileri geliyordu: onlar o şekilde inandıkları için değil de, Peygamber (s.a.v.) efendimize karşı büyüklenme ve inatlarından dolayı, Araplardan Peygamber çıkmasını kabullenmiyorlardı. Onlar, kalplerinde saklı bulunan inançlarını, ancak kavimlerinden ona iman etmiş olanlara açıklıyorlardı. Bu da müslümanların dînde sebat etmemesi ve müşriklerin İslâm'a girmemesi için başvurdukları bir hile ve düzendi. Size uyanlardan başkasına, kıyamet gününde müslümanların Allah'ın huzurunda deliller ileri sürerek müşrikleri yeneceklerini söylemeyin.
    Cenab-ı Allah'ın "Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur." sözü, şu anlamda bir itirazdır: Sizin bu gerçekleri gizlemenizin veya açıklamanızın hidayete bir etkisi yoktur. Hidayet, ancak Allah'tan gelir ve O'nun verdiği güç sayesinde elde edilebilir. Lütuf Allah'ın elindedir. Dilediğine verir. O, büyük lütuf sahibidir. [99]

    Yahudilerde Emanete Riayet Ve Ahde Vefa

    75- Ehî-i Kitab'dan öyleleri vardır ki, kantarlarla ona emanet bırak-san, onu sana öder. Öyleleri de vardır ki, bir tek altın ona emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu, onların: "Kitapsızlara karşı bize bir sorumluluk yoktur", demelerindendir. Onlar bile bile Allah'a karşı yalan söylemektedirler.
    76- Hayır, kim ahdîni yerine getirir ve sakınırsa bilsin ki, Allah, sakınanları şüphesiz sever.
    77- Allah 'm ahdini ve kendi yeminlerini az bir değere değişenlerin, ahi-ittte hiçbir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz ve onlar için acıklı bir azab vardır. [100]

    Bazı Kelimeler:

    Çok miktarda mal. Batman ve okka gibi bir ağırlık ölçüsü olduğunu söyleyenler de vardır. Araplar.Başkasına karşı uymamız gereken şey. Yemin kelimesinin çoğuludur. Yemin, aslında sağ el anlamındadır. Sonra Allah adına yemin etme anlamında kullanılır olmuştur. Zira söz veren kişi, sağ elini arkadaşının sağ eline koyar ve sözünü yerine getireceğine dair yemin ederdi. [101]

    Açıklama:

    Ehl-i kitaptan bazılarına, özellikle Yahudilere ilişkin değişmeyen bir özel-likten söz edildi. Bu özellik onların, müslümanlan fitneye ve sapıklığa dü-şürmeye olan derin tutkuları idi. Bu, onların dini açıdan değişmeyen özellik-leri idi. Dünyevi özelliklerine gelince onların bîr bölümü güvenilirdir. Bir bö-lümü de hıyanet, vefasızlık ve Yahudi olmayanların mallarını yemeyi helal sayma Özelliklerini taşımaktadırlar. Kur'an-i Kerim, şu ifadesiyle onlan iki gruba ayırmış olmaktadır: Ehl-i Kitab'dan Yahudi Samocl bin Adiya gibi öy-lesi vardır ki, kendisine kantarlarca mal emanet etsen, senin hangi dinden ol-duğuna bakmaksızın yine o malı sana öder. Yahudilerin çoğunluğu kötü olsa bile, yine de her topluluğun içinde iyi insanlar da vardır, kötü insanlar da.
    Kur'an-ı Kerim'in İfadesine iyice bakmalıyız. "Onlardan bazısı..." diyeceğine "Ehl-i Kitab'dan bazısı..." diyor. Böyle demekle de Ehl-i Kitab'm bu özelliklerinde, kendilerine indirilmiş olan kitaplara dayandıklarına işaret edil-mektedir. Onlar, Yahudi olmayanların mallarını, tahrif etmiş oldukları Tev-rat adına kendilerine heiâl saymaktadırlar. Onlar, Tevrat'ın kendilerini sade-ce İsrailli kardeşlerine hıyanet etmekten yasaklamış olduğunu iddia etmekte-dirler. Arapların mallarını yemeye gelince, bundan dolayı günahkâr olmaya-caklarını; zira kendilerinin, Allah'ın seçilmiş milleti olduklarını, kendileri dı-şındaki kimselerinse Allah katında bir değerinin olmadığını, ilâhi gazaba çarptırılmış olduğunu, hak ve saygınlığının bulunmadığını, şu halde mallarını yemenin helal olacağını, Yahudi olmayan diğer insanların da bu bakımdan Araplar gibi olduklarını söylemektedirler.
    Onlar Allah'a karşı yalan söylemekte ve iftira etmektedirler. Zira Allah katında bütün halklar ve milletler eşittirler. Arabın Arap olmayana üstünlü-ğü, ancak takva iledir. "Sizin Allah katında en iyiniz, takvaca üstün olanınızdır." [102] Onları bu şekilde davranmaya iten ve bu şekilde yalan söylemeyi mubah kılanlar, şeytanlarıyla din alimleridir. Tevrat'ı tahrif edip değiştirenler de bunlardır.
    Onların bu iddiaları reddedildi. Yalan söyledikleri Allah tarafından açık-landı. İlahi yasa şudur: Ahdine vefa gösterip Allah'a karşı gelmekten sakınan kimseler var ya. İşte Cenab-ı Allah onları sever. Onlara şefkat ve merhametle davranır. İşledikleri amellerinden ötürü onlara en güzel karşılığı verir. Burada geçen ahid, alış verişte ve bütün işlemlerde geçen her türlü ahdi (sö-zü) kapsamaktadır. Dünyevi işlerde ahidlerine vefakârlık edenlerin ödülü bu olduğuna göre, dinde ve kendisiyle Rabbi arasındaki işlerinde ahdine vefa-karlık edenlerin ödüllerinin daha büyük olması gerekmez mi?
    Sonra Cenab-ı Allah yemine ve ahde vefasızlık edenlerin cezasını, onları bu hıyanete iten nedenlerle birlikte açıklamış ve buyurmuştur ki: "Allah'ın sözünü (ahdini) ve kendi yeminlerini az bir pahaya değişenlerin ahkettt hiçbir payı yoktur!' Rivayete göre bu ayet, Allah'ın İndirdiklerini saklayan, değiştiren ve uydurdukları şeylerin Allah katından gelme olduğuna yemin eden Yahudiler hakkında nazil olmuştur. Bu ayette ahd kelimesi Allah'a izafe edilmiştir. Çünkü indirmiş olduğu kitaplarında sözleşme ve akid yaparken doğ-rukık ve vefakarlığı elden bırakmamaları, emanetleri sahiplerine vermeleri için insanlara ahitte bulunmuş, onlardan söz almıştır. Nitekim kendisine kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmamaları için de onlara ahitte bulunmuştur. Cenab-ı Allah'ın ahdi, bunların tümünü kapsar.
    Anlaşmayı bozup sözünü yerine getirmeyen biri olursa, bu bozgunculuğunun karşılığı olarak mutlaka bir şeyler alması gerekir ki, ayette de bu, bir değîş-tokuş akdi olan satınalma kelimesiyle ifade edilmiştir. Alınan bu karşılık az olarak isimlendirilmiştir. Hakikatte bu bedel ve karşılık ne kadar çok olsa da, günah ve sorumluluğuna oranla yine de azdır. Ahidlerini bozan kim-selerin ahirette payları yoktur. Allah kendilerine karşı gazaba geldiği için kı-yamet gününde onlarla konuşmayacak, onlara şefkat ve merhametle bakma-yacak, onları Övüp aklamiyacaktır. Onlar için pek acıklı bir azap vardır. [103]

    Onların Allah'a Karşı Bir Başka Yalanları

    78- Onlardan bir takım, Kitapta olmadığı halde Kitabdan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: "Allah kalındandır" derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler. [104]

    Bazı Kelimeler:

    Yelvune, 'leyy' kökünden türemiş olup bükmek anlamına gelir. Yani dillerini, Allah katından indirilmiş olan ayetlerden saptırıp çarpıtılmış ifadelere yönlendirmek için eğip bükerler. [105]

    Açıklama:

    Onların alimlerinden ve önde gelenlerinden bir grup vardır ki bunlar, Allah'ın kelâmına ekleme veya çıkartma yaparak veya kilemelerin yerlerini değiştirerek çarpıtmada bulunurlar, kendi uydurdukları sözleri nağme ve ahenkle okuyarak dillerini eğip bükerler ve bu uydurduklarının da Tevrat’dan ayetler olduğu vehmini insanlara verirler. İnsanlar, bu uyduruk şeylerin Kitap'tan olduğunu sansınlar diye onlara, "Kitap bu şekilde geldi" derler. Aslında bu uydurdukları hiç te Kitap'tan değildir. Bile bile Allah adına yalan söylemekte ve O'na İftirada bulunmaktadırlar. Bunun Allah katından olmadığını kendileri de bilmektedirler. Bu uydurmalar şeytanın ve nefislerinin eseridir. Kalpleri katılaştığı ve aşın derecede büyüklenip cesaretlendikleri için bunu üstü kapalı olarak değil de açıkça ifade etmektedirler. [106]

    Allah'a Eş Koşan Ehl-İ Kitabın Reddedilmesi

    79- Allah'ın kendisine KJtâb'i, hükmü, peygamberliği verdiği insanoğluna: "Allah'ı bırakıp bana kulluk edin" demek yaraşmaz, fakat: "Kitâb'ı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabb'e kul olun" demek yaraşır.
    80- Size melekleri, peygamberleri Rab olarak benimsemenizi emretmesi de yaraşmaz. Siz müslüman olduktan sonra, size inkâr etmeyi mi emredecek? [107]

    Bazı Kelimeler:

    Rabbani kelimesinin çoğuludur. Rabbani, Rabbe mensup, son derece dindar olan ve sürekli olarak Allah'a ibadet halinde bulunan kimse demektir. Rab kelimesinin çoğuludur. [108]

    Nüzul Sebebi:

    Rivayet olunduğuna göre Yahudilerden Rafi el-Kurazî ile Necranh Hıristiyan heyetin başkanı, Resulullah (s.a.v.)a: "Sana kulluk edip seni Rab edinmemizi mi istiyorsun?" dediler. Peygamber (s.a.v.) onlara cevaben: "Allah korusun. Allah'tan başkasına kulluk etmekten ve insanlara, Allah'tan başkasına kulluk etmelerini emretmekten Allah'a sığınırım, Allah benî bunun için göndermedi. Ve böyle yapmamı da emretmedi" dedi. Sonra da bu ayet nazil oldu. Bu ayct-i kerime özel olarak, İsa vcüzcyr'c kulluk etrnek gerektiğine inanan ehl-i Kitab'ın iddialarına yalanlamaktadır. [109]

    Açıklama:

    Cenab-ı Allah'ın Kitab vererek kendisini nimetlendİrdiği, hikmete ve doğru yola erdirdiği, gönderdiği buyrukların anlamını kavrattığı, Peygamberlik verdiği bir kimsenin, bütün bu ilahi bağışlardan sonra kalkıp ta insanlara: Allah'ı bırakıp yalnızca bana kullar olun, yani sadece bana ibadet edin veya AÎIahL in yanısıra bana da ibadet edin, demesi yakışık almaz. Böyle söylemek, şirkin ta kendisidir. Ancak şöyle demelidir: Ey insanlar! Siz, dine sarılan dindar kullar, Allah'a tam olarak itaat eden kişiler olun. Çünkü siz Kitab'ı başkalarına Öğretiyor, kendiniz de okuyup inceliyorsunuz. Muhammed (s.a.v.) in, sizlere, Yahudilerin Üzeyr'e ve Hıristiyanların Mesih (İsa)'e yaptıkları gibi melekleri ve Peygamberleri, Allah'tan başka tanrılar edinmenizi emretmesi akılla bağdaşır mı? Sizin için doğru yola iletici olarak gönderilmesinden ve sizin de, insanların yaratıldığı fıtratla Allah'a teslim olup onun emrine girmenizden sonra bu peygaberin sîze küfrü, fasıkhk ve asiliği emretmesi mümkün müdür? Bu ayetten şu hüküm çıkarılmaktadır. Dini bilgileri öğreten bir insan amel ve ibadette bulunmazsa, günahkâr olur. Onun durumu, başkasını aydınlatırken kendisi yanıp tükenen bir muma benzer. [110]

    Ehl-İ Kitab'dan Alınan Söz

    81- Allah, peygamberlerden ahid almıştı: "And olsun ki size Kitab, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek, ona mutlaka ina-nacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul etti-niz mi?" demişti. "İkrar ettik" demişlerdi de: "Şâhid olun. Ben de sizinle beraber şâhidlerdenîm" demişti.
    82- Bunun ardından yüz çeviren var ya, işte onlar fâsık olanlardır.
    83- Allah'ın dininden başka bir din miarzû ediyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O'na teslim olmuştur, O'na döneceklerdir. [111]

    Bazı Kelimeler:

    Vurgulu söz.Bir şeyin sabit olduğuna delalet eden söz. Kişiyi umursamazlıktan engelleyen vurgulu söz. [112]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Bu sure, başından buraya kadar, hep Hazret-i Muhammed (s.a.v.) İn pey-gamberliğini ispatlamak konusu çevresinde dönüp durmaktadır. Zaten her-kesin Muhammed (s.a.v.) e iman etmesi gerekir. Onun dini olan İslamiyet, hak ve gerçektir. Kendisinden önce gelmiş olan Peygamberlerle ümmetlerden de, zamanına ulaştıkları takdirde ona iman etmeleri için söz alınmıştır. Gü-nümüzdeki ehl-i Kitab'a ne oluyor? Verdikleri ahdi bozuyor ve bu dinden yüz çeviriyorlar. [113]

    Açıklama:

    Ey Muhammed! Hatırla o vakti ki, Cenab-ı Allah kendilerine bağlı olarak ümmetleri ile birlikte Peygamberlerden şöyle bir söz (ahid) almıştı; Ey insanlar! Size her ne kadar Kitab, hikmet ve Peygamberlik verdikse de, bir zaman sonra size bir elçi gelecektir. O, Peygamberler zincirinin son halkasını teşkil edecek olan Abdullah oğlu Muhammed'dir. Yanınızdaki kitabınızı onaylayacak, siz de ona mutlaka iman edecek ve ona mutlaka yardım edeceksiniz. Yanınızdaki Kitab'ı tasdik edecek olan bu elçiye iman edip yar-dım etme konusunda bu söylediklerimi onaylayıp kabullendiniz mi? Bu vur-gulu ahîd ve sözümü kabul ettiniz mi? İkrar ettik dediler ve bu gerçeğin doğ-ruluğuna delâlet eden şeyler söylediler. Allah ta şöyle buyurdu: Ben de hepi-nizle bareber olduğum halde, kiminiz kiminizin üzerine sahid olsun. Hiçbir şey benim ilmim dışında kalmaz. Eskiden alınmış olan bu misaktan, sonra-dan kim yüz çevirir; ahir zamanda gönderilecek ve kendisinden önce gönde-rilmiş kitapları tasdik edecek olan Peygambere iman etmez ve ona yardım etmezse nitekim ehl-i kitaptan bazıları böyle yaptılar— fasıkların tâ kendisi olur, Allah'ın sözünden çıkmış ve ahdini bozmuş olur. Din bir olduğuna ve Peygamberler de dinlerin genel esaslarında birleştiklerine göre, şu çağdaş ehl-i kitaba da ne oluyor? Bu açıklamadan sonra yine de yüz çevirecek ve Allah'ın dini, İslam'dan başka bir din mi arayacaklardır? Oysa yerde ve göklerde ne varsa hepsi Allah'a gönülden teslim olmuş, onun yerde ve gök-lerde yaptığı işlere boyun büküp itaat etmişlerdir. Çünkü buralarda tasarruf-ta bulunan Allah'tır. Onlar da kendisine boyun büküp teslim olmuşlardır. Karşılaştıkları şeyler eğer rızadan geliyorsa onu gönülden kabul ederler. Rıza di-şmdaysa, hoş karşılamazlar. Dönüş Allah'adır. [114]

    Mü’minlerin, Peygamberlerin Hepsine İman Etmeleri

    84- "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a Ya'kub'a ve torunlarına İndirilene, Rab'leri tarafından Mûsâ, îsâ ve diğer peygamberlere verilene inandık, onları birbirinden ayırt etmeyiz biz O'na teslim olanlarız" de.
    85- Kim İslâmiyet'ten başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O, âhirette de kaybedenlerdendir. [115]

    Açıklama:

    Ey Muhammedi Sen ve ümmetin deyin ki: Biz bir ve tek olan Allah'a ve Muhammed ümmetine indirilenlere iman ettik. Burada Allah'a iman, ki-tablara imandan önce zikredilmiştir. Çünkü kitabları gönderen, Allah'tır. Bize indirilen (Kur'an), bizden önceki Peygamberlere indirilen kitablardan önce zikredilmiştir. Çünkü aslolan, bize indirilendir. Bilginin kaynağı odur. Diğer kitablarsa tahrifata uğramış ve değiştirilmiş olduklarından, bilgi için esas olamazlar. Bize indirilen, Kur'an-i Kerim'dir. İbrahim, İsmail. İshâk, Ya'kub ve torunlarına indirilenlere, Musa'ya indirilen Tevrat'a, İsa'ya indirilen İncil'e; Davud, Süleyman ve kendilerini ancak Allah'ın bildiği diğer peygamberlere indirilenlere iman ettik. Biz İki şeyle emrolunduk:
    1- Allah'a iman etmek,
    2- Peygamberlere İman etmek. Onların hiç birisi arasında fark gözetmeyiz. Hepsinin de, şâm yüce Mevlâ tarafından, ümmetlerini doğru yola erdirmek için gönderilen peygamberler olduklarına İnanırız. Ehl-İ kitabın yaptığı gibi kimine inanıp kimine inanmazlık etmeyiz. Biz onlara teslim olup itaat etmiş kimseleriz.
    İslâmiyet, bütün peygamberlerin getirmiş olduğu dindir. Allah'ın kulları için seçip beğendiği dindir. Çünkü o, temiz fıtratın dinidir. Her peygamber ve nebiye inanmayı emreden dindir. Açık seçik ve kapalılıktan uzak dindir. Kur'an gibi ebedi bir mucizenin sahibidir. İşte kim bundan başka bir din is-terse, bu arzusu kesinlikle kabul edilmeyecek ve ahirette de zarar görenlerden olacaktır. [116]

    İmandan Sonra Küfür

    86- İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehâdet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zâlimleri doğru yola eriştirmez.
    87- îşte bunların cezası, Allah'ın, meleklerin, insanların hepsinin linetine uğramalarıdır.
    88- Orada temellidirler; onlardan azâb hafifletilmez; onların azabı ge-ciktirilmez.
    89- Ancak bunun ardından tevbe edip düzelenler müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.
    90- İnandıktan sonra inkâr edip, inkârda aşırı gidenler var ya, onların tevbeleri kabul edilmeyecektir. îşte sapıklar onlardır.
    91- Doğrusu inkâr edip, inkarcı olarak ölenlerin hiçbirinden, yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye vermiş olsa bile, bu kabul edilmeyecektir. İşte elem verici azâb onlaradır, onların hiç yardımcıları da yoktur. [117]

    Açıklama:

    Nüzul sebebiyle ilgili rivayette bu ayetin Yahudi ve Hıristiyanlardan olan ehl-i kitab hakkında nazil olduğu anlatılmaktadır. Ehl-i kitab, Hazreti Mu-hammed (S.A,V.)in özelliklerim kendi kitablannda görmüş, bunu kabul ve gerçek olduğuna tanıklık etmişlerdir. Hazret-i Muhammed'le ilgili olarak kitaplarında yer alan bu özelliklerle, müşriklere karşı daha önceleri Allah-tan yardım isterlerdi. Hazret-i Muhammed'in,kendileri dışındaki bir topluluk içinden seçilerek peygamberlikle görevlendirilmesinden sonra Arapları çe-kemediler. İmanlarından sonra, Hazret-i Muhammed (s.a.v.) in inkâr edip kâfir oldular. .
    Nüzul sebebleri açıklanırken, İslâm dininden çıkan kimseler hakkında da birçok rivayetler sözkonusu edilmişti. Bu Yahudi ve Hıristiyanlar gibi, iman edip Resulullah'ın gerçek Peygamber olduğuna tanıklık ettikten; Hazret-i Muhammed'in doğru sözlülüğüne ve peygamberliğinin gerçekliğine ilişkin apaçık ayetler kendilerine geldikten sonra inkâr eden bir kavmi Allah nasıl hida-. yete eriştirir. Kendilerine yazık eden bir topluluğu Allah doğru yola eriştirmez. Onlar hakkı tanıdıktan sonra ondan yüz çevirdiler. Kendi nefsine bunlardan daha çok yazık eden kimse yoktur. Bunlar Allah'ın rahmetinden kovulmuşlardır. Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir. Allah'ın rahmetinden kovulmaları için melekkr ve bütün insanlar onlara lanet etmektedirler. Onlar cehennemde temelli kalıcıdırlar. Azablari hafifletilmez. Kendilerine süre tanınıp cezaları ertelenmez. Tersine, güçlü ve herşeye muktedir oian Allah'ın yakalamasıyla yakalanacaklardır. Onların cezası işle budur. Ancak bundan sonra tevbe edip Allah'a yönelen, davranışlarını ve kalbindeki düşünceleri düzelten kimseler bundan müstesnadır. Daha önce işlene» günahlar konusunda Cenab-ı Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Tevbe
    edenin tevbesini kabul buyurur. [118]

    Ayetten Çıkarılacak Dersler:

    Kâfirler üç sınıftır;
    1- İman ettikten sonra inkâr edip, ardından içten gelen bir pişmanlıkla tevbe edenler. îşte bunların tevbesini Cenab-ı Allah kabul buyurur. O bağış-layandır, esirgeyendir.
    2- Allah'ı inkâr eden, sonra tevbe edip küfürden geri dönen, sonra yine küfre dönenler. Böylesinin tevbesi kabul edilmez. Bunlar, kâfirlerin tâ kendileridir, denilmiştir. Küfürde durmakla beraber günahlarının bazısından tevbe ederler. "Onların tevbeleri asla kabul edilmez" sözünün anlamı budur.
    3- Allah'ı inkâr eden ve kâfir olarak ölenler. Bunlar yeryüzü doluşunca altın da verseler, fidyeleri kabul edilmez. Bunlar için pek acıklı bir azâb vardır. Bunlar için ahirette ne bir yardımcı, ne de bir şefaatçi vardır. [119]

    Yine Allah Yolunda Mal Sarfetmek

    92- Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda sarfetmedikçe İyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarfederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. [120]

    Açıklama:

    Cenab-ı Allah, ehl-i kitaba karşı deliller ileri sürdükten; onların hak ile batılı birbirine karıştırdıklarını, Allah'a iman etmediklerini, tersine Muhammed (s.a.v.)in, tevrat ve İncil'de müjdelenen Allah'ın elçisi olduğunu bildikleri halde gerçeği gizlediklerini açıkladıktan sonra, Allah yolunda mal sar-fetme konusunda cimri oluşlarını, onların imansızlıklarına bir delil olarak ileri sürmek istedi. Hayatım hakkı için, Allah yolunda mal sarfetmek, kişi-nrn gerçek mümin olduğunun en büyük delilidir. Cimrilik yapıp ta sevdikleri şeylerden Allah yolunda sarfetmeyenler, iyiliğe erişemezler. Ellerinin altında bulunan sevdikleri değerli mallarından sarfetmedikçe, Allah'a karşı iyi bir davranış sergilemiş olamazlar. Mallarının iyisini vermek bir tarafa, kötüsünü bile vermekte cimrilik edenlerin, Mcvlalarına iman edip ona itaut ettiklerine ilişkin iddiaları doğruluktan uzaktır. Sarfettîğiniz mallarınızı —iyi de olsalar, kötü de olsalar— Allah bilir. O, ihlash da olsa, riyakârca da olsa, yaptık-larınızın farkındadır. [121]

    Bazı Yiyeceklerin Haram Kılınması Konusunda Yahudilerin İftiraları

    93- Tevrat'ın indirilmesinden Önce İsrail'in kendilerine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrâiloğullanna helâl idi; ey Muhammcd, de ki: "Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun."
    94- Bundan sonra Allah'a karşı kim yalan isnad ederse, işte onlar zâ-limlerdir.
    95- Ey Muhammedi De ki: "Allah doğru söyledi, doğruya meyleden İbrahim'in dînine uyun; O, puta tapanlardan değildi. [122]

    Bazı Kelimeler:

    Yenilen her şey. Ancak bu kelime daha çok ekmek ve buğday anlamında kullanılmıştır. Helâl olarak İbrahim oğlu Ya'kub'un lakabı olan bu kelime, Allah yolunda cihad eden emir manasınadır. Daha sonra bu kelime, Hazret-i Ya'kub'un bütün soyunun adı olarak kullanılmıştır ki, burada da kastedilen, bu anlamdır.Yalan söyledi, kendi yanından uydurdu. Batıldan vazgeçip hakka yönelerek. [123]


    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Sûrenin başından buraya kadar olan ayetler, tevhid ve Muhammed (s.a.v.) in peygamberliğinin ispatı hakkındadır. Bundan sonraki ayetlerse ehl-i kitaba karşı delil ileri sürmek ve kuşkularının temelsiz olduğunun bildirilmesi hakkındadır. Onların iki şüpheleri reddedilmektedir. Birincisi şudur:
    Ey Muhammed! Sen, İbrahim'in ve ondan sonra gelmiş bulunan Pey-gamberlerin dini üzerinde olduğunu iddia ediyorsun. Ama onlara göre haram olan deve eti ve diğer bazı yiyecekleri helal sayıyorsun. Bu nasıl olur? Onların bu şüpheyi ortaya atmalarından sonra yukarıdaki ayet nazil oldu. Bazı yiyeceklerin Allah tarafından haram kılındığı ve bu haramlığın İbrahim ile Ya'kub tarafından insanlara bildirilmiş olduğuna ilişkin iddiaları geçer-sizdir.İkinci iddialanysa Meleke ve onun yüceltilmesi hakkındadır. [124]

    Açıklama:

    Yiyeceklerin hepsi İsrail'in (Ya'kub'un) çocuklarına ve ondan önce de İbrahim'e helal kılınmıştı. Ancak bazı yiyecekler bundan müstesnadır ki, onlar da İsrail'in (Ya'kub'un) kendi nefsine haram kıldığı yiyeceklerdir. Çünkü Tevrat'ın indirilmesinden önceki zamanlarda yiyeceklerin tümü onlar için helâl idi. Sonra, yaptıklarının cezası olarak Cenab-ı Allah onlara bazı hoş ve temiz yiyecekleri haram kıldı. "O Yahudilerin zulümleri ve birçok kimseleri Allah yolundan çevirmeleri nedeniyledir ki, önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri kendilerine haram kıldık!' [125] "Biz, Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunun iç yağlarını da kendilerine haram ettik. Bunların sırtlarına veya bağırsaklarına yapışmış, yahut kemiklerin etrafındaki yağlar müstesnadır. Onları, aş\n gitmelerinden dolayı bu şekilde cezalandırdık. Biz, şüphe yok ki, doğru sözlüyüzdür." [126]
    Burada, Yahudilerin Kur'an-ı Kerim'in kendilerine nisbet ettiği zulüm ve Aİİah'ın yolundan geri çevirme gibi suçlardan'uzak olduklarına ilişkin iddi-aları reddedilmektedir. İsraillilere bazı yiyeceklerin haram kılınmasının da, sadece İşledikleri suçlardan ve günahlardan dolayı olduğu açıklanmaktadır. Hazret-i Muhammed (s.a.v.) ve ümmetiyse bu günahları işlememişlerdi. Bu temiz ve güzel yiyecekler, ne diye onlara haram kılınsın? Ayrıca bu ayette, adı geçen bazı yiyeceklerin İbrahim (A.S.) a haram kilınmadığı da açıklan-maktadır. Zira yiyeceklerden bazısının haram kılınması, Tevrat'ın indirilmesinden sonra olmuştur. Daha önceleri yiyeceklerin tümü helaldi. Burada bir iki soruyla daha karşılaşıyoruz: İsrail kelimesiyle kastedilen nedir? Onun kendine haram kıldığı yiyecekler nelerdi?
    Bu soruların cevabını verirken müfessirlerin çoğu derinlere dalmış, bazıları öyle rivayetler nakletmişler ki —Allah bilir ya bu rivayetler de uydurma ve Israiliyattır— bunların hepsi de İsrail'in Hazret-i Ya'kub olduğu ve onun deve etini kendine haram kıldığı düşüncesi etrafında dönmektedirler. Kimile-. ri İsrail'in iç yağını; kimileri de uyluktaki damarları kendine haram kılmış olduğunu söylemişlerdir. Ancak Hazret-i Ya'kub ile Tevrat'ın İndİrilişi ara-sında çok uzun bir zaman geçtiği İçin bütün bu söylenenler reddedilir. Şu halde ayette geçen "Tevrat indirilmezden önce..." kaydının anlamı nedir? Şu halde açıkça görülüyor ki, İsrail kelimesinden kastedilen, îsrailoğullan, yani israil halkıdır. Yani İsrail halkının bizzat kendisi, önce de anlatıldığı gibi,yaptıklarına ceza olarak bazı şeyleri kendilerine haram kılmışlardı. Nitekim Kur'an-ı Kerim de onları bu şekilde nitelemiştir: "O yahudilerin zulümleri ve birçok kimseleri Allah yolundan çevirmeleri nedeniyledir ki, önceden kendilerine helal kılınmış temiz ve güzel şeyleri kendilerine haram kıldık." Demek ki, bazı yiyecekler, Tevrat nedeniyle değil de, işledikleri bazı fiiller nedeniyle kendilerine haram kılınmıştı. Tevrat'ın indirilmesinden önce Allah onlara hiçbir şeyi haram kılmış değildi. Şu halde İbrahim Peygambere haram kılınmış bir yiyeceğin bulunmadığı haydi haydi sabittir.
    Ey Muhammedi Onlara de ki: Kitabınız Tevrat'ı getirin ve eğer sizi ya-lanlayacağından korkmadığmıza dair ileri sürdüğünüz iddianızda doğru İse-niz onu okuyun. Rivayete göre onlar Tevrat'ı getirip okumaya cesaret edemediler. Şaşkına döndüler. Bunda da Hazret-i Muhammed (s.a.v.) in Peygamberliğinin gerçek olduğuna, Tevrat'ta yazılı olanları bildiğine, Tevrat'ın da Kur1 an'da anlatılanları doğrulayıcı bir kitap olduğuna, Hazret-İ Muhammed (s.a.v.)in,ı Hazret-i İbrahim (A.S.) e onlara oranla daha yakın olduğuna, dinlerinin aynı olduğuna delalet eden çok kuvvetli deliller vardır. Çünkü ikisinin de dini, batıldan hakka yönelmiştir. Hazret-i İbrahim'in dininde helal olan şeyler, müslümanlar nezdinde de helaldir.
    . Allah'a iftira eden, Allah'ın kitabında indirmemiş olduğu hükümleri İn-dirmiş gibi gösterenler yok mu? Onlar gerçeği saptırdıkları ve Allah'a karşı iftirada bulundukları için, zalimlerin tâ kendileridirler.
    Ey Muhammed! De ki: Benim İbrahim dini üzere olduğuma, İnsanlar arasında İbrahim'e en yakın şahsın ben olduğuma, Tevrat'ın indirilmesinden önce Allah'ın İsraillilere hiçbir şeyi haram kılmamış olduğuna ilişkin bana gelen ilahi haberler doğrudur. Bu konularda size karşı deliller de ileri sürül-müştür. Durum böyle olunca, sizi davet etmekte olduğum İbrahim dinine ta-bi olun. Bu, içinde aşırılık bulunmayan orta bir yoldur. İbrahim, başkalarını Allah'a ortak koşanlardan olmadı. [127]


    En son Admin tarafından Çarş. Ara. 08, 2010 5:39 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    ALİ İMRAN SURESİ Empty Geri: ALİ İMRAN SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 08, 2010 5:31 pm

    Kâbe-İ Muazzamanın Şerefi Ve Hacc

    96- Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kabe'dir.
    97- Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı vardır; kim ataya, girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana, Allah İçin Kâbe-yi haccatmesi gereklidir. Kim inkâr ederse, bilsin ki, doğrusu Allah âlemlerden müstağnidir. [128]

    Bazı Kelimeler:

    Mekke. Araplar çoğu kez (bâ) harfi yerine (mim)i, (mim) harfi yerine (bâ)yı koyarak konuşurlar.
    Hayır ve bereketi çok olan.İbrahim (A,S.)ın durduğu ve ibadet ettiği yerdir.
    Kasdedip yönelmek. Fıkıh ıstılahındaysa, hac, ibadeti amacıyla Kâbe-i Muazza-ma'ya yönelmek ve oraya gitmektir. [129]

    Nüzul Sebebi:

    Peygamber (s.a.v.) Efendimizin, İbrahim (A.S.) m dini üzerinde bulunduğunu söyleyişini reddedip yalanlamak için ehl-i kitabın ortaya attığı ikinci şüphe de budur. Onlar diyorlardı ki: Sen, İbrahim (A.S.) in dini üzerinde bulunduğunu, İnsanlar arasında ona en yakın kişinin de kendin olduğunu iddia ediyorsun. Oysa ki îbrahim, îshak Ve bu ikisinden sonra gelen Peygamberler Mescid-i Aksa'ya hürmet gösterir ve namazlarım oraya doğru yönelerek kılarlardı. Şayet onların yolunda olsaydın, sen de Mescid-i Aksa'ya hürmet eder, Kabe'ye yönelmezdin. Sen hepsine aykırı davranmış oldun. îşte yukarıdaki ayet-İ kerime bu şüpheyi açık bir dille gidermektedir. [130]

    Açıklama:

    Allah'ın hürmetli evi, Kâbc-i muazzama miislümanlann nama/ ve duada yöneldikleri kıbleleridir. Gözleri hep oraya yönelir. Gönülleri hep oraya takılır. İnsanlar için tapmak olarak kurulmuş bir evdir. İçinde Allah'ı zikretmek amacıyla kurulmuştur. Onu İbrahim ile îsmaİl inşa etmişlerdir. "Ve o zaman İbrahim İle İsmail, Kabe'nin temellerini yükselttiler." [131]
    Mescid-i Aksa; Kabe'nin yapılışından asırlar sonra Davut oğlu Süleyman (A.S.) tarafından inşâ edilmiştir. Şu halde Hazret-i Muhammed (s.a.v.) in, İbrahim ile İsmail'in dinleri üzerinde bulunması; onların yöneldikleri tarafa yönelmesi yerinde bir davranıştır. Kâbe-i Muazzama, içinde Rablerine ibadet etsinler diye İnsanlar için kurulan bir evdir. Zaman bakımından önceliği, şeref ve derece bakımından da öncelikii olmasını gerekli kılar. Kabe'nin bazı üstün tarafları vardır. O, mübarektir.. İçinde çok hayırlar vardır, çöl içerisinde bulunduğu halde her çeşit ürün oraya gelir. Orada Allah'ın çok hayırları vardır. Bu, Kabe'nin sevap ve ecir bakımından çok bereketli oluşuna engel olmaz. O,"insanlar için hidayettir. Müslümanlar namaz kılarken oraya yönelirler, gönülleri hep onu görmeyi ister. Ayrıca o, hacc ve umre amacıyla kendisini ziyaret eden kimselerin kalplerini hidayet nuruyla aydınlatan bir kaynaktır. "Ey Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını senin kutsal olan evinin (Kabe'nin) yanında, ekin bitmez bir vadide yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Namazı gereği üzere kılsınlar diye... Artık insanlardan bîr bölümünün kalplerini onlara meylettir. Şükretmeleri için de o belde halkını bazı meyvalarla rızıklandır” [132].
    Kabe'de, kimseye gizli kalmayacak apaçık ayetler vardır. Örneğin bu işaret ve delillerden biri, İbrahim (A.S.) in namaz ve dûa makamıdır. Bunu Araplar öteden beri bilirler. Kabe'nin haremine giren bir kimse, katil de olsa can ve mal güvenliğine sahip olur. Araplar bunu cahiliye döneminde böyle bilirlerdi. İslamiyet te onların bu uygulamalarını benimsedi. Mekke müslümanlar-ca fethedildiği zaman, Peygamber (s.a.v.) tarafından görevlendirilen bir dellâl şöyle sesleniyordu: "Mescide girene, evine kapanana ve Ebu Süfyan'ın evine sığmana dokunulmayacaktır!"
    "Mekke halkı çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim Mekke'yi güven içinde ve kutsal bir yer kıldığımızı görmediler mi?" [133] Hacc mevsiminde asayişi sağlamak İçin meydana gelen olaylarsa, siyasi bir konudur. Askerler arasında hacılara sert davranmanın helal olduğuna inanan bir kimse yoktur. Kabe'nin üstün yanlarından biri de, oraya yol bulabilen müslüman-ların haccetmelerinin farz oluşudur.
    Kabe'ye yol bulabilenlerin haccetmesi, Cenab-i Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. .Hacc, elinin şartlarından ve İslam'ın farzlarından biridir, i laccla ilgili hükümlerin bir kısmı, ikinci cüzde anlatıldı. Kabe'ye yol bulabilme, hacc ibadetini cdâ etmeye gücü yetmenin ölçüsü, insanın vicdanına ve dinine bırakılmıştır. Bunun azık ve binek, varlığıyla, yol güvenliğiyle, yolculuğa dayanmakla açıklanmasına gelince; bütün bunlar dine aittir. Buraya kadar anlatılanları inkâr edip Allah'ın hacc ve diğer konulardaki emirlerine itaat etmeyenlere gelince, şunu bilmeliyiz ki, Allah, bu yükümlülüklere muhtaç değildir. Zira O, alemlerden müstağnidir. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. [134]

    Ehl-Î Kitab Ve İnatları

    98- Ey Muhammaed! De ki: “Ey Kitab ehli! Allah yaptıklarınızı görüp dururken,niçin Allah’ın ayetlerini inkar ediyorsunuz?”
    99- De ki: “Ey Kitab ehli! Siz doğru olduğuna şahidken, niçin inananları –Allah’ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek –ondan çeviriyorsunuz?
    Allah işlediklerinizden gafil değildir.” [135]
    Bazı Kelimeler:

    Bir şeyi bilen ve onun farkında olan.Geri çeviriyorsunuz.Onu arzuluyorsunuz.Manevi işlerde eğrilik.Söz gelimi dinde doğru yoldan sapmak.Burada ‘ivec’ kelimesiyle, sapma anlamı kasdedilmektedir. [136]

    Açıklama:

    Eksiklerden münezzeh yüce Allah, Muhammed (S.A.V.) in Peygamberliğini doğrulayan delilleri ortaya attıktan ve ehl-i kitab’ın buna karşı tiraz ve tartışmalarını, onları cevap veremez hale getirip susturuncaya kadar anlattıktan sonra, bütün bu yaptıkları kötülüklerden ve küfürlerden ötürü onları kınadı.Ve anlam olarak onları şöyle dedi: Ey Muhammed! Onlara de ki: Sizin için Muhammed’in Peygamberliğinin gerçekliğine delalet eden Allah’ın ayetlerini niçin inkar ediyorsunuz? Siz hangi yoldan gidiyorsunuz?
    Şayet yanınızda varsa, haklı olduğunuzu gösteren delil ve kanıtlarınızı getirin. Delil ve kanıtlarınız yoksa, bilin ki Allah, sizin yaptıklarınızdan haberdardır. Dolayısıyla, hakedeceğiniz karşılığı da size verecektir.
    Ey Jcitab ehlil Size inananların ve sözünüzü doğrulayanların gözünde Allah yolunun eğri olduğu sanısını meydana getirmek, amacıyla, Muhammed'e iman edenleri ne diye Allah yolundan geri çeviriyorsunuz. En sağlam ve en doğru yol olduğu halde, kitablannızda geçen Muhammed (s.a.v.) e ilişkin özellikleri değiştirip Allah'a karşı iftira etmekle Allah'ın dininde eğrilik ve sapma meydana getirmek istiyorsunuz. Oysa siz de onun gerçek Peygamber olduğuna kalblerinizin tâ derinlerinden inanıyorsunuz. Sizi kendilerine reis kabul eden, gösterdiğiniz yolda yürüyen kavminizin yanında sizler adil şahitlersiniz. Yahudi ve Hıristiyanların önder ve alimlerinin kalblerinde yer yapmış olan gizli hastalığı ve çekememezliği Allah yok etsin. Allah, sizin iç yüzünüzü ve gizlice yaptıklarınızı bilmekte olup, ona göre de size karşılık verecektir. [137]

    Öğüt Ve Telkinler

    100- Ey İnananlar! Kitab verilenlerin bir takımına uyarsanız, inanmanızdan sonra sizi kâfir olmağa çevirirler.
    101- Allah'ın âyetleri size okunur, aranızda da peygamberi bulunurken nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah'ın Kitâb'ma sanlırsa şüphesiz doğru yola erişir.
    102- Ey inananlar! Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler, ancak müslüman olarak can verin,
    103- Toptan Allah'ın ipine sanlın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalbîerinizin arasını uzlaştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz^ sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola ensesiniz diye size böylece âyetlerini açıklar.
    104- Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan meneden bir cemaat olsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır.
    105-106- Kendilerine belgeler geldikten sonra ayrılan ve ayrılığa düşenler gibi olmayın. Bir takım yüzlerin ağaracağı ve bir takım yüzlerin kararacağı günde büyük azab onlaradır. Yüzleri kararanlara: "İnanmanızdan sonra inkâr eder misiniz? İnkâr etmenizden dolayı tadın azabı" denecektir.
    107- Yüzleri ağaranlar ise Allah'ın rahmetindedirler. Onlar orada teıı ıclliclirlcr.
    108- İşte bunlar, ey Muhammed, sana doğru olarak okuduğumuz Allah'ın âyetleridir. Allah hiçkimseye zulmetmek istemez.
    109- Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. İşler Allah'a
    varacaktır. [138]

    Bazı kelimeler:

    Bir şeye tutunmak. Kişinin, kendini helake düşmekten koruması. Tuka ile Takva aynı anlamdadır.
    —Hak işe, zorunlu ve değişmez olan şey demektir. Burada sözün aslı, hakkıyla sakınmaktır. Yani Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi sakının,Allah'ın ipi. Bu, ahid veya Kur'anıdır.Çukurun kenarı.Uyum içinde bulunan topluluk. Dünya ve ahİret çıkarları. Parlayıp sevinir. Bazı yüzler üzülüp hüzünlenir. Bir şeyi, konulması gereken yerden başka yere koymak. [139]

    Nüzül Sebebi:

    Rivayet olunduğuna göre,müslümanlara karşı aşın derecede çekememezliği bulunan ve şiddetli bir kâfir olan Yahudi Şâs bin Kays, kendi aralarında sohbet etmekte olan Ensardan bir topluluğun yanından geçti. O zamanlar Evs ve Hazrec kabileleri, cahiliye döneminde aralarında geçmiş olan düşmanlığa rağmen yine de birleşip güçbirliği yapmışlardı, o lanetlenmiş yahudi, "Bunlar birleşirlerse vay bizim halimize", dedi. Beraberinde bulunan Yahudi bir gence, yanlarına gidip onlara Buas savaşını anlatmasını ve o savaşta tarafların biribirlerine karşı okumuş oldukları şiirleri hatırlatmasını emretti. (Buas, cahiliyet devrinde Evs ve Hazrec kabileleri arasında vuku bulan bir savaştır. Bu savaş, Evs kabilesinin zaferiyle son bulmuştu.) Bu Yahudi genç, onların yanma gelerek, emri yerine getirdi. Eski günleri hatırlayan Evs ve Hazrec'liler çekişmeye ve "savaş, savaş!" diye bağrışmaya başladılar. Her iki taraf, kendi adamlarım topladı. Durumdan haberdar olan Peygamber (s.a.v.)efen-dimiz, beraberine Muhacir ve Ensardan bazı kimseleri alarak yanlarına-geldi ve "Allah'ın sizi islam'la şereflendirip kalblerinizi birbirinize ısındırmasından sonra, ben aranızda bulunduğum halde cahiliye dönemine mi dönüyorsunuz?" dedi. Birbirleriyle çekişm'iş olanlar, bu yaptıklarının şeytanın dürtüsü ve düşmanın oyunu olduğunu anladılar. Silahlarını bıraktılar, ağlaşıp kucaklaştılar, sonra da Resuluilah (s.a.v.) ile birlikte herkes kendi evine döndü.
    İbn Cerir der ki: "De ki: "Ey Kitab ehli'. Niçin Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz? " [140] ayet-i kerimesi, Yahudi Şas hakkında nazil olmuştur. "Ey iman edenler! Kendilerine Kitap verilenlerin bir kısmına uyarsanız,.!' [141] ayet-i kerimesi, Ensar hakkında nazil olmuştur. [142]

    Açıklama:

    Ey iman edenler! Kendilerine Kitab verilenlerin bir bölümüne, size karşı düzenledikleri hilelerde ve aranıza düşürdükleri kin ve düşmanlıkta uyarsanız Ccnab-ı Hakkın; iman, sevgi ve temiz kalp gibi nimetleri size bağışlayışın-dan sonra onlar sizi Allah, din ve güzel ahlâk tanımayan kâfirlere dönüştürürler. "Kitab ehlinden çok kimseler, nefislerindeki hasedlerinden ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre çevirmek isterler'' [143]
    Nasıl olur da Allah'ı inkâr edersiniz? Allah'ı bırakıp ehl-i kitaba nasıl uyarsınız? Oysa sizlere Allah'ın ayetleri okunmaktadır. Bu ayetler doğru yolun özü, her iyiliğin başı, imanın da koruyucusudur. Bu ayetler, Allah katından iner inmez, sıcağı sıcağına size okunuyor. Nebi ve peygamberlerin önderi; aşk, iyilik, sevgi, dostluk ve hidâyet Peygamberi olan Allah elçisi de aranızda bulunmaktadır. Kendilerine bunca nimetler verilen kimselerin, daha önce sapıtmış ve çoklarını saptırmış, doğru yoldan çıkmış kimselerin İsteklerine uymaları yakışık alır mı?
    Allah'a, Kitab'ına ve Resulüne sarılan kimse, muhakkak doğru yolu bulmuştur. Asla sapitmayacaktır. Tehlikeli durumlara düşmesinden de asla korku İmayacaktır.
    Ey İnananlar! Allah'a karşı gelmekten hakkıyla sakının. Sizden istenen sakmma görevini, gereği gibi yerine getirin "Allah'a karşı gelmekten, gücünüz elverdiği kadar sakının." Yani aşırı derecede takva sahibi olun. Takva görevinizi tam olarak yerine getirin. Öyle ki, yapabilecek durumda olduğunuz halde yapmadığınız bir şey kalmasın. Nefislerinizi sırf Allah'a teslim etmeden ölmeyin. Yani ölüm size geldiğinde, ancak müslüman olarak ölün. Allah'ın kitabına ve sözüne tutunun. Topluca O'nun ipine sarılın. Asla ayrılmayın. Onulmayan dert, bölünme ve çözülme derdidir. Bu ayet-i kerimede, yüksek bir yerden düşmek üzere olan bir kimsenin kopmaz diye inandığı bir ipe sarılışı gibİ,Kur'an'a ve Kur'an'ın himayesine sığınıp sarılma anlatılmaktadır. Allah'ın İpi, iman ve ibadettir. Ya da Kur'an'dir. Zira bir hadis-i şeriflerinde Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Kur'an, Allah'ın sağlam (ve dayanıklı) ipidir. Onun dikkat çekici yanları tükenmez, fazlaca tekrar edilmekle yıpranmaz. Onu söyleyen doğru söyler. Onunla .amel eden doğru yoldadır. Ona sarılan, dosdoğru yola erdirilmiştir." [144] Cahiliye dönemi Arapları ateşli savaşlar, kin ve düşmanlıklar içindeydiler. Özellikle Evs ve Hazreç kabileleri bu durumdaydılar, islâmiyet gelip te onlar bölük bölük İslama girdiklerinde, kalplerindeki kin lekeleri ve pislikleri silinip temizlendi. Ruhları, düşmanlıkları arındı. Allah'ın nimeti sayesinde birbirini .seven, şefkatle birbirine bakan, kendileri muhtaç olsalar bile başkalarını kendilerine tercih eden, "Mü'minler ancak kardeştirler" ilkesine bağlanan kardeşler oldular. Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki: "Mü'minlerin biribirlerini sevip biribirlerine acıma durumları, bir organın rahatsız olması halinde bedendeki diğer organların da ateş ve uykusuzluk ile onun acısına katılmasına benzer." [145]. Evs ve Hazreç kabileleri İslâm'dan Önce bir ateş çukurunun kenarın daydilar. İslamiyet gelince onları bu ateş çukuruna düşmekten kurtardı. Evet Araplar Allah'a eş koştukları ve puta taptıkları için ateş çukurunun kenanndaydilar. Onları bu çukura düşmekten ancak ölüm kurtarabilirdi. Allah onları islâmiyet ve tevhid sayesinde bundan kurtardı. "Allah'ın nimetlerini saymağa kalkış-sanız, (parça parça bile olsa) sayamazsınız." [146]
    İşte bu değerli açıklama ve doğru yönlendirmede olduğu gibi, Cenab-ı Allah size ayetlerini açıklıyor. O, bu açıklamasında sizin doğru yola ulaşacağınızı umar gibidir. Belki doğru yola erişirsiniz.
    Yukarıdaki ayetlerden şu dersler çıkartılabilir:
    1- Dinimize uymayan kimselere, özellikle ayrılık işareti verdikleri zaman inanmamamız gerekir.
    2- Herhangi bir durumla karşılaşırsak veya başımıza bir belâ gelirse, Kur'an ve Sünnete sığmmaliyiz. Onların gösterdiği yoldan gitmeliyiz. Onların ışığından ilham almalıyız. Dünya ve ahiretin iyilik ve doğruluğu yalnız bu ikisindedir.
    3- Birlik, ayrılığa düşmemek ve birbirimize düşman olmamak. Bununla beraber ahde ve Kur'an'a sarılmak.
    Cenab-ı Allah bize, İpine sarılmamızı ve dinine tutunmamızı emretmiş, bölünüp ayrılığa düşmemizi yasaklamış, nimet olarak İslam'ı vermiş, Kur'an ve Peygamber (s.a.v.) aracılığıyla kalplerimizi birbirine ısmdırmıştır. Ama burada kalpleri çabucak paslanıveren bazı kimselerin bulunduğunu, bu pasların da ancak vaaz, irşad, ahiret gününü ve Allah'ı hatırlatmakla silineceğini de bilmektedir. Şu ayetle bize bu yolu göstermiştir: "İçinizden, insanları iyiliğe çağıracak, doğruluğu emredip, kötülükten sakındıracak bir topluluk bulunsun." [147].Bu ve bundan sonraki ayetler, "Topluca Allah'ın İpine sarılın", mealindeki ayetin tamamlayıcılarıdır.
    Cenaba Allah; İslâm ümmetine açık bir emir üslubuyla hitap etmiştir: Ey müslümanlar! İçinizden bir topluluk bulunsun. Bu topluluğun belli bir düzeni, yapısı ve varlığı olsun. Parçaları uyum içinde bulunsun. Amaçlan aynı
    olsun. Kimseyi ürkütmesin. Hiç bir şeyden geri kalmasın. Temel ilkesi, zalim sultanın yanında da olsa doğruyu söylemek ve zuknü kaldırmak olsun. Allah yolunda bulundukça, kınayanların kınamasından korkmasın. Bu topluluğun başı ve yasaları vardır. Buna da sadece bir tek "ümmet" kelimesi karşılık olabilir. Çünkü ümmetle cemaat kelimeleri ayrı ayrı anlamlarda kulla-nılmaktadır.
    Böyle bir topluluğu oluşturmak, bütün müslümanlar üzerine vaciptir. Oluşan topluluk ta yukarıdaki Özelliklere sahip bulunmalıdır. Bu topluluğun iyiliğe çağırma, doğruyu emredip, kötülükten sakındırma, dinin sınırlarını koruma, hak ve adaleti yükseltme gibi görevleri yerine getirmesi gerekir. İyiliğe çağırma, iyiliği emredip kötülükten sakındırma için görevlendirilmiş bir topluluğu oluşturmak bütün müslümanlar için bir yükümlülüktür. Yukarıda söz edilen şekilde oluşan topluluk, müslümanlann hizmetinde çalışma, hesap, yön-lendirme, gerekli şartlan ve zemini hazırlama, kontrol etme hakkına sahiptir. Böyle bir topluluk, daha çok millet meclisine benzer. Özel olarak bu görevi yerine getirmekle yükümlü bir grubu seçmek, müslüman ümmet üzerine vaciptir. Bu gurubun görevini yerine getirebilmesi için gerekli dini bilgileri taşıması, beşeri ilişkilerde ihtiyaç duyacağı bilgilere sahib olması gerekir ki, insanlara etkili olabilsinler. Takva sahibi olmaları, Peygamberlerin ahlakıyla ahlâklanmaları gerekir. İnsanları iyiliğe davet eden kimselerin ahlâkî ideallere sahib olmaları gerekir. Resulullah (s.a.v.) de bizler İçin güzel Örnekler vardır.
    Bu şartlan taşıdıkları takdirde, yetkinlik ve olgunluk derecelerinde yükselen bu kimseler, dünya ve ahirette gerçek kurtuluşa ererler. Rehber ve önderleri bu niteliğe sahip milletlerin, onur ve üstünlüğü elde edecekleri muhakkaktır.
    Ey müslümanlar! Şayet uymuş olsalardı kendilerini doğru yola erdirecek olan apaçık belgelerin kendilerine gelmelerinden sonra bile, birbirine düşman olan ve birçok konularda ayrılığa düşeri Yahudilerle Hıristiyanlar gibi olmayın. Onların bölünüp parçalanmaları "İyiliği emredip kötülükten sakındırma" görevini terketmelerinden dolayı olmuştur. Aralarında, kendilerine İyiliği emreden ve kötülüğü sakındıran bir topluluk yoktu. "îsrailo-ğulianndan kâfir olanlara hem Davud'un, hem de Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanet olundu. Bunun nedeni, isyan etmeleri ve hakkın sınırını aşmış olmalarıydı. Onlar, birbirlerini, yaptıkları kötülükten alıkoymazlardı. Gerçekten ne kötü iş yapıyorlardı." [148].Yasaklanan ayrılık, dinin genel esaslarında olan ayrılıktır. Kişisel tutkuları hâkim kılmaktır. Mezhep siyasetini ortaya koymaktır. Şer'i yoldan uzaklaşıp müteşabihata, yani gerçek anlamını ancak Allah'ın bildiği ayetlere tutunmaktır.
    Sözgelimi abdestin almış şeklinde —Peygamber efendimiz çeşitli şekillerde abdcsl almış olduğu için— mezheplerin ayrılığa düşmeleri gibi yöntem ve araçlar konusundaki ayrılığa gelince; mezhep imamlarından her birinin söylediğini,Kur'an-ı Kerim hoş gördüğü için bu tür ayrılıkların sakıncası yoktur. Çünkü bütün bu farklı görüşler, Resulullah (s.a.v.) dan alınmıştır.
    Müslümanlar "İyiliği emredip kötülükten sakındırma" görevini, dinin özünü terkettikleri ve şekilcilikle uğraştıklar; için parçalara ve gruplara bölündüler. İçlerinde iyiliği emredip kötülükten sakındıran toplulukların bulunduğu milletler, topluca kurtuluşa ererler. "Emri bi'1-maruf ve nehy-i ani'l-münker" görevini terkedip bölünen, ayrılığa düşen milletlerse; ölçüsü, sının ve aslı bilinemeyen büyük bîr azabı hakederler.
    Kıyamet gününde mü'mnlerin yüzleri ağanp parlayacak, nurları önlerinden ve sağlarından koşacaktır. Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeyen, ayrılığa düşen ehl-i kitabın ve münafıkların yüzleri, kendileri için hazırlanmış olan sonsuz azabı gördüklerinde kararıp hüzünlenecektİr. Kendilerini kınayıp azarlamak amacıyla, yüzleri kararanlara şöyle denilecektir: Kendisine inandıktan sonra Resulullah Muhammed'i inkâr mı ettiniz? Onun Peygamber olarak gönderileceğini daha önceden biliyordunuz. Onunla ilgili özellikler ve onun geleceğine İlişkin müjde, kitabınızda mevcuttu. Ama siz, çeke-memezliğinizden ve kininizden Ötürü onun Peygamberliğini nikâr ettiniz. Oysa Resulullah'ın gelişinden önce Yahudiler, Arap müşriklerle mücadelelerinde zor duruma düştüklerinde, Tevrat'ta anılan ahir zaman Peygamberi gelseydi diye, o müşriklere karşı'Allah'tan yardım diliyorlardı. îşte o özelliğini bildikleri Peygamber onlara gelince, onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti o kâfirler üzerine olsun.
    Yüzleri ağaranlara gelince, onlar Allah'ın rahmetinde, cennetinde ve rızasında temelli kalıcıdırlar.
    İşte bunlar, değişmeyen gerçekle sana okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Ey Muhammedi Bundan sonra senin ümmetin ayrılığa düşüp, Allah'ın ipine sarılmayı ihmal eder, gruplara ve parçalara bölünürler ve hakkı ve sabrı birbirlerine tavsiye etmezlerse, onlardan mazeret kabul edilmeyecektir. Cenab-i Allah bu yönlendirme ve hükümleriyle, kullarına zulmetmiş değildir. Haşa. O, her şeyi mutlaka yerinde yapar. Aksine, bütün bu yönlendirme ve hükümler, kulların dünya ve ahiretteki yararları içindir. Nasıl böyle olmasın ki? Yerde ve göklerdeki bütün mülk ve yaratıklar O'nundur. Bütün bu yara-, tıklan yönetip dilediği gibi çekip çevirir. İşler sadece Allah'a döner. [149]

    İslâm Ümmetinin Diğerlerine Üstünlüğü

    110- Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Kitab ehli İnanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu; içlerinde inananlar olmakla beraber, çoğu yoldan- çıkmıştır.
    111- Onlar, incitmekten başka size bir zarar veremezler. Sizinle savaşa koyulurlarsa, geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.
    112- Nerede bulunsalar —Allah'ın ve inanan İnsanların himayesinde olanlar müstesna— onlara alçaklık damgası vurulmuştur. Allah'tan bir gazaba uğradılar, onlara aşağılık damgası vuruldu. Bu, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeîerindendir. Bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalanndahdır. [150]

    Bazı Kelimeler:

    Süreklilik veya kopukluğu bir tarafa bırakarak geçmişte var oluş ve meydana geliş anlamım taşıyan bir fiildir. Ezeliyet anlamında da kullanılabilir. Nitekim Cenab-ı Allah'ın sıfatlarıyla ilgili olarak ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir, buyurulmuştur. Küçük zarar.Sİze sirt çevirirler. Bu cümle, yenilginin üstü kapalı bir ifadesidir. Yenilen kimse, düşmanına sırtını Döndüler. Yine onlar, Allah'ın gazabını hakettiler. "Baû" kelimesi eşitlik anlamına gelen 'be'vâ' mastarından alınmıştır. Haddi aşarlar. [151]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Yeni bir konuya başlatan yukardaki ayetler müminleri, topluca Allah'ın ahdine sığınma, Hakta birleşme ve iyiliğe çağırma halinde tesbit etmek için Allah tarafından beyan edilmiştir. Bu ayetler, mü'minleri bu yolda yürümeye teşvik etmekte ve çabalarım coşturmaktadır. [152]

    Açıklama:

    Sizler şu anda var olan en hayırlı ümmetsiniz. Çünkü mevcut ümmetlerin çoğu fesada yenik düşmüş, anarşiye mağlup olmuştur. Onlarda iyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan yoktur. Şu halde siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmetsiniz. Zira siz iyiliği emrediyor, kötülükten alıkoyuyor ye Allah'a, olgun ve içten bir imanla inanıyorsunuz. İmanın tüm gereklerini yerine getirmeyen kişi Allah'a bu şekilde iman edemez. Bu şartlardan birini İhlâl eden kimse, Allah'a tam olarak iman etmiş olamaz. "İyiliği emredip kötülükten alıkoyma", imandan öne alınmıştır. Zira müslümanların diğer ümmetlere olan üstünlükleri açıklanırken İmandan önce o özellikleri açıklanmıştır. Şu da var ki, batıl da olsa, kitab ehli kimseler de mü'min olduklarını iddia etmektedirler. Kitab ehli gerçekten İman etmiş olsalardı, onlar için daha hayırlı olacaktır. Çünkü onlar bazı kitaplara inanıyor, bazılarına inanmıyorlar. Ya da Musa, İsâ gibi bazı peygamberlere inanıyorlar, ama Muhammed (s.a.v.) e inanmıyorlar. Şu da var ki, kitaplarında Muhammed (s.a.v.) in peygamber olarak geleceği önceden müjdelen misken, Onun özellikleri anlatılmışken yine de Onu inkâr ettiler. Ona iman etmedikleri halde mü'min olduklarını iddia ediyorlar.
    Kur'an-ı Kerim bu arada bir parantez açarak diyor ki: Ehli Kitaptan Abdullah bin Selâm ve grubu gibi, gerçekten mü'min olanlar vardır. Ama çoğu da dinlerinin ve kitaplarının sınırını aşan fasıklardır. Yahudi alimlerine, kendi halleri sorulacak olursa bundan fazlasını söyleyemezler.
    Yahudiler, aşağıda anlatacağımız şu vasıflarla nitelenmişlerdir:
    Onlar hicvetmek, Peygamber (s.a.v.) in namusu hakkında dedikodu yapmak, müslümanlan îslâmiyetten soğutmak gibi basit zararlardan öteye size fazlaca zarar veremezler. Sizinle savaşacak olsalar bile, önünüzde yenik düşer ve arkalarım dönüp kaçarlar. Bu," onlar gibi kimseler için yeni bir durum değildir. Bundan sonra da onlar kesinlikle yardım görmeyeceklerdir.
    Kur'an-i Kerim onları üç vasıfla nitelemiştir: 1- Zarar verememek. 2- Savaştan kaçmak. 3- Allah'tan yardım görememek.
    Evet ama, bunlar kime karşı böyledİrler? Allah'ın dinine yardım ettikleri için Allah'ın yardımını alan kimselere karşı böyledirler. "Ey inananlar! Eğer Allah'a (dinine) yardım ederseniz, O, size yardım eder ve ayaklarınızı (savaşta) kaydırmaz." [153]
    iyiliği emredip kötülükten alıkoyduğumuz, sahih bir imanla Allah'a inandığımız sürece güçlü ve üstün olacağımız muhakkaktır. Onlar da Allah'ın ya-saklarından, imandan ve ibadetten saptırdıkları sürece aşağılık içerisinde bu-lunacaklardır. Ama istenilenleri yapmadığımız takdirde, halimiz ve onların hali, günümüzde görülen manzaraya benzer.
    Onlar, Kur'an-ı Kerim'de anlatılan vasıflarla nitelendirilmişlerdir. Çünkü damganın parada iz bırakıcı gibi düşüklük ve aşağılık damgası onlarda iz bırakmıştır. Onlar aşağılıktan ebediyyen kurtulamayacaklardır. Ancak Allah'ın ahdi sebebiyle kurtulmaları müstesnadır. O ahid de;şeriatın kendilerine tanımış olduğu hukuk ve yargı önünde eşitlik, eziyette bulunmanın ha-ramlığı ile insanların yaptıkları ahidlerdir. Bu da yurt edinmede ve ihtiyaçta ortaklık, sanat ve ticaretten yararlanmadır. Ya da kendilerini koruyacak bir anlaşmayı insanlarla imzalamalarıdır.
    Onlar Allah'ın gazab ve öfkesini hakettiler. Aşağılık ve miskinlik, evin içindekilerini kuşatması gibi onları sarıp kuşattı, onlar ebediyete kadar aşa-ğılık,ve ihtiyaç içerisinde olacaklardır. Varlıklı ve zengin de olsalar kıyamete kadar bu halde kalacakları şüphesizdir. Çünkü onlar, aşağılık, kişilik zaafı ve düşkünlüğünü, hatta malıyla üstünlük taslama gibi sıfatlarını atalarından miras olarak devralmışlardır. Onlar devamlı bir yoksulluk ve aşağılık içerisindedirler. Malı tanrı edinmişlerdir. Bu anlatılan sıfatlarla nitelendirilmeli-ri, Allah'ın ayetlerini inkâr etmelerinden, yaptıkları işlerde haksız olduklarına inandıkları Peygamberleri öldürdüklerinden dolayıdır. Çünkü onlar, "Rab-bimiz Allah'dir" diyen kimseleri öldürüyorlardı. Bu da onları çirkinleştirip . rezil etmektedir.. Hem de nasıl. Onlar sürekli günah işledikleri ve devamlı surette Allah'a karşı İsyan İçinde bulunduklarından dolayı böyle davranmaya cesaret edebildiler. Sürekli işledikleri günahlar kalblerini kaplamıştı. Bu da onları küfür ve Peygamberleri öldürmek gibi büyük günahlara itiyordu. Çağdaş Yahudilere Peygamber Öldürme suçunu isnâd etmeye gelince, önce de anlattığımız gibi bu, onların bu suçu işleyenlere mensub olup onlardan razı olmaları, hatta bu mensupluktan şeref duymalarından dolayıdır. Kaldı ki asr-ı saadette yaşayan Yahudiler de Peygamber (s.a.v.) Efendimizi öldürmeye, defalarca girişimde bulunmuşlardı. [154]

    Ehl-İ Kitab’dan Mü'min Olanlar

    113-114- Kitap ehlinin hepsi bir değildir: Onlardan geceleri secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okuyup duranlar vardır; bunlar Allah'a ve âhiret gününe inanır, kötülükten men'eder, iyiliklere koşarlar. İşte onlar iyilerdendir.
    115- Ne iyilik yaparlarsa, karşılığım bulacaklardır. Allah sakınanları bilir. [155]

    Bazı Kelimeler:

    Dosdoğru duran. Gece saatlerinde. İyilik işlemeye koşuşurlar.
    Sevabından mahrum bırakılmak. [156]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Bazılarının mü'min, bazılarının fasık olduğu bildirilerek ehl-i kitabın vasıflan anlatıldıktan, onların, özellikle Yahudilerin şimdiki ve gelecek zamandaki halleri açıklandıktan sonra, az da olsalar, içlerinden mü'min olanların durumlarını açıklamak, adaletin bir gereğidir. [157]

    Açıklama:

    Çirkin sıfatlarla nitelenme konusunda ehl-i kitabın hepsi bir değildir. Aksine, onların bazısının nitelikleri daha önce anlatıldı. Ama içlerinde Öyleleri vardır ki, Allah'a ibadet ederek dosdoğru yol üzerindedir, O'nun emrine uyarlar. Allah'ın âyetlerini, Özellikle geceleyin okurlar. "Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında gece ve gündüz melekleri hazır bulunur" [158].Gece ve teheccüd namazlarında, kendi başlarına çokça Kur'an okurlar. O sırada bütün evren uyumakta, sadece eksikliklerden münezzeh, koruyucusu uyumamaktadır. Evet bunlar Allah'a ve ahiret gününe sa'dık ve saf bir İmanla inanırlar. Bu imanlarında şüphe ve nifak yoktur. İmanın bütün gereklerini yerine getirerek Allah'a inanırlar. Bunlar nefislerini Kur'an'la, Kur'an okumakla, İmanla, İmanın tathlığıyla olgunlaştırmalardır. Sonra da kendi nefisleri saf, vicdanları da temiz olduğu için, iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak başkalarını da olgunlaştırmak, zaman kaybetmeksizin iyilik işlemeye koyulurlar. Abdullah bin Selâm ve onun gibi mü'minler işte böyledir. Bunlar; Allah katında durumları, düzelen ve dereceleri yükselen salih kimselerdir.
    Yahudiler, kendileri arasından çıkıp iman edenlerin, seçkin kimseler olmayıp ve kötü kimseler olduklarım söylediler. "Şayet kendilerinde hayır olsaydı iman etmeyeceklerdi", diye iddiada bulundular. îşte bu âyetler, onların bu iddialarım reddetmektedir.
    Mü'minler, işledikleri iyiliklerin sevabından yoksun bırakılmayacaklardır. Allah yapılan iyiliğin karşılığım verir, takva sahiplerini tanır. Unutmaz, ihmal etmez. Amellerin karşılığım vermeyi bilmeyenlerden değildir. O, her şeye gücü yetendir. Yapılan her işi görendir. [159]

    Kıyamet Gününde Kâfirler Ve Amelleri

    116- İnkâr eden kimselerin mallan ve çocukları, Allah'tan yana, onlara bir fayda vermeyecektir. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli-ti irlcr.
    117- Bu dünyâ hayatında sarfettiklerinin durumu, kendilerine zulmeden kimselerin ekinlerine isabetle kavurup mahveden soğuk bir rüzgârın durumu gibidir, Allah onlara zulmetmedi, onlar kendilerine yazık ettiler. [160]

    Bazı Kelimeler:

    Bir sıkıntıyı gidermede onlara fayda sağlamayacak.Şiddetli soğuk. Ekin ekmek için tarlayı sürmek. Ama burada maksat, ekinin kendisidir. [161]

    Açıklama:

    Kâfirler ne kadar da çok övündüler: "Ve dediler ki: "Biz, mallar ve çocuklar bakımından (sizden) daha fazlayız. Biz azaba uğratılmayız!" [162] Buradaki 'kâfirler' kelimesi, topluca Yahudi ve münafıkları kapsamaktadır. Onların mallan ve çocukları, Allah'ın azabına karşı kendilerine fayda sağlamadı. "O günde ne mal, ne de oğullar fayda vermez!' [163] Onlar ebediyyen cehennemde kalacaklardır. Ancak Allah'ın bilebileceği bir süre kadar cehennemde bek-leyeceklerdir. Sonra Cenab-ı Allah, kendisinin rızasını kazanmak için değil de, tersine dünyevi amaçlarla iki yüzlülük, ün kazanmak, gururlanmak ve övünmek İçin sarfetmiş oldukları mallarıyla ilgili olarak bir örnek vermiştir. Bu örnek, Kur'an-ı Kerim'de anlatılan örneklerin en parlak ve en göz alanıdır. Dahası, bunlardan öylesi vardır ki, malım, insanları Allah'ın yolundan geri çevirmek İçin sarfeder.
    Bu amaçla harcamada bulunan kimsenin malı, şiddetli derecede kavurucu bir soğuk rüzgar gibidir ki, bu rüzgar ekine isabet edince onu yok eder. Ey okuyucu! Benimle birlikte sen de kabul edersin kî, Allah'ın istemediği lezzetleri tatmak, batıl davayı desteklemek ve insanları Allah'ın yolundan geri çevirmek için sarfetmiş oldukları malları, onları doğru ahlâka sahip olmaktan, hatta kötülükten arınmış bir ruh, akıl ve adalet gözüyle Allah'ın dinine bakmaktan alıkoyar. Böyle bir mal, yok edici ve kavurucu soğukla beraber esip, ürün vereceği umulan ekine isabet eden, onu kavurup yok eden bir rüzgâr gibi değil midir?
    Onlar şeytan için mallarını saffedip ondan yarar ve ödül beklerler. Sonra da ahiret gününde ekin ekip te ondan iyilik ve çıkar uman kişinin, kavurucu bir soğuğun isabet ederek ekinini yaktığını görünce hasret ve pişmanlık içine düştüğünü görürsün. Gerçekten de Cenab-ı Allah,takva sahibi kimselerin amellerini kabul eder ve ihlâslı kimselere sevap verir. Cenab-ı Allah onlara zulmetmedi. Yalnızca yaptıklarına karşılık verdi. "Kötülüğün cezası daöna denk bir kötülüktür," [164]. Lâkin onlardır, kendilerine yazık edenler. [165]

    Müminlerin Kâfirlerle Dost Olması Ve Bunun Tehlikesi

    118- Ey inananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kaiblerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüp-hesiz size âyetleri açıkladık.
    119- İşte siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve Kitablarm bütününe İnanan kimselersiniz. Size rasladıklan zaman: "İnandık" derler, yalnız kaldiklannda da, size öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizden çatlayın." Allah kalblerde olanı bilir.
    120- Size bir iyilik gvlsc, onlunu fannsınn gider; bıtşınızu bir kötülük gelse buna sevinirler. Sabreder ve sakınırsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Allah işlediklerinin hepsim ilmiyle kuşatmıştır. [166]

    Bazı Kelimeler:

    Kişinin has adamları danışman ve sırdaşları. Astar elbiseye ne kadar yakınsa, bunlar da kişiye o kadar yakındırlar.Sizden başkaları. Geri kalmazlar.
    Fesad. Sıkıntı ve zorluk. Parmak uçları, Isırdılar. "Parmaklarını ısırdılar" sözüyle bazan şiddetli öfke, bazan da pişmanlık kastedilir. Başkasını, iste-mediği bir duruma düşürmek için tuzak kurmak. [167]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Benzeri çok olan bu ayetler, düşmanlar ve kâfirlerle çeşitli ilişkiler ve dostluklar kuran mü'minler hakkında nazil olmuştur. Kurdukları bu dostluk nedeniyle, diğer mü'minlerin sırlarını onlara bildirmeyi ve mü'mİnlerden onlara söz etmeyi mubah sayıyorlardı. Oysa, bunun İslâm ümmetinin varlığı açısından büyük bir tehlikesi vardı. Mü'minlerin, düşmanlarıyla ve kâfirlerle dostluk kurmaları, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde yasaklanmıştır. [168]

    Açıklama:

    Allah'a ve Resulüne inananlar! Siz bu güzel niteliklere ve yüksek övgülere mazhar olmuşken, müslüman olmayanları kendinize yakın tutup dost edin-meniz size yaraşmaz. Onların dostluklarını müslümanlarınkine tercih edip sırlarınızdan haberdar etmeniz hiç te uygun değildir. Kur'an'm nitelediği ve gerçeğin anlattığı gibi, onlar sizi şaşırtıp fesada düşürmekten geri kalmadıkları, sizi zarara uğratmak için var güçleriyle çabaladıkları halde, nasıl olur da siz onları dost edinirsiniz? Onlar, bütün sıkıntı ve zorlukların üzerinize çökmesini istemektedirler. Sizinle savaşmaya ve size eziyet etmeye güçleri yet-mese de, bütün fesat ve kötülüklerin üzerinize yağmasını kalplerinin ta derinlerinden isterler. Laflarının arasından ve dillerinin kaymasından anlamadınız mı ki, onlar size karşı Öfkelidirler ve sizi çekememektedirler. Kalblerin-deki gizli çekememezlik hastalığı ise, daha daha çoktur.
    Ey Mü'minler size iyiliği gösterecek ve sizi doğru yola erdirecek olan ibret ve âyetleri size açıkladık. Eğer aklınız varsa bu âyetlere uyarsınız.
    İşte sevgilerinde yutulan ey sizler! Yan ilan diyorum.. Çünkü miislüman olmayanların da Kitab'ları ve Peygamberleri İçinde olmak üzere, bütün Ki-taplara ve Peygamberlere inandığınız halde, onlar sizi sevmiyorlar. Hayret doğ-rusu! Sizler kendinizi bu kadar önemsemezken onlar nasıl olur da kendi batıl davalarına bu derece sımsıkı sarılmaktadırlar, Sizinle karşılaştıklarında iki yüzlülük yaparak: "Allah'a inandık, Muhammed'in peygamberliğini kabul ettik", derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise —şiddetli kin ve öfke-lerinden, her ne surette olursa olsun size kötülükte bulunamadıklarından dolayı— parmaklarını ısırırlar. Parmak ısırmak, tekrar geri getiremeyeceği bir şeyi elden kaçıran veya başından savamayacağı bir belâyla karşılaşan, öfkeli kimsenin yaptığı bir harekettir.
    Ey Muhammed! Onlara haber ver ki; ehl-İ kitab, özellikle Yahudiler, emellerine kavuşamayacaklardır. Kavuşmalarını ölüm engelleyecektir. Bu onlar için bir uyan veya Allah, kinleriyle öfkelerini ölümlerine kadar devam ettirsin diye yapılan bîr bedduadır. Bunda bir tuhaflık yoktur. Oniarm size karşı düş-manlıkları ve sizi çekememeleri aşın derecededir. Size bir iyilik gelirse üzülür, bir kötülük gelirse sevinirler. Sonra size iyilik gelince üzülmeleri ve kötülük gelince sevinmeleriyle ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'in kullanmış olduğu ifadeye bak: Kötülük size tam olarak gelip isabet etmedikçe sevinmezler. En ufak bir iyilikle karşılaştığınızda, buna üzülürler. Duyun ve ibret alın! Allah onların cezasını versin ve onlara lanet etsin!
    Yegane kurtarıcı İlâç, Kur'an'm önerdiği ilâçtır: Sabır ve Takva, Her halükârda sabreder, Allah'a karşı gelmekten sakınır ve düşmanlarınızın hilelerine karşı korunma önlemleri alırsanız, onların size hiçbir zarar veremeyeceklerini Allah garanti etmiştir. Onların yapmakta olduklarını Allah, ilmiyle kuşatmıştır. Bütün gizlediklerinden ve hilelerinden haberdardır, bilgi sahibidir. Bu tuzaklarını başlarına geçirecektir. Sizin sabredip kendisine karşı gelmekten sakınmanız koşuluyla, bütün bu yaptıklarından dolayı onları cezalandıracaktır. "Ey Resulüm! Erkenden Medine'deki ailenden çıkmış, savaş için mü'minleri elverişli yerlere yerleştiriyordun. Allah, sözlerinizi işitir veni-yetierinizi bilir." [169].Bu ve bundan sonraki 60 âyet, Peygamber (s.a.v.) in savaşları, Özellikle Uhud Savaşı hakkında nazil olmuştur. Bu nedenle de âyetler iyice açıklansın diye Bedir ve Uhud savaşlarıyla, ilgili olarak biraz bilgi vermeyi uygun gördük. Ancak böylece bu âyetlerin hükümlerini iyice kavrayabiliriz. [170]

    Bedir Savaşı

    Hicretin ikinci senesinde meydana gelmiştir. Bedir, Mekke ile Medine ara-sındaki bir kuyunun adıdır. Sahibine izafeten Bedir adını almıştır. Bu olay, müslümanlar için büyük bir zafer, müşrikler için ise felâket ve hezimet olmuştu. Müslümanlara Arap yarımadasında itibar sağladığı kadar, müşriklerin de diğer Aruphtnn gözündeki sııygıhğını düşürmüş ve sarsmıştır, "Bedir savaşında düşmana oranla daha az ve zayıf olduğunuz halde, Allah size kesin zafer verdi." [171] Müslümanlar bu savaşta azınlık olmalarına rağmen, sırf dinlerine sıkı sıkıya sarıldıkları, Peygamberlerine ve komutanlarına itaat ettikleri için zaferi kazanmışlardı. Sadece Allah'a güveniyorlardı. Düşmanla karşılaşma anmda,emrolunduklan sebat ve güçlüğe bel bağlıyorlardı: "Ey İnananlar! Bir düşman topluluğuyla karşılaştığınızda sebat edin ve Allah 'm çok anın ki, kurtulabilesiniz" [172] Bedirde savaşan mü'minler, Allah'ın yasaklarını çiğnememişlerdi. Kalbieri imanla dolup taşan, münafıklıktan uzak ve temiz kimselerdi. Hep birden tek bir vücut gibiydiler. Allah onları düşmanlarının üzerine sağanak yağmuru gibi yağdırdı. Bu savaşta Peygamber (s.a.v.) şu ünlü duasını yapmıştı: "Allahım! Bana verdiğin sözü yerine getir. Allahım! Eğer bu topluluk ölürse, yeryüzünde artık sana hiç ibadet edilmez'' [173] Hadisi rivayet eden diyor ki: Abası düşünceye kadar Rabbinden imdat diledi ve ona daa etti. Ebubekir yanma geldi. Yere düşen abasını kaldırıp kendisine verdi. Sonra da hiç ayrılmadan peşinden onu takib etti. "O vakit Rabbiniz-den İmdad diliyordun uz da, O size: ' 'Gerçekten ben arka arkaya bin melekle size yardım ediyorum!' diye duanızı kabul buyurmuştu." [174]

    Uhud Savaşı

    Bu savaş, az sayıda olmalarına rağmen, müslümanların zaferiyle sonuçlanan Bedir Savaşından sonra Hicretin üçüncü senesinde meydana geldi. Kureyşliler, Bedir Savaşından sonra Mekke'ye döndüklerinde, kendilerini toparlamaya çalıştılar. Mü'minlcrİ Allah1 yolundan çevirmek için çok miktarda mal harcadılar. Peygamber (s.a.v.) i Medine'de vurmak amacıyla üç bin kadar savaşçıdan oluşan bir ordu hazırladılar. Haberleri Medine'ye ulaştığında ba-şarılı bir siyasetçi ve kumandan olan Hz. Muhammed (s.a.v.), konuyu saha-bileriyle tartışarak düşüncelerini sordu. Beraberlerinde Medine Yahudilerinin başı ve münafıkların lideri Abdullah bin Ubeyy'in de bulunduğu yaşlılar dediler ki: Medine de kalırız. Şehri koruruz. Caddelerde ve sokaklarda onlarla savaşırız. Kadınlarla çocuklar, evlerin damlarından ve tepelerden onlara taş atarlar.
    Gençler ve Bedir Savaşma katılma şerefini elde edememiş olanlar, "Bu bir fırsattır", diyerek savaşmak için Medine dışına çıkılması görüşünü ortaya attılar. Amr bin Abdulmuttalib bu görüşü savundu. Peygamber (s.a.v.), yaylıların görüşünden yanaydı. Rüyasında kendisinin sağlam bir zırh İçinde olduğunu, kılıcının keskin tarafının kırıldığını, bir sığırın boğazlanmakta ol-duğunu, beraberinde de bir koç bulunduğunu görmüştü. Rüyasında gördüğü sağlam zırhı, Medine; kılıcın kırılmasını kendisi için değerli bir kişinin ölmesi: sığırın boğazlanmasını ashabından bazılarının Öldürülmesi; koçu da müşrik liderlerinden birinin öldürülmesi olarak yorumladı. Fakat savaşmak Üzere Medine dışına çıkılmasından yana olan çoğunluğun isteğine göre hareket etti zırhını giyinip silahını kuşandı. Bundan sonra, "savaştan vazgeçelim" denildiyse de kabul etmedi. Ve "Bir Peygamberin, zırhım giydikten sonra sa-vaştan dönmesi doğru olmaz!' dedi.
    Bütün bunlar Şevval ayının altısında Cuma günü ikindi vaktinde olmuş, bundan sonra gecelemişler, Cumartesi gününün seher vaktinde Resulullah (s.a.v.). orduyla birlikte Uhud'a doğru harekete geçmişti. Yolda Abdullah bir Ubeyy, "Bana karşı çıkıp çocuklara mı uyuyor?" diyerek adamlarıyla birlikte ordudan ayrılıp geri döndü. "Savaşacağınızı bilseydik size uyardık" dediler. Abdullah'ın beraberindeki bu adamlar üç yüz kişi civarındaydı. Bunlar, Ensardan Seleme oğullarıyla Haris oğullarıydılar. Bunlar neredeyse Uhud'a çıkmayacaklardı. Sonra Çenab-ı Allah onlara imkân bahşetti ve onlar da çık-tılar. Yüce Allah buyuruyor ki: "O zaman sizden iki takım bozulmaya yüz tutmuştu!' [175]
    Münafıkların ordudan ayrılmalarından sonra Peygamber (s.a.v.) ile beraber sadece yediyüz kişi kalmıştı. Ensardan bir takım kimseler, kendileriyle birleşmiş olan bazı Yahudilerden yardım ve destek almayı Resulullah (s.a.v.) a önerdilerse de, o bunu kabule yanaşmadı. Sahabilerİni safa dizdi. Elli kişiyi okçu olarak ayırdı. Başlarına da Abdullah îbn Cübeyr'i komutan yaptı. Sağ ve sol kanattan birine Zübeyr bin Avam'ı, diğerine de Münzir İbn Ömer'i yerleştirdi. Uhud'u arkasına, Medine'yi de karşısına aldı. Sancağı Mus'ab bin Umeyr'e verdi. Ve kendisi de onun önüne geçti.
    Müşrikler ise sağ kanada meşhur kumandan Halid bin Velid'i, sol kanada İkrime bin Ebu CehİI'i yerleştirdiler. Beraberlerinde, Safvan bin Ümey-ye komutasında ikiyüz süvari vardı. Sayılan yüzü bulan okçularının başında Abdullah ibn Ebi Rabia vardı. Sancaktarları da Abdüddar oğullarından Tal-ha bin Ebi Talha idi. Müşriklerin beraberinde (Ebu Süfyan'm karısı) Hind bintu Utbe başkanlığında bazı kadınlar da vardı. Bunlar def çalıp safların bazan önde bazan arkasında yürüyerek şöyle diyorlardı:
    "Biz sabah yıldızının kızlarıyız. Yumuşak haklar üzerinde yürürüz. Eğer cephenin ilerisine atıltrsanız, Sizi kucaklar ve yumuşak halılar sereriz.Cepheden geri dönüp kaçarsanız, Sizden ayrılır ve hiç yaklaşmayız!'
    Peygamber (s.a.v.) okçulara yaklaşarak onlara şöyle dedi: "Siz arka tarafımızı koruyun. Çünkü arka taraftan bize saldırmalarından korkuyoruz. Sakın ola ki yerinizden ayrılmayasınız. Galip gelsek de, yenilsek te bize yardım etmeyin ve bizi savunmayın. Allah'ım sen şâhid ol." Böyle dedikten sonra müsliimanları, savaşa, sabır ve takvaya teşvik eden uzun bir konuşma yaptı. Savaş başladı. Kısa sürede müşrikler hezimete uğradılar. Sancakları, Talha1 nm öldürülmesinden sonra düştü. Sonra sancağı Talha'nm oğlu aldı. Ondan sonra kardeşi aldı. İşte böylece müslümanlar, müşrikleri darmadağın etmeye başlamışlardı. Okçular Peygamber (s.a.v.) in emrine aykırı davranıp dünyayı ahirete tercih etmeselerdi, ganimet toplamak İçin tepeden aşağı inmeseler-di, müslümanlar az kalsın kesin şekilde zafere kavuşacaklardı. Hatta okçuların bir kısmı, yerlerini terketmemeleri için diğerleriyle tartıştılar. Ancak çok az bir kısmı yerlerinden ayrılmadılar, Okçular yerlerini terkettiklerini farke-den Halid bin Velid ve beraberindekiler, yıldırım hızıyla müslümanlarm üzerine saldırdılar. Kılıçlarım çektiler, mızraklarını fırlattılar. Savaş, müslümanlarm aleyhine döndü. Savaşçılar dağıldı. Birisi, "Muhammed öldürüldü" diye bağırdı. Müşrikler daha da coşup bu fırsatı değerlendirmek istediler. Müslümanların plânı ve düzeni bozuldu. Öyle ki, müslüman müslümani vurur oldu. Dağa doğru kaçmaya başladılar. Resulullah (s.a.v.) da arkalarından onlara şöyle sesleniyordu: "Bana gelin, ey Allah'ın kulları! Bana gelin, ey Allah'ın kullan. Ben Allah'ın resulüyüm!' "Hani siz kimseye bakmadan kaçıyordunuz. Peygamber de arkanızdan çağırıp duruyordu. Kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı." [176]
    Ebu Süfyan, "Ey Kureyş topluluğu! Muhammed'i, hanginiz öldürdü?" diye sorduğunda, Amr bin Kumey'e "Onu ben öldürdüm" diye cevap verdi.
    Allah, Resulünü kurtardı. Oysa her taraftan üzerine ok yağıyordu. Ama Allah, onu İnsanlardan koruyacaktı. Peygamber (s.a.v.) in kurtulmuş olduğunu ilk müjdeleyen, Ka'b bin Mâlik oldu. Uhud gününde Resulullah (s.a.v.) yaralanmış, dişi kırılmış, yüzü yarılmış, Öyle ki, miğferinin halkası yanağına gömülmüştü. Dizleri de yaralanmıştı. Ebu Huzeyfe (R.A.) nin azatlısı Salim, Resulullah (s.a.v.) in mübarek yüzündeki kanlan yıkıyor, o da şöyle diyordu: "Peygamberlerine bunu yapan bir topluluk nasıl kurtuluşa erer?" Hem böyle söylüyor, hem de Allah'a dûa ediyordu, Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu: "Senin elinde bir şey yok. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yahut da zalim oldukları için azablandırır:' [177] Resulullah (s.a.v.), Hazret-i Ali'nin kılıcının kana boyanmış olduğunu görünce şöyle dedi: "Sen İyi savaştıysan, Asım bin Sabit, Haris bin Sammc ve Sehl bin Hanif de iyi asvaşmışlardır. Ebu Dücanc'ııin kılıcı da fena değil. Pek güzel bir şekilde sınavdan geçirilen Habbab bin Münzir, Şemmas bin Osman ve diğerlerini de unutmamak gerekir."
    Resulullah (s.a.v.) hayatında Umeyye bin Haleften başkasını öldürmemiştir. O da Peygamber (s.a.v.) i öldürmek üzere akidleşenlerden biridir. Hakkında şu ayet-i kerime nazil olmuştur: "Ey Resulüm! Attığın zaman sen atmadın. Ancak Allah attı!' [178]
    Uhud Savaşında yetmiş müslüman şehid düştü. Başlarında Peygamber efendimizin sevgili amcası ve şehidlerin efendisi Hazreti Hamza vardı. Resu-lullah (s.a.v.), onun için defalarca ağlamıştı.
    Müslümanların Uhud'da yenilmelerinin sebepleri şunlar olsa gerek: Müs-lümanlar arasında fitneye kapılmak üzere olanlar vardı. Bu nedenle müslümanlardan iki topluluk, dağılmak üzereydi. Okçuların Peygamber (s.a.v.) in emrinden çıkmaları, ganimete tamah etmeleri nedeniyledir. îşte bu nedenle dağılmış, birbirlerine düşmüş, meleklerin desteğini alamayacak kadar ruhları zayıflamıştı. Yenilmelerinin hikmetine gelince; Cenab-ı Allah gerçek müminleri seçmek, yenilgiye neden uğradıklarım onlara öğretmek istemişti. Zaferin kazanılması İçin nedenlere sarılmak zorunludur. Resulullah (s.a.v.) ın ölmesi veya öldürülmesi, dini bırakmak ve gerisin geri küfre dönmek için bir neden olmamalıdır. Başlarına ne geldiyse hep kendilerindendîr. [179]


    En son Admin tarafından Çarş. Ara. 08, 2010 5:40 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    ALİ İMRAN SURESİ Empty Geri: ALİ İMRAN SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 08, 2010 5:32 pm

    Bedir Ve Uhud Savaşları Hakkında Nazil Olan Ayetler

    121- Ey Muhammedi Sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın. Allah işitir ve bilir.
    122- Sizden iki takım bozulup geri çekilmek üzere idi; oysa Allah onların dostu idi, inananlar yalnız Allah'a güvensinler.
    123- And olsun ki, siz düşkün bir durumda iken, Bedr'de, Allah size yardım etmişti; Allah'tan sakının ki şükredebilesiniz.
    124-125- İnananlara: "Rabbinizin size gönderilmiş üç bin melekle yardım etmesi size yetmeyecek mi?" diyordun. Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse Rabbiniz size, nişanlı beş bin melekle imdad edecektir.
    126-127- Allah bunu, ancak size müjde olsun ve böylece kalbleriniz yatışsın diye yapmıştır. İnkâr edenlerin bir kısmını kesmek veya —ümidsiz olarak geri dönecek şekilde— bozguna uğratmak için gereken yardım, ancak, güçlü ve Hakîm olan Allah katından olur.
    128- Allah'ın, onların tevbelerini kabul veya onlara azâb etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zâlimlerdir.
    129- Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir. [180]

    Bazı Kelimeler:

    Fecir ile gihı doğuşu arası bir vakitte çıkıp gitmiştin.Hazırlıyordun. Savaş için düzenler ve yerler. İçten karar verip bir şeye yöneldi.
    Korkaklık ve zaafiyet göstermek. Sayı ve teçhizat bakımından az olmak. Size kafi gelir.Bir şeyi devamlı olarak vermek. 'Neam' gibi bir cevap kelimesidir. Ancak bu olumsuzdan sonra gelir. Ve devamı olan cümlenin olumlu olduğunu ifade eder.
    Çabucak. İşaretlenmiş. [181]

    Açıklama:

    Ey Muhammedi Şevvalin yedisinde cumartesi sabahı erkenden çıkıp gittiğin vakti hatırla. O zaman mü'minleri, savaşmak üzere uygun yerlere yer-leştiriyordun. Şunları okçular yerine, şunları sağ kanada, şunları da sol kanada ve benzeri yerlere yerleştiriyordun. Allah, bütün sözleri işitir. Bütün niyetleri ve fiilleri bilir. Uhud Savaşı öncesinde insanlara danıştığında kimin içten gelerek, kimin de ikiyüzlülükle görüş bildirdiğini Allah biliyordu.
    Ensardan olup Hazreç kabilesinin iki kolu olan Seleme oğullarıyla Harise oğullarının, Abdullah bin Ubeyy bin Selul'un ayrıldığını gördüklerinde bozulmaya yüz tuttukları vakti hatırla. Ama Cenab-ı Allah onları düşkün-lükten, korkaklık ve bozgundan korudu. Nasıl korumasın ki? Onların yar-dımcısı ve işlerinin idarecisi Allah'tı. Mü'minler, Allah'a tevekkül edip da-yansınlar. Kendi güç ve kuvvetlerine güvenmesinler. Bu, onları nedenlere sa-rılmaktan, hazırlık yapmaktan, orduları silahla donatmaktan, Allah'a tevekkül etmekle beraber her çağın gereklerine göre orduyu sayıca güçlendirmekten alıkoymaz.
    Bu nedenle Cenab-ı Allah Bedir'de onları andı. Kendisinin ve Resulünün emrine uydukları, kendisine tevekkül ettikleri için mü'minleri Bedir'de düşmanlarına karşı azınlıkta olmalarına rağmen zafere ulaştırdı. Mü'minler üç yüz, kâfirler bin kişiydi. Sayınız azdı. Silah ve teçhizatınız da eksikti. "Düşkün durumda iken" sözünün anlamı işte budur. Resulüyîe beraber sabredip emrine İtaat ederek Allah'a karşı gelmekten sakının ki şükredebilesiniz. Şükür, nimet ve zaferin nedenidir.
    Ey Muhammedi Uhud gününde düşmanların sayı ve güç bakımından kendilerinden üstün olduğunu gördüklerinde, bu da yetmezmiş gibi, Abdullah bin Übeyy bin Selul'un, arkadaşlarıyla birlikte İslâm ordusundan ayrıldığında, mü'minlere: "Allah'ın üç bin melekle yardımınıza yetişmesi size yetmez mi?" dediğin anı hatırla. Evet bu yardım size yeter.Bununla beraber ganimetlere karşı kendinizi tutar, cihadın zorluğuna sabreder, düşman baskınına göğüs gerer, Peygamberinizin emrine itaat eder, ganimet için çekişip ayrılığa düşmezseniz, düşmanlarınız üzerinize geldiğinde Ccnab-ı Allah zaferinizi çabuklaştinr, işinizi kolaylaştırır, düşmanları darmadağın edecek olan beşbin melekle yardımınıza yetişir. "Eğer siz sabırlı olur da korunursanız, onların hileleri sîze hiç zarar vermez," Doğrusunu, Allah bilir, ama Bedir gününde Cenab-ı Allah müminlere Melekler vasıtasıyla yardım etmiştir. Zira Kur'an-ı Kerim'de buyuruluyor ki: "O vakit Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz da, O size: "Gerçekten ben arka arkaya bin melekle size yardım ediyorum." diye duanızı kabul buyurmuştu." [182].
    Uhud savaşmdaysa. Peygamber (s.a.v.), mü'minlere, Allah'ın kendilerine üç bin melekle yardım edeceğine, hatta sabredip karşı gelmekten sakınırlarsa beş bin melekle yardım edeceğine söz vermişti. Ama mü'minier, İleri sürülen şarta uymadılar ve Peygamber (s.a.v.) in emrine karşı geldiler. Şayet Allah kendilerine yardım etmiş olsaydı, kâfirleri derhal bozguna uğratırlardı.
    Meleklerle yardım göndermenin, sayılarını arttırarak; askerî, yani maddi yardım şeklinde olması mümkündür. Buna dair rivayetler çoktur. Meleklerle yardımın, manevi yardım şeklinde olması da mümkündür ki, âyetten açık olarak . anlaşılan da budur. Tabii doğrusunu yine de Allah bilir. Bu durumda meleklerin orduda yapacakları iş, kalplere sebat vermek, moralle desteklemek, güven duygusunu yaymak gibi manevi ve ruhi bîr iş olur. Bunun sonucu olarak ta askerler, inançları uğruna savaşırlar. Müminlerin yardımına gelen melekler, düşman askerleri arasında bozgun, bölünüp parçalanma duygusunu yayarlar. Müminlerin sayısını onlara çok gösterirler. Günümüzde modern güçlerin yaptıkları savaşlarda da milyonlarca insan birleşip paktlar kuruyorlar' Birbirlerinden destek alarak morallerini güçlendiriyorlar. Çünkü moral gücünün üstünlüğü, askerler üzerinde büyük etki yapar.
    Peygamber (s.a.v.)’in 'Rabbinizin üçbin melekle yardım etmesi sîze yetmez mi?" sözü kalplerinizi sakinleştirecek, korkunuzu giderecek bîr müjdeydi. Zafer sözü vermekle sizi sakinleştiriyordu. Düşmanlara karşı galip gelmek sadece Allah'ın elindedir. Bunda düşmanın kim olduğu, sayı ve teçhizatının miktarı önemli değildir. Allah güçlüdür.. Yenilmez. Hâkim'dir.. Yaptığı her işte bir hikmet vardır.
    Bu, sebeplere sarılmayı terketme anlamına gelmez. Allah'ın, bu sebeplerin üstünde olduğuna, bu sebepleri yaratanın o olduğuna, sebeplerin ken-diliklerinden etkili olmadıklarına inanmakla beraber onları elden bırakmamak, onlara sarıldıktan sonra da Allah'a dayanıp tevekkül etmek gerekir. Müs-lümanlar Uhud'da belki de komutanın dediğinden çıkmak, çekişip ayrılığa düşmek kendi nefislerine aldanarak, sebeplere sarılmayı terkettiklerİİçin ye-nildiler.
    Ccnab-ı Allah, Bedir gününde yapacaklarını yaptı, size zafer verdi. Küfür ve şirkin eie basılarından bir grubu öldürerek ve esir ettirerek perişan bir durumda gerisin geri dönmeleri için meleklerle size yardım etti. "Allah o kâfirleri, kinleriyle geri çevirdi, bir hayra da ulaşamadılar." [183] Tevbe edip müs-lüman olsalardı, Allah tevbelerini kabul buyuracaktı. Küfür ve isyankârlıkta ısrar ederlerse, Allah onları azaplandinr. Onlar kendilerine yazık etmişlerdi,
    Sana gelince ey Muhammed! Senin elinde hiçbir şey yok? Sana düşen, tebliğ etmektir. Bize düşen de,.hesaba çekmektir. Onlar için üzülme. Onlardan ötürü acı çekme. Sen onlara; "Peygamberlerine böyle yapan bir topluluk nasıl kurtuluşa erer?" diyerek beddua ediyorsun. Böyle yapma. Çünkü olur ki Allah, onlardan bazısının tevbesini kabul buyurur. Nitekim Ebu Süf-yan, Haris bin Hişam, Sehl bin Amr ve Safvan bin Ümeyye tevbe ettiler. Allah ta tevbelerini kabul buyurdu.
    Sonra eksikliklerden münezzeh yüce Allah, şöyle diyerek emrin kendi elinde bulunduğunu vurgulu bir şekilde bildirdi: Göklerin, yerin ve bu iki-sindeki şeylerin mülkü Allah'a aittir. Hikmet ve adaletiyle dilediğini bağışlar, dilediğine de azâb eder. O, istediği takdirde günahları Örter, bağışlar. Ya-ratıklarma çok merhamet edendir. Çünkü hikmet ve sağlam kanunları gereği, bazen cezalandırmaktan vazgeçer. [184]

    Mü’minlere Dersler

    130- Ey İnananlar! Faizi kat kat alarak yemeyin. Allah'tan sakının ki başarıya ensesiniz.
    131- İnkâr edenler için hazırlanmış ateşten sakının.
    132- Sîze merhamet edilmesi için, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin.
    133- Rabbinizin mağfiretine ve Allah 'a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış, eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun.
    134- Onlar bollukta ve darlıkta sarfederler, öfkelerini yenerler. İnsanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.
    135- Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah’tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile direnmezler.
    136- Onların hareketlerinin karşılığı, Rab'lerinden bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlerdir. İyi davrananların ne güzel ecri vardır! [185]

    Bazı Kelimeler:

    Bir şeyin misli. Bir o kadan, kat.kat Acele edin, koşun. Yani Allah'ın bağışlamasını ve cenneti elde etmek için gerekeni yapın.Bunlar sevinç ve zarar, yani rahatlık ve sıkıntı halleridir. Kızınca, dediklerini yapacak güçte oldukları halde öfkelerini yutanlar.
    öfkenin en şiddetlisi. İnsanların malı, çocuğu ve ırzı bakımından elem duyduğu bir durumla karşılaşması anında kanın beyne çıkması hali.Büyük günah. Kişinin kendine zulmetmesi, küçük günahtır. [186]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Cenab-ı Allah mü'minleri, müslüman olmayan kimseleri dost edinmekten yasakladıktan —çünkü müslüman olmayanlar, mü'minler için tehlike teşkil ederler— sabredip Allah'a karşı gelmekten sakınacak olurlarsa, müslüman olmayanların hilelerinin onlara zarar veremeyeceğini açıkladıktan sonra; sabır ve takvanın Bedir ile Uhud savaşlarında meydana getirdiği etkiye, kâfirlerin, özellikle Yahudi ve münafıkların yaptıklarına ilişkin örnekler verdi. Bütün bunlardan sonra Yahudilerin temel ve çok çirkin bir niteliklerini anlattı. Müs-lümanları ondan sakındırdı. Bu, rîbâ (faiz) dır. Bunun ardısıra imrendirici, teşvik edici şeyleri; ürkütücü, sakmdıncı şeyleri anlattı. [187]

    Açıklama:

    Ey iman edenler! îman nuru ve kesin inancın serinliği gönlünüzde yer yaptıktan sonra, cahiîiye döneminde yaptığınız gibi kat kat faiz yemeniz size yakışmaz. (Bu, faizle İlgili ikinci ayettir.) Cahiîiye döneminde diyelim ki, yüz lira borç veren bir kimse, ödeme vadesi geldiğinde borçlusuna; "Ya yüz lirayı ödersin, ya da vadeyi uzatma karşılığında borcun miktarım artırırım" derdi. Böylece asıl borcun miktarı kat kat artardı. Buna "ribay-i nesie", ya da katmerli kazanç anlamına gelen " nbh-u mürekkeb" derlerdi. îbn Abbas (R.A.) in da dediği gibi, hakkında Kur'an nassı bulunan faiz çeşidi budur, ödeme vadesini uzatma karşılığında alacaklıya nakdi veya aynî, az veya çok çıkar sağlayan her borç neste ribasıdır. Söz gelimi % 30, % 40 faizle bankalarla yapılan muameleler de bu kapsama girerler. Cenab-ı Allah buyuruyor ki: "Eğer tevbe ederseniz ana paranız sizindir'' [188].Ribay-i fadla gelince o, riba sınıfına giren bir malı, kendi cinsinden bir malla fazlasına satmak (değiştirmek) tir. Örneğin iki tarafın rızasıyla bir kilo buğdayı, bir kilo iki yüz gram buğdayla satmak (değiştirmek) gibi. Bu faiz çeşidi buğday, arpa, dan ve zekâta tabi bütün tahıllarda söz konusudur. Altın ve gümüş nakidler de bu hükme tabidirler. Bakara süresindeki ayet açıklanırken de anlatıldığı gibi, ribâ-yı fadlm haramlığı hadis-i şerif ile bellidir. Îbn Ömer (R.A.), Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Misli misline olmadıkça altını altınla satmayın. Misli misline ve eşit miktarda olmadıkça gümüşü gümüşle satmayın. Sizin hesabınıza rümâ (yani ribâ)dan korkarım." Ebu Said el Hudri (R.A.) nin hadisi de böyledir.
    Bakara süresindeki ayette de açıkladığımız gibi alimlerin çoğunluğu her iki türüyle de faizin hem toplum ve hem de birey için tehlikeli olduğu görüsündedir. Fazlalık az da olsa, çok ta olsa ribâ-ı nesie ile ribâ-yı fadl arasında bîr fark yoktur. Ayet-î kerimedeki "Kat kat" kaydı, cahiliye döneminde tefeciler arasındaki uygulamayı açıklamak için konulmuşun, Baskaca bir anlamı yoktur. Bu ayet, Rum süresindeki 29. ayetteki işaretle, Bakara süresindeki kesin ve her zaman için geçerli haramlık arasında orta bir yerdedir.
    Bazı alimler, nesie ribasmın Kur'an nassı ile sabit olduğu görüşündedirler. Tehlikesi açık ve büyüktür. Çünkü tefecinin malı kat kat artarak katmerli bir kazanç sağlamaktadır. Cenab-ı Allah'ın yiyeni, yedireni, kâtipliğini ve şa-hitliğini yapanı lanetlediği, vazgeçmediği takdirde sahibine savaş ilân ettiği faiz, işte budur. Faizcilik, Yahudilerin sıfatı ve özelliğidir.
    Ribâ-yı fadla gelince o, hadisle sabittir. Bunun tehlikesi azdır. Haramlı-ğı kendisinden dolayı değil, tersine geçici bir nedenden dolayıdır. Bu bazen işi, nesie ribasına kadar götürür. Haramlığı şeddi zeraî' türündendir. Zorunluluk halinde mubah olur. Ey Okuyucu, bir müslüman olarak sen kendi durumunu değerlendir. Bence hükümetlerin ve zengin kişilerin karz-i hasen kurumu gibi faizsiz kredi bankaları kurmaları gerekir.
    Yaptığınız ve yapmadığınız her işte, özellikle faiz konusunda Allah'a karşı gelmekten sakının. Kalbleriniz, Yahudilerinki gibi olmasın. Allah'a karşı gel-mekten hakkıyle sakınırsanız, dünya ve ahirette kurtuluşa ermeyi uman kim-seler gibi olursunuz. Allah'tan uzaklaşan, emirlerine uymayan kimseler İçin hazırlanmış olan cehennem ateşinden sakının. Özellikle bu ağır hastalıktan (faizden) sakının. Bu, günahların en büyüklerindendir. Hatta bu günahı işleyen kimse, amel yönünden kâfirler arasına katılır. Her emrinde Allah'a itaat edin. Resulüne uyun. Umulur ki dünya ve ahirette merhamet olunursunuz.
    Ey kardeşim! Görüyorsunki, Kur'an-ı Kerim, mü'minleri faizden nasıl nefret ettiriyor. Bunu dört defa kuvvetle vurgulamıştır: Allah'a karşı gelmekten sakının. Ateşten korkun. Allah'a itaat edin. Resulullah'a uyun. Bütün bunlarda kurtuluş, ateşten korunma ve rahmet vardır.
    Tehdit ve ürkütmeden sonra Cenab-ı Allah, vaad ve imrendirmede bulunarak şöyle buyurmuştur: İyilik yapmak, sadaka vermek, faiz ve benzeri günahlardan uzak durmak gibi iyi şeyler yapmakta acele edin. Rabbinizin bağışlamasına, salih amel işleyen kimseler için hazırlanmış olan cennete koşun. Genişliği göklerle yerler kadar olan, geniş ve ferahlık veren cennete koşun. Bu, hayalin sınırlarını zorlayacak kadar engin bir açıklamadır. Cennetin büyüklük ve azameti böyle temsil ve tasvir edilmiştir. Özellikle genişliğinden bahsedildi. Çünkü genişlik, uzunluktan daha azdır. (Genişliği bu kadar olduğuna göre, uzunluğunu artık siz düşünün.)
    Bu cennet, salih ameller işleyerek Allah'ın azabına karşi korunma tedbirleri alan takva sahibi kimseler için hazırlanmıştır. Bu kimselerin nitelikleri ise şöylece sıralanabilir:
    1- Sevinç ve üzüntü, bolluk ve darlık zamanlarında, her halükârda Allah yoluna mallarını sarfcderler. "Allah kimseye gücünün üstünde yük yüklemez." [189]Rızkı dar olan, Allah'ın ona verdiğinden harcasın." [190] Mü'minle-rc hak... Allah yolunda mallarım nasıl sarfcıliyorlar? Yoksullara karşılıksız, bakışın bulunuyorlar? Diğer taraftan tefecilere bak. Muhtaçların kanlarını nasd emip tüketiyorlar? Borçluların yuvalarını yıkıyorlar. Başkasının malını haksız yere, hem de aşın derecede bir zalimlikle yiyorlar.
    2- Cenneti hakedenler, kızgınlık anında öfkelerini yutar ve kendilerine hâkim olurlar. Özellikle güçlü oldukları zamanlarda başkalarına tecavüz etmezler.
    3- İnsanların suçlarını bağışlar, kin gütmez, gönülleri incitmez, tersine gönül hoşluğu içinde ve seve seve bağışlarlar.
    4- Bütün bunlardan daha da üstün bir sıfatları vardır: Öfkelerini yutup insanları bağışladıkları gibi, ayrıca onlara iyilikte de bulunurlar. İşte bu nedenle Cenab-ı Allah onları sevmiş, "İyilik yapan insanlar" olarak nitelemiştir. Allah, iyilik edenleri sever. Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Ali (R.A.) nin bğlu Hüseyin (R.A.) in bir cariyesi varmış. Hazret-i Hüseyin abdest alırken bu cariyesi eline su dökermiş. Günün bîrinde yine eline su dökmekteyken elindeki ibriği düşürmüş, Hazret-i Hüseyin'in başını yaralamış. Başını kaldırıp ona bakınca cariye kendisine şöyle demiş: "Allah, "Öfkelerini yenerler", diyor. Hazret-i .Hüseyin, "Öfkemi yendim" demiş. Cariye şöyle de-miş: "Allah, "İnsanları bağışlarlar." diyor. Hazret-i Hüseyin, "Seni bağışladım." demiş. Cariye: Allah, "İyilik edenleri Allah sever." diyor deyince Hazret-i Hüseyin, "Git. Artık senr Allah rızası için azâd edildin." demiş.
    5- Zina, faiz, hırsızlık ve gıybet gibi,zaran başkasına dokunan büyük bir günah veya zararı başkasına dokunmayan küçük bir günah işlediklerinde Allah'ın azabını, itaat edenlerle isyan edenler için ahirette hazırlamış olduğu şeyleri ya da Allah'ı, onun celâl ve cemalini, nimet ve bağışlamasını hatırlarlar. Allah'ı gazapiandiracak bir iş yaptıkları için de kendi nefislerini küçük görürler. Allah'a yönelip tevbe ederler. Çabuk pişmanlık duyar, tekrar geri dönmeyecek şekilde günahlardan temizlenirler. Rahmeti her şeyi kuşatan, kendisine yönelenler için rahmeti, kendi nefsine yazan Allah'tan başka, büyük-küçük günahları bağışlayacak kim vardır? tşte bunlar, Allah'ı andıklarında günahları için bağışlanma diler, suçlarından ötürü de tevbe ederler. Dolayısıyla şeytanın kötülüğü kendilerinden başka taraflara yönelir, rahmanın nefesini üzerlerinde duyarlar. Bu nitelikteki kimseler, başkaldırmakta ısrar edip, günahı ikinci kez işlemezler. Ruhi olgunluk ve Allah'inyardımi mertebelerine yükselenler işte bunlardır. Bunların ödülleri, Allah'ın hoşnutluk ve bağışlaması, altından nehirler akan cennetlerdir. Bu cennetlerde kalıcı nimetler vardır ve onlar da bu cennetlerde temelli kalıcıdırlar. Hem kendileri, hem de başkaları için çalışanların ödülleri ne güzeldir. [191]

    Allah'ın Yaratıklarla İlgili Kanunu

    137- Sizden önce neler gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin de, yalancıların sonunun ne olduğuna bir bakın.
    138- Bu Kur'ân, insanlara bir açıklama, sakınanlara yol gösterme ve bir öğüttür.
    139- Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür.
    140- Eğer siz (Uhud'da) bir yara almışsamz, (size düşman olan) o topluluk da (Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri sevmez.
    141- Birde Allah, böylece iman edenleri günahlardan arıtmak, inkarcıları ise yok etmek İster. [192]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Bedir ve Uhud savaşları, bu savaşlarda çarpışan mü'minlerle kâfirlerin durumları, her iki tarafın nitelikleri ve amellerinin karşılıkları anlatıldı. Sonra da Kur'an-ı Kerim, Allah'ın yaratıklarıyla ilgili kanununu, meydana gelen olayların, meydana gelişinin hikmete uygun olduğu açıklanmasının yanısıra, ilâhi kanuna uygun olduğunu anlattı. [193]

    Açıklama:

    Bakın ey müslümanlar! Çünkü baktığı şeyden en iyi ibret alan sizlersiniz. Sizden önce geçmiş olan milletlere bakın. Geçmiş toplulukların haberlerine vakıf olmak için yeryüzünde gezip dolaşın. Allah'a giden yolun tek ve değişmez olduğunu göreceksiniz. "Allah'ın kanunu... Allah'ın kanununda asla değişiklik bulamazsın." Ey müslümanlar! İtaatkâr ve Allah'ın yardımına mazhar olmuş kimseler gibi yürürseniz, onların ulaştıkları sonuca sizler de mutlaka ulaşırsınız. İsyancı ve yalancılar gibi yürürseniz, sonunuz zarar ve kayıp olur. Bunda, Uhud gününde Peygamber (s.a.v.) e karşı çıkan kimseler için uyarılar vardır.
    Bedir'de Allah'a tevekkül eden itaatkârların yolundan yürüdükleri için galip gelmişler. Uhud'da ise çekişip ayrılığa düştükleri, ResuluUah (s.a.v.) in emrine aykırı davrandıkları, sabretmedikleri ve emrolundukları gibi sakınmadıkları için bozguna uğramışlardı. Bu ayet-i kerimede hem güvenlik, hem korku vardır. İç kısmında da hem müjde, hem de tehdit vardır. Kur'an-ı Kerim genel olarak şu hususa İşaret ediyor: Cenab-ı Allah her ne kadar her İşi yapmaya muktedir ise de, O'nun irâdesi belirli sistemler üzerinde seyreder. Bu sistemde, nedenler ve sonuçlar biribhierine bağlıdır, örneğin savaşta, tarım veya ticarette iş sahibi, alışılagelen yollardan gider ve işini sağlam yaparsa, kötü ve ateşe tapan bir kimse bile olsa, başarılı olur. Ama alışılagelen yolları bırakır, başına buyruk olup akla aykırı işler yaparsa, yüksek tabakadan şerefli bir kimse bile olsa, zarar ve kayıplarla karşılaşır. Her işte orta yolda gitmek ve Kur'an hidayetinden yararlanmaya İnsanlar arasında en fazla hak sahibi olanlar, mü'minlerdir. Yeryüzünde dolaşıp geçmişin izlerim gözlemlemek; bunları, tarih kitaplarında ve rivayetlerde okuyarak öğretmekten daha sağlam bilgiler verir. "Gören, duyan gibi değildir."
    Düşünen bir aklı olan her insan bilir ki, Allah'ın evrendeki kanunu çağlar boyunca değişmeden yürürlükçe kalmıştır. Mü'min olsun, kâfir olsun, iyi olsun, kötü olsun herkese göre o aynıdır. Allah, sevdiğini dosdoğru yola erdirir. Evrendeki yasalar, bütün insanlara açıklanmıştır. Ama bu anlatılanların hidayet ve öğüt olması sadece takva sahibi mü'minlere özgüdür. Çünkü Kur'an'ın hidayetinden yararlananlar onlardır. "Bu, o kitapdır ki, kendisinde hiç şüphe yoktur. Takva sahibi kimseler için delildir, yol göstericidir." [194] Bu nedenle Cenab-ı Allah buyurmuştur ki: "Bu, insanlar için bir açıklama, takva sahipleri için de bir hidâyet, bir öğüttür." Mü'mİnler bu anlatılanlardan yararlanan kimseler olduklarına göre, savaş sırasında yara aldıklarında zaafa düşmemeleri, gerekli tedbirleri almaktan geri kalmamaları, Uhud'da şehid düşenler için üzüntüye kapamamaları gerekir. Çünkü bu ölenler, kıyamet gününde Allah'ın yanında ikram görecek .şerefli şchidterdrr. Kâfirierin galibiyetleri, aslında bir zafer değildir. Aksine bu, müslümanlar için büyük bir derstir. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Uhudgününde zaferle bozgundan birini seçme durumunda bırskilsaydim, mutlaka bozgunu seçerdim." Zira bu savaşta zorluklara katlanma hususunda sizin İçin bir ders vardı. Ayrıca Peygamberinizin emrine aykırı davranmanız, zaferin nedeni konusunda Allah'ın yasasına karşı çıkmanız demektir. Sakın bir daha böyle bir iş yapmayın. İyi sonun,takva sahiplerine ait olacağına ilişkin ilâhi yasa gereğince, üstün kimseler olduğunuz halde nasıl olur da gevşeyip üzülüyorsunuz? Onların ölülerinin cehennemde, sizin ölülerinîzinse cennette olduklarını bilmiyor musunuz? Gevşeme ve üzülme yasağından maksat, kişinin kendini gevşeklik ve üzüntüye bırakmaması, yani Allah'a gerçek bir azim ve tevekkülle dayanarak, zaferin O'ndan geleceğine İnanarak savaşa hazırlanmasıdır. Allah size bunu va'd ediyor. Eğer inanıyorsanız bu şekilde çalışın, gayret gösterin.
    Karşılaştığınız acının iç yüzünü bilmeden ne diye zaafa kapılıyorsunuz? Eğer Uhud'da bir acıyla karşılaştıysanız, kâfirlere Bedir'de İsabet eden acı çok daha fazlaydı. Siz Uhud'da yenildiyseniz, unutmayın ki, Bedir'de yenmiştiniz.
    Bir gün lehimize, bir gün aleyhimize
    Birgün sevinir Birgün üzülürüz.
    Günler döner gider. Savaşsa bir nöbettir. Bu günleri insanların bazen le-. hine, bazen de aleyhine çeviririz. Batıla, bir günlük devlet verirsek, hakka birkaç günlük devlet veririz. Eninde sonunda zafer ve iyi son, sabreden takva sahibi kimseler içindir. Bütün bunlar adaletin yerleşmesi, düzenin yaygınlaşması İçin-dir. Dünyanın; başarı ve kurtuluş yol'inda yürüyenlere ait olacağının insanlarca bilinmesi içindir. Cenab-ı Allah, öğrenmelerini istediği bazı hikmetlerden dolayı, Uhud'da mü'minüerc böyle yaptı ki, mü'minlerin imanları gerçekleşsin ve apaçık görünsün. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) efendimiz Uhud savaşından sonra şöyle demişti: "Savaşa (Hamraü'1-Esed savaşma) bizimle beraber ancak savaşan gelir!' Bunun üzerine mü'minler, aşırı derecede bitkin ve yorgun oldukları halde savaşmak üzere Peygamber (s.a.v.) ile beraber gittiler.
    "îman edenleri Allah'ın bilmesi (belirtmesi) için." Bu ve benzeri ifadeler, İmanın gerçekleşmesini dile getirir kî, kişinin iman ettiğine dair Allah'ın bilgisi hasıl olsun. Bir kimsenin iman ettiğinin Allah tarafından bilinmesi durumunda, o kimsenin gerçekte iman etmiş biri olması gerekir. Zira Allah'ın bilgisinin gerçeğe uygun olması gerekir. Şu halde ayet-İ kerimenin anlamı şöyleolur. Ccnab-ı Allah, kendince bilinen bazı hikmetlerden dolayı Uhud size böyle yaptı ki, mü'minlerin imanları gerçekleşip apaçık ortaya çıksın. Yine sizden bazı kimselere şclıicllik vermek için böyle yaptı. Allah yolunda öldü-i ıılıııck ve selıid olmak, yüksek bir merk'bedir. Bununla Ügilİ açıklama İleride verilecektir. "İşte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle, sıddıklarla, şehîdlerle ve iyi kimselerle beraberdirler!' [195]. Şehadet mertebesini Cenab-ı Allah, ancak sevip seçtiği kimselere bahşeder. Zalim kimseleri Aliah ebedîyyen sevmez. "İman edenleri Allah'ın belirtmesi için." Toplumu sarsan bu şiddetli olaylar; halis imanı, zayıflık ve korkaklıkla lekelenmiş imandan seçip ayırmak içindir. Ancak bu sayede insanların nefisleri, içinde kir kalmayacak derecede arınıp netleşirler. İnsanların çoğu dinî gurur hastalığına yakalanmışlardır. Böyleİeri olgun mü'mîn olduklarını sanırlar. Ama çeşitli belâlarla sınandıklarında dindarların sayısı azalır. "Gerçekten siz, ölümle karşılaşmadan Önce onu istemiştiniz. İşte onu gördüğünüz halde bakıp duruyorsunuz!' Uhud savaşında müslümanlann bazısı geriledi, bazısı firar edip kaçtı. Arkalarına dönüp bakmadan Uhud dağına tırmanıp savaştan kaçtılar. Bazısı da Peygamber (s.a.v.) in yanından ayrılmayıp canını feda etti. Yine bazısı Peygamber (s.a.v.) i korumak için bedenini kalkan gibi ona siper etti. Allah hepsinden razı olsun. Onların yolundan gitmeyi bize nasip etsin.
    Allah'ın yüksek hikmetlerinden biri de, kâfirleri yok etmesidir. Onlar bir kez galip geldiler mi, taşkınlık yapıp zorbalığa yellenirler. Dolayısıyla da bir defada yok olurlar. Yenildiler de mi, —nitekim Bedir'de yenildiler— tırnakları kesilip kısalır. Kahrolurlar. Ölmeye kadar azar azar mum gibi erimeye başlarlar. Beklenen iyi son, takva sahibi mü'minler içindir. [196]

    Uhud Gazasına Katılanlar İçin Dersler

    142- Yoksa içinizden Allah, cihad edenleri ve sabredenleri belirtmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?
    143- And olsun ki, ölümle kartlaşmadan önce onu temenni ediyordunuz; işte onu gözlerinizle bakarak gördünüz.
    144- Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti, ölür veya öidürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir.
    145- Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez; o, belli bir vakte bağlanmıştır. Kim dünyâ nimetini isterse ona ondan veririz; ve kim âhiret nimetini isterse ona ondan veririz. Şükredenlerin mükâfatım vereceğiz.
    146- Nice peygamberlerin yanında Rabb'e kul olmuş pek çok kimse savaşmışdir. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yıl-mamışlar ve boyun eğmemişîerdi. Allah, sabredenleri sever.
    141- Dedikleri ancak şu idi: "Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşı-alıklarımızı bize bağışla, sebatımızı arttır, inkarcı topluluğa karşı bize yardım et."
    148- Bu yüzden Allah onlara dünyâ nimetini de âhiret nimetini de fazlasıyla verdi. Allah, İşlerini iyi yapanları sever.
    149- Ey İnananlar! İnkâr edenlere itaat ederseniz, sizi geriye döndürürler de kayba uğrarsınız.
    150- Halbuki Mevîânız Allah'tır. O, yardımcıların en iyisidir.
    151- Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmalarından Ötürü, inkâr edenlerin kalbine korku salacağız. Onların varacağı yer cehennemdir. Zâlimlerin durağı ne kötüdür! [197]

    Bazı Kelimeler:

    Olumsuzluk edatı olan 'Lem' manasmdadır. Ancak bu edatın, başında bulunduğu şeyin meydana gelişi umulur. Yani bundan kastedilen, geçmişte cihadın yapılmamış olması, gelecekteyse yapılmasının beklenildiğidir.Zorluklıra katlanmaktır.Ölümü yani Allah yolunda şehid olmayı istediniz.Korkunçluğunu gözlemleyip, tehlikesini gördünüz.Ökçeleriniz üstünde geri döndünüz. Yani imanınızdan sonra küfre döndünüz. Vadesi belirtilmiş.Nice. Rabba mensup olanlar. Genel anlamda zaafiyet. Kalbdeki gevşeklik manasında olduğunu söyleyenler de vardır.
    Vücuttaki gevşeklik. Boyun eğip teslim oldular.
    Her hangi bir işte haddi aşmak.
    Şiddetli derecede korku.
    Delil ve kanıt demektir. Bu ikisi batılı savmak için gerekli güce sahib olduklarından 'sultan' kelimesiyle ifade edilmişlerdir.İnsanın yerleştiği mekan. [198]

    Not:

    Bu ayet-i kerîmede Ccnab-ı Allah, alıirctlc sevap kazanmanın .sabır ve cihada bağlı olduğunu açıklamaktadır. Nitekim dünyadaki kurtuluş ta, adaleli ayakta tutmak ve alışılagelen yollardan yürümekle mümkün olur. Allah'ın yasası değişikliğe uğramaz. Bu, Uhud'a katılan bazı kimseleri kınamak gayesiyle söylenilmiştir. [199]

    Açıklama:

    Allah hakkında ileri geri zanda bulunmanız ve gurur hastalığına yakalanmanız size yakışmaz. Allah yolunda cîhad etmeden, zorluk, sıkıntı ve savaş anında zahmete katlanmadan cennete girmenin mümkün olacağını mı sandınız? Hayır!.. Allah'ın kelimesini"ve bayrağını yüceltmek için tam bir cihad yapmadan cennete girmek mümkün değildir. Cennete girmek ancak düşmanla savaşmak, özellikle gençlik çağında nefisle savaşmak, yararlı ve sosyal işler için sarfederek.mal sevgisiyle savaşmakla mümkün olur.
    Yükümlülükleri eda etmek ve ibadette bulunmak, belâlara ve olaylara göğüs gerebilmek için sabrın kalbimize tam olarak yerleşmesi gerekir.Ayeîîeki "Allah bilmeden" sözü sizin cihad yapmadığınızı ve sabır sahibi olmadığınızı göstermektedir. Bu ifadenin kullanılması "siz cihat etmediniz ve sabır sahibi değilsiniz" demekten dahaedebîdir.Çünkü Önceki söz, deliliyle beraber ortaya atılan bir iddia gibidir. "Bu, Allah'ın iman edenleri bilmesi (belirtmesi) ve içinizden şahidler edinmesi içindir."ın [200] ayet-i kerimesi de buna benze-mektedir.
    Hazret-i Hasan'm şöyle dediği rivayet edilir: Aldığım habere göre Resu-lullah (s.a.v.) m sahabilerinden bazıları, "Resuİullahla birlikte (savaşarak ölümle) karşılaşırsak şöyle yaparız." demişler. Bununla imtihan edildiklerinde hepsinin sözünde sadık olmadığı anlaşıldı. Sonra Allah şu ayeti inzal buyurdu: "Gerçekten siz ölümle karşılaşmadan Önce onu istemiştiniz..." Evet. Çoğunuz içten gelen bir arzuyla, Allah yolunda şehid olmayı istemişti. Öyle ki kendileriyle ilgili olarak Cenab-ı Allah'ın, "Gerçekten sîz ölümü istemiştiniz!' demesine müstehak olmuştu. Ama iş ciddiyete binip savaş başlayınca, dikkatli bir gözle ölümü açık seçik gördüğünüzde, gerileyip Uhud dağına tır-. mandınız ve kaçarken de Peygamber (s.a.v.) sizi çağırdığı halde siz ardınıza bile bakmıyordunuz ve hiç biriniz, Peygamber (s.a.v.) e cevap vermiyordu.
    Aslında bu, Uhud gazasına katılıp ta cepheden kaçan mü'minler için bir kınamadır. Evet Peygamber (s.a.v.) in yanında, ölmek üzere kendisine biat etmiş kimseler vardı. Bunlar şerefle onu savundular. Bazısı şehid, bazısı gazi oldu. Bununla beraber, herkes sözkonusu dersten pay alsın diye hitap genel olmuştur. Hitab genci oldu ki, sadık müminler kendi nefislerini suçlayıp iman-larını arttırsınlar. Kusurlu olanlar da kusurlarını terketsin ve o kusurları bir daha hiç İşlemesinler.
    Önce de belirttiğimiz gibi bu gazada, Peygamber (s.a.v.) in öldürüldüğü söylentisi yayılmıştı. Bu söylenti nedeniyle ipe sapa gelmez sözler söylenmiş, öyle ki bazı münafıklar şöyle demişlerdi: "Eğer Muhammed, Peygamber olsaydı öldürülmezdi!" Bazıları da demişlerdi ki: "Ebu Süfyan'dan bizler için güvence alması için Abdullah bin Übeyy'e, elçi olarak gidecek olan var mı?" Enes bin Nadr bu gibi sözleri söylemekten Allah'a sığınmış, dini savunma uğruna şehid düşünceye dek savaşmıştı. Bu söylentiler, bazı kimselerin Peygamber (s.a.v.) in etrafından dağılmalarına neden olmuştu. Allah, onları şu sözlerle azarlamıştı: Muhammed, kendisinden önce gelip geçmiş diğer peygamberler gibidir. Onlar geçip gitmişlerdir. Musa, İsa gibi,ölerek, Zeke-riyya ve Yahya gibi Öldürülerek hayatları sona ermiştir. Bununla beraber dinleri, olduğu gibi devam etti. Kendilerine bağlı olanlar, dinlerine tutundular. Şu halde sizin için doğru olan, olduğunuz gibi kalmakta devam etmenizdir. Muhammed öise de, öldürülse de diğer peygamberler gibi, dünyada eceli ile sona erecek görevli bir peygamberdir. Kim Allah'a kulluk ediyorsa, muhakkak ki Allah bakîdir. Kim Muhammed'e kulluk ediyorsa, bilin ki Muhammed Ölmüştür. Muhammed ölür veya öldürüiürse, gerisin geri döner, dininizden çıkar ve aklınız başınızdan gider mi? Oysa, o da diğer Peygamberler gibi bir Peygamberdir. Tanrılık davasında bulunmamıştır. Kendisine kulluk edilmesini de istememiştir. Ölür ya da öldürüiürse dininizi terkedip kâfir mi olacaksınız? Gerisin geri dönüp küfre dönen kimse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Ancak kendi nefsine zarar verebilir. Dininde sebat edip bu zor sınavı başarıyla atlatan, sabreden, şükreden, mücahitlerden olur. Böylesi kişiye Allah, en hayırlı karşılığı verecektir.
    Bu ayet-i kerime, peygamberlik görevini yerine getirdikten sonra Hazret-i Muhammed (s.a.v.) in vefat edeceğini müslümanlara önceden haber verir ni-telikteydi. Hazret-i Ömer (R.A.) gibileri için,apaçık ve tartışma götürmez bir haber mahiyetindeydi.
    Peygamber (s.a.v.)in öldüğüne dair haber kendilerine ulaştığında müminlerin sergiledikleri davranışlarından dolayı Kur'an-ı Kerim kendilerini kınadıktan sonra onlara şu hususu hatırlattı: O, diğer peygamberler gibi bir peygamberdir. Kendisine kulluk edilmesini istemedi. Ölür veya öldürülürse, kâfirler olarak gerisin geri mi döneceksiniz? O, size sadece Allah'a kulluk etmenizi emretmiştir. Allah diridir, ölmez. Muhammed'in görevi sadece tebliğdir. Şu halde Allah'a kulluğunuzun devam etmesi, onun varlığına bağlı bir şey değildir.
    Bu arada Kur'an-ı Kerim onları yine kınıyor. Şöyle ki: Muhammed'indir. Evrene düzen veren, sebeplerle sonuçlan birbirine bağlayan Allah'ın isteği ve izin olmaksızın ölmek.kimsenin elinde değildir. Bu İlâhi yasaya da aykırıdır. Her şeye tasarruf eden, yalnızca Allah'tır. Emir O'nun elindedir. Normal Ölümlerde ve diğer ölümlerde, insanların, cinlerin, hatta ölüm meleğinin Öldürülmesinde, ruKu teslim alması için meleğe emreder. Ecel, zamanı gelince mutlaka gelip çatacak bir hayat süresi olarak, değişmez bir şekilde yazılmıştır. "Ecelleri geldiği zaman, ne bir an geri kalabilir, ne de öne geçebilirler." [201] ömür Allah'ın elinde olduğuna, ecelin gelmesi de O'nun izin ve isteğiyle olduğuna göre, şu korkaklık, gevşeklik, zayıflık ve kaçmak ta ne demek oluyor? Kendi gayret ve çabasıyla dünya nimetini isteyen kimseye, Allah bu nimetlerin bir kısmını verir. Kİm ahiret nimetini ve mükâfatını isterse, ÂI-lah ona da bunların bir kısmını verir. Her iki durumda da kendi iradesine uygun miktarda nimet verir. Ama zaafa düşen, çekişip dağılan, ganimet uğruna komutanına ve Peygamberine karşı gelen ey sizler! Bu yaptıklarınızla neyi amaçlıyordunuz? Eğer dünyayı elde tutmak istiyorsanız, Allah sizi bundan yasaklamıyor. Ama onu elde etmenin yolu bu değildir. Muhammed (s.a.v.) in sizleri çağırmakta olduğu iş, hem dünya, hem ahiret için yararlıdır."İsterse" ifadesinin, kişideki irâdenin,davranışlarına biçim
    verdiğine delalet ettiğini unutma. Kişinin irâde ve davranışları bazen iyi, bazen de kötü olur. "Ameller niyetlere göredir." Eksikliklerden münezzeh yüce Allah; verdiği nimetlere şükreden, yasalarını çiğnemeyen ve Peygamberiyle beraber sebat eden kimselere en güzel mükâfatlan verecektir.
    Nice peygamberler vardır ki, Allah yolunda ve Allah'ın kelimesini yüceltmek amacıyla en zorlu ve en sıkıntılı zamanlarda bile birçok topluluklar kendileriyle omuz omuza savaşmışlardır. Onlar dünya ve dünya malı için gevşemediler, zaafa düşmediler ve boyun eğmediler. Oldukları gibi kaldılar. Fırtınalardan sarsılmadılar. Sabır ve sebat gösterdiler, Sabreden, sabır yarışında bulunan, sınır boylarında cihad için nöbet bekleşen sabırlı kimseleri Allah sever. Allah'a karşı gelmekten sakının. O sizi hidayete erdirir ve size doğru yolu gösterir. Şüphesiz ki bunlar, yüce AHah'a fazlasıyla bağlıdırlar. Onların işi budur. Sözleri ise şudur: "Rabbimiz, günahlarımızı bağışla. Senin bilip te bizim bilmeden kastettiğimiz kötü maksatlarımızı ört. Haddi aşmamızdan ve emrine tecavüz etmemizden dolayı bizi bağışla."
    Bunlar her ne kadar iyilik yapsalar da, kendilerini kusurlu görürler. Ya da: "İyi kimselerin iyilikleri Allah'a yakın kimselerin günahları hükmündedir", ilkesinden hareketle, iyiliklerini pek o kadar da imrenilecek davranışlar olarak görmezler. Derler ki: "Rabbimiz, ayaklarımızı dosdoğru yolundan kaydırma. Apaçık düşmanlarına karşı bize sebat ver. Kâfirler topluluğuna karşı bizeyardım et." Allah onlara rıza, kanaat ve güzel tevekkül ile dünya nimetini ve mutluluğunu verdi. Ahirct nimetini de verdi. En doyurucu mükâfat, ahiret sevabıdır. İşte bunlardan Allah razı olmuş, bunlar da Allah'tan hoşnud ol-muşlardır. Gerçek ve büyük kurtuluş budur. Peygamberler zincirinin son hal-kası Muhammed (s.a.v.) in ashabı olan ey kutlu kimseler! Buna en çok sizler lâyıksınız.
    Rivayet olunur ki, Peygamber (s.a.v.) İn öldürülme haberi yayıldığında bazı münafıklar dediler ki: "Ebu Süfyan'dan bize güvence olması için Abdullah bin Übeyy'in yanına elçi olarak gidecek kim vardır?" Diğer bazı münafıklar da şöyle dediler: "Gerçekten Peygamber olsaydı öldürülmezdi. Artık eski dininize ve kardeşlerinize dönün." îşte Ebu Süfyan da mü'minlere şöyle sesleniyordu: "Bizim Uzza'miz var. Sizin Uzza'nız yok." Bunun üzerine yukarıdaki ayetler nazil oldu.
    Geçmiş peygamberlerin yardımcılarının yolundan gitmeleri için mü'minler teşvik edildikten, bu güzel yoldan gidecek olanların mükâfatları açıklandıktan, kâfirlere uymaktan sakındırıldıktan —çünkü kâfirlere uymanın sonu zarardır— sonra Cenab-i Allah şöyle bir uyarıda bulundu: Ey inananlar! Ebu Süfyan, Abdullah bin Übeyy gibi kâfirlere ve bunların yoluna çağıran kimselere uyarsanız, sizi önceden içinde bulunduğunuz küfür haline döndürürler. Dün-yada hüsrana uğrarsınız. Üstünken alçalırsınız. Düşmanlarınız size hâkim olur. İman edip salih amel işIeyenIerİnize,Allah'ın va'dettiği hükümranlıktan ve mut-luluktan yoksun kalırsınız. Allah'ın va'di şuydu: "Yemin olsun ki, kendilerinden önce gelen İsrail oğullarını nasıl kâfirlerin yerine getirdi ise, onları da kâfirlerin arazisine getirecek (hakim kılacak) ve onlara, kendileri İçin seçtiği dinlerini (İslamı) kuvvetlendirip uygulama imkanı verecek, onları korkularının arkasından muhakkak güvenliğe kavuşturacaktır!' [202] Ahiretteki zararlarına gelince o, kıyamet gününde çok şiddetli bir azaptır. Halbuki Mevlânız. Allah'tır. Onların mevlasi yoktur. Ebu Süfyan veya diğerlerinin yardım ve desteğini almayı düşünmeniz size yaraşmaz. Korkak münafıkların sözlerine aldırış etmeyin. Allah ne güzel mevlâdır. O, yardım edenlerin en hayirlısıdır. "Üstünlük Allah'ındır. Resulünündür ve müminlerindir!' Şundan ötürü: "Çünkü Allah, iman edenlerin yardımcısıdir. Kâfirlere gelince, onların yardımcısı yoktur.” [203]
    Hiçbir delil ve kanıtları olmadığı halde putlarla taslan Allah'a eş koşmaları nedeniyle, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağız. Nefisleriyle baş-başa kaldıklarında, kendilerini Allah'tan başka ilâhlara tapar buluyorlardı. Tek delil ve kanıtlan, atalarını, bu ilâhlara tapar vaziyette bulmalarıydı. "Biz, atalarımızı bunlara ibadet ediyor bulduk." dediler” [204]. Putlara tapmaları akıllarında ümitsizlik, kişiliklerinde zaafiyet meydana getiriyordu. Sizleri dininize tutkun kimseler olarak görmeleri, onların kalblerine daha fazla korku salar. Kendilerinden daha çok şüphe ederler. Meydana gelen ve gelecek olan budur. Onların dünyadaki halleri içte budur. Ahircttcki yerleri ateştir. Orası ne kötü yerdir. Onlar zulmeden müşriklerdir. Ama mü'minleri kâfirlerle beraber gördüğünde ayetin anlamı ters döner: Mü'minlerin kalblerine korku sa-lınmıştir.Bil ki bunlar gerçek mü'minler değildirler. Sadece kalıtım yoluyla gelen bir müslümanlıkları vardır. [205]

    Uhud'da Müslümanların Başına Gelenler Ve Bunun Nedeni

    152- And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. O'nun izniyle kâfirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz; sizden kimi dünyayı, kimi âhireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı, Allah’ın inananIara nimeti boldur.
    153- Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz; kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı. Allah, işlediklerinizden haberdardır.
    154- Kederden sonra, bir takımınızı, kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi derdlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, câhiüye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. "Buiştebizim bir fikrimiz var mı?" diyorlardı. Ey Muhammedi De ki: "Buyruğun hepsi Allah'ındır." Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar, "Bu işte, bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı." Bu, Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalbleriniz.de olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir.
    155- İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan, ayaklarını kaydırıp yoldan çıkarmak [206]

    Bazı Kelimeler:

    Onları öldürüyorsunuz. Bu, 'hasse' fiilinden yani öldürerek kişinin duyularını gidermekten türemiştir. Onun emir ve davetiyle. Korktunuz, zaaf gösterdiniz.Sizi onlardan alıkoyup başka tarafa yöneltti.
    Sizi denemek için. Yani sınayan kimsenin yaptığı şekilde sîze davranması için. Yoksa Allah, denemeye ihtiyaç duymaksızın sizin durumunuzu bilir. Gidip uzaklaştınız. Dönüp kimseye bakmıyordunuz. Arkanızda kalıp Peygamber (s.a.v.)i savunan topluluk. Size karşılık verdi. Cezada bulundu.
    Güvenlik, emniyet. Elem ve kalp sıkıntısı. Kendisinden nasıl kurtulacağı bilinemeyen durum.Çıktı.
    Ölüp düşecekleri yerler.Onları hataya düşürdü. [207]

    Nüzul Sebebi:

    Vahidi, Muhammed bin Ka'b'm şöyle dediğini rivayet etti: Uhud'da belaya uğradıktan sonra Resulullah (s.a.v.) Medine'ye döndü. Bazı kimseler: "Allah bize zafer va'dettîği halde bu bela nereden başımıza geldi?" dediler. Bunun üzerine Allah "Gerçekten Allah'ın sîze olan va'di doğru çıktı..." mealindeki ayeti inzal buyurdu. (Muhammed bin Ka'b bu ayeti sonuna kadar okudu. Uhud'da meydana gelen olayları ve nedenlerini anlattı.) [208]

    Açıklama:

    Allah'a andolsun ki Rabbiniz, size olan va'dinî yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Ordusunu üstün kıldı. Onları darmadağın edip Öldürmeye başladığınızda, müşrikleri bozguna uğrattı. Bütün bunlar Allah'ın yardımı, desteği, izni ve iradesiyle olmuştu.
    Evet, Allah, size olan va'dini doğruladı. O sıra siz savaşta korkaklık ettiniz. Görüşünüz zayıfladı. Gevşeyip çekiştiniz; ayrılığa düştünüz. İçinizden biri, "Müşrikler yenilgiye uğradıkları halde ne diye burada dikilip duruyoruz?" dedi. Bazılarınız da, "Resulullah'ın emrine asla karşı gelmeyiz." dediler. Abdullah bin Cübeyr ve az sayıdaki birkaç arkadaşından başkası, yerlerinde durup beklemediler.
    İşte ey müminler! Uhud Savaşında uğradığınız yenilgi, bu nedenlerle başınıza geldi.
    İçinizden bazıları dünyalık istiyordu. Ganimet elde etmek amacıyla savaştaki(okçulara mahsus) yerlerini bıraktılar.kiminiz de ahireti istiyordu.Bunlar, yerlerinden ayrılmadılar. Rcsulullah (s.a.v.) in emrine karşı gelmediler. Sonra Cenab-i Allah sizi onlardan alıkoyup başka tarafa yöneltti. Savaşın çehresi değişti. Üstünlük öbür tarafa geçti. Allah imanınızı sınamak, işinizi açığa çıkarmak, gerçek mü'minleri münafıklardan ayırdetmek için size bütün bunları yaptı. Kalblerinizden günahın izini silen bu sınav dolayısıyla Ailah sizi bağışladı; kusurlarınızdan ötürü pişmanlık duyduğunuz İçin tev-benizi kabul buyurdu. O, tevbeleri kabul buyuran, esirgeyen, müminlere karşı son derece lütufkâr olandır. Dış görünüş itibariyle belâ gibi görünen, ama aslında bir nimet olan nice musibetler vardır. Allah sîzi Uhud dağına çıkıp ardınıza bakmaksızın kaçtığınız için hezimete uğrattı. Resulullah (s.a.v.) da arkanızdan çağırıp duruyordu: "Bana gelin ey Allah'ın kullan. Bana gelin ey Allah'ın kullan. Ben Allah Resulüyüm. Kİm (düşmana) saldırırsa, onun için cennet vardır," Resulullah sizi,yerlerinden ayrılmamış, kalbleri gevşememiş olan ve Peygamber (s.a.v.) i savunmaya devam eden topluluğa katılmaya çağırıyordu. Allah sizi düşmandan başka tarafa yöneltti. Emrine baş kaldırıp, görüşüne karşı gelerek Resulullah'ı üzdüğünüzden ötürü yenilgi belasıyla imtihan edildiniz, Allah sizi kederden kedere sürükledi. "Kederden kedere sürükledi." sözü müşriklerin sizi yenmesi, Peygamber (s.a.v.) in öldürüldüğü söylentisinin yayılması, dostların öldürülmesi, zafer ve ganimetin elden kaçırılması şeklinde anlaşılabilir. Sırf sıkıntı ve zorluklara karşı hazırlıklı ola-sınız diye Allah bütün bunları başınıza getirdi. Zira kahraman kişiler ve mil-letler, hep sıkıntı ve zorluk anlarında ortaya çıkarlar. Yine elden kaçırdığınız bir şey İçin üzüntüye kapılmıyasınız ve düşmanınızdan yediğiniz darbeden dolayı hüzünlenmeyesiniz, sırf deneme ve hazırlık olsun diye, Allah bütün bunları başınıza getirdi. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. Bu yap-tıklarınızın karşılığını verecektir.
    Zübeyr (R.A) in şöyle dediği rivayet edilir: Resulullah (s.a.v.) ile beraberken şiddetli korkuya kapıldığımızı gördüğümde, Ailah bize bir uyku gönderdi. Allah'a andolsun, uyku beni bürümekteykenMuattebbin Kuşeyr'in; "Eğer bir şey yapmak elimizde olsaydı, burada Öldürülmezdik." dediğini işitiyordum. Sonra Allah kalplere güven verdi. Uyku vererek nefislere sükûnet indirdi. Öyle ki adamın elinden kılıcı düşüyor, sonra yerden kaldırıyordu. Yine düşüyor, sonra yine kaldırıyordu. Savaştayken böyle bir uyku, Allah'ın bir nimetidir. Korku ve güvenlik arasında ayırıcı bîr çizgidir. Zira korkan adam asla uyuyamaz.
    Bu uyku,insanların bir kısmını bürüdü. Bunlar, koruma amacıyla Resulullah (s.a.v.) in etrafını saran gerçek müminlerdi. Bir kısım insanlarsa canlarının kaygısına düşmüş, kalpleri korkuyla dolmuştu. Dini, peygamberi ve müslümanları değil, sadece kendi canlarını düşünüyorlardı. Çünkü bunlar, Allah'ın zafer vereceğine güvenmiyor, Resulullah'a inanmıyorlardı. Bunların kapleri hevâ ve hevesle doluydu. BunlarMuattebbin Kuşeyr ve Abdullah bin Übeyy ve yandaşları gibi, münafıklardır. Allah'a karşı cahiliyct dönemindeki gibi haksız zanlarda bulunuyorlardı. Resulullah (s.a.v.) a, bu zafer işinde bizim de payımız var mıdır? diye soruyorlardı. Görünürde mümin gibi soruyorlardı. Ama aslında zaferden pay alacaklarını kabullenmiyor ve buna inanmıyorlardı. Ey Muhammedi Onlara de ki: Zafer ve yardım hep Allah'ınelin-de olan bir iştir. Başkalarının bu işte bir yetkisi yoktur. "Allah, şöyle hüküm vermiştir: "Celâlim hakkı için, muhakkak ki hem ben galib geleceğim, hem de peygamberlerim." [209]" Ve elbette bizim askerlerimiz, muhakkak galip geleceklerdir." [210]
    Onlar kalblerinde size karşı kin ve düşmanlık besledikleri halde görünüşte dost görünüyorlar. Bunu tuhaf karşılamayın. Çünkü onlar münafık ve düzenbazlardır..
    "Zafer ve kurtuluştan yana nasibimiz olsaydı burada öldürülmezdik. Ye-nilgimiz; bize zafer gelmeyeceğine ve Muhammed'in peygamber olmadığına açıkça delâlet etmektedir. Peygamber olsaydı yenilmezdi." diyorlar, zaferle peygamberlik arasında bağlantı kuruyorlardı. Zaferin Allah katından geleceğini, ancak O'nun yardım etmesiyle elde edilebileceğini, yenilgi.ninse onların emre karşı gelmelerinden ve uygunsuz davranışlarından kaynaklandığım bilmiyorlar. Bununla birlikte iyi son, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar içindir. Allah, münafıkların kalplerini mühürlemiştir. Onlar, ömürlerin Allah'ın elinde bulunduğundan, zaferin ancak Allah katından geleceğine, ölecekleri, alınlarına yazılmış olan kimselerin sağlam burçlarda ve kalelerde saklansalar bile, mut-laka ölümün gelip onu bulacağı gerçeğinden habersizdirler. Onlara de ki: Eğer öleceğiniz yazılmışsa, evlerinizde olursanız bile, düşüp Öleceğiniz yerlere muhakkak çıkıp gidersiniz. Sakınmak, İnsanı kaderden kurtarmaz. Tedbir, takdire karşı direnemez. Bütün işler Allah'ın elindedir. İyi sonuç, takva sahibi kimseler içindir.
    Allah kalblerinizdeki ihlâs ve takvayı denemek, kalbinizde şeytanın vesveselerini seçip ayırmak, böylece de kesin bilgi için varılacak en son noktaya ulaşmak amacıyla bütün bunları başınıza getirdi. Allah, kalplerdeki sırlan bilir. Yerde ve gökte hiç bir şey ona gizli kalmaz. Onun imtihan etmeye ihtiyacı yoktur. Yalnız insanların birbirlerine karşı olan hallerinin açığa çıkması ve kişinin, karşısındaki İnsanın dış görünüşüne aldanmaması için bütün bunları yaptı. Müşrik ve müslüman topluluklarının karşılaştıkları günde, yerlerini bırakarak savaştan kaçanlarınız veya bozguna uğrayarak arkasını dönüp meydanı terk edenleriniz yok mu? Şeytan onların geçmiş bazı filleri nedeniyle bu hataya düşürdü. İnsanın işlediği günah, onun kalbinde siyah bir nokta meydana getirir. İşte şeytan bu noktayı üs edinerek, buradan insanın içini etkiler ve ona kötülüğü telkin eder.
    Tevbe etliklerinden dolayı Allah onları bağışladı. Dünyada çektikleri ceza kın bu suçlarını telafi etti. Allah günahları bağışlayandır. Yaratıklarına yumuşak davranandır. O, cezayı çabuk vermez. [211]


    En son Admin tarafından Çarş. Ara. 08, 2010 5:43 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    ALİ İMRAN SURESİ Empty Geri: ALİ İMRAN SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 08, 2010 5:33 pm

    Mü'minlerin Kalplerinde Cihad Ve Fedâkârlık Ruhunun Yayılması

    156- Ey inanalar! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: "Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi" diyen İnkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dİrihen de öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görür.
    157- Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan, onların topladıklarından hayırlı bir magrifet ve rahmet vardır.
    And olsun kî, ölseniz de öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız. [212]

    Bazı Kelimeler:

    Kazanç ve ticaret için yeryüzünde dolaştılar.Kardeşleriyle ilgili olarak. Bu kardeşlikten maksat, nesep ve din kardeşliğinden, dostluktan daha genel anlamdaki bir kardeşliktir.
    Gazi kelimesinin çoğuludur.Kalblerindeki pişmanlık. [213]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Önceki sayfalarda, Uhud'da müminlerin yenilgilerinin nedini açıklandı. Daha önce İşlemiş oldukları bazı fiiller dolayısıyla şeytan onları yoldan çıkardı. Burada da şeytanın insanlara verdiği bazı vesveseler açıklanmaktadır. İnsanlar bu fasid hataya, doğruymuş gibi inanmaktadırlar. [214]

    Açıklama:

    Ey iman edenler! Kalpleri Allah tarafından mühürlenen, gözlerine perde çekilen, isabetli görüşe sahip"olamayan şu münafıklar gibi olmayın. Onlar kazanç veya ticaret, ya da Allah yolunda cihad İçin sefere çıkıp ta ölen yahut öldürülen dindaşları veya fikirdaşları için, "Şayet yerlerinden ayrılma-salardi ölmeyecek veya öldürülmeyeceklerdi" derler. Şu bunaklara şaşıyorum.
    Bunlar ölümün raştgele ve tesadüfen geldiğini ya da kişinin seferde yahut savaşta bulunmadığı zaman ölmeyeceğini mi sanıyorlar?! Allah kendisinden razı olsun, Halid bin Velid hazretleri şöyle demiştir. "Vücudumda kılıç veya mızrak yarası almamış bir karış yer yoktur. İşte yine de yatağımda deve gibi ölüyorum. Korkakların gözlerini uyku bürümesİn. Onlar, Cenab-ı Allah'ın şöyle buyurduğunu duymamışlar mıdır? "Allah'ın izni olmadıkça -hiç kimseye ölüm yoktur. Ölüm, zamanı Allah'ın ilminde kararlaşmış bir yazıdır. [215]
    Madem ki ölüm mutlaka gelecektir. Öyleyse korkak olarak Ölmek acizliktir.
    Ey inanlar! O münafıklar gibi olmayın. Tam tersine onlara karşı çıkın, Allah'a güvenin; Onlar sizi bu halde görürlerse, ölüme aldırmazlar.
    Müslüman olarak öldüğüme göre Ölmek hiç umurumda değil. Her nerede vurulup düşsem de Ölümüm Allah rızası içindir.
    Allah bunu, onların kalplerinde pişmanlık ve hasret olarak bıraktı.
    Ey müminler! Sizler ki Allah'ın; hayat verdiğine, öldürdüğüne, tek kudret sahibi olduğuna inanıyorsunuz. İyi kulak verin. Bakın ne buyuruyor?; "Nerede olursanız olun, ölüm sîze yetişir. Tahkim edilmiş yüksek kalelerde bulunsanız bile......” [216]
    Allah, yapmakta olduklarınızı görmektedir. İçinizde sakladığınız hiç bir şey O'ndan gizli kalmaz. Bu ifadede müminler İçin teşvik, kâfirler için ten-. did vardır. Ey mü'minler! Allah'a andolsun ki, Allah yolunda ölseniz de, öldürülseniz de Allah'ın bağışlama ve hoşnutluğunun, sizin toplamakta oldu-ğunuz dünya malından çok daha hayırlı olduğunu bilin. Görüyoruz ki, Kur'an'ı Kerim, Allah'ın kelimesini yüceltmek uğruna canını feda etme ruhunu bize aşılamakta; Allah yolunda öldürülenlerin Allah katında rızıklanan diri kimseler olacaklarını va'detmektedir. Onlar, İnsanlar tarafından övgüler ve sözlerle anılarak gönüllerde yaşatılacaklardır. [217]

    Peygamber (S.A.V.) İn Ahlakından Örnekler

    159- Allah'ın rahmetinden dolayı, ey Muhammed, sen onlara karşı yumuşak davrandm. Eğer kaba ve katı*kalbli olsaydın, şühpesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dite, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.
    160- Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız-b mı kiverirse, O'ıulıın bnşku size yurdun edecek kimdir? İınmaııhır yulmz Allah'a güvensinler,
    161- Hİç bir peygambere ganimete ve millet malına hiyanet yaraşmaz; haksızlık kim yaparsa, kıyamet günü, yaptığı ile gelir, sonra, haksızlık yapılmaksızın herkese kazanmış olduğu ödenir.
    162- Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın hışmına uğrayan gibi midir? Bu kimsenin varacağı yer cehennemdir; O ne kötü varılacak yerdir!
    163- Onlar Allah katında derece derecedir. Allah, işlediklerini görmektedir.
    164- And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitab ve hikmeti Öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler. [218]

    Bazı Kelimeler:

    Onlara yumuşak davraridır.
    Leyn, yapılan işte yumuşaklık ve kolaylık göstermek demektir.
    Kötü huyluluk ve kabalık.Hiçbir şeyden etkilenmeyen katı kalpli.Etrafından dağılıp giderlerdi. Allah'a tevekkül et, O'na güven.Tıpkı çalar gibi gizlice almak. Sonraları bu kelime, paylaşılmadan önce ganimetten mal almak anlamında kullanılır olmuştur.Büyük öfke.Dönüş yeri.Lütuf ve iyilikte bulundu. Kendi cinslerinden.Onları putperestliğin ve sahte inançların kirlerinden temizler. [219]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Allah'tan gelen nimetler, lütuf ve rahmetler peşpeşe sıralanıyor. Allah onları bağışladı. Tevbelerini kabul buyurdu. Dünya ve ahiretin iyiliğini elde etmeleri hususunda onları başarıya ulaştırdı. Allah'ın rahmet ve lütfü sayesinde Peygamber efendimiz (s.a.v.) onlara güzel davrandı. Onlara iyilik ve kurtuluş yollarını gösterdi. [220]

    Açıklama:

    Mü'minlere hitâb edildikten sonra Peygamber (s.a.v.) e hitapta bulunuluyor: Allah'ın rahmet ve hidayeti sayesinde, kendileriyle ilişkilerinde mü'minlere kolaylık gösterdin. İrşâd edip doğru yolu gösterirken, kusurlarından dolayı mazeretlerini kabul ederken onlara yumuşak davrandın. Böylece Resulullah (s.a.v.), tedbirli bir devlet başkanı ve başarılı bir lider için ideal bir örnek oldu. Şayet sen —Allah takdir etmesin— kötü huylu, ahlâkı dar, kalbi k;tlı bir kimse okaydın el rafında kınlanmazlar ve gönülleri suna bağkmınaz-dı. Rahmet Peygamberi olarak bütün alemlere gönderildiğin ve "Muhakkak ki sen yüce bir ahlâk üzerinesin." [221] diyerek Kur'an-ı Kerim senin lehinde tanıklık ettiği halde, katı kalpli olman mümkün müydü?
    Ey Allah'ın Resulü! Sen bu vasıfta olduğuna göre onları bağışla. Onların yaptıklarını affet. Allah'ın kendilerini yarlığamasını.düe. Şüphesiz o ba-ğışlayandır, esirgeyendir. Savaş, politika ekonomi ve toplum işlerinin düzen-lenmesi ile devlet işleri konusunda onlardan görüş al. "İşleri hep aralarında danışma İledir." [222] Dini konulara gelince, burada hüküm verecek olan Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim, senin kendi isteğine göre konuşmadığına tanıktır. İşte bu nedenle mü'minler dini hükümlerde peygamberin görüşüne, ve vahye uydular. Sen ey Peygamber! Bedir ve Uhud'da yaptığın gibi ashabına danışmaya devam et. Bazı görüşlerde hata da olsa, bu pek az ortaya çıkar. Zira iki görüş, bir görüşten daha hayırlıdır. Danışma; olgun aklın, ileri görüşlülüğün ve başarılı siyasetin göstergesidir. Bu nedenle Resulul-la.h (s.a.v.), bütün işlerde ve her zaman ashabına danışırdı.
    İslami yönetim, danışmayı ve adaleti esas alan bir hükümettir. Düsturu Kur'an'dır. Yol göstericisi Muhammad (s.a.v.) ve onun sünnetidir. Abbasi-lerin, Emevilerin ve diğer hanedanların devletleri, İslamm aleyhinde bir delil olarak gösterilemez. Tersine bu sayılanların ki zorba birer saltanattır. Despotluğu esas alan, sorunlarında Kur'an'ı hakem edinmeyen hükümetlerdi onlar. Ey Peygamber! Ashabına danıştığında, nihai görüş ortaya çıkar çıkmaz ço-ğunluğun görüşüne uy. Kesin kararını buna göre ver. Allah'ın bereketi üzerinde yürü. Sadece Allah'a dayan. İnsan ne kadar uzak ve keskin görüşlü olursa olsun, gayb perdelerinin ardındaki şeyleri göremez. Mü'minler, yalnızca Allah'a güvensinler. Onları dosdoğru yola erdirecek olan, ancak Allah'tır. Allah'a tevekkül etmek, araştırıp düşündükten ve o arada geçen olayları gözden geçirdikten (yani bütün tedbirleri aldıktan) sonra olur. Sen görünüşteki nedenlere ve çoğunlukla, olumlu sonuç veren yollara başvurmakla yükümlüsün. Bu yollara başvurduktan sonra, bu nedenlerin kendi başlarına etken ol-duklarına ve istediğin sonuca bu yolla mutlaka varacağına da inanma. Hayır.. Bu arada bütün güçlerin üstünde bir gücün ve bütün irâdelerin üstünde bir irâdenin var olduğuna inan. Bu irâde, eksikliklerden münezzeh yüce Allah'ın iradesidir. O'na tevekkül et. Başarıyı ve doğru yola erişmeyi O'ndan iste.
    Allah size yardım ederse, artık sizi mağlub edecek bir kimse yoktur. "Allah'ın dinine ynrdım ederseniz (O da) size yardım eder." [223] "(Allah) sizi yardımsız bırakırsa, O'ndan başka size yardım edecek kim vardır?" Hayır, başka yardım edecek biri yoklur. Mü'minlcr sadece Allah'a tevekkül etsinler. Çünkü mü'minlere O'ndan başka yardım edecek biri yoktur.
    Kelbi ve Mukatil'den rivayet: Uhud gününde yerlerini terkeden okçulara, "Yerlerini niçin terkettiniz?" diye sorulduğunda şu cevabı verdiler: "Korktuk ki, Peygamber (s.a.v.), "Kim ganimetten ne (pay) aldıysa kendisinin olsun" der ve Bedir gününde paylaştırmadığı gibi bu günde de (Uhud'da da) ganimeti paylaştırmaz." Peygamber (s.a.v.) onlara, "Emrim gelinceye kadar yerinizi terketmeyin demedim mi?" dedi. Onlar da, "Beklesinler diye bazı kardeşlerimizi orada bıraktık." dediler. Peygamber (s.a.v.) onlara; "Hayır, ganimeti sizden alacağımızı ve (size) paylaştırmayacağımızı zannettiniz." dedi.
    Allah peygamberlerini, orta derecedeki insanların bile tenezzül etmeyeceği bayağılıklardan korumuş ve derecelerini yükseltmiştir. Bir peygamberin, daha nünüz paylaşılmadan ganimet malından alması, Allah'ın yüceltmiş olduğu Peygamberlik makamına yakışmaz ve bu, doğru bir davranış değildir. Nasıl doğru olsun ki? Peygamberler, olgun ahlâk ve yüksek terbiye konusunda ideal örneklerdir. Onlar biliyorlar ki; bir kimse dünyada haksız yere bir şey alırsa kıyamet gününde o şey, kendisinin önünde dikilip durur. Aleyhine ve yaptığı işin aleyhine tanıklık eder. "Lokman: Oğulcuğum! Yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığında da olsa, bir kaya içinde yahut göklerde veya yerin dibinde de gizlense, Allah onu meydana çıkarır." [224] Bazı tefsirciler, "Meydana çıkarır" sözünün şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Ganimetten mal çalan kimse, çaldığı şey boynunda asılı olarak kıyamet gününde orta yere ge-Hr. Bu görüşlerini, te'vili mümkün bir takım rivayetlerle teyid etmişlerdir.
    Sonra kıyamet gününde herkese, kazancının karşılığı verilecektir, tyiük yapmışsa iyilik, kötülük yapmışsa kötülük görecektir. İnsanlara asla haksızlık edilmeyecektir. "Onlar, bütün yaptıklarım (defterlerinde) kayıtlı bulmuşlardır. Senin Rabbin, hiç kimseye zulmetmez” [225] Herkese amelinin karşılığı —iyilikse iyilik, kötülükse kötülük olarak— tam olarak ödendiğine göre, Allah'ın iyi kimseyle kötü kimseyi aynı kefeye koyması akılla bağdaşır mı? "Öyle ya! Mü'mün olan, hiç fasık (kâfir) olan gibi olur mu? Onlar (birbirlerine) eşit olmazlar." [226]Allah'ın rızasına uyup salih amel işleyen, ganimetten mal kaçırmayan, Allah'ı hoşnut ederek aşırı gitmeyen ve yasaklanmış şeylerden uzak duran, Allah'ın rızasını kazandıracak şeylerden başkasını görmeyen, Al-lah'ı gazaplandıracak yerlere yaklaşmayan kimse; Allah'ın öfkesine uğrayan kimse gibi olur mu. Günahı onunkine eşit olur mu? Bunlar, Allah'ın gazabım üzerlerine çekmişler gibi olurlar mı? Allah bu ikisini eşit tutmaz!
    Mü'minlerdcn Allah'ın rızasına uyan kimselerle, Allah'ın şiddetli gazabına uğrayan münafık ve kâfirlerden her biri için, kıyamet gününde rablcri katında dereceler vardır. Derecelerin en yücesi Refik-i A'lâ'dır ki, Allah'ın seçkin dostu Peygamber (s.a.v.) efendimize aittir. Derecelerin en aşağısı ise Derk-i esfet'dir. Cehennemin dip tabasakısıdır. Burası da münafıklara, müşriklere ve kâfirlere aittir. Bunda bir tuhaflık yoktur. Zira Allah, onların yapmakta olduklarını görendir.
    Nasıl olur da, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkında bu gibi uygunsuz zannlarda bulunursunuz? Allah onu, bir nimet ve lütuf olarak bütün insanlara gönderdi. Onu alemlere rahmet ve bir Peygamber olarak gönderdi. Onunla, sizlere de iyilik oldu. Çünkü onu, aranızdan ve cinsinizden bir peygamber olarak gönderdi. O, İsmail'in soyundan bir Araptir. Hal böyle olunca, insanlar İçinde onu, ahlâkını, doğruluğunu, dilini ve karakterini en iyi bilen sizlersiniz. Bundan dolayı, başkalarından önce siz müslüman oldunuz ve Peygamber (s.a.v.) i doğruladımz. Allah'ın size lütfetmesi işte bu şekilde oldu ayet-i kerimesindeki kelimesindeki ötreü (fe) harfi, bir kıraatte fethali olarak okunmuştur. Buna göre ayetin anlamı,''Onların en şereflilerinden bir peygamber göndermiş...'' şeklinde olur. O Peygamber, Allah'ın kudretine, birliğine, ilmine ve nimetinin tamamhğına delalet eden ayetlerini size okuyor. "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için ayetler vardır." [227]
    O sizi her türlü kirden ve pislikten temizleyip aklıyor. Arapları cahiliyet-ten çıkarıp; düzeni, egemenliği, politika ve iradesi olan bir ümmet haline getirdi. Bu ümmet, Farslar ve Rumlar gibi en kuvvetli milletlere hükmetti.
    Bu Peygamber size Kitâb'ı, Kur'an'ı, yazı yazmayı ve hikmeti öğretti, öyle ki sizden yazarlar, alimler, hâkimler, bütün ilimlerde otorite olan adamlar yetişti. Oysa Muhammed (s.a.v.) Peygamber olarak gönderilmeden önce Araplar apaçık bir sapıklık içinde idiler. [228]

    Münafıkların Bazı Kabahatleri Ve Yaptıkları İşler

    165- Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: "Bu nereden?" dersiniz? Ey'Muhammed, de ki: "O, kendi tarafı-nızdandır," Doğrusu Allah her şeye Kâdîr'dİr.
    166-167- İki topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelen, Allah'ın iznîyledir. Bu, inananları da, münafıklık edenleri de belirtmesi içindir. Münafıklık edenlere: "Gelin, Allah yolunda savaşın, veya hiç olmazsa savunmada bulunun" dendiği zaman: "Eğer savaşmayı bilseydik, ardınızdan'gelirdik" dediler. O gün, onlar imandan çok inkâra yakındılar. Kalblerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlar. Allah gizlediklerini onlardan iyi bilir.
    168- Onlar oturup, kardeşleri için: "Bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi" dediler. De ki: "Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden savın." [229]

    Bazı Kelimeler:

    Uhud Savaşında başa gelen yenilgi ve müslümanlardan yetmiş kişinin öldürülmesi.Bu da nereden? Bu, hayret ifade eden bir terkiptir. Müslüman topluluğu ile müşrik topluluğu. Kendinizden savın. [230]


    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Cenab-ı Allah onların sözlerim ve her türlü ayıp ve hatâdan korunmuş olan masum Peygambere yaptıkları ithamları naklettikten sonra, Uhud gününde söylediklerinin ve yaptıklarının yanlış olduğunu açıkladı. [231]

    Açıklama:

    Eksikliklerden münezzeh olan yüce Allah, onların sözlerini ve fiillerini ıctl ve protesto ederek kendilerine uygun olmadığını açıklıyor ve diyor ki: Ya-pacağınızı yaptınız mı? Bozguna uğradınız, birbİrinizle çekiştiniz. Resulünüzün emrine karşı geldiniz. Bedir'de onların başına iki misliyle gelmiş olan musibet Uhud'da başınıza geldiğinde, ey-münafıklar! Uhud'da yenilgiye uğradığınızda "Bu da nereden geldi?" dediniz. Şaşkınlık göstererek bu musibetin nereden geldiğini sordunuz. Siz, ne kadar dîni emirlere karşı gelip aykırı davransalar da zaferin her zaman müslümanlarm tarafında olacağım zannetmiştiniz. Maalesef bu anlayışta olan bazı müslümanlar vardır. Bunlar Allah'a ve Resulüne ne kadar aykırı davranıp karşı gelseler de, Allah'ın müslümanlarm yardımcısı olacağına inanmaktadırlar. Eksikliklerden münezzeh yüce Allah, onların bu hayretini şu sözleriyle reddediyor: Uhud'da yenildiyseniz de, Bedir'de müşrikleri yenilgiye uğrattınız. Kaldı ki, Uhud'da karşılaştığınız yenilginin sebebi sizlerdiniz. De ki: "O, kendinizdendir" ve bilin ki: "Şüphesiz Allah,.gücü her şeye yetendir." O'nun kudreti dışında kalan hiçbir şey yoktur. Ama eksikliklerden münezzeh yüce Allah, kendisinin bildiği bazı hikmetlerden dolayı —ki bunların bazısını Kur'an açıkladı— Uhud gazasında sizi bu akıbete uğratmak istedi. Uhud gazasında müslümanlarla müşriklerin orduları karşılaştığında başınıza gelen musibetler, Allah'ın izin, irâde ve takdiriyle olmuştur. Çünkü varlık alanındaki her şey, O'nun hikmet ve irâdesine teslim olup boyun eğmiştir. Evet. Bütün bu olup bitenler; gerçek mü'min-lerin Allah tarafından bilinmesi, mü'minlerin diğerlerinden seçilmesi ve müminlerin kendilerini tanımaları içindi.
    Maksat, iman edenlerin inançlarının kesinleşerek açığa çıkması ve yine içinizden münafıklık eden kimselerin de iki yüzlülüklerinin kesin şekilde be-Iirmesiydi. İslam ordusu Medine'den çıkıp Uhud'a doğru giderlerken bin kadar savaşçıdan İbaretti. Sonra yoldayken Abdullah bin Ubeyy ve beraberindekiler —üç yüz kişi idiler— kafileden ayrıldılar. Böylece münafıklar tanındılar. Onların imanlarının nasıl olduğu anlaşıldı. Okçulardan yerlerini bırakıp ganimet peşine düşen ve Resulullah (s.a.v.) a karşı gelenleri de unutmamak gerekir. Şayet Uhud Savaşı olmasaydı bütün bunlar anlaşılmayacaktı.
    Münafıklık eden bu kimselere şöyle denildi: Gelin, Allah yolunda savaşın. Kazanç sağlamak veya dünya metaı elde etmek için değil, yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için ve din, hak ve adaleti savunmak için cihad edin. Yahut kendiniz, aileniz ve yurdunuz uğruna savaşın. Müslümanların yenilmesi, Medine halkının hezimete uğraması, şerefini yitirmesi demektir.
    Kendilerine bu çağrının yapıldığı münafıklar tembellik edip oturdular ve haktan saptılar, şöyle dediler: Eğer sizin bu savaşta iyice vuruşacağınızı bilseydik peşinizden gelir, sizinle aynı yola girerdik. Ama biz, sizin savaşmayacağınızı biliyoruz. Bazıları o münafıkların sözlerinin şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Bizler, savaşa gideceğinizi bilseydik sizinle beraber giderdik . Anın sizin kesin bir ölüme gilliğinî/.i biliyorduk. Oıııııı için sizinle henıbcı > gitmedik. Bu sözü söyleyip İslâm ordusundan geri durdukları gün onlar iman- . dan çok küfre yakın İdiler. İç yüzleri açığa çıktı. Kendilerine mü'min denilip halleri örtülü iken, artık kendilerine mü'minlik vasfı takılmaz oldu; küfre daha çok yaklaştılar. Allah yolunda cihad etmekten kaçınan ve yurt savunmasına. katılmayıp yerlerinde oturanlara mü'minlik vasfını takmak doğru olmaz. "Mü'mînler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve peygamberine iman etmişlerdir. Sonra (imanlarında) şüpheye düşmemişler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşmışlardır. İşte böyle kimseler, imanlarında sadık olanlar-dır." [232]
    Münafıklar, sadece ağızlarıyla "Biz mü'miniz" derler. Zaten münafıkların huyu budur. Kalblerinde bulunmayan şeyi ağızlarıyla söylerler. Yalansız, iftİrasız münafıklık mı olur? Müslümanlara karşı içlerinde gizledikleri düşmanlığı ve küfrü, müslümanların bozguna uğrayıp yok olmaları için gö-nüllerindeki arzuyu Allah bilmektedir. Onların savaş için söyledikleri şudur: "Savaşmayı bilseydik, peşinizden gelirdik." Uhud olayından sonra söyledikleri bir söz daha vardır ki, o, bundan daha şiddetli ve daha tehlikelidir. Cihad şerefinden yoksun kalan onlar kendi kardeşleri, ırkdaşlan, dindaşları için şöyle dediler: "Eğer bize itaat edip müslümanlarla beraber gitmeselerdi, öl-dürülmezlerdi." Savaş alanına gitmeyen kimsenin ölmeyeceğini mi sanıyorlar? Kahrolası yüreksiz ve korkak münafıklar. Savaşa giden nice kimselerin ölümden kurtulduğunu ve savaşa katılmayan nice kimselerinse Öldüğünü bilmiyorlar mı? Ölümün sebebisadece savaş mıdır? Bu bozuk düşüncelerinde doğru iseler, ölümü kendilerinden savsınlar. Onlar sağlam kalelerde bulunsalar bile ölüm kendilerine ulaşacaktır. [233]

    Şehidlerin Mükâfatları

    169-170- Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilâkis Rab'leri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde nzıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek İsterler.
    171- Onlar Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın, müminlerin ecrini zayetmiyeceğini müjdelemek İsterler.
    172- Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve peygamberin çağrısına koşanlara, hele onlardan, iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır.
    173- İnsanlar onlara: "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" dediler. Bu, onların imânını artırdı da: "Allah bize yeter, O ne güze! Vekil'dir!" dediler.
    174- Bu yüzden kendilerine bir fenalık dokunmadan, Allah'tan nîmet ve bollukla geri döndüler; Allah'ın rızâsına uydular. Allah büyük, bol nimet sahibidir.
    175- İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, Benden korkun. [234]

    Bazı Kelimeler;

    Müjde ite doğan sevinç. Arkalarından kendilerine katılmayanlar. Yanı müslümanlann safında savaşıp ta şehid olmayanlar. Şiddetli elem. Yani Uhüd Savaşında meydana gelen olay. İhsan, işi en güzel ve en sağlam biçimde yapmak. Allah'ın azabına karşı korunma tedbirleri aldılar. İşj kötü ve kusurlu yapmaktan sakındılar. Allah bize yeter. İşlerin kendisine bırakıldığı kimse. Süratle geri döndüler. Bu, îblis veya Nu-aym bin Mesud'dur. [235]

    Nüzul Sebebi:

    İmam Ahmed, İbn Abbas (R.A.) dan naklederek Resulullah (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Uhud'da kardeşleriniz yara alıp (şehid düştüğünde) Cenab'i Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bu kuşiar cennet ırmaklarından içiyor, cennet meyvelerini yiyor, arşın gölgesinde asılı duran altın kandillerin altına gidiyorlardı. Bunlar yediklerinin, içtiklerinin ve dinlenme yerlerinin güzelliğini görünce dediler ki: "Cenab-i Allah'ın bize bu yaptıklarını keşke kardeşlerimiz de bilselerdi." Cenab-ı Allah "Sizin adınıza (bu haberi) onlara ben ulaştırırım." dedi. Ve ardısıra bu âyet nazil oldu.
    Bu âyetler, öncekilerle bağlantılıdır. Çünkü yüce Allah, münafıkların savaşla ilgili sözlerini ve kardeşlerine hitaben söyledikleri "Bizimle beraber (evlerinizde) otursaydımz Öldürülmezdiniz" sözünü naklettikten sonra, Allah yolunda savaşanların, Özellikle şehid düşenlerin cennetle karşılaşacakları manzaraları ve görecekleri nimetleri anlattı ki, münafıkların sözlerine aldırmasınlar ve mü'minler cihada teşvik olsun, İslâm'ın zaferi ve Allah'ın kelimesinin yüceltilmesi yolunda eğitilsinler. [236]

    Açıklama:

    Allah yolunda cihad eden, savaşan ve şehid düşen kimseleri, dirilmeye-cek Ölüler sanmayın. Hayattayken yaptıkları iyi işlerin ödülünü almayacakları düşüncesine kapılmayın. Hayır... Onlar şehid düştükten sonra da diridirler. Rableri katında kendilerine bol bol nimet verilip, seçmiş oldukları yüce makamda dururlar. Ayet-i kerimede geçen "Rablerinin yanında" sözünden maksat, mekân ve sınır olmayıp, Rabbin ikramına mazhar olmak ve o şerefe ermektir. "Rablerinin katında nzıklandınlirlar" ayetinin delaletiyle onlar, de-ğişmez ve kesin bir hayatla Rablerİ katında yaşamaktadırlar. Kur'an'm kas-dettiği bu hayat gaybla ilgili hayat olup, mahiyetini ancak Allah bilir. Bu hayalın maddi mi, manevi mi olduğunu araştırmanın bir yaran yoktur. Biz ay-rıntıya ve gereksiz tartışmalara girmeden, Kur'an'm getirdiklerine iman ederi/.
    İşte bu şehidler, gördükleri kalıcı nimetler, Allah tarafından kendilerine yapılan büyük lütuf ve ikram dolayısıyla sevinç ve memnunluk duyarlar. Henüz şehidlik şerefine nail olamayan mücahid kardeşleri için hazırlanan büyük mükâfatı gördüklerinde de sevinirler. Orası ebedi bir hayattır. Kahcı bir nimettir. İstenmeyen şeylerin olmasından duyulan kaygı ve sevilen şeylerin elden kaçırılmasından duyulan üzüntü, cennet ve oradaki nimetler için söz konusu değildir. Onlar, Rableri katında kendileri için yenilenen hayat nime-tinden ve orada kendilerine sunulacak azıklardan dolayı sevinmektedirler. Al-lah'ın, lütfundan ve kereminden kendilerine verdiği şeylerden ötürü memnun olurlar. Eksikliklerden münezzeh yüce Allah, şehİdleri andı. Rableri katında diri olup rızıklandıklarmı, kendilerine bahşetmiş olduğu lütuf ve kereminden dolayı sevindiklerini anlattı. Âyetteki 'fadî' kelimesi, özlü bir kelimedir. Açıklaması, ayetin devamında gelmektedir. Bİr fadl ve lütuf ki, savaşta onların kardeşleriyle ilgilidir. Diğer bir fadl ve lütuf ki onların kendileriyle ilgilidir. Bu, cennette, onlara özgü bir fadi ve lütuftur. Onlar, Allah yolunda ci-had edip henüz şehid düşmeyen kimselerin hesabma sevinirler. Bunlar, arkalarında bırakmış oldukları savaşçılardır. Bu mücahidlere korku yoktur. Bunlar hüzünlenmeyeceklerdir. Allah'tan bir nimet ve bağış İle sevinirler. Allah'ın bu nimet ve lütfü, ne kadar düşünülse de, mahiyeti kavranamaz.
    Ayetler, onların cihad eden kardeşleri üzerine söylenen "Attah, mü'min-lerin ecrini boşa çıkarmaz." sözüyle son buluyor. Bu mü'minlerden kasıt, henüz şehid olmamış mücahidlerdir. Cenab-ı Allah, bunları şu şekilde nitelendirmiştir:
    Onlar Uhud Savaşında yara alıp şiddetli acılarla karşılaştıktan sonra, Allah'ın ve Resulünün çağrısını kabul edip gelenlerdir. Hamra-ü'I-Esed [237] Savaşında Ebu Süfyan'la karşılaşmak İçin, Peygamber (s.a.v.) İn çağrısına olumlu cevap verenlerdir. İşlerini sağlam ve güzel yapanlardır. İşlerini kusurlu yapmanın sonucundan kaygı duyanlardır. Allah'tan, korkanlardır. Çektikleri acılara karşılık, Allah katında onlar için amel ve gayretlerine oranla çok daha büyük ödüller vardır. Onlar ki, başkaları —bazı rivayetlere göre bu Nuaym bin Mesud'dur— kendilerine: "Kureyşlİler size karşı kuvvetlerini topladılar. Onlardan korkun. Savaşmak üzere karşılarına çıkmayın." dediklerinde, bu sadece imanlarını arttırdı. Allah'a daha çok güvendiler. O'nun dinine olan inançları daha da kesinleşti. Zira onlar Allah'tan korkuyorlardı. İnsanlardan korkmadilar. Sayılan az da olsa Allah'ın yardım ve desteğine bel bağladılar. Şüphesiz o güçlüdür, üstündür. "Mü'minler düşman birliklerini görünce: "İşte Allah'ın ve Resulünün bize va'd ettiği (zafer) budur. Allah ve Peygamberi doğru söylemiştir." dediler. (Ihı) uncıık onlunu imıınUınm ve teslimiyetlerini arttırdı.” [238] "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.' dediler." Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. O'nun gücü her şeye yeter. O ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır. Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki: "Büyük bir işte çaresiz kaldığınızda, "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir." deyin." Buhari'-. nin İbn Abbas (R.A.) dan rivayet ettiğine göre, Hazret-i İbrahim (A.S.) ateşe atılırken böyle demiştir. Muhammed (s.a.v.) de, insanlar kendisine: "İnsanlar (Kureyşliler) size karşı (kuvvet) topladılar." dediklerinde böyle demiştir.
    Mü'minlerin, işlerini Allah'a havale edip kalben ona güvendikleri için, kendilerine dört mükâfat verildi: Nimet; lütuf; kötülüğün kendilerinden sa-vılması ve Allah'ın rızasına tabi olmak. Onlar Rablerinden hoşnut oldular. Rableri de kendilerinden razı oldu. İşte en büyük kurtuluş budur. Bunda, ev-lerinde oturup savaşa katılmayan münafıkların başına gelen rezil edici zarar ve kayıba işaret vardır. "Sonra da kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah'tan bîr nimet ve lütuf île çabucak geri döndüler." ayet-i kerimesinin anlamı işte budur.
    Şeytan —müslümanlara ayak bağı olan Nuaym bin Mesud— ancak, Re-sulullah'la savaşmayan kendi dostlarını korkutur. Bazıları ayetin anlamının şöyle olduğunu söylediler: Bu, ancak lânetli iblisin sözüdür. O, kâfirlerin, Ebu Süfyan gibi önde gelenleri ile sîzi korkutur. Onlardan korkmayın. Gerçek mü'-min iseniz benden korkun, emrime uyun, resulüm ile birlikte cihad edin, size emrettiği işleri yapmakta birbirinizle yarışın. [239]

    Ayetten Çıkarılacak Hükümler:

    1- Güçlü mü'min korkak olmaz. Dahası, bir insan hem olgun bir müslüman hem de korkak olamaz.
    2- Allah yolunda şehid düşenin ödülünü Allah verir.
    3- Ne kadar güçlü olsalar da, düşmanlardan korkmamak gerekir. Yalnızca Allah'tan korkuİmahdır.
    4- Mü'min, korkunun nedenlerini yok etmenin çarelerini bulmakla yükümlüdür. Kendini koyuvermemelîdir. [240]

    Peygamber (S.A.V.)İn Teselli Edilişi Ve Bazı Hikmetlerin Açıklanışı

    176- Ey Muhammedi Küfürde yarışanlar seni üzmesin; şüphesiz onlar . Allah'a bîr zarar veremezler. Allah âhirette onlara bir pay vermemek istiyor; onlara büyük azâb vardır.
    177- İmânını inkâra değişenler, şüphesiz Allah'a bir zarar veremiye-ceklerdir. Elem verici azâb onlaradır.
    178- İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin,sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azâb onlaradır.
    179- Allah, inananları sizin durumunuzda bırakacak değildir, temizi pislen ayıracaktır. Allah size gaybı bildirecek değildir; fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah'a ve peygamberlerine inanın; inanır ve sakınırsanız size büyük ecir vardır. [241]

    Bazı Kelimeler:

    Seni kederlendirmesin, demlendirmesin, üzmesin. Nasip, pay. İmana karşılık küfrü salın aklılar. Mühlet veririz. Mühlet vermek, insanın durumuna göre değişir. İnsan, verilen mühlet içinde dilediğini yapar. 'Emlâ' kelimesi, sahibinin, atın yularını dilediği gibi otlasın diye salıvermesi anlamına gelen "Emlâ li feresihi" cümlesindeki 'emlâ' fiilinden alınmıştır.Terkedip bırakacak.Seçip ayırır.'Habis' ve 'tayyib' kelimeleriyle mü'min ve münafık kast edilmektedir.Seçer. [242]

    Nüzul Sebebi:

    Kâfirlerle münafıklar, "Muhammed (s.a.v.) peygamber olsaydı Öldürülmez ve bozguna uğramazdı" gibi sözleri söyleyerek Hazret-i Peygamber hakkında içlerinde sakladıkları şeyleri açığa vurup derhal kafirlere yardıma koşunca ve mü'minleri savaştan alıkoymaya çalışınca —ki onların bu yaptıkları Peygamber (s.a.v.) e acı veriyor, onu hüzünlendiriyordu— Peygamber (s.a.v.) i teselli edip kalbini rahatlatmak amacıyla bu ayetler nazil oldu. [243]

    Açıklama:

    Ey Muhammed! Küfre yardım etmek ve küfür kelimesini yüceltme uğruna çalışmakta birbirleriyle yarışanlarla; yani Ebu Süfyan ve diğer önde gelen Yahudilerle,münafık ve kâfirlerden küfre hizmet yolunda canlarını ve mallarını feda edenler seni üzmesinler. Bunlar seninle savaşıyorlar ve sana zarar veriyorlar diye üzülme, onlar böyle yapmakla aslında güç ve kudret sahibi Allah'a savaş açmış oluyorlar. Şu halde onlar sadece kendilerine zarar veri-yorlar. Sonuç, aleyhlerinedir.
    Bazıları dediler ki, ayetin manası şöyledir: Onlar, Allah'ın taraftarı olan mü'minlere zarar veremezler. Çünkü mü'minlerin yardımcısı ve destekçisi Al-lah'tır. Şu halde onlar, kendilerinden başkalarına zarar veremezler. Cenab-ı Allah, bunu şu sözü İle açıklamıştır: Allah onlara ahirette sevaptan pay vermek istemiyor. Zira onların karakterleri bozulmuştur. Onlar her zaman kötülük yapma ve zarar verme eğilimlidirler. Bu, benzerleri için Allah'ın irâdesi ve yasasıdır. Onlar için hem dünyada, hem de ahirette azâb vardır. "Onları iki kez azaplandıracağız." Küfrün zaferi ve güçlenmesi için yardımcı olduklarından dolayı hakettikleri korkunç azaba çarptırılacaklardır. Bu ceza, sadece küfrün zaferi için çaba harcayanlara mıdır? Hayır. Tersine küfrü seçip onu imana tercih eden ve bu değiş tokuş işinde kazançlı çıktığını sanan herkesedir. Onlar Allah'a asla zarar veremezler. Tersine zarar, onların üzerinedir. Kötü tuzak ve hile, sadece sahibinin üzerine iner. (Başkasının kuyusunu kazan, içine kendisi düşer.) Onlar için dünya ve ahirette, son derece acı verici bir azap vardır.
    Kâfirlerin halleri bu olunca, Allah'ın bu dünyada kâfirlere yardımcı olacağını ve yapacaklarını yapmaları için kendilerine mühlet vereceğini nasıl söylersiniz? Bu soruyu Cenab’ı Allah, şöyle cevaplamıştır inkar edenler, kendilerine mühlet verişimizin kendileri için iyi olacağını sanmasınlar. Mühlet vermek, kişi eğer o mühleti iyi ameller yapmak için kullanırsa iyi olur. Bu kâfirler, Allah mühlet veriyor. Ama sonuçta onlar günahlarına günah katmakta, batılda ve iftirada pek İleri gitmektedirler. Onlar için, küçük düşürücü bir azab vardır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki tevbe etsinler, küfürden kurtulsunlar. O zaman bu mühlet onlar için hayırlı olur. Ama bazılarının, iyiliğe dönmeyip doğru yola yönelmeyeceklerini, Allah biliyordu. Onlar için, küçük düşürücü bir. azap vardır. Bundan daha küçük düşürücü bİrşey var mıdır?
    Cenab-ı Allah, doğru sözlü mü'minleri yalancı münafıklardan ayırdetmedikçe müslümanları, halleri üzerine bırakacak değildi. Oldukları gibi bırakılmaları, müslüman toplumuna zarar verirdi. Toplumun, gerçek gücünü bilmesi ve bu kuvvetine göre hareket etmesi gerekir. Bireyin kendi nefsine güvenmesine aldanma. Sınava çekildiğinde kendi imanını bilir. Bu ikisi arasında ayırım yapmak, ancak felâket ve musibetlerle sınanmakla mümkün olur.”Andolsun, sizi (savaşla) imtihan edeceğiz; tâ ki içinizden mücahidleri ve sabır gösterenleri meydana çıkaralım." [244]
    Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Allah, insanları Uhud gazasıyla imtihan etti. Allah, nefislerinizin iç yüzünü ve hakikatini gayb yoluyla size öğretecek değildi. O, insanı yarattı. Elde etmek istediği şeye, dinin yol göstericiliği ve fıtratın kılavuzluğunda, kişisel çabalarıyla ulaşabileceğini belirledi.
    Bu nedenle Allah'ın yasası, imtihan yoluyla seçip ayırmak şeklinde meydana geldi. "Allah'ın yasası... Allah'ın yasasında asla değişiklik bulamazsın." Ama Allah, Peygamberlerinden dilediğini seçer. Zira ğayp hallerine vakıf olmak, çok yüksek bir mertebedir. "O, bütün ğaybı bilendir. Gaybe dair ilmini ise, hiç kimseye açmaz. Ancak bir Peygamber olarak seçtiği kişi müstesnadır." [245] Peygamberleri, gaybın bazı hallerinden Allah haberdar eder. O da bunu, insanların bir kısmına açar ve onlar, gaybe inananlardan olurlar. Bu nedenle ayet-i kerime, şu cümlelerle son bulmuştur: Allah'a ve Resulünün haber verdiklerine iman edin. Buna inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, sizin için büyük bir mükâfat ve bol sevap vardır.
    Allah bizlere böyle kimselerden olmayı nasib etsin. [246]

    Cimrilik Ve Tedavisi

    180- Allah'ın, bol nimetinden verdiklerinde cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilâkis bu onların kötülü-ğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah İşlediklerinizden haberdardır.
    181- And olsun ki, Allah: "Allah fakir; biz zenginiz" diyenlerin sözünü işhmiştir. Dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürdüklerini elbette yazacağız, "Yakıcı azabı tadın" diyeceğiz.
    182- "Bu, yaptığınızın karşılığıdır." Yoksa Allah kullara asla zulmetmez.
    183- "Doğrusu, nteşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamak üzere Allah bize ahid verdi" diyenlere sen, ey Muhammed, de ki:' 'Benden önce peygamberler size belgeler ve dediğiniz şeyi getirdi. Doğru sözlü iseniz niçin onları öldürdünüz?"
    184- Ey Muhammedi Seni yalancı saydilarsa, Sen'den önce belgeler, sahi feler ve aydınlatıcı kitab getiren peygamberler de yalanlanmiştı. [247]

    Bazı Kelimeler:

    Bu, 'takat' kelimesinden alınmış olabilir.
    O zaman anlamı şöyle olur: Kıyamet gününde bununla yükümlü olurlar. Ya da tasma anlamındaki 'tavk' kökünden alınmıştır. O zaman da anlam şöyle olur: Cimriliklerinin günahı ahirette tasma gibi boyunlarına dolanacaktır. Ve o tasmadan kurturuluşun çaresini de bulamayacaklardır. Yerdekilerin ve göktekilerin katılım yoluyla elde ettikleri mal ve diğer şeyler.Onların söylediklerini kaydedeceğiz. Yani onları, bu söylediklerinden dolayı cezalandıracağız. Tadınız.
    Zevk kelimesi, yenilir ve içilir şeylerin tadını ağızla algılamak anlamına gelir. Bununla, duyulur her çeşit eşyayı algılama kastedilmiştir.Yakıcı ve elem verici. Maksat, azaptır. Yakan ve elem veren odur. Tevrat'ta bize emretti.
    Kendisiyle Allah'a yaklaşılan şey.'Zebur' kelimesinin çoğulu olup Kitap ve yolu aydınlatan fener demektir. Bununla kastedilen incil'dir. [248]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Önceki sayfalarda, savaşta canını feda etmeye teşvikte bulunulmuş ve şe-hidliğin mükâfatı açıklanmıştır. Buradaysa, en tehlikeli hastalıklardan bîri olan cimrilik hastalığının tedavi yolu anlatılmıştır. Zira milletlerin hayatları, can ve mal feda etmelerine bağlıdır. Burada, Uhud Savaşıyla ilgili sözlere son verilmiş olmaktadır. [249]

    Açıklama:

    Allah'ın, kendilerine severek nimet verdiği şeylerle cimrilik edenlerin, bu cimriliklerinin kendileri için hayırlı olduğu kimse sanmasın. Nitekim onlar mal saklayıp biriktirmenin sıkıntılı zamanlarda yarar getireceğini, cömertliğin insanı yoksullaştıracağını, cesaret edip ileri atılmanın sonunun ölüm olacağını sanarlar. Hayır. Tersine bu, ferd ve ümmet için büyük bir tehlike ve etkisi etrafa yayılan bir kötülüktür. Açıkça anlaşılıyor ki, burada geçen cimrilikten maksat, nniktarı dînce belirlenen zekâtı ve sadakaları vermeyip, serveti elde tutmaktır. Çünkü din, sahip olduğumuz her şeyi sarfetmemizi emret-mcmcktcrfir.
    Cimriliğin di-inyadaki tehlikesi, mal tutkunu zenginlere karşı yapılan çe-şitH saldırılarda, sosyal düzenlere karşı yıkıcı fikirlerin yayılmasında açıkça görülmektedir. Ciimriliğin ahiretteki kötülüğüne gelince, işte Kur'an-ı Kerim, onların cimriliklerini bir tasma gibi boyunlarında hissedeceklerini İfade et-mektedir. Bu akibetten de asla kaçış ve kurtuluş yolu bulamayacaklardır. Zekât vermeyenlerini ahiretteki halleriyle ilgili olarak Peygamber (s.a.v.) den gelen rivayetlerde anlatıldığına göre, zekât vermeyen kimsenin boynuna zarını atmış bir yılan, başka bîr rivayete göre ise siyah bir yılan sarılıp dolanacaktır.
    Denildi ki; cimrilik edip zekâtmı vermediğin mal, kıyamet gününde yılan olup boymınat sarılır; baştan ayağa her tarafım ısırır, kafana vurup yarar ve "Ben senin malınım. Saklayıp biriktirdiğin servetinim," der. Mal veya şeref veya ilim ile nasıl cimrilik edersiniz? Çünkü bunların hepsi, Allah'ın verdiği şeylerdir. Ayetin kapsamı geniştir. Her ne kadar; öncelikle mal, bu ayetin kapsamına giriyorsa da, bu sayılanların hepsi onun içine girer. Malda nasıl cimrilik edersiniz ve nasıl olur da onu yalnız çocuklarınızla, mirasçılarınıza biriktirip saklarsınız? Yerde ve göklerde ne varsa hepsi, eksikliklerden münezzeh olan yüce Allah'ındır. Bu malları, yerde ve göktekİler, miras olarak alırlar. Allah kendilerinden istedikleri halde onlara ne oluyor da Allah'ın mülkünde cimrilik ediyorlar? "Sizi mirasçıları kıldığı maldan (Allah yolunda) harcayın." [250]"Kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar." [251] Ayet-i kerimede, Allah'ın insana verdiği mal, şeref, güç ve ilmin geçici meta'-lar oldukları, zamanı gelince geri alınacak şeyler oldukları, sahiplerininse ölümlü olup ve baki olmadığına işaret vardır. Allah, işleri dilediği yöne çevirip tasarrufta l?ulurıur. Oğlun miras olarak devralsın da zengin olsun diye mal biriktirirsin- Ama bu malı Allah onun için takdir etmemişse, toplamış olduğun bu mal yok olup gider. Göklerin ve yerin mirası, Allah'a aittir. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. Bütün gizlediklerinizi bilir. Said bin Cübeyr, İbn At'bas (R.A.) in şöyle dediğini rivayet etti: "Yalnız Allah rızası için gönül hoşluğu ile bir ödün verecek kimdir." [252] ayet-i kerimesi nazil olduğunda Yahudiler, Peygamber (s.a.v.) e gelerek, "Ey Muhammedi Rab-bin fakir midir ki, kullarından ödünç para istiyor? Oysa bizler zengin kimseleriz." dediler. Bunun üzerine ayeti nazil oldu.
    Diğer bir rivayete göre; Hazret-i Ebubekir (R.A.) ile Yahudi Fenhas ara Miula bu konuda bir tartışma meydana geldi. Hazret-i Ebubekir onu tokatladı. O da Resulullah (s.a.v.) a gelerek şikâyette bulundu. Resulullah (s.a.v.), Ebubekir’e, "Niçin böyle yaptın?" ılctü. O da şu cevabı verdi: "Ey Allah’ın Resulu!Bu tanrı düşmanı dedi ki, "Allah fakirdir, biz ise zenginiz." Fenhas bu sözü inkâr etti. Hazret-i Ebubekr'in sözünü doğrulamak ve Fenhas'i yalanlamak, onun yalancı olduğunu açıkça belirlemek için yukarıdaki ayet nazil oldu.
    Ayetin manası şudur: Biz onların söylediklerini, kendilerine karşı bir delil olarak koruyacak ve zamanı gelince onlara karşı ileri süreceğiz. Bu söyledik-lerinden dolayı en şiddetii cezaya çarptırılacaklardır.
    Bunda bir tuhaflık yoktur. Onlar Yahudidİrler. Münafıklıkta tecrübe sa-hibidirler. İkiyüzlülük yapmaya ve münafıklığa alışmışlardır. Onlar, tâa es-kilerde hiçbir suçu ve günahı olmayan peygamberleri öldürmüşlerdir. Sadece "Rabbimİz Allah'tır" dediklerinden ötürü peygamberleri öldürmüşlerdir. Ken-dileri bizzat öldürmedikleri halde, Resulullah (s.a.v.) zamanında yaşamakta olan Yahudilere, önceki peygamberleri öldürme suçu yükleniyor. Kendileri öldürmemişlerse de, peygamberleri öldüren atalarının suçlarını hoş görmüş-lerdir. Onlar da atalarının ümmetindendirler. Ümmet, üyelerinin suçunu, gü-nahını üstlenir. Zira onlar, kötülüğü işleyenle, "iyiliği emredip kötülüğü yasaklama" görevini terkeden kimseler arasındadırlar. Dolayısıyla fiilen değilse de hükmen suça ortaktırlar.
    Aslında asr-ı saadette yaşayan şu Yahudiler de Peygamber (s.a.v.) i öldürmeye defalarca girişimde bulunmuşlardır. Hayber'de zehirli kuzu yedirme olayı bunlardan birisidir. Yahudilerin cezası şudur. Allah, kendilerinden en şiddetli biçimde İntikam alacak, onları tahkir edip küçük düşürmek ve azapiandırmak için diyecektir ki: Elem verici, yakıcı bir azabı tadın. Siz bunu hakettİniz. . Nitekim daha önceleri siz de dünyada mü'minlcre azap ve elem tattırmıştınız. Daha önce dünyadayken kendi elleriyle yaptıkları kötülüklerden ve organlarıyla işledikleri kötülüklerden dolayı bu acıklı azabı tad-maktadırlar. Burada el kelimesinden söz edildi ki, bu kötü amelleri bizzat kendilerinin işlemiş oldukları kesinlik kazansın. Cenab-ı Allah, adil hakem olup kullarına zulm eden birisi değildir: "Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, kendilerini, iman edip snlih ameller işleyenler gibi yapacağız, hayat ve ölümlerini bir tutacağız mı sandılar? Ne fena hüküm verîyorlar." [253] "Artık müslümanlan, suçlu kâfirlerle bir tutar mıyız? Neyinize güveniyorsunuz? Nasıl hüküm veriyorsunuz?" [254]
    Kötülük yapanı salıverip cezalandırmamak, İyilik yapana karşı adilce bir davranış olmaz. Şüphesiz ki, bu zulüm olur. Onların ortak koştukları şeylerden Allah yüce ve münezzehtir. Şu Yahudiler, en büyük kötülükleri işleyenlerdir. Onlar malda cimrilik eder, zekâtı vermeye yanaşmaz, peygamberleri öldürürler, yaptıkları her işte zalimliği elden bırakmazlar, yalan söylerler, "ilet ne olursa olsun, kendisiyle Allah'a yaklaşacağımız ve ateşin yiyeceği bir kurbanı bize getirmedikçe hiçbir peygambere İnanmamamızı Allah bize emretti" derler. Allah'a iftira ederler. Kendilerine Tevrat'ta böyle bir sözü vahyetti, diyerek Allah hakkında yalan haber yayarlar. Allah onların bu iddialarını reddederek bunun bir mucize olduğunu, mucizenin de peygamberliği vurgulamak ve insanlığa gönderilen peygamberin gerçek elçi olduğunu ispatlamak için ortaya konulduğunu bildirmiştir. Allah size mucizeler gönderdi. Peygamberler, Allah'ın gerçek elçileri olduğuna delâlet eden apaçık belgelerle size geldiler. Ne diye onları doğrulamayıp yalanladınız ve öldürdünüz? Eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz, ne diye bütün bu rezillikleri işlediniz?
    Ey Muhammedi Bütün bunlardan sonra seni yalanlarlarsa, (bilesin ki) senden önce apaçık belgelerle mucizeler getiren, Kitap'larla, özellikle aydınlatıcı bir kitap olan İncil İle doğrulanan peygamberleri de yalanladılar. Bu söz, Resulullah (s.a.v.) ı teselli etmek için söylenmiştir. [255]

    Her Canlının Sonu Ve Dünyadaki İmtihan

    185- Her insan ölümü tadacaktır. Kıyamet günü, ecirleriniz size mutlaka ödenecektir. Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse artık kurtulmuştur. Dünyâ hayatı, zaten, sadece aldatıcı bir geçinmeden ibarettir.
    186- And olsun ki mallarınız ve canlarınızla sınanacaksınız; hiç şüphesiz, sizden önce Kifub verilenlerden ve Allah'ı es koşanlardan çok üzücü sözler işiteceksiniz. Sabreder ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bu üzerinde sebat edilecek İşlerdendir. [256]

    Bazı Kelimeler:

    Ecirleriniz, tam ve eksiksiz size ödenecektir.Uzaklaştırıldı.Kendisiyle geçim sağlanan ve yararlanılan şey. 'Ğarre' fiilinin mastarı olup aldanma anlamındadır. imtihan. İmtihana giren kimselere yapılan işlemlere tabi tutulacaksınız ki, iç yüzünüz açığa çıksın.Dine dil uzatmak, Allah'a ve Resulüne iftira etmek gibi incitici şeyler. Hoşlanmadığı şeye karşı kişinin tahammül etmesi. Tahammülsüzlüğe karşı takva ve nzâ ile direnmek. Üzerinde kesin karara varılması gereken işler. Ya da olması için Allah'ın kesin hüküm verdiği, yani mutlaka olacak olan işler. [257]


    En son Admin tarafından Çarş. Ara. 08, 2010 5:44 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    ALİ İMRAN SURESİ Empty Geri: ALİ İMRAN SURESİ

    Mesaj tarafından Admin Çarş. Ara. 08, 2010 5:34 pm

    Açıklama:

    Önceki sayfalarda Peygamber (s.a.v.) teselli edilirken, gerek eski zamanlarda, gerekse asr-ı saadette İnsanların peygamberlere karşı davranışları açıklandı. Buradaysa Peygamber efendimize ve ashabına genel bir tesellide bulunulmaktadır. Her canlı ölüme, her nefis yok olmaya ve her şey helake doğru yol almaktadır. Ancak hükümden Allah zülcelal (C.C.) müstesnadır. Hüküm O'nundur. Hepiniz ölecek ve O'na döneceksiniz. Sizlerden, kâfirler gibi kö-tülük yapan varsa da, onların kötülüğü geçici ve sınırlıdır. Ondan rahatsız olmayın, elem çekmeyin. Onlar, bu yaptıklarının cezasını tam olarak çeke-ceklerdir.
    Üzerinize inen bir acıdan veya size dokunan bir zarardan, istenilmeyen bir durumdan dolayı ümitsizliğe kapılmayın ve hüzünlenmeyin. Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet gününde hakkınızı ve yaptıklarınızın karşılığını tam ve eksiksiz olarak alacaksınız. O gün, hakların ve karşılıkların ödendiği ölçü ve terazi günüdür. O günde herkese kazancı tam olarak ödenecektir. Onlara asla haksızlık edilmeyecektir. Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse, büyük kurtuluşa ermiştir. Bu ifadede, bütün insanların amellerinin, sahiple-rini cehenneme çağırdığına işaret edilmektedir. Zira İnsandaki şehvet ve hay-vani gayeler, iyilik amaçlarından daha fazladır. Böyle olunca da sanki her kişi, cehenneme düşe yazmaktadır. Sadece cehennemden uzaklaşmak bile kurtuluştur, hem de ne kurtuluş? Cehennemden ancak,manevİ sıfatları hayvani sıfatlarına üstün olan, ilılâslı ve yüce Allah'a yönelen kimseler uzaklaştırırlar.
    Dünya hayatı ,yani bizim yeme,içme gibi maddi lezzetlerle meşgul ol-duğumuz, ya da şeref, makam ve liderlik gibi manevi lezzetlerle meşgul oldu-ğumuz şu hayatımız, aldatıcı bir geçimlikten ibarettir. Zira insan bu hayatla aldanır. Dünya, kişinin şeytandan, nefis ve hevadan satın aldığı, satın alırken de zarar ettiği bir eşyaya benzetilmiştir. Satıcısı, müşteriyi hile yapıp al-datmış, dünyanın kötü taraflarını ve kusurlarını gizlemiştir. Alış veriş tamamlandıktan sonra da malın (dünyanın) bozuk ve kalitesiz olduğu açığa çıkmıştır. Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede ka-pilmamasi, dünyevi şeylerin kucağına atılmaması gerekir. Aksi takdirde zararı kendisine olacaktır. Dünyadan ayrılırken de vay onun haline!
    Bundan sonra da Cenab-ı Allah, Peygamberi Mustafa (s.a.v.) yi savaşta ve barışta genel olarak teselli etmektedir: Peygamber, Uhurf Savaşında kâ-firlerden eziyet çektiği gibi, mal ve can bakımından da birçok eziyetlerle kar-şılaşacaktır. Bundan maksat, nefse sebat vermek ve eziyetlerle musibetlere. dayanmaya onu alıştırmaktır. Mali alanda Allah'tan gelen belâ (ve deneme), her çeşit hayır ve iyilik yolunda mal sarfetmenin istenilmesi ile olur. Canla ilgili belâ (ve deneme) ise, Allah yolunda cihad ve savunma yapma, savaşta düşmanı öldürme, aile ve evlâd uğruna normal bir şekilde ölümün istenme-siyle olur.
    Ey müslümanlar! Müşriklerden, Yahudi ve Hıristiyanlardan birçok eziyetler ve dine, Kur'an'a, Peygamber (s.a.v.) e dil uzatmalar görüp duyacaksınız. Ama bütün bu anlatılanlar için biricik İlaç ve Rabbinden gelen deva, sabır ve takvadır. Her dert için bu ne güzel bir devadır. Sabreder ve Allah'tan sakınırsanız, onun rahmetinden size iki ecir verilir. İşte büyük kurtuluş bu-dur. [258]

    Ehl-İ Kitabın Bazı Kabahatleri

    187- Allah, Kitab verilenlerden, onu insanlara açıklayacaksınız Ve giz-lemeyeceksiniz, diye ahid almıştı. Onlar ise, onu arkalarına atıp az bir değere değiştiler. Alış verişleri ne kötüdür!
    188- Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananların, sakın sakın onların azabdan kurtulacaklarım sanma; elem verici azâb onlaradır.
    189- Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah her şeye Kâdir'dir. [259]

    Bazı Kelimeler:

    Peygamberler aracılığı ile Ehl-i Kitâbdan alınan kesin söz, İnsanlar onu doğru şekliyle öğrensinler diye, içinde hüküm ve haberlerin tamamını açıklayacaksınız diye Onu arkalarına attılar. Bu ifade, durum icâbı göz önünde bulundurulması gereken İşi, ilgilenmeyip terketmek anlamında bir mealdir.
    İşlediler. Azaptan kurtuluş. [260]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    Ehl-i Kitabın Peygamber (s.a.v.) e eziyetleri çoktur. Kendileri, Kitaplarında Peygamber (s.a.v.) le ilgili olarak yer alan sıfatlan ve Peygamber (s.a.v.) in kendisini, insanlara açıklayıp bildirmekle emrolunduklan halde dine dil uzatmaları tuhaftır. Ama onlar Yahudi ve Hıristiyandırlar. Ettikleriyle sevi-nirler. Kendilerine indirilen ayetleri gizlerler. [261]

    Açıklama:

    Ey Muhammedi Allah'ın, peygamberler aracılığıyla Ehl-i Kitab'tan,Ki tab'ı insanlara açıklayacaklarına, insanlar duraksamadan rahatlıkla anlasın-lar diye Kitab'i değiştirmeyeceklerine dair söz aldığını hatırla. Oysa Ehl-i Ki. tab, Tevrat ve İncil'i arkalarına attılar. Onlardan bir topluluk vardı ki, eşeğir tomarları taşıdığı gibi Kitab'ı taşırlar. Ondan hiçbir şey anlamazlar. Onlar-dan bazıları da vardır ki, kelimeleri tahrif edip değiştirirler. Onu az bir değere satarlar. Yine onlardan bazıları da vardır ki, ancak temenni ettikleri bazı istekleri ve iştahlarının çektiği bazı arzulan bilirler. Allah'ın ayetlerini yalancı reislik ve geçici servetler gibi fani dünya malından, az bir değer karşılığında sattılar. Ölümsüz ilimciler karşılığında ölümlü meta’ları aldıkları bu alış veriştc aldatılmışlardır. Salın aldıkları şey ne kötüdür.
    Buharİ ve Müslim'in rivayetine göre Resulullah (s.a.v.), Yahudilere, ki-taplarındaki şeyleri sordu. Onlar hakkı gizlediler ve gerçeği tersyüz ederek anlattılar. Kendisini onayladıklarını, övdüklerini ona gösterdiler. Bu yaptık-, larından dolayı sevindiler. Ama Allah, Peygamberini durumdan haberdar et-ti. Onlar için tehditte bulunduğunu ifade eden ayetleri indirerek onu teselli etti.
    Buhari ve Müslim, Ebu Said el Hudri (R.A.) den rivayet ettiler ki: Resulullah (s.a.v.) savaşa çıkıp gittiğinde münafıklardan bazıları onunla beraber savaşa gitmediler. Resulullah (s.a.v.) in arkası sıra oturup O'na karşı gelerek savaşa katılmadıklarından dolayı sevindiler. Resulullah (s.a.v.) gazadan döndüğünde, yanına gidip mazeret belirttiler, gerçekten de özür sahibi olduk-larına yemin ettiler. Yapmadıkları şeylerle övülmek istediler. Bunun üzerine, yukarıdaki ayet nazil oldu. Ayetin her iki anlama da ihtimali vardır. Kur'an-ı Kerim bu ayette, kendilerine benzemeyelim diye Ehl-i Kitab'ın bir başka hali-ni de açıklamaktadır. Şöyle ki: Onlar, kitabı te'vİI edip çarpıttıkları için se-vinmektedirler. Kendilerini önder ve rehber durumundaki şerefü, erdemli in-sanlar olarak görmektedirler. Bu asılsız bir sevinç ve yalancı bir gururdur, Kendilerinin, Kitab'ın alimleri ve koruyucuları olarak —hiç te öyle olmadık-ları halde— övülmelerini istemektedirler. Kitabı korumaları bir tarafa, bu işin tam tersini yapmışlardır. Bunların durumları insanlara karışık geldi. Kitab'ı tahrif edip değiştirdikleri halde kendilerini Allah'ın dostları ve dininin yardımcıları olarak görmektedirler. Onları, yakalarını azaptan sıyırmış ve kurtulmuş kimseler sanmayın. Tersine, dünya ve ahirette onlar için son derece acı verici bir azâb vardır.
    Siz ey müsiümanlar! Ehl-i Kitab'ın işlediği bu çirkin işten sakının. Onların bu kötülüklerinden dolayı hüzünlenmcyin, zaafa düşmeyin. Sabredin, Allah'a karşı gelmekten sakının. Kitab'ı açıklayın, onu az bir değer ve geçici meta' karşılığında satmayın. Yaptıklarınızla sevinmeyin, yapmadıklarınızdan dolayı övülmeyi de istemeyin. Derdinize derman olmak, düşmanlarınıza karşı size zafer bağışlamak, yasaklandığınız bu kötü işlere ihtiyaç hissetmeme konusunda Allah sizin için yeter. Göklerin, yerin ve bu ikisinde var olan şeylerin hükümranlığı Allah'a aittir. Verir, alır. O'nun gücü her şeye yeter. Size zafer verip düşmanlarınız olan Ehl-i Kitab'ı ve müşrikleri helak etmek O'na zor gelmez. İşler Allah'a döner.
    Bu ayette Peygamber (s.a.v.) ile ashabına teselli verilip zafer va'd edil-mektedir. [262]

    Bu Ayetin İşaret Elliği Gerçekler:

    Alimlerin, Allah'ın kitabını nnlnyan herkesin,onu açıklaması. İçindeki irinleri, siyasi, iktisadi, loplıınısal ve dini genel hükiimleıdeki sırlan orlaya dökmesi, bu sırların toplum yararıyla ilgili yönlerini açığa çıkarması gerekir. Alimlerin, çağdaş topluma uygun dinin, güzelliklerini insanlara çıkıp sun-maları yolunda Allah tarafından uyanlarak birbirleriyle yardımlaşıp fedakarca çalışmalarını ve zorluklara göğüs germelerini bekliyor, umuyoruz. Görevleri iki noktada toplanmaktadır:
    1- Hidayete, doğru yola gelerek İslama girsinler diye, müslüman olmayanlara İslâm gerçeğini açıklamak.
    2- Kur'an'ın hidayetine ersinler, O'nun gerçeğini anlasınlar, manevi hastalık, kötü ahlâk gibi bize zarar ve eziyet veren her şeyden tek kurtuluş yolunun İslâm olduğunu içten öğrensinler diye müslümanları gafletten uyandırma. Ey insanlar! Allah'a andolsun ki, kurtuluş ancak İslâm'dadır. İyilik, ancak Kur'an'dadır. Kur'an'ı öğrenin, anlayın, inceleyin ve öğretin ki dünya ve ahirette kurtuluşa erenlerden olasınız. Hazreti Ali (R.A.) nin şöyle dediği rivayet olunur: Cenab-ı Allah; bilginleri, ilim öğretmediler diye hesaba çek-meden, cahilleri, ilim öğrenmediler diye hesaba çekmez. [263]

    Allah'ı Anmak, Onun Yaratıkları Üzerinde Düşünmek

    190- Göklerin ve yerin yaratılışında, gece İle gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahihlerine şüphesiz deliller vardır.
    191- Onlar ayakta İken, otururken, yan yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: "Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru", derler.
    192- "Rabbimiz! Sen ateşe kimi sokarsan, onu şüphesiz rezil etmiş olursun, zulmedenlerin hiç yardımcıları yoktur."
    193- "Rabbimiz! Doğrusu biz 'Rabb'inize inanın' diye inanmaya ça ğıran bir çağmayı işittik de imân ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bize bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber al."
    194- "Rabbimiz! Peygamberlerinle vâdettiklerini bize ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Sen şüphesiz sözünden caymazsm."
    195- Rab'leri dualarını kabul etti: "Birbirinizden meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın olsun, iş yapanın işini boşa çıkarmam' Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, yolumda ezaya uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. And olsun ki, Allah katından bir nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacıı-ğim. Nimetin güzeli Allah katıntadır." [264]

    Bazı Kelimeler:

    Düzenliliğe ve sağlamlığa delalet eden takdir ve düzen.Üst tarafımızda bulunan gökler. Üzerinde yaşamakta olduğumuz yer küresi.Ayetler. Allah'ın varlığına, birliğine güç ve ilmine delalet eden işaretler.
    Akıllar. Sonuç vermeksizin, boşuna.,Allah'ım! Sana yaraşmayan sıfatlardan münezzehsin.Büyük günah. Bazıları, bunun insanla Allah arasında kalan günah olduğunu söylemişlerdir.Küçük günah. Bazıları bunun insanla halk arasında kalan günah olduğunu söylemişlerdir. [265]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    İmam Razi şöyle der: "Kur'an-t Kerim'in (dünyaya) gönderilmesinden maksat, kalbleri ve ruhları, yaratılmışlarla meşgul olmaktan çekip, insanları, tamamen hakkı tanımaya yöneltmektir. Kelâmı ispatlamak ve batıl dava pe-şinde koşanların şüphelerine cevap vermek için söz uzayınca;birliğin, ilahlığın, yüceliğin, üstünlüğün eksikliklerden münezzeh Allah.'a ait olduğunu hatırlatarak gönülleri ateşlemeye yöneldi." İmam Razi,böyle dedikten sonra zikredilen ayeti okudu. [266]

    Açıklama:

    Bu eşsiz ve sanatkârâne yaratılan evren nedir? Düzeni sağlam olan bu alem nedir? Bu gök ve içindeki benzersiz gariplikler nedir? Şu yıldızlara ve gezegenlere de ne oluyor? Şu güneş ve aydınlığın peşi sıra gelen ay, güneşin aydınlattığı zaman olan gündüz, ışığını çektiği zaman gece, gök ve onu kuran, yer ve onu döşeyen nedir? Kimdir? o, yerden suyu ve otları çıkardı. O'nda her türlü bitkiyi bitirdi. Onu sabit olarak yerleştirdi. Yeri yayarak içinden nehirler akıttı. Yeryüzünü aydınlattı. Şu geceyle gündüz ve dönmekte olan gezegenler nedir? Gece, bütün askerleriyle beraber çekip gidiyor. Gündüz de bütün İşaretleriyle gizleniyor. Sonra da çok geçmeden düzen ve sevinçle dünyaya geri geliyor. Bütün bunlar her şeyden haberdar olan, herşeyi gören, tedbiri sağlam olan, kudret sahibi, eşsiz bir idarecinin varlığım göstermiyor mu? Kaib gözü açık olanlar içîn bunda ayetler vardır!
    Hazret-i Aişe (R. Anha) den şöyle rivayet edilir: Resulullah (s.a.v.) bana dedi ki: "Ey Aişe! Bu gece Rabbime ibadet etmeme izin verir misin?" Ona, "Ya Resulullah sana yakın olmayı isterim. Ama dilediğini yapmanı da isterim. Sana izin verdim." dedim. Evdeki su kırbasının yanma gitti. Abdest aldi. Suyu fazla dökmedi. Sonra kalkıp namaz kıldı, ardı sıra Kur'an okudu. Ağlamaya başladı. Nihayet göz yaşlan, göğsünden aşağı süzüldü. Sonra otu-rup Allah’a Hamd’ü Sena’da bulundu. Ağlamaya başladı. Elleini kaldırdı(dua etti).Ağlamaya başladı. Öyle ki, gözyaşlarının yeri ıslattığını gördüm. Sabıılt namazının vakti geldiğini bildirmek ve ezan okumak için yanma Bilâl geldi. Ağladığını görünce ona, "Ya Resulullah! İşlediğin ve işleyeceğin günahları Allah bağışladığı halde, yine de ağlıyor musun?" dedi. Bilâî'e şöyle dedi: ".Ey Bilâl, şükredici bir kul olmıyayım mı ? Bana ne olmuş ki ağlamıyayım ? Allah bu gece ayetini İnzal buyurdu. Bu ayeti okuyup ta üzerinde düşünmeyenin vay haline!"
    Olgun akıl sahibleri, temiz ruh sahihleri yer ile göğe ve bu ikisi İçindeki varlıklara bakar; otururken, kalkarken, yatarken her hallerinde Allah'ı ve O-nun alemlere bağışladığı nimetleri anarlar. Kalblerİ huzur bulup yatışıncaya kadar Allah'ı anarlar. "Evet, bilin ki, Allah'ı anmakla kaîbler yatışır ve huzur bulur!' [267]
    Bunlar daha sonra O'nun eşsiz sanatlarını, yaratıklarının sırlarını, bu alemlerdeki faydalı şeyleri, hikmetleri ve sırlan düşünerek Allah'ı anmaya de-vam ederler. Evet bu sırlarla hikmetler, O'nun ilminin olgunluğuna, kudreti-nin tamlığma, zat, sıfat ve fiillerde büyüklüğüne delâlet eder. Maksat, Allah'ın zatı üzerinde değil de yaratıkları üzerine düşünmektir. Hadis-i Şerifte buyurulmuştur ki: "Yaratıklar üzerinde düşünün. Yaratıcı üzerinde düşünmeyin." Tefekkür etmekle birlikte Allah'ı çokça zikredin. Sabah akşam O'nu teşbih edin. Tefekkür ve zikri bir arada yapanların halleri kim bilir nice olacaktır? Dilleriyle söylerler. Kalblerİ de korkuyla Ümid arasındadır. Rabbimiz sen bu evreni boşuna yaratmadın. Bu yaratıkları gayesiz olarak yaratmadın. Aksine, bu yaratıkların bir sonu olacaktır. İtaatkârlarla âsiler, yaptıklarının karşılığını alacaklardır, iyilik işlemişse iyilik, kötülük işlemişse kötülük görecektir. Madem ki böyledir, ey Rabbimiz! Bizi koru. Yardım ve inayetinle ateşin azabını bizden başka tarafa çevir. Ey merhametlilerin merhametlisi! Kendi rahmet ve hidayetinle bizi iyi insanlarla beraber eyle.
    Ahiret hayatında kendilerini cehennem azabından koruması için Rable-rine dua etmiş olarak, düşünme ve zikir ile bu alemin hakikatine ve iç yüzüne kavuşup vakıf olduktan sonra, yalvarıp yakararak şöyle derler: Rabbimiz, sen ateşe soktuğun kimseyi küçültür ve rezil edersin. Zira sana isyan edeni sen aşağılar ve kahredersin. Nasıl etmezsin ki? Çünkü sen kendi kudretinin yetkinliği ve İrâdenin büyüklüğü önünde, bu alemi,boyun büküp teslim olan ve emre hazır bekleyen bir varlık kılmışsın.-Sana düşmanlık eden kimse, senden kurtulmak için yine sana sığınacaktır. Onun şefaatçisi veya yardımcısı yoktur. Zalimlere yardım edecek biri yoktur! Cehennemlikler zulmettikleri ve belirlenen sınırı aştıkları İçin bu azaba müstahak olmuş olarak nitelendirilmişlerdir. Evren ve evrendeki şeyler üzerinde sağlıklı düşünüp tefekkür etmenin sonucu işte budur.
    İşi!meye gelince:, onlar şerefli peygamberlerin çağırışını duyduklarında şöyle dediler: Rabbiıniz! Biz imana çağıran ve 'Rabbimize İman edin, peygam-berliğimi onaylayın' diye çağrıda bulunan birini işittik. Böyle dedikten sonra beklemediler. Aksine hızlanıp o çağrı yapan kişiye, onun peygamberliğine ve ona indirilmiş olan Kitab'a iman ettiler. Olgun ve kesin bir inanca dayaiı,kalpten imanın eseri olarak şöyle dediler: Rabbimiz! Senin emrine karşı gelerek işlediğimiz günahlarımızı bağışla. îman İle dolan kalbin sahibi, günahlarından ve hatalarından dolayı korku hisseder. Allah'tan günahlarını örtüp bağışlamasını diler. İyilerin yaptığı iyilikler, Allah'a çok yakın olan kişilerin yaptığı kötülükler mesabesindedir. Bazı kimseler, 'zenb' kelimesinin büyük günah anlamına geldiğini, 'seyyie' kelimesinin de küçük günah anlamına geldiğini söylemişlerdir. Yine bazı kimseler, 'zenb' kelimesinin Allah'a ibadette yapılan kusur anlamına geldiğini, 'seyyie' kelimesinin de kul haklarında ve insanların birbirleriyle olan işlerinde yapılan kusur anlamına geldiğini söylemişlerdir.
    Rabbimiz! Bizi ihlash kullarından olan iyi ve temiz kimselerle birlikte bu dünyadan göçür. Sen, sözünü yerine getirensin. Güzel ecirler verirsin. Dün-yada zafer bağışlarsın. Peygamberlerini onaylayıp yollarından yürüdüklerine karşılık olarak, ahirette mü'minlere nimet ve mükafat verirsin. Bizi rezil rüsvay etme. Sırların açığa çıktığı, örtü ve perdelerin ortadan kalktığı günde sırlarımızı açığa vurma. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen sözünden dönmezsin. "Allah, mü'min erkeklerle mü'min kadınlara, altından ırmaklar akan cennetler va'detmişüf.' Nihayet Rableri onların dualarını kabul ederek, kadın olsun erkek olsun, herkesin amelinin karşılığını eksiksiz olarak vereceğini söyledi. O'nun yanında kadın ile erkek arasında bu bakımdan fark yoktur. îşin karşılığını eşit ve tam olarak ödemek, adaletinin gereğidir. Bu mükâfat başka bir şeye göre değil de, sadece yapılan işe göre takdir edilir. "Ey Fatıma çalış (salih amel işle). Allah'a karşı ben sana asla bir fayda sağlayamam." (Hadis-i şerif) Erkekle kadın arasında fark yoktur. Hepiniz birbirinizden türemişsiniz. Erkek kadından kadın da erkekten doğmuştur. Çünkü insanların hepsi Ademdendir. Adem ise topraktandır.
    Bu hüküm verildikten sonra nedeni de açıklanıyor. Bunda bir gariplik yoktur. Allah ve Resulünü hoşnud etmek için yurtlarından göç edip malları-nı, çocuklarını ve yurtlarını terkeden, ya da vatanlarından zorla çıkarılan, benim yolumda rızamı kazanmak amacıyla eziyete katlanan, savaşan, öldü-rülen kimselerin günahlarını örtecek, onları,altından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Orada temelli kalacaklardır. Allah kendi katından bir sevap olarak onlara bu mükâfatı bağışlamıştır. Büyük kurtuluş İşte budur. Sevabın en güzeli Allah katmdadir. Kur'an-ı Kerim bu büyük Ödülü hicret, savaş ve Allah yolunda eziyete katlanmaya bağladığına göre, önce söylemiş olduğu-muz şu sözümüzü tekrar vurgulamamız mümkün olacaktır. Mükâfatın ne-deni, yapılan iştir. Kadınla erkek arasında fark yoktur. Ancak yapılan ihlaslı işlerle ihlassız İşler arasında fark vardır.
    Özet: Allah, İyi amel işleyenlere üç şeyi va'd etmiştir.
    1- "Günahlarımızı bağışla ve kötülüklerimizi ört" demelerine karşılık olarak günahları bağışlanacak ve kötülükleri silinecek. "Onların kötülüklerini elbette örteceğim"
    2- "Kıyamet günü bizi rezil etme" diye istekte bulunmalarına karşılık olarak bu sevap, güzelleştirme ve bol nimetle birleştirilmiştir.
    3- Büyük sevap verilecektir. "Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım." Bu, onların şu sözleriyle yapmış oldukları taleplerdir: "Pey-gamberlerinin bize va'dettiklerini ver." [268]

    Ayetten Çıkarılacak Hükümler:

    a- Mükâfat, başka bir şeye değil, sadece işlenen amele bağlıdır.
    b- İslâmiyet, amel ve sevap bakımından kadınla erkek arasındaki farkları ortadan kaldırmıştır. Kadına değer veren, kadın haklarım tanıyan ilk din İslâm'dır. Hakkım yok ederek kadını erkeğin yan değerinde bir varlık olarak görmemiştir. Tam tersine kadın, kocasının veya kardeşinin yanında değer ta-şımaktadır. [269]

    Mü'minler, Kâfirler Ve Amellerinin Karşılığı

    196-197- İnkâr edenlerin, diyar diyar gezip refah içinde dolaşması sakın ey Muhammed, seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların va-racakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır!
    198- Fakat Rab'lerinden sakınanlara, Allah katından konukluklar bulunan, içlerinde ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır. Allah katındaki şeyler, iyi olanlar için daha hayırlıdır.
    199- Kitâb ehlinden Allah'a, size İndirilene ve kendilerine indirilmiş olana —Allah'a huşu duyarak—inanıp, Allah'ın âyetlerini az bir değere de-ğişmeyenler vardır. İşte onların ecirleri Rab'lerinin katmdadır. Şüphesiz Al-lah'ın hesabı çabuktur.
    200- Ey İnananlar! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihâda hazır bulunun; Allah'a karşı gelmekten sakının ki, başarıya erişenlesiniz. [270]

    Bazı Kelimeler:

    Seni aldatmasın, 'Ğarre' uyanık iken aldanmaktır. Ticaret ve kazanç tasarrufunda bulunmaları.Sahibinin, kendisiyle geçindiği şey. "Azlık" İle nitelenmiştir. Çünkü kendisinden yararlanma süresi azdır. Geçicidir. Geçici olan her şey azdır. Ahirette, kâfirlerin ceza gördükleri yer.Yatak gibi hazırlanmış, üzerine basılan yer. Kâfirleri küçültmek gayesiyle cehenneme bu isim takılmıştır.'Bârr1 kelimesinin çoğuludur. 'Bârr' fazla derecede takvalı kimse demektir.Huşu edenler, Huşu teslimiyet. Boyun bükme.Dini emir ve yükümlülüklere uymak, başınıza gelen musibetlere göğüs germek için kendinizi tutun.Savaştaki zorluklara katlanma hususunda kâfirlerle sabır yarışma girin ve onları geride bırakın. Sınır boylarında durun. Oraları koruyun.Kurtuluş demektir. [271]

    Önceki Ayetlerle İlişkisi:

    İmam Razi şöyle der: Bil ki, Cenab-ı Allah mü'minlere büyük sevap vadetti. Dünyadayken onlar son derece yoksulluk ve sıkıntı içindeydiler. Kafir-lerse nimetler içinde yüzüyorlardı. Bu ayette Cenab-ı Allah onları bu zorluklara karşı teselli edici, sabra davcL edici şeyleri anlallt. Mü'nıİnlcrİn ve kâfirlerin amellerine ahirette verilecek cezalan açıkladı. Dünya ve dünyevi nimetler sonludur, geçicidir. Bu surenin baştan sona mal sevgisi ve bu sevginin, dünya kurulandan bu zamana dek peygamberlerin ümmetlerine, Bedir ve Uhud savaşlarında mü'minlere olan etkisinden sözettiğini unutma. [272]

    Açıklama:

    Şu kâfirlerin kazanç ve ticaret için diyar diyar dolaştıklarım görmen, seni aldatmasın. Bu, geçici ve eninde sonunda yok olacak bir geçimdir. Geçici ve yok olucu olan her şey azdır. Bu gibi şeylere iltifat edilmez, bel bağian-maz. Onların yerleri ve son duraklan cehennemdir. Kendileri için yatak olarak hazırladıkları yer ne kötüdür! Orasını kendi elleriyle hazırladılar. Dolayısıyla Allah'ın ebedi gazabını hak ettiler. Allah dilemedikçe bu gazabın sonu olmayacaktır.
    Rivayet olunduğuna göre bazı mü'minler, "Bizler açlık ve yorgunluktan ölmek üzere olduğumuz halde, bazı Allah düşmanlarının nimet ve bolluk içinde olduklarını görüyorsunuz" demeleri üzerine yukarıdaki ayet nazil olmuştu. Cenab-ı Allah, kâfirlerin hallerini ve akibetlerini açıkladıktan sonra, mü'min-îerin dünya ve ahiretteki hallerini açıkladı ki, mü'minlerle kâfirlerin durumları arasındaki fark ortaya çıksın ve müslümanlar da hiçbir şeyde mağdur bırakılmadıklarını anlasınlar. İbadet ederek, yasaklardan uzak durarak Rable-rinden sakınan kimseler için cennet vardır. O cennetlerin altlarından ırmaklar akar. Oradaki yiyecekler daimîdir. Gölgesi de öyle. Rabblerine karşı gelmekten sakınanların ödülü budur. Kâfirlerin akibeti ise cehennem ateşidir. Takva sahibi kimseler için, Allah katındaki şeyler elbette daha hayırlıdır. Onlar, ihlâslı olarak iyilik işlemişlerdir. Kendileri için Allah katında hazırlanmış olan ödülden daha iyi ne vardır? Takva sahibi mü'minler için iyi bîr son hazırlanmıştır. Kâfirler için hazırlanmış olan akibetse kötüdür. "İman edip salih amel işleyenlere gelince, onlar için firdevs cennetleri bir konukluk olmuştur!' [273], Ayet-i kerimede 'Bir konukluk' demekle Cenab-ı Allah, müminin ahirette bir misafir gibi ağırlanacağına işaret etmektedir. Kerem sahibi Allah, nimetini bol bol verecektir. En büyük hükümdar olan Allah'ın gücü her şeye yeter. Allah tarafından misafir edileceklerine göre mü'minlerin sa-hib oldukları şerefi siz takdir edin.
    Kâfir olarak ölen ve inatlarında ısrar eden kâfirlerin durumunu öğrenmiş bulunmaktayız. Yahudi İken İslama giren Abdullah bin Selâm veya Necran Hırİstiyanlanndan müslümanhğa giren veya İslâmın şerefiyle şereflenen Habeş kralı Necati gibi kimselerin durumunu da ayet-i kerime de almaktadır. Ehl-İ Kitab'dan öylesi vardır ki, içinde münafıklık ve şüphe olmadan halis ve gerçek bir şekilde Allah'a iman etmiştir. Rablerİ katında onlar İçin tam bir mükâfat vardır. Cenab-ı Allah onları şu vasıflarla nitelemiştir;
    1- İhlâs ve dürüstlükle Allah'a iman etmek.
    2- Üzerinize indirilen Kur'an'a iman etmek. Kuşkusuz o, İslâmm esasıdır. O, şüphe ve çarpıtma içermeyen bir gerçektir.
    3- Ehl-i Kitab'a indirilen Tevrat ile İncil'e, içinde çarpıtma bulunsa bile iman etmek. Yani bunlar, ruhları temiz ve saf olduğu için ona iman ederler. Gerçek bir inançla semavi kitaplara iman edip inadı; çekememezliği, kini, Allah'a karşı iftira etmeyi terkeden kimse, mutlaka Kur'an'a ve Peygamber (s.a.v.) e de iman edecektir.
    4- Allah'a teslim olup boyun eğmek. Gerçek imanın meyvesi budur. Kişinin kalbi Allah'a teslim olup O'nun korkusuyla dolup taşarsa, diğer bütün organları da Allah'a teslim olur. "Dikkat edin bedende bir et parçası vardır. O iyi olursa bedenin tamamı iyi olur. Dikkat edin, o (et parçası) kalbdir" [274] Kalbe hidayet yerleşirse, organlar da ibadete istekli olurlar.
    5- Onlar bu sıfatlara toptan sahip olurlarsa, Allah'ın ayetlerini, geçici dünya malmdan az bir değer karşılığında satmaları artık İmkânsız olur. Bu anlatılan vasıflarla nitelenenler, olgunluk mertebelerinde pek ilenlere gitmiş olurlar. Onlar için tam bir mükâfat vardır. Bu mükâfat, kimin yanındadır, bilir misiniz? Kendilerini doğru yola eriştiren, rızasına uygun hareketleri yap-masına yardım eden, kendilerine dostluk edip himaye eden Rablerinin yanın-dadır. Onların mükafatlarım iki kez verecektir. Rahmetinden onlara iki pay verecektir. Allah, hesabı çabuk görendir. Herkesi hesaba çeker. Göz açıp ka-payıncaya kadar olandan daha az bir süre içinde herkese amelinin karşılığını verir. Cenab-ı Allah, sureyi, mü'minlere dünya ve ahirette yararlı olacak şu değerli öğütle sona erdirmektedir: Ey iman edenler! Dinin getirdiği yüküm-lülüklere, başınıza gelen musibetlere, karşılaştığınız sıkıntılara sabredin. Kâ-firlerle sabır yarışına girin ve bu yarışta onları geride bırakın. Böylece sava-şın sıkıntı ve zorluklarına daha çok tahammül edersiniz. Öneminden ötürü burada özellikle sabır yarışından söz edilmiştir. Sınır boylarında özellikle atlı süvariler olarak ve her çağa göre kâfirlerin gücüyle orantılı araçlarla nöbet tutun. Allah'a karşı gelmekten sakının, O'ndan korkun, O'na karşı tedbirli olun, gizli ve açık her yerde O'nu her an yanıbaşımızdaymiş gibi hissedin ki, kurtuluşa eresiniz. Şüphesiz kendini bu şekilde feda ederek gayret gösteren kimse kurtuluşu ümid etmelidir. Sabretmek, kâfirlerle sabır yarışına girmek, düşmanları mağlup etmek, dünya ve ahiret kurtuluşudur. Bu da hak ve ada-Icii uyakla iııiııuık, Allah'ın kelimesini yüceltmek amacıyla olur, Allah hepi-mizin İyilik ve kurtuluşa ermesine yardımcı olsun.
    Bu, "AI-i İmrân" suresi idi. Burada inançları konusunda ehl-î Kitap'la, özellikle Hıristiyanlarla tartışarak sağlam bîr İslâm akidesini oluşturmaktan başka bir şey gördün mü? Yine burada savaşta ve barışta müslüman bireyi ve müslüman toplumu oluşturmaktan başka bir şey gördün mü? Doğrusu Allah bilir ya, bu surede bunlardan başka bir şey anlatılmadı. [275]

      Forum Saati C.tesi Eyl. 21, 2024 11:42 am