Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Perş. Mayıs 06, 2010 12:26 pm

    Rahman ve Rahim olan Allah (c.c)’in adıyla
    Tevhidin asli, buna iman etmenin en doğru yolu sudur: Allah (c.c)’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayrın ve serin Allah (c.c)’tan olduğuna,hesap, mizan, cennet ve cehenneme inandım, bunların hepsi de haktir, demek gerekir.
    Yüce Allah (c.c), şayi yönüyle değil, ortağı olmaması yönüyle birdir.O, doğurmamış ve doğrulmamıştır. O’na hiçbir şey denk değildir. O Yarattıklarından hiç birine benzemez,isimleri,zati ve fiili sıfatıyla Daima var olmuş ve var olacaktır.
    Allah (c.c)’in zati sıfatları: hayat, ilim, semi, basar ve irade Sıfatlarıdır, Fiili sıfatlar ise,tahkik(yaratma),tercik(rızık verme),inşa(yapma), ibda(örneksiz yaratma), ve sun' (sanatla yaratma) ve diğer fiili sıfatlardır.
    Allah (c.c), sıfatları ve isimleri ile var olmuş ve var olacaktır. O’nun İsim ve sıfatlarından hiçbiri sonradan olma değildir. O ilmiyle daima bilir, ilim O’nun ezelde sıfatıdır. O kudretiyle daima kadirdir, kudret O’nun ezelde sıfatıdır. Kelam ile konusur, kelam O’nun ezelde sıfatıdır. Yaratması ile daima haliktir, yaratmak O’nun ezelde sıfatıdır. Fiili ile daima faildir, fiil O’nun ezelde sıfatıdır. Fail Allah’tır, fiil ise O’nun ezelde sıfatıdır. Yapılan şey mahlûktur. Yüce Allah’ın fiili ise mahlûk değildir. Allah’ın ezeldeki sıfatları mahlûk ve sonradan olma değildir. Allah’ın sıfatlarının yaratılmış ve sonradan olduğunu söyleyen yahut tereddüt eden veya şüphe eden kimse Yüce Allah’ı inkar etmiş olur.
    Kur’an-ı Kerim, Allah (c.c) kelamı olup, Mushaflarda yazılı, kalplerde mahfuz, dil ile okunur ve Hz.Peygamber’e indirilmiştir. Bizim Kur’an-i Kerim’i telaffuzumuz, yazmamız ve okumamız mahlûktur fakat Kur’an mahlûk değildir. Allah’ın Kuran’da belirttiği Musa ve diğer Peygamberlerden, firavun ve iblis’ten naklen verdiği haberlerin hepsi Allah kelamıdır, onlardan haber vermektedir. Allah’ın kelamı mahlûk değildir, fakat Musa’nın ve diğer yaratılmışların kelamı mahlûktur. Kur’an ise Allah’ın kelamı olup, kadim ve ezelidir.
    Allah bir şey (varlık)’dır dır, fakat diğer şeyler gibi değildir. O’nun varlığı cisim, cevher, araz, had, zıt, es ve ortaktan uzaktır. O’nun Kur’an’da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır, Allah’ın Kur’an’da zikrettiği gibi el, yüz ve nefes gibi şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır. O’nun eli, kudreti veya nimetidir denilemez. Zira bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye ve Mutezile’nin görüşüdür. O’nun elinin, keyfiyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası da keyfiyetsiz sıfatlarından iki sıfattır.
    Allah, eşyayı bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan Önce, ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır. Allah’ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levh-i Mahfuz’daki yazısı olmadan, dünya ve ahir ette hiçbir şey vaki olmaz. Ancak onun Levh-i Mahfuz’daki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kaza, kader ve dilemek, O’nun nasıl olduğu bilinmeyen sıfatlarındandır. Allah, yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir, onun yarattığı zaman nasıl olacağını bilir, Var olanı, varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah ayakta duranın ayakta duruş halini, oturduğu zaman da oturuş halini bilir. Bütün bu durumlarda Allah’ın ilminde ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey hâsıl olmaz. Değişme ve ihtilaf, yaratılanlardan olur.
    Allah’ın “Allah Musa’ya hitap etti.” 130 ayetinde belirttiği gibi, Musa Allah’ın kelamını işitti. Şüphesiz ki Allah, Musa ile konuşmasından önce de, kelam sıfatı ile muttasıfı. Yüce Allah yaratmadan da ezelde yaratıcı idi. Allah, Musa’ya hitap ettiğinde, ezelde sıfatı olan kelamı ile konuştu. O’nun sıfatlarının hepsi, mahlûkların sıfatlarından başkadır. O bilir, fakat bizim işittiğimiz gibi değil. O kadirdir, fakat bizim gücümüzün yettiği gibi değil. Biz uzuvlar ve harflerle konuşuruz. Oysaki Allah, uzuvsuz ve harfsiz konuşur. Harfler mahlûktur, fakat Allah’ın kelamı mahlûk değildir.
    Allah insanları küfür ve imandan hali olarak yaratmış, sonra Onlara hitap ederek emretmiş ve nehyetmistir. Kâfir olan; Kendi fiili, hakkı inkâr ve reddetmesi ve Allah’ın yardımını kesmesiyle küfre sapmıştır. İman eden de kendi fiili, ikrarı, tasdiki ve Allah’ın muvaffakiyet ve yardımı ile iman etmiştir.
    Allah Âdem’in neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış, Onlara akil vermiş, hitap etmiş, imanı emredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar da onun Rab olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu, onların imanıdır. İste onlar bu fıtrat üzerine doğarlar. Bundan sonra küfre sapan bu fıtratı değiştirip bozmuş olur. İman ve tasdik eden de fıtratında sebat ve devam göstermiş olur.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty Geri: İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Perş. Mayıs 06, 2010 12:26 pm

    Allah, kullarının hiç birini iman veya küfre zorlamamış. Onları mü’min veya kâfir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür kulların fiilleridir. Allah, küfre sapanı, küfrü esnasında kâfir olarak bilir. O kimse daha sonra iman ederse, imanı halinde mü’min olarak bilir, ilmi ve sıfatı değişmeksizin onu sever.
    Kulların hareket ve sükûn gibi bütün fiilleri hakikaten kendi Kesbleri (kazançları)’dır dır. Onların yaratıcısı ise Yüce Allah’tır. Onların hepsi Allah’ın dilemesi, ilmi, hükmü ve kaderi ile olur.
    Taatlarin hepsi, Allah’ın emri, muhabbetti, rızası, ilmi, dilemesi, kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Masiyetlerin hepsi de Allah’ın ilmi, kazası, takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber, rızası ve emri değildir.
    Peygamberlerin hepsi de (salât ve selam olsun) küçük, büyük günah, küfür ve çirkin hallerden münezzehtir. Fakat onların sürçme ve hataları vaki olmuştur. Hz. Muhammed, Allah’ın sevgili kulu, resulü, nebisi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiçbir zaman puta tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allah’a ortak koşmamaktır. O, küçük büyük hiçbir günah işlememiştir.
    Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebu Bekir es-Sıddik, sonra Ömer el-Faruk, sonra Osman b. Affan Zu’n-Nureyn, daha sonra Aliyyu’l-Murtaza’dir. Allah hepsinden razı olsun. Onlar doğruluk üzere, doğruluktan ayrılmayan, ibadet eden kimselerdir. Hepsine sevgi ve saygı duyarız. Hz. Peygamber’in ashabının hepsini Sadece hayırla anarız.
    Bir Müslüman, helal saymaması şartıyla, büyük günahlardan birini işlemesi ile kâfir sayamayız. Bu durumdaki bir kimseden iman ismini kaldıramayız, ona gerçek anlamda mü’min deriz. Bir Mü’minin kâfir olmamakla beraber günahkâr olması caizdir.
    Günahlar, mü’mine zarar vermez demeyiz. Keza günah isleyen Kimse Cehennem’e girmez de demeyiz. Dünyadan mü’min olarak ayrılan kimse, fasık da olsa Cehennem’de ebedi kalacaktır, demeyiz.
    Mürcie’nin dediği gibi, iyiliklerimiz makbul, kötülüklerimiz de affedilmiştir, demeyiz. Fakat kim bütün şartlarına uygun, müfsit ayıplardan uzak amel işler ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü’min olarak ayrılırsa şüphesiz Allah onun amelini zayi etmez, bilakis kabul eder ve ondan dolayı sevap verir, deriz.
    Allah’a ortak koşmak ve küfür dışında, büyük ve küçük günah İsleyen, fakat tövbe etmeden mü’min olarak ölen kimsenin durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem’de azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba uğratmaz.
    Herhangi bir amele riya karıştığı zaman, o amelin ecrini yok eder. Keza ucüb(kendi amelini üstün görmek)de böyledir.
    Peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri haktir. Ancak Haberlerde belirtildiği üzere iblis, Firavun ve Deccal gibi Allah düşmanlarina ait olan, onların şimdiye kadar vukua geliş ve gelecek hallerine mucize de, keramet de demeyiz. Bu onların hacetlerini yerine getirmedir. Zira Allah, düşmanlarının ihtiyaçlarını, onları derece cezaya çekmek ve sonunda cezalandırmak seklinde yerine getirir. Onlar da bunu aldanarak azgınlık ve küfürde haddi asarlar. Bunların hepsi de caiz ve mümkündür.
    Yüce Allah yaratmadan önce de yaratıcı, rızık vermeden evvel de rızıklandırıcı idi. Allah ahirette görülecektir. Mü’minler Allah’ı cennette aralarında mesafe olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyetsiz olarak baş gözleriyle göreceklerdir.
    İman; dil ile ikrar kalb ile tasdiktir. Gökte ve yerde bulunanların imanı, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakin ve tasdik yönünden artar ve eksilir. Müminler iman ve tevhid hususunda birbirlerine müsavidirler. Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdırlar. İslam Allahın emirlerine teslim olmak ve itaat etmek demektir. Lügat itibariyle iman ve İslam arasında fark vardır. Fakat İslamsız iman imansız da İslam olmaz. Onların ikisi de bir şeyin içi ve dişi gibidirler. Din ise; iman ve şeriatların hepsine verilen bir isimdir.Biz, Yüce Allaha kendisini kitabında tavsif ettiği bütün sıfatlarıyla gerçek olarak biliriz. Hiç kimse Allahın şanına layık şekilde hakkıyla ibadet etmeğe kadir değildir. Fakat insan ancak Allahın kitabında, Rasulullahın bildirdiği ölçüde Allaha ibadet eder.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty Geri: İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Perş. Mayıs 06, 2010 12:26 pm

    Bütün müminler; marifet yakin, tevekkül, muhabbet, rıza, korku ve ümit ve iman hususunda birbirlerine müsavidirler. Bu konuda imanın dışındaki hususlarda farklılaşırlar.
    Allah, kullarına karsı lütufkârdır, adildir, kulun hak ettiği sevabı lütfüyle kat kat fazlasıyla verir. Kulunu, adaletinin icabı olarak işlediği günahtan dolayı cezalandırır. Keza lütuf olarak bağışlar da.
    Peygamberlerin şefaati haktir. Peygamberimizin şefaati, günahkâr müminler ve onlardan büyük günah isleyip cezayı hak etmiş olanlar için hakk ve sabittir.
    Hz. Muhammed cahiliye düzenini yıkmakla işe başladı. İlk önce "La ilahe illallah" düsturu ile kalpleri cahiliye pisliklerinden arındırdı. Çünkü tarih boyunca bütün kötülüklerin anası cahili düzen ve yapılanmalar olmuştur. Kötülüklerin anasını ortadan kaldırmadan kötülükten kurtulmak mümkün değildir. Bu nedenle diyoruz ki; Hz. Muhammed bir statükocu değildi. Cahiliye düzenini sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda yerle bir etmiş, kökünden devirmişti. Nitekim Veda Hutbesinde bütün beşeriyete karsı şöyle sesleniyordu:
    "DİKKAT EDİN! BÜTÜN CAHİLİYE EMİRLERİ (KANUNLARI, YASALARI, HÜKÜMLERİ) AYAKLARIMIN ALTINDADIR VE HEPSİ DE AYAKLARIMIN ALTINDADIR VE HEPSİ DE KALDIRILMISTIR." Görüldüğü gibi Hz. Muhammed ve kendisine inananlar cahiliye düzenini ayaklar altında çiğnetmişlerdir. Esasen islama teslim olmak; bütün beşeri rejimleri ayaklar altına almayı zaruri kılar...
    Takva sahibi olmanın alameti, ihrama girenin ihram halinde kendisine kelamdan menettiği gibi kelamdan nefsini menetmektir. Ve "Takva sahibi şeriat-i islamiyeyi iyice bilmek zorundadır. Aksi halde farkında olmadan takvadan çıkar"
    Tarih boyunca tüm peygamberlerin ilk vazifesi inanç inkılâbını gerçekleştirmek olmuştur. İnanç inkılâbı gerçekleşinceye kadar ahkâmların tatbikatı ertelenebilir. Çünkü tevhitsiz ahkâmların tatbikatı; hem insanin fıtratına yükletilen bir güç ve hem de işlenen en büyük suçtur.
    Kıyamet günü amellerin mizanla tartılacağı hususu haktır. Hz. Peygamberin havzu haktır. Kıyamet günü, hasımlar arasında iyilikler, alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktir. İyilikler bulunmadığı takdirde kötülüklerin atılması, hak ve caizdir.
    Cennet ve cehennem halen yaratılmıştır, ebediyen de fani olmayacaklardır. Huriler ebediyyen ölmezler. Yüce Allahın cezası da, sevabı da ebedidir.
    Allah dilediğini kendisinin bir lütfü olarak hidayete ulaştırır. Dilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Allahın sapıklığa düşürmesi, hizlanidir. Hizlaninin manası ise; Allahın razı olacağı şeylerden onun muvaffak kılmayıp, yardımını kesmesidir. Bu Allahın adaleti gereğidir. Keza, Allahın günahkârları, isyanları sebebiyle cezalandırması da adaleti icabıdır.
    Şeytan, mümin kuldan imanı baskı ve cebirle alır, dememiz doğru değildir. Fakat kul imanı terk ederse şeytan da onun imanını alır, deriz.
    Kabirde Münkerle Nekirin sualleri haktir. Kabirde ruhun cesede iade edilmesi haktir. Bütün kâfirler ve asi müminler için kabir sıkıntısı ve azabı haktir.
    Âlimlerin, Allahın sıfatlarını farsça(Arapçadan baksa bir dille) söylemeleri caizdir. Fakat Yed yani el kelimesi, Allahın sıfatı olarak söylenemez. Fakat Farsça olarak Ruy-i Huda Allahın yüzü demek değil, keramet ve zillet manasındadır. İtaatli olarak kul, Allaha keyfiyetsiz olarak, asi kul ise keyfiyetsiz olarak Allahtan uzak olur. Yakinlik, uzaklık ve yönelmek yalvaran kula racidir. Keza, cennette komşuluk ve Allahın önünde bulunmak, keyfiyetsiz şeylerdir.
    Kuran Allahın resulüne indirilmiş olup, Mushaflarda yazılıdır. Kemal manasında Kuran ayetlerinin hepside fazilet ve büyüklük bakımından Birbirine müsavidir. Fakat bazısında zikir ve zikredilen fazileti bahis konusudur. ayetül kürsi buna misaldir. Burada zikredilen Allahın yüceliği, azameti ve sıfatlarıdır. Bu ayette hem zikir, hem de zikredilenin fazileti olarak, iki fazilet bir araya gelmiştir. Bu kısımda ise sadece zikir fazileti vardır. Kâfirlerin kıssalarında olduğu gibi, bu ayetlerde zikredilenin bir fazileti yoktur, Çünkü zikredilenler kâfirlerdir. Keza Allahın isim ve sıfatlarının hepsi de azamet ve fazilette müsavidir, aralarında farklılık yoktur.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty Geri: İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Perş. Mayıs 06, 2010 12:26 pm

    Hz. Peygamberin anne ve babası İslam gelmeden önce öldüler. Kasım, Tahir ve İbrahim Allah resulünün oğulları, Fatima, Rukiyye, Zeyneb ve Ümmügülsüm de kızlarıydılar.
    İnsan tevhid ilminin inceliklerinden herhangi birinde güçlükle karsilasirsa, sorup öğreneceği bir âlim buluncaya kadar, Allah katında doğru olana inanması gerekir. Böyle bir kimseyi arayıp bulmakta gecikmesi doğru değildir. Bu hususta tereddüt edilerek beklemek mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek beklerse kâfir olur.
    Miraç haberi haktır. Onu reddeden sapık ve bidatçi olur. Deccalın, yecüc ve mecücün ortaya çıkması, güneşin batıdan dogması, Hz.İsa'nin gökten inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alametlerinin hepsi de haktir.
    Yüce Allah en dilediğini doğru yola hidayet eder.
    "Her çağa ait bir medeniyet O çağın güç kaynaklarına hâkim olmuş ve onları üretip geliştiren toplumlar ve milletler tarafından kurulabilir" işte İslam medeniyeti içerisinde bu vazifeyi hakkıyla ifa etmiş olan kutlu zincirin bir halkası olan İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin İslam Akaidi yani Müslüman’ın inanç boyutunu izah eden bu kısa ama öz, yüzlerce sayfa ile şerh edilen “Fikh-ul Ebsat” adlı eserini sizlere sunuyor ve dualarınızı bekliyoruz... Hakikat şu ki İtikadi mevzularda cehalet Hak Teâlâ indinde mazeret değildir onun için dünyaya geliş gayesinin anahtarı hakkıyla kulluk etmekse hakkıyla kulluğun bası hakkıyla imandır neye nasıl ve neden inanacağını bilmeyenler hayatlarının gayelerini de bilemeyeceklerdir.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty Geri: İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Salı Mayıs 18, 2010 3:55 pm

    Hamd Âlemlerin Rabbına, Salât ve Selâm Efendimiz, Hz. Muhammed ve O'nun Âl ve Ashabına..


    İmam Ebû Bekr Muhammed b. Muhammed el-Kâşânî, Ebû Bekr Alâu'd-Din Muhammed b. Ahmed
    es-Semerkandî'den rivayet etti. Bize Ebû'l-Muin Meymun b. Muhammed en-Mekhûlî
    en-Nesefi, ona el-Fadl lakaplı, Ebû Abdillah el-Hüseyn b. Ali el-Kaşgarî, ona
    Ebû Mâlik Nasrân b. Nasr el-Huttelî, ona Ali b. el-Hasen b. Muhammed el-Gazzâl,
    ona Ebû'l-Hasen Ali b. Ahmed el-Fârisî, ona Nusayr b. Yahya el-Fakih haber
    verdi. Şöyle dedi: Ebû Muti Hakem b. Abdillah el-Belhi'nin şöyle söylediğini
    işittim: Ebû Hanîfe'ye (r.a.) fıkhı ekberi sordum, şöyle dedi:



    Ehl-i kıbleden olan bir kimseyi herhangi bir günahla tekfir etmemen, kimseyi imandan
    uzaklaştırmaman, marufu emredip münkerden sakındırman, senin için takdir olunan
    şeyin sana mutlaka isabet edeceğini, senin için takdir olunmayanın da sana
    isabet etmeyeciğini bilmen, Hz. Peygamber'in ashabından hiçbiri ile ilgini
    kesmemen, birini sevip diğerini sevmemezlik etmemen, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin
    durumunu Allah'a havale etmendir.



    Ebû Hanîfe (r.a.) şöyle dedi: Dinde fıkıh, ahkâmda fıkıhtan daha üstündür. Kişinin
    nasıl ibâdet edeceğini öğrenmeye çalışması, kendisi için birçok ilmi
    toplamasından daha hayırlıdır.



    Ebû Muti şöyle dedi: Bana dinin en faziletlisini haber ver, dedim. Ebû Hanîfe şöyle
    dedi:



    -Fıkhın en faziletlisi, kişinin Yüce Allah'a îmanı, şerâyi, sünnetler, hadler, ümmetin
    ittifak ve ihtilafını bilmesidir.



    Ebû Muti: Îmanın ne olduğunu bana açıklayın.


    Ebû Hanîfe: Bana Alkame b. Mürsed, Yahya b. Ya'mur'dan rivayet etti ve şöyle dedi:
    İbnu Ömer'e, bana din nedir, haber ver dedim. O da îmana sarıl ve onu öğren,
    dedi. Ben îman nedir, bana öğret, dedim. Şöyle dedi: "...elimi tuttu ve
    beni yaşlı bir zata götürdü. Yanına oturttu ve şöyle söyledi: Bana îmanın ne
    olduğunu soruyor diyerek, bu zatın Hz. Peygamberle birlikte Bedir Savaşı'na
    katılanlardan olduğunu söyledi. İbnu Ömer şöyle devam etti: Ben Hz.
    Peygamber'in yanında idim, bu zat da beraberdi. Birden karşımıza, güzel saçlı,
    sarık giymiş, çölde yaşadığını zannettiğimiz bir adam çıkageldi. İnsanların
    arasından geçerek Hz. Peygamber'in (s. a.) önünde durdu-Ey Allah'ın elçisi,
    îman nedir? diye sordu. Hz. Peygamber de:



    -Îman, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehadet
    etmen, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe,
    kadere, hayır ve şerrin Yüce Allah'tan olduğuna inanmandır,
    buyurdu. O zat buna karşı
    :


    -Doğru söyledin, dedi.


    Biz çöl insanlarının câhil olmaları dolayısıyla onun Hz. Peygamberin sözlerini
    tasdik etmesine hayret ettik. Bu zat daha sonra:



    -Ey Allah'ın Resulü, İslâm'ın şeâiri (alâmetleri) nedir? diye sordu. Bunun üzerine
    Hz. Peygamber:



    -Namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak, gücü yeten kimse için hacca
    gitmek ve cünüplükten dolayı gusl etmektir, buyurdu. Bunun üzerine o zat:



    -Doğru söyledin, dedi.


    Biz, sanki sorduğunu biliyormuşçasına Hz. Peygamberi tasdik etmesine şaşırdık. O zat
    daha sonra:



    -Ey Allah'ın Resulü, ihsan nedir? diye sordu. Hz. Peygamber de:


    -İhsan, Allah'ı görürcesine O'na ibâdet etmendir. Sen O'nu görmesen bile, O seni görür,
    buyurdu. O zat:



    -Doğru söyledin, dedi ve devamla kıyametin ne zaman kopacağını sordu. Bunun üzerine
    Hz. Peygamber:


    -Bu hususta sorulan, sorandan daha bilgili değildir, buyurdu. O zat daha sonra
    ayağa kalktı, insanların ortasına gelince, onu bir daha göremedik. Hz.
    Peygamber şöyle dedi:



    -Bu gelen Cebrail idi, size dininizden bilmeniz gereken şeyleri öğretmek için
    geldi. (el-Buharî, îman 37; Müslim, îman 57; Ibn Hanbel, Müsned 1/37, 51, 53.)


    En son Admin tarafından Salı Mayıs 18, 2010 4:22 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty Geri: İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Salı Mayıs 18, 2010 3:56 pm

    Ebû Muti: Ebû Hanîfe'ye, buna kesin olarak inanan ve ikrar eden mü'min midir? diye
    sordum. Şöyle dedi:



    -Evet,bunu ikrar edince, İslâm'ın bütününü ikrar etmiş olur ve o kimse mü'mindir.


    -Eğer Allah'ın halkettiklerinden bir şeyi inkâr edip, "bilmem ki bunun
    yaratıcısı kim?" derse ne olur, diye sordum Şöyle dedi:



    -O kimse, "Allah her şeyin halikıdır..."(el-En’am,103) âyetinden
    dolayı kâfir olur. Sanki o kimse, o şeyin Allah'tan başka yaratıcısı vardır,
    demiştir. Keza "Allah'ın bana namaz, oruç ve zekâtı farz kıldığını
    bilmiyorum," dese yine kâfir olur. Çünkü Allah "Namazı dosdoğru
    kılın, zekâtı
    verin."(el-Bakara,43,83,110) ve "Sizin
    üzerinize oruç farz kılındı.."(el-Bakara,178), «Akşama girerken de, sabaha
    ererken de, Allah'ı tenzih edin."(er-Rum,17,18)
    buyurmuştur. Eğer o
    kimse "ben bu âyete inanıyorum, fakat te'vil ve tefsirini bilmiyorum"
    derse kâfir olmaz. Çünkü o kimse âyetin Allah tarafından indirildiğine îman
    etmiş ve fakat tefsirinde hata etmiştir.



    -Şirk diyarında bulunan. İslâm'ı mücmel olarak kabul eden, farzları ve amelleri
    bilmeyen, kitabı ve İslâm'ın icaplarını ikrar etmediği halde Allah'ı ve îmanı
    kabul eden, fakat îmanın icaplarını ikrar etmeyerek ölen kimse mü'min midir?
    diye sordum.



    -Evet,dedi. Ben de:


    -Eğer îmanı kabulden başka bir şey bilmez, amel etmez ve ölürse? diye sordum.


    -O,mü'mindir, dedi.


    -Bana îmanın ne olduğunu açıklayın, dedim. Şöyle dedi:


    -Îman, Allah'tan başka ilâh olmadığına, O'nun bir olup
    şeriki bulunmadığına, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, cennetine,
    cehennemine, kıyamete, hayır ve şerrine, hiçbir kimseye kendi amelini yaratma
    gücünün verilmediğine, insanların kendisi için yaratıldıkları sonuca ve ilâhi
    takdirin cereyan ettiği şeye intikal edeceklerine şahitlik etmendir, dedi.



    -Eğer bunun hepsini kabul eder ve fakat "Dileyen îman etsin, dileyen kâfir
    olsun."âyetinden dolayı dilemek bana aittir, istersem îman ederim,
    istersem îman etmem, derse ne olur? diye sordum. Ebû Hanîfe şöyle dedi:



    -O kimse iddiasında yalancıdır. Allah'ın "Gerçekten Kur'ân bir öğüttür.
    Kim dilerse ondan öğüt alır. Ancak Allah'ın dilediği kimse
    öğütlenir."(el-Müddesir,54,56), "Siz, Allah dilemedikçe birşey
    dileyemezsiniz."(el-İnsan,30)
    âyetlerini görmüyor musun? "Dileyen
    îman etsin, dileyen kâfir olsun."el-Kehf,29)
    âyeti vaid (tehdid)
    içindir. O kimse bu sözü ile âyeti reddetmediği için kâfir olmamıştır. Ancak
    âyetin tenzilini reddetmemiş fakat te'vilinde hata etmiştir.



    -Bir kimse, bana isabet eden bir musibetle Allah beni müptela mı kılmıştır, yoksa
    onu ben mi iktisap etmişimdir? O musibet Allah'ın beni müptela kıldığı
    şeylerden değildir, derse kâfir olur mu? diye sordum. Ebû Hanîfe:



    -Hayır,dedi.


    -Niçin?diye sordum.


    -Çünkü Allah "Sana isabet eden iyilik Allah'tandır. Sana isabet eden kötülük
    de nefsindendir."(en-Nisa,79)
    buyurur. Yani kötülük, günahın
    sebebiyledir, ben de onu günahın sebebiyle sana takdir ettim, demektir. Keza
    Yüce Allah şöyle buyurur: "Size isabet eden her musibet, ellerinizle
    işledikleriniz yüzündendir."(eş-Şura,30)
    Yani günahlarınız
    sebebiyledir. Keza "O dilediğini dalalette bırakır, dilediğine hidayet eder."(en-Nahl,93)
    buyurur. Fakat o kimse te'vilde hata etmiştir. "Allah insan ile kalbi
    arasına girer."(el-Enfal,24)
    âyetinin mânâsı mü'minle küfür arasına,
    kâfirle iman arasına girer, demektir.



    Ebû Hanîfe (r. a.) şöyle dedi: Şüphesiz ki, kulun kendisiyle kötülüğü işlediği güç
    (istitâat), bizatihi kulun iyiliği işlemesi için de müsaittir. Kul, Allah'ın
    kendisinde meydana getirdiği, kötülükte değil, iyilikte kullanılmasını
    emrettiği istitâatı sarf ve tevcihinden dolayı ceza görecektir.



    -Eğer Allah kullarını günah işlemeye icbar ediyor, daha sonra onları günahtan dolayı
    cezalandırıyor, derse nasıl cevap veririz, diye sordum. Şöyle dedi:



    -O kimseye, "Kul kendisi için fayda veya zarar vermeye kadir olabilir
    mi?" diye sor. Eğer, "Hayır, çünkü onlar taat ve masiyet dışında
    kendileri için fayda ve zarar konusunda mecburdurlar," derse, ona
    "Allah şerri yarattı mı?" diye sor. O buna "evet" derse
    kendi iddiasından vazgeçmiş olur. Eğer "hayır" derse: De ki: "Yarattığı
    şeylerin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım."(el-Felak,1,2)
    âyetinden
    dolayı kâfir olur. Çünkü bu âyet, Allah'ın şerri yarattığım haber vermektedir.



    -Eğer,"Siz, Allah küfrü ve îmanı diledi demiyor musunuz?" der ve ona evet
    dersek, o yine Allah "O, takvaya lâyık olan, mağfirete ehil
    olandır"(el-Müddesir,56)
    buyurmuyor mu? diye sorar, biz de
    "evet" dersek, o da, "Allah küfre lâyık mıdır?" derse, biz
    o kimseye karşı ne cevap veririz? diye sordum. Şöyle dedi:



    -O taatı dileyene ehildir, masiyeti dileyene ehil değildir, deriz. Eğer
    "Allah kendisine karşı yalan söylenmesini dilemedi," derse ona şöyle
    söyle: Allah'a iftira etmek kelam ve söz müdür, yoksa değil midir? Evet, derse:
    Âdem'e isimlerin hepsini öğreten kimdir? diye sor. Eğer, Allah'tır, derse şöyle
    de: Küfür kelam nev'inden midir, değil midir? Eğer, evet, derse şöyle sor:
    Kâfiri kim konuşturdu? Eğer Allah konuşturdu, derse kendi fikrine karşı çıkmış
    olur. Çünkü şirk kelam nev'indendir. Eğer Allah dilemiş olsaydı, onlara şirk
    sözünü konuşturmazdı.



    -Eğer "kişi isterse yapar, isterse yapmaz; isterse yer, isterse yemez, isterse
    içer, isterse içmez" derse? diye sordum. Ona şöyle söyle, . dedi:



    -Allah, İsrail Oğullarının denizi geçmelerine hükmedip, Firavun'un boğulmasını takdir
    etti mi? diye sor. Evet, derse:


    -Firavun'un Hz. Musa'yı ele geçirmek için gitmemesi (halinde),
    kendisinin ve ashabının boğulmaması vaki olur muydu? diye sor. Eğer, evet,
    derse kâfir olur. Hayır, derse önceki sözünü nakzetmiş olur.


    En son Admin tarafından Salı Mayıs 18, 2010 3:59 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty Geri: İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Salı Mayıs 18, 2010 3:56 pm

    Kader Konusunda Bir Bölüm


    Bize Ali b. Ahmed, Nusayr b. Yahya'dan haber verdi. O da Ebû Mti'nin şöyle
    söylediğini duyduğunu nakletti: Ebû Hanîfe (Allah ondan razı olsun) şöyle dedi:
    Bize Hammad'ın, İbrahim'den, İbrahim'in de Abdullah b. Mes'ud'dan naklettiğine
    göre, Hz. Peygamber (s. a.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki sizin herhangi
    birinizin yaratılması, ana karnında kırk gün nutfe, sonra bunun gibi bir kan
    pıhtısı, sonra bunun gibi bir parça et olarak devam eder. Daha sonra Allah ona
    bir melek gönderir, üzerine rızkını ve ecelini, saîd veya saki olacağını yazar.
    Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin ederim ki, kişi, Cehennemle kendi
    arasında bir zira mesafe kalıncaya kadar cehennemliklerin amelini işler, daha
    sonra ilâhi yazı onu geçer. Hiç şüphesiz bir kimse cennet ehlinin amelini
    işler, öyle ki cennetle kendi arasında bir zira mesafe kalmışken cehennem
    ehlinin amelini işler, sonra ölür ve cehenneme girer."
    (Bkz, el-Buharî,
    Bed'ül-Halk, 6; Ebû Dâvud, es-Sunne, 16; Ibn Hanbel, el-Musned, IV/7.)



    -Marufu emreden, münkerden nehyeden, bu konuda insanlar kendine tâbi olmuşken, daha
    sonra cemaate karşı çıkan kimse için ne dersin? Bunu doğru görüyor musun? diye
    sordum.



    -Hayır,dedi.


    -Niçin? Oysaki Allah ve Resulü, marufu emredip, münkerden nehyetmeyi emretmişlerdir. Bu
    gerekli bir farizadır, dedim. Şöyle cevap verdi:



    -Orası öyle. Fakat kan dökmek, haramı helâl saymak ve malları yağmalamak gibi
    fiillerle, bozup ifsat ettikleri şeyler, ıslah ettiklerinden daha fazla olur.
    Oysaki Allah, Kur'ân'da şöyle buyurmuştur:"Mü'minlerden iki zümre
    birbiriyle döğüşecek olurlarsa, aralarını bulup barıştırın. Onlardan biri
    diğerine tecavüzde bulunursa, mütecaviz olan tarafla Allah'ın emrine dönünceye
    kadar savaşın."(el-Hucurat,9)



    -Tecavüz eden zümreye karşı kılıçla mı vuruşuruz? diye sordum.


    -Evet, marufu emredersin, münkerden sakındırırsın. Eğer kabul ederlerse ederler, yoksa
    onlarla savaşırsın. İmam zalim de olsa, sen âdil zümre ile beraber olursun.
    Zîra Hz. Peygamber "Size zâlim olanın zulmü, âdil olanın adaleti zarar
    vermez. Sizin ecriniz size, onun vebali de ona aittir." (
    Bkz, İbn
    Mace, es-Sunen, el-Fiten, 9.)buyurmuştur, dedi.



    -Tahkimci Havâriç için ne dersin? diye sordum


    -Onlar Havâric'in en kötüleridir, diye cevap verdi.


    -Onları tekfir edebilir miyiz? diye sordum.


    -Hayır,fakat Ali ve Ömer b. Abdulaziz gibi hayırlı imamların yaptığı şekilde onlarla
    harbederiz, dedi.




    -Hiç şüphe yok ki. Hariciler tekbir getiriyorlar, namaz kılıyorlar, Kur'ân
    okuyorlar. Ebû Ümâme hadisini hatırlamıyor musun? O, Şam mescidine girdiğinde,
    oradaki Haricilerin reisleri ile karşılaştı. Ebû Galib el-Hımsî'ye: "Ey,
    Ebû Galip, bunlar senin memleketinin insanlarındandır. Bunların kim olduklarını
    sana bildirmek istedim. Onlar cehennem ehlinin köpekleridir. Onlar semâ
    örtüsünün altında öldürülenlerin en şerlileridir" der ve bu esnada ağlar.
    Ebû Gâlib ona: "Ey Ebû Ümâme seni ağlatan nedir? Onlar müslümandılar,
    halbuki sen onların hakkında işittiklerimi söylüyorsun" dedi. Bunun
    üzerine Ebû Ümâme: "Onlar Allah'ın kendileri için 'O gün kiminin
    yüzleri ağarır, kiminin yüzleri kararır. Yüzleri kararanlara, siz îman ettikten
    sonra kâfir mi oldunuz? Küfrünüzden dolayı azabı tadın, denilecek. Yüzü
    ağaranlar ise Allah'ın rahmetine kavuşurlar ve orada ebedî
    kalırlar.'(Al’i-İmran,106)
    buyurduğu kimselerdir." Bunun üzerine Ebû
    Gâlib, söylediğinin kendi görüşü mü yoksa Hz. Peygamber'den mi işittiğini
    sordu. Ebû Ümâme de, "Eğer ben bunu Hz. Peygamber'den bir, iki, üç... yedi
    defa duymamış olsaydım sizce haber vermezdim," dedi ve Havaric'i Allah'ın
    kendi üzerindeki nimetlerini küfürle tekfir etti… (Bkz, İbn Hanbel, el-Musned,
    V/250, 253, 256, 259.)Havâriç isyan edip, muharebe yapıp, yağmacılık ettikten
    sonra, sulh yapsalar, onlar daha önceki hareketlerinden dolayı takibata
    uğrarlar mı? diye sordum. Şöyle cevap verdi:



    -Harp bittikten sonra onlar için bir zarar yoktur, onlara had de tatbik edilmez. Kan
    dökmeleri de böyledir, kısas yapılmaz.



    -Niçin?diye sordum. Şöyle cevap verdi:


    -Osman (r. a.)'ın katli hususunda, insanlar arasında ortaya çıkmış olan fitneden
    ashap; bir te'vil neticesinde kana bulaşanlara kısas yapılmayacağı, te'vil
    sonucu haram ilişkide bulunanlara had cezası uygulanmayacağı, yine te'ville bir
    mala sahip çıkan kimse için takibatta bulunulmayacağında ittifak ettikleri
    hadisinden dolayıdır. Fakat mal mevcut olursa sahibine iade edilmesi gerekir.



    -Bir kimse kâfiri kâfir olarak bilmem, derse? diye sordum.


    -O kâfir gibidir, dedi.


    -Eğer kâfirin son gideceği yer neresi olduğunu bilmem derse? diye sordum.


    -O, Allah'ın kitabını inkâr etmiş ve kâfir olmuş olur, dedi.


    -Kendisine, sen mü'min misin? diye sorulan kimse, Allah daha iyi bilir diye cevap verirse,
    bu kimse hakkında ne dersin? diye sordum.



    -Onun îmanında şüphe vardır, dedi.


    -Îmanla küfür" arasında üç durumdan biri olan münafıklıktan başka bir durum var
    mıdır? O kimse ya mü'min, ya kâfir veya münafıktır, dedim. O da:



    -Hayır, îmanında şüphe olan kimse münafık değildir, dedi.


    -Niçin? diye sordum.


    -Muaz b. Cebel'in arkadaşı ve İbnu Mes'ud'un hadisinden dolayı. Bana Hammad'ın Muaz
    b. Cebel'in ashabından Haris b. Malik'den haber verdiğine göre; Muaz b. Cebel'e
    ölüm geldi çattı. Bu durumda Haris de ağladı. Muaz Haris'e niçin ağladığını
    sordu, o da "ölümden dolayı ağlamıyorum. Biliyorum ki, Âhiret senin için
    dünyadan daha hayırlıdır. Fakat senden sonra bizim öğreticimiz kim olacak?"
    dedi. Bir başka rivayet de "Senden sonra dini bilen kim?"
    şeklindedir. Muaz da "Acele etme, Abdullah b. Mes'ud'a tabi ol,"
    dedi. Daha sonra Haris, Muaz'a, "Bana vasiyette bulun," dedi. O da
    Allah ne dilediyse vasiyet etti ve "Âlimin sürçmesinden sakın," dedi.



    Muaz vefat edince Haris Kûfe'de, İbnu Mes'ud'un ashabına geldi. Namaz için nida
    edildiğinde Haris: "Bu davete uyun, bunu dinleyip icabet etmek her mü'min
    için haktır," dedi. Ona bakıştılar ve "Sen muhakkak mü'min
    misin?" diye sordular. O da "evet, elbette mü'minim," diye cevap
    verdi. Onlar birbirine bakıştılar. Abdullah b. Mes'ud gelince durum ona
    anlatıldı. O da Haris'e, onların söylediği gibi söyledi. Bunun üzerine Haris,
    başını eğdi, ağladı ve "Allah Muâz'a rahmet etsin," dedi ve İbnu
    Mes'ud'a vaziyeti anlattı. İbnu Mes'ud ona "Sen şüphesiz mü'min
    misin?" diye sorunca o da "Evet," diye cevap verdi. İbnu Mes'ud
    "Sen kendinin cennet ehlinden olduğunu söylüyorsun," dedi. Bunun
    üzerine Haris de "Allah muâz'a rahmet etsin, bana âlimin zellesinden,
    münafığın da hükmünü kabulden kaçınmamı vasiyet etti," dedi. İbnu Mes'ud
    "Sen benim sürçmemi gördün mü?" diye sorunca. Haris, "Allah
    aşkına söyle. Hz. Peygamber hayatta iken insanlar, gizli ve açık durumlarında
    mü'min, gizli ve açık durumlarında kâfir, gizlilik durumunda münafık ve açıktan
    mü'min olmak üzere üç gruptan ibaret değiller miydi? Sen bu üç fırkanın
    hangisindensin?" dedi. İbnu Mes'ud "Madem ki Allah için and verdin,
    söyleyeyim. Ben gizli durumda da, açık durumda da mü'minim," dedi. Bunun
    üzerine Haris kendisini niçin, elbette mü'minim dediğinden dolayı ayıpladığını
    sordu. İbnu Mes'ud da "Evet. Bu benim sürçmemdir. Onu benim üzerime gömün,
    Allah Muâz'a rahmet etsin," dedi. (Âlimin sürçmesi hakkında bk. ed-Darimi,
    Mukaddime, 23.)


    En son Admin tarafından Salı Mayıs 18, 2010 4:02 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty Geri: İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Salı Mayıs 18, 2010 3:56 pm

    -Ben cennetliğim diyen kimsenin durumu nedir? diye sordum, Ebû Hanife:


    -Yalan söylemiştir, o bunu bilmiyor. Mü'min îmanı sebebiyle cennete giren, işledikleri
    sebebiyle ateşte azap gören kimsedir, dedi.



    -Eğer kendisinin cehennem ehli olduğunu söylerse? dedim. Şöyle dedi:


    -Yalan söylemiştir. Onun bu hususta bilgisi yoktur. Şüphesizki o, Allah'ın rahmetinden
    ümit kesmiştir. Ve şöyle devam etti: Mü'minin, gerçekten mü'minim demesi
    gerekir. Çünkü o, îmanında şüphe etmemektedir.



    -Onun îmanı meleklerin îmanı gibi olur mu? diye sordum.


    -Evet,dedi.


    -Amelde kusur ederse de, gerçekten mü'min midir? diye sordum. Şöyle cevap verdi:


    -Bana Hârise'nin hadisini söylediler. Hz. Peygamber ona, "Nasıl
    sabahladın?" diye sordu. O da "Gerçek mü'min olarak sabahladım,"
    dedi. Hz. Peygamber: "Söylediğine dikkat et, çünkü her hakkın bir hakikati
    vardır, senin îmanının hakikati nedir?" dedi. Bunun üzerine Harise
    "Canım dünyadan vazgeçti, gündüzümde susuz, gecemde uykusuz kaldım. Ben
    sanki Rabbimin arşına bakıyorum, sanki cennette birini ziyaret eden cennetliklere
    nazar ediyorum, sanki ben cehennemde yığılan insanları görüyorum," dedi.
    Bunun üzerine Hz. Peygamber: "isabet ettin, devam et; isabet ettin, devam
    et," dedi ve daha sonra: "Kim Allah'ın kalbini nurlandırdığı kimseye
    bakmak isterse Harise'ye baksın," buyurdu. Daha sonra Harise: "Ey
    Allah'ın Resulü, bana şehit olmam için dua et," dedi. Hz. Peygamber ona
    dua etti ve sonunda şehit oldu. (Bkz. el-Buharî, ez-Zekât, 1; Müslim, el-îman,
    15; Fedailu's-Sahabe, 150.)



    -Bazılarına ne oluyor da, mü'min ateşe girmez, diyorlar? diye sordum. Şöyle cevap verdi:


    -Cehenneme girenler tamamen îman etmişlerdir.


    -Kâfirin durumu nedir? dedim.


    -Onlar o gün îman ederler, dedi.


    -Bu nasıl olur? diye sordum. Şöyle dedi:


    -Allah Kur'ân'da şöyle buyurur: "Onlar bizim cezamızı görünce, biz yalnız Allah'a
    inandık, Allah'a ortak koştuklarımızı reddettik, dediler. Onların, azabımızı
    gördüklerinde îman etmeleri fayda vermez."(Mü!min,84,85)



    Ebû Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:


    -Kim haksız yere başkasını öldürürse, yahut hırsızlık ederse veya yol keserse yahut
    facirlik eder veyahut günah işlerse veya zina ederse yahut da içki içer sarhoş
    olursa; bu kişi günahkâr mü'mindir, kâfir değildir. Bu durumda olanlar
    işlediklerinden dolayı cehennemde azaba uğrarlar, fakat îmanları sebebiyle
    cehennemden çıkarılırlar.



    Ebû Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:


    -Îman edilecek hususların hepsine inanan, fakat İsa ve Musa peygamber midir? değil
    midir? diyen kimse kâfir olur. Keza kâfir cennete mi, yoksa cehenneme mi gider,
    bilmem, diyen kimse de: "Kâfirler için cehennem ateşi vardır, onlar
    öldürülmezler ki ölsünler..."(Fatır,36), "Onlar için yakılma azabı
    vardır."(el-Buruc,11), "Onlar için şiddetli azap
    vardır."(Al’i-İmran,5)
    âyetlerinden dolayı kâfir olur.



    Ebû Hanife (Allah rahmet etsin) şöyle dedi:


    -Said b. el-Müseyyeb'den bana ulaştığına göre, kâfirleri bulundukları mevkie
    indirmeyen onlar gibidir.



    -İman eden fakat namaz kılmayan, oruç tutmayan, bu amellerin hiçbirisini işlemeyen
    kimseyi iman kurtarır mı? diye sordum. Ebû Hanife şöyle dedi:



    -Onun işi, Allah'ın dilemesine bağlıdır. Dilerse azap eder, dilerse rahmet eder. Ve
    şöyle devam etti: Allah'ın kitabından herhangi bir şeyi inkâr etmeyen kimse
    mü'mindir. Bana ilim ehlinden birinin haber verdiğine göre, Muaz b. Cebel Hınıs
    şehrine geldiği zaman insanlar onun çevresine toplandılar. Bir genç ona,
    "Namaz kılan, oruç tutan, beyti hacceden, Allah yolunda cihadda bulunan,
    köle azad eden, zekâtını veren ve fakat Allah ve Resulünden şüphe eden kimse
    için ne dersin?" diye sordu. Muaz: "Onun için ateş vardır,"
    dedi. O genç: "Namaz kılmayan, oruç tutmayan beyti haccetmeyen, zekâtını
    vermeyen fakat Allah ve Resulüne inanan kimse için ne dersin?" diye
    sorunca, Muaz b. Cebel: "Onun için Allah'tan affedileceğini umar, azaba
    uğrayacağından da korkarım." dedi. Bunun üzerine o genç: "Ey
    Abdurrahman'ın babası, şüphe ile amel fayda vermediği gibi, iman ile beraber
    herhangi bir şey de zarar vermez." dedi ve çekip gitti. Muaz b. Cebel de
    "Bu vadide bu gençten daha bilgilisi yok," dedi.



    Ebû Hanife şöyle dedi:


    -Mütecaviz kimselerle, küfürlerinden dolayı değil, haddi tecavüzlerinden dolayı savaş et.
    Âdil zümre ve zâlim sultanla beraber ol. Fakat mütecavizlerle beraber olma.
    Cemaat ehlinde fasit ve zalimler mevcut olsa bile, onların içinde sana yardımcı
    olacak salih insanlar da vardır. Eğer cemaat zâlimler ve mütecavizlerden
    teşekkül ediyorsa, onlardan ayrıl. Çünkü Allah "Allah'ın arzı geniş
    değil miydi? Hicret edeydiniz."(en-Nisa,97), "Ey mü'min kullarım,
    benim arzım geniştir. Ancak bana kulluk edin,"(el-Ankebut,56)
    buyurmaktadır.



    Ebû Hanife şöyle dedi:


    -Bize Hammad'ın İbrahim'den, onun da İbnu Mes'ud'dan rivayet ettiğine göre (Allah
    hepsinden razı olsun) Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Bir yerde
    ma'siyetler zuhur edip onu değiştirmeye gücün yetmezse, oradan başka yere git,
    orada Rabbine kulluk et."
    Ebû Hanife şöyle devam etti: Bana ilim
    ehlinden birinin Hz. Peygamber'in ashabından birisinden verdiği habere göre,
    Hz. Peygamber "Fitneden korktuğu yeri bırakıp, fitneden korkmadığı bir
    yere giden kimse için Allah yetmiş sıddîk ecri yazar." (
    Bk. el-Buharî,
    el-Iman, 12; İbnu Mace, el-Fiten, 16.)buyurdu.



    Ebû Hanife şöyle dedi:


    -"Bilmiyorum, Rabbim semada mı yoksa arzda mıdır?" diyen kimse kâfir olur. Keza
    "Allah arş üzerindedir" diyen de; "Bilmiyorum, arş semada mı
    yoksa arzda mıdır?" diyen de böyledir.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty Geri: İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Salı Mayıs 18, 2010 4:06 pm

    Allah'a dua ederken yukarıya yönelinir,aşağıya değil. Çünkü aşağının rubûbiyet ve ulûhiyet vasfı ile ilgisi yoktur.
    Nitekim hadiste şöyle rivayet edilir: Bir adam Hz. Peygamber'e siyah bir
    cariye getirdi ve benim üzerime mü'min bir köle azad etmek vacip oldu. Bu kâfi
    midir? diye sordu. Hz. Peygamber de cariyeye "Sen mü'min misin?" diye
    sordu. Câriye de "Evet," diye cevap verdi. Hz. Peygamber "Allah
    nerede?" diye sorunca, câriye semaya işaret etti. Bunun üzerine
    Peygamberimiz: "Bu câriye mü'mindir, azat et."
    Buyurdu. (. Bk.
    Müslim, el-Mesacid, 33; Ebû Davud, es-Salat, 167.)



    Ebû Hanife şöyle dedi:


    -"Kabir azabını bilmem" diyen kimse, helake uğrayan Cehmiyye'dendir. Çünkü o,
    Allah'ın "Biz onları iki defa azaplandıracağız."(et-Tevbe,101) -ki
    burada kabir azabı kastolunmaktadır- ve "Zâlimler, bundan başka azabauğrayacaklar." (et-Tur,47)
    -Yani kabir azabına çarptırılacaklardır- âyetlerini inkâr etmiş olur. Eğer 'Ben âyete inanıyorum,
    fakat tefsir ve te'viline inanmıyorum." derse kâfir olur. Çünkü Kur'ân'da,
    te'vili tenzilinin aynı olan âyetler vardır. Eğer bunu inkâr ederse kâfir olur.



    Ebû Hanife şöyle dedi:


    -Bana bir zat, el-Minhal b. Amr'dan. o da İbnu Abbas'tan rivayet etti: Hz. Peygamber:
    "Benim ümmetimin en şerlileri ben ateşte değil, cennette olacağım,
    diyenlerdir."(
    Bu rivayetin kaynağını bulamadık.)buyurdu. Ebû
    Zübyan'dan bana rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber: "Ümmetimden
    müteelli olanların vay haline,"
    buyurdu. Müteellinin kim olduğu
    sorulunca: "Onlar, filan kimse cennette, filan kimse de cehennemdedir,
    diyenlerdir." (
    Bk. el-Buhari, es-Sulh, 10.)buyurdu, Bana Nafi'nin ona
    da İbnu Ömer'in naklettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allah
    kıyamet günü aralarında hükmedinceye kadar, ümmetimin cennette veya cehennemde
    olduğunu söylemeyiniz." (
    Bu hadisleri belirtilen lafızlarla bulamadık.
    Mâna ile rivayet edilmiş olması mümkündür) Bana Eban, ona da el-Hasen'in
    rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber: "Allah şöyle buyuruyor: Kullarımı
    ben aralarında Kıyamet günü hükmedip, yerlerine göndermeden, siz cennet veya
    cehenneme göndermeyin." (
    Bu hadisleri belirtilen lafızlarla bulamadık.
    Mâna ile rivayet edilmiş olması mümkündür.)
    dedi.


    -Bana katilden ve onun arkasında namaz kılmaktan bahsedin, dedim. Ebû Hanife:


    -Her takva sahibi ve günahkâr kimsenin peşinde namaz kılmak caizdir. Senin ecrin
    sana, onun günahı da kendisine aittir, dedi.



    -İnsanlara kılıç ile karşı çıkan, çarpışan ve onlardan bir takım şeyler alanlardan
    bahsedin, dedim.



    -Onlar çeşitli zümrelerdir, hepsi de cehennemdedir, dedi. Ve şöyle devam etti: Ebû
    Hüreyre (r. a.) Hz. Peygamber'in şöyle dediğini nakletti: "İsrailoğulları
    yetmiş iki fırkaya ayrıldı, benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak. En
    büyük cemaat ötesinde hepsi ateştedir." (
    Bk. et-Tirmizî, el-lman, 18;
    İbnu Mace, el-Fiten, 17, 18, 19; Ebû Davud, es-Sunne, 1.)Bana Hammad,
    İbrahim'den, o da İbnu Mes'ud'dan rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle
    buyurmuştur: "Kim İslâm'da kötü bir şey ihdas ederse helak olur, bid'at
    çıkaran sapıklığa düşer, sapıklığa düşen de cehennemdedir." (
    el-Buhari,
    el-İ'tisam, 5, 6.)



    Bize Meymun'un, ona da İbnu Abbas'ın haber verdiğine göre Hz. Peygamber'e gelen
    birisi: "Ey Allah elçisi, bana öğret," dedi. Peygamberimiz üç defa, "Git,
    Kur'ân öğren."
    buyurdu. Dördüncü defasında da: "Hak,
    sevdiğinden de sevmediğinden de gelse kabul et. Kur'ân'ı öğren, onun yöneldiği
    tarafa yönel." (
    Bk. İbnu Hanbel, V/386; Ebû Davud, el-Filen,
    1.) buyurdu.



    Bize Hammad, ona da İbrahim'in haber verdiğine göre, İbnu Mes'ud: "Şüphesiz en
    şerli şeyler sonradan ortaya konulanlardır. Her ihdas edilen şey, bid'at; her
    bid'at, dalalet, her dalalet de cehennemdedir." derdi. Allah Kur'ân-ı
    Kerîm'de şöyle buyurmaktadır: "Ona hak yoldan uzak kalmayı, kötülükten
    sakınmayı ilham ile öğretti."(eş-Şems, 8
    Keza, Allah Musa'ya: "Biz
    senden sonra kavmini imtihana uğrattık. Samirî de onları
    saptırdı."(Taha,85)
    buyurmaktadır.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty Geri: İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Salı Mayıs 18, 2010 4:12 pm

    Allah'ın Dilemesi Babı


    -Allah yaratmayı dilemediği bir şeyi emretmiş fakat bir şeyi emretmediği halde
    yaratmış mıdır? diye sordum:



    -Evet, dedi.


    -Bu nasıl olur? diye sordum.


    -Allah kâfire müslüman olmayı emretmiş, fakat kâfir için müslümanlığı yaratmamıştır.
    Kâfir için küfrü dilemiş, fakat kâfire küfrü emretmediği halde yaratmıştır,
    diye cevap verdi.



    -Allah, emretmemiş olduğu bir şeyden razı olur mu? diye sordum.


    -Evet, nafile ibâdetler buna misaldir, dedi.


    -Allah bir şeyi emrettiği halde ondan razı olmaması durumu olur mu? diye sordum.


    -Hayır, dedi.


    -Niçin?diye sordum.


    -Çünkü Allah emrettiği her şeyden razı olur, dedi.


    -Allah kullarını razı olduğu hususlardan dolayı mı, yoksa razı olmadığı hususlardan
    dolayı mı azaba çeker? diye sordum.



    -Allah kullarını razı olmadığı şeyler için azaba çeker. Onlara; küfür, masiyet ve rıza
    göstermediği konularda azap eder, dedi.



    -Allah onlara, dilediği için mi, yoksa dilemediği için mi azap eder? diye sordum.


    -Allah onlar hakkında dilediği için azap eder. Çünkü Allah kullarında âsi için
    masiyeti, kâfir için küfrü dilediği halde, küfür ve masiyet dolayısıyla
    azaplandırır, dedi.



    -Allah, onlara İslâm'ı emretmiş, sonra onlar için küfrü dilemiş midir? diye sordum.
    Evet, dedi.



    -Allah'ın dilemesi emrini mi geçmiştir, yoksa emri mi dilemesini geçmiştir? diye sordum.


    -Allah'ın dilemesi emrini geçmiştir, dedi.


    -Allah'ın dilemesi onun rızası mıdır, değil midir? diye sordum.


    -Dilemesi,rızası ve emrettiği hususta taat ile amel eden kimse için, Allah'ın rızası
    vardır. Allah'ın emrettiğinin hilafına amel işleyen kimse onun dilemesi ile
    işlemiş olur, fakat onun rızasıyla işlemiş olmaz. Ona karşı masiyet işlemiş
    olur. Masiyet ise Allah'ın rızası hilâfınadır, dedi.



    -Rızası olan konuda Allah kullarını azaba çeker mi? diye sordum.


    -Allah, kullarını, razı olmadığı küfürden dolayı azaba çeker. Fakat onların taatı
    terketmeleri ve masiyet işlemelerinden dolayı onlardan intikam alıp, azap
    etmeye rızası vardır, dedi.



    -Allah, mü'minler için küfrü dilemiş midir? diye sordum.


    -Hayır, fakat mü'minler için îmanı dilemiştir. Keza kâfirler için küfrü, zina edenler
    için zinayı, hırsızlık edenler için hırsızlığı, ilim erbabı için ilmi, hayır
    sahipleri için de hayrı dilemiştir. Allah, kâfirleri yaratmadan önce onların
    kâfirler ve sapıklar olmasını dilemiştir,dedi.( Allah'ın ezelden dilemesi,
    küfrü ve dalaleti yaratması, kulun muhtar olup onu seçeceği dolayısıyladır. Bu
    ifadeden kulun mecbur olduğu anlaşılmamalıdır.)



    -Allah kâfirleri, razı olduğu şeyi yarattığından dolayı mı, razı olmadığı şeyi
    yarattığından dolayı mı azaplandırır? diye sordum.



    -Allah kâfirleri yaratmaya razı olduğu şeyden dolayı azaba uğratır, dedi.


    -Niçin? diye sordum.


    -Allah, küfrü yaratmaya rızası olduğu halde onları küfürlerinden dolayı azab çeker.
    Fakat Allah'ın bizatihi küfre rızası yoktur, dedi.



    -Allah "Kulları için küfre rızası yoktur."(ez-Zümer,7)buyurduğu halde
    nasıl olur da küfrü yaratmaya rızası olur? diye sordum. Şöyle cevap
    verdi:


    -Allah onlar hakkında diler, fakat razı olmaz.


    -Niçin?


    -Çünkü Allah İblis'i yaratmıştır, İblis'i yaratmaya rızası var, fakat İblis'in
    kendisine rızası yoktur. Keza Allah, içkiyi ve domuzu yaratmıştır. Onları
    yaratmaya rızası olduğu halde kendilerine rızası yoktur.



    -Niçin?


    -Allah içkinin kendisine rıza gösterse idi, onu içen Allah'ın razı olduğu şeyi içmiş
    olurdu. Fakat onun içkiye ve küfre, İblis'e ve fiillerine rızası yoktur. Fakat
    bizzat Hz. Muhammed'e rızası vardır.



    -Yahudiler, "Allah'ın eli bağlıdır."(el-Maide,64) diyorlar. Onların bu
    sözüne Allah'ın rızası var mıdır?



    -Hayır, dedi.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty Geri: İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Salı Mayıs 18, 2010 4:18 pm

    Allah'ın Dilemesi Konusunda Bir Başka Bölüm


    O kimse "Allah bütün insanları melekler gibi itaatkâr yaratmak isteseydi,
    buna kadir olur muydu? Bunu haber ver." denildiğinde "Hayır,"
    diye cevap verirse, Allahı kendisini tavsif ettiğinden başkası ile
    vasıflandırmış olur. Zîra Allah Kur'ân'da: "Kullarının üzerine yegâne
    mutasarrıf O'dur."(el-En’am,18),
    "O kullarının küfrüne razı
    olmaz."(ez-Zümer,7)
    ve "O sizin üzerinizden size
    azap göndermeğe kadirdir."(el-En’am,65.)
    buyurmaktadır. Eğer
    "kadirdir." derse "Allah İblis'in itaat konusunda Cebrail gibi
    olmasını dileseydi, buna muktedir olmaz mıydı?" de. Eğer
    "Hayır," derse kendi sözünü terketmiş ve Allah'ı sıfatlarından
    başkası ile vasıflandırmış olur. Eğer "Kulun zina etmesi, içki içmesi,
    namuslu insanlara dil uzatması Allah'ın izni ile değil midir?" diye söylerse
    "Evet," denir. Eğer "O halde o kimseye niçin had cezası tatbik
    edilir?" derse: "Allah'ın emrettiği şey terkolunmaz," denir.
    Çünkü o kimse kölesini kesse, bu Allah'ın dilemesi ile olur, insanlar da o
    kimseyi kötülerler. Eğer kölesini azad ederse, insanlar da yaptığından dolayı
    onu öğerler. Bunların her ikisi de Allah'ın dilemesi ile vücuda gelir, o kimse
    bu fiilleri Allah'ın dilemesi ile işlemiş olur. Fakat kul Allah'ın dilemesi ile
    masiyet işlerse, işleyen kimsenin fiilinde ilâhî rıza ve doğruluk yoktur.
    "Niçin ona had cezası tatbik edilir?" sözü, onların prensiplerine
    göre fasit bir sualdir. Çünkü onlar bir çok masiyetlerde de Allah'ın dilemesini
    kabul etmiyorlar. Ona göre içki içmek gibi bir fiilin haricinde had cezası
    gerekmiyor. Oysaki yaptığı bütün işleri Allah'ın dilemesi ile yapmıştır.



    Günah İşleyen Kimsenin Kafir Olduğu İddiasının Reddi Bölümü


    -Eğer bir kimse "günah işleyen kimse kâfirdir", derse, onun sözünü boşa
    çıkaracak cevap nedir? diye sordum. Şöyle söyledi:



    -Ona şöyle cevap verilir: "Yûnus'u da an. Hani o öfkelenerek çıkıp gitmiş,
    kendisini tazyik etmeyeceğimizi sanmıştı. Karanlıklar içinde niyaz ederek,
    Senden başka ilah yoktur, seni tenzih ederim, ben zâlimlerden oldum,
    dedi."(el-Enbiya,87.)
    Buna göre o, zalim mü'mindir,
    kâfir ve münafık değildir. Hz. Yûsuf un kardeşleri: "Ey babamız, bizim
    için günahlarımızın bağışlanmasını dile. Biz muhakkak suçlu
    idik."(Yusuf,97.)
    dediler. Bu durumlarıyla onlar günahkârdırlar, fakat
    kâfir değildiler. Yüce Allah, Peygamberi Hz. Muhammed'e "Senin geçmiş
    ve gelecek günahını Allah'ın affetmesi için..."(el-Fetih,2.)
    buyurmuş,
    günahını yerine küfrünü dememiştir. Hz. Musa kıptîyi öldürmesi dolayısıyla
    günah işlemişti, fakat kâfir değildi.



    Eğer o kimse "Ben inşallah mü'minim," derse, "Şüphesiz
    Allah ve melekleri Peygamber'e salât ve selâm ederler, ey mü'minler, siz de ona
    salâvat getirin, ona lâyık olduğu şekilde selâm getirin."(el-Ahzab,56)
    âyeti
    gereğince "Eğer mü'minsen ona salâvat getir, değilsen getirme," denir.
    Keza Allah şöyle buyurur: "Ey iman edenler, cuma günü namaz için nida
    olunduğunda Allah'ın zikrine koşun, alışverişi bırakın."(el-Cuma,9.)



    Muaz (r.a) şöyle dedi: "Kişinin Allah hakkında şüphesi, onun bütün iyiliklerini
    iptal eder. Allah'a iman ettiği halde masiyet işleyen kimsenin affedilmesi
    umulur, azap görmesinden de korkulur." Muaz'a soran kimse: "Şüphe
    iyilikleri giderdiğine göre, îman etmek de kötülükleri daha çok giderir."
    demişti. Muaz da: 'Yemin ederim, bu adamdan daha çok hayret edilecek bir kimse
    görmedim," dedi. Ona "Sen müslüman mısın?" diye sordu. O da
    "bilmiyorum" dedi.



    O kimseye "bilmiyorum," sözün doğru mu, yanlış mı diye sorulur. Eğer
    "doğru" derse şöyle söyle: "Dünyada doğru olan âhirette doğru
    değil midir?". Eğer "Evet," derse: "Kabir azabına, suale,
    kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna îman ediyor musun?" diye sor.
    "Evet" derse "Sen mü'min misin?" diye sor. Eğer yine
    "bilmiyorum" derse, o zaman; bilmeyesin, anlamayasın, iflah
    olmayasın, de.



    -Eğer bir kimse cennet ve cehennem yaratılmış değillerdir, derse? diye sordum


    -O kimseye şöyle de: Onlar bir şeydir, yahut bir şey değildir. Oysaki, Allah
    Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah her şeyin yaratıcısıdır."(ez-Zümer,62.),
    "Biz herşeyi bir ölçü ile yarattık."(el-Kamer,49.), "Onlar sabah
    akşam ateşe karşı getirilecekler."(el-Mü’min,46.)
    buyurmaktadır, dedi.



    -Eğer cennet ve cehennem fâni olacaktır derse? diye sordum.


    -Ona Allah Kur'ân'da cennetin nimetlerini "Kesilip tükenmeyen, yasak da
    edilmeyen"(el-Vakıa,32.)
    olarak vasfetmektedir, de.



    Cennetlik ve cehennemlikler girdikten sonra cennet ve cehennem yok olacaktır diyen kimse
    de orada ebedî kalışı inkâr ettiği için, kâfir olur.



    Ebû Hanife (r.a.) şöyle dedi:


    -Allah-u Taâla mahlukların sıfatı ile tavsif edilemez. O'nun gazabı ve rızası
    keyfiyetsiz sıfatlarındandır. Sünnet ve Cemaat Ehli'nin görüşü budur. Allah
    gazap eder ve razı olur. Onun gazabı cezalandırması, rızası da sevabıdır,
    denemez. Biz onu, kendisini tavsif ettiği gibi tavsif ederiz. O birdir, hiç bir
    şeye muhtaç değildir. Doğurmamış, doğurulmamıştır, kendisine hiç bir şey denk
    değildir. Hayy, kayyum, kadir, duyan, gören, bilen O'dur. O'nun eli, kullarının
    elleri üzerindedir, fakat kulların eli gibi bir uzuv değildir. O ellerin
    yaratıcısıdır. O'nun yüzü yarattıklarının yüzü gibi değildir. O bütün yüzlerin
    yaratıcısıdır. O'nun nefsi yarattıklarının nefsi gibi değildir. Bütün
    nefislerin yaratıcısı O'dur. "Onun benzeri hiç bir şey yoktur. Duyan ve
    gören O'dur."(eş-Şura,11)



    -Eğer Allah-u Taâla nerededir, diye sorulursa? diye sordum.



    -O kimseye: Yaratılmadan önce mekân yoktu, halbuki Allah vardı. Mahlukattan hiç
    biri yokken, "nerede" mefhumu mevcut değilken, Allah vardı. O her
    şeyin yaratıcısıdır, diye söyle. Eğer "Dileyen, dilenmiş olan şeyi ne ile
    diledi?" denilirse "Sıfatla" de. O kudretle kadir, ilimle âlim,
    mülk ile mâliktir. Eğer "meşietle mi diledi, meşietle takdir edilip ilimle
    mi diledi?" diye sorarsa: "Evet," diye cevap
    ver. ( Allah'ın dilemesi ilmine, ilim
    de maluma tabidir. Buna göre insan ihtiyarî fiillerinde mücber değildir.)
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi Empty Geri: İmam-ı Azam Ebu Hanife Fikh-ul Ebsat Hakkında Ayrıntılı Bilgi

    Mesaj tarafından Admin Salı Mayıs 18, 2010 4:19 pm

    İman Babı


    Eğer: "îmanın yeri neresidir?" diye sorulursa onun kaynağının ve yerinin
    kalb olduğu, fer'inin de cesette bulunduğu söylenir. Eğer: "O parmağında
    mıdır?" diye sorulursa, "Evet" de. Eğer: "Parmak kesilince
    îman nereye gider?" diye sorulursa: "Kalbe," de.



    Eğer: "Allah kullarından bir şey talep eder mi?" diye sorarsa: "Hayır
    onlar ancak Allah'tan isterler," de. Allah'ın kullar üzerindeki hakkı
    nedir?" diye söylenirse: "O'na kulluk etmeleri, hiç bir şeyi ortak
    koşmamalarıdır. Bunu yaptıkları zaman onların Allah'tan bekledikleri, Allah'ın
    onları affetmesi ve sevaplandırmasıdır. Zîra Allah, Kur'ân'da: "Ağaç altında
    sana bey'at ettiklerinde Allah mü'minlerden razı oldu."(el-Fetih,18,)

    âyeti gereğince Allah, mü'minlerden razı olur. Allah İblis'e gazap eder. "Dilediğinizi
    yapın."(Fussilet,40,)
    âyeti Allah'ın tehdidini ifade eder. "Semûd'a
    gelince; biz onlara doğru yolu göstermiştik, fakat onlar körlüğü hidâyete
    tercih ettiler."(Fussilet,17)
    Yani onlara hidâyeti göstermiş ve
    açıklamıştık, demektir. "Dileyen îman etsin, dileyen kâfir
    olsun."(el-Kehf,29.)
    âyeti va'îd ifade eder. "Ben cinleri de
    insanları da ancak bana kulluk etsinler diye
    yarattım."(ez-Zariyat,56.))



    -yani benim birliğimi kabul etsinler demektir- buyurulmaktadır. Fakat bu fiillerin
    hepsi; hayrı, şerri, tatlısı, acısı, zararlısı ve faydalısı, hepsi Allah'ın
    takdiriyledir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Eğer Rabbin dileseydi,
    yeryüzündeki insanların hepsi de îman ederlerdi. Sen niçin insanları mü'min
    olsunlar diye zorlamak istiyorsun?"(Yunus,99), "Biz onlara melekler
    indirseydik, ölüler onlarla konuşsaydı, her şeyi bir araya getirip onların
    önünde toplasaydık, Allah dilemedikçe yine îmana
    gelmezlerdi."(el-En’am,111.), "Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadıkça
    îman edemez."(Yunus,100.), "Eğer Rabbin dileseydi, insanları bir tek
    ümmet yapardı, fakat onlar ihtilafta devam edecekler. Ancak Rabbinin rahmet
    diledikleri müstesnadır. Allah da onları bunun için
    yarattı."(Huh,118-119.), "Allah'a kulluk edin, şeytanden çekinin. Her
    kavimde Allah'ın hidâyet ettiği kimseler ve sapıklığa sarılanlar da
    vardır."(en-Nahl,36.). "Allah dilemedikçe siz
    dileyemezsiniz."(el-İnsan,30.)
    Yâni Allah, takdiri ile dilemedikçe siz
    dileyemezsiniz. Hz, Şuayb (a.s.) şöyle söylemişti: "Allah bizi sizin
    dininizden kurtardıktan sonra yine o dine dönersek, Allah'a iftira etmiş
    oluruz. Onun için Allah'ın dilemesi dışında bizim sizin dininize dönmemize
    ihtimal yoktur. Rabbimizin ilmi her şeyi kaplamıştır. Biz Allah'a tevekkül
    ettik. Ey Rabbimiz kavmimizle bizim aramızdaki davada doğrulukla hükmet. Sen
    her şeyin doğrusunu gösteren ve bildirenlerin en
    hayırısısın."(et-Tekvir,29)
    Hz. Nuh şöylededi: "Allah
    sizin helak edilmenizi dilerse, benim size öğüt vermem ve hayrınızı istemem
    size hiçbir fayda vermez. O Rabbinizdir, dönüşünüz onadır."(Hud,34.)
    Keza
    Yüce Allah şöyle buyurur: "O, andolsun ona (Yûsuf’a) niyet kurmuştu.
    Eğer Rabbinin burhanını görmese idi, oda onu kasdetmiş gitmişti. Biz böylece
    ondan kötülüğü ve hayasızlığı giderdik. Çünkü o bizim ihlasa erdirilmiş
    kularımızdandı."(Yusuf,24.) Keza Allah şöyle buyurur: "Biz Süleyman'ı
    denedik. Onun tahtı üzerine bir ceset attık. O da hemen Allah'a dönüp
    sığındı." (Sad,34.)

      Forum Saati Perş. Kas. 21, 2024 10:35 am