Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ Empty HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ

    Mesaj tarafından Admin Ptsi Mayıs 03, 2010 11:42 am

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A)

    Babası Ebu Tâlib idi. Ebu Tâlib'in adı Abdi Menaf idi. Dedesi Abdülmuttalib, onun babası da Haşim idi. Hz. Ali'nin annesi, Esed kızı Fâtima'dır. Fâtıma'nm dedesi Hâşim'dir. Babası da annesi de Hâşimî olan ilk halife odur.
    Hz. Ali kuvvetli, iri gözlü ve son derece yakışıklı biriydi. Hafif dolgun, saçları dökük, sakalı gür ve göğsü kıllı idi. Orta boylu, kalın pazuluydu. Sürekli gülümseyen bir siması vardı.
    Hz. Ali'nin nesli, Hasan ve Hüseyin'den, Muhammed b. Hanefiye'den ve Kelb kabilesinden olan hanımının oğlu Abbas ile Tağleboğulları'ndan olan hanımının oğlu Ömer'den devam etmiştir .

    Hz. Ali (R.A)'Nin Şahsiyeti

    Ali b. Ebî Tâlib (r.a), kavmin efendisi, Peygamber âşığı ve Allah (c.c)'m sevgilisidir. İlim şehrinin kapısı ve sohbetlerin önde gelen ismidir. Küçük işaretlerden büyük mânâlar çıkarma kabiliyetine sahip olup, hak yola girenlerin sancağı, Allah (c.c)'a itaat edenlerin ışığı, muttakîlerin dostu ve adaleti ayakta tutanların ön-cüsüdür. Ashab içinde Hz. Peygamber (s.a.v) 'in davetine icabet eden inananların ilki, hüküm çıkarma ve köklü inanç bakımından en kuvvetlileri, en yumuşak huyluları ve en âlimleridir. O, muttakîlerin numunesi, marifetullah sırrına erenlerin deliliydi. Tevhîdî hakikatleri bildirir, fıkıh ilminin mühim noktalarına işaret ederdi. Anlayan bir kalbi, çok soran bir dili ve işittiğini hiç unutmayan bir kulağı vardı. Verdiği sözü tutar, fitnelerin kaynağını kurutmaya çalışırdı. Türlü türlü imtihanlardan geçmiş, fakat yine de kötülüğe düşmekten korunmuştur. Sözlerinden dönüp ahitlerini bozanları kovmuş, zalimlerin burnunu yere sürtmüş ve dinden ayrılıp mür-ted olanları mağlup ve perişan etmiştir. Allah (c.c)'a bağlılığı son-suzdur .
    Tasavvuf, sevgiliye boyun eğmek ve ilâhî sınırlara tecavüz etmemek için boş şeylerle mücadele etmektir.

    Sancağın Hz. Ali (R.A)'Ye Verilişi Ve Gözünün İyileşmesi

    Sehl b. Sa'd, Hz. Peygamber (s.a.v) 'in Hayber gazvesinde şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
    "Bu sancağı öyle bir adama vereceğim ki, Allah (c.c) onun eliyle fethi müyesser kılacaktır. O, Allah ve Rasûlünü sever, Allah ve Rasûlü de onu sever".
    Bu konuşma üzerine sancağın kime verileceği hususunda bir kargaşa oldu. Sonra Peygamber (s.a.v) ashaba;
    "Ali b. Ebî Tâlib nerede?" diye seslendi. Oradakiler; "Gözü ağrıyor" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v) onlara; "Birini gönderin, Ali gelsin" diye emretti.
    Ali (r.a) getirildi. Rasûlullah (s.a.v) Ali (r.a)'nin gözüne tükürüğünden sürüp dua etti. Ali (r.a)'nin gözü, sanki az önce hiç ağrımı-yormuşçasına tamamen iyileşti. Sonra Rasûlullah (s.a.v) sancağı Ali (r.a)'ye verdi. Bunun üzerine Ali (r.a) şöyle dedi:
    "Bizim gibi -müslüman- oluncaya kadar onlarla savaşacağım».
    Hz. Peygamber Ali (r.a)'ye şunları söyledi:
    "Elçilerini onların yanına gönder ve kendilerini îslâm'a davet et. Ayrıca kendilerine, yapmakla sorumlu oldukları hükümleri de bildir. Vallahi, Allah'ın senin vasıtanla bir kişiye hidayet vermesi, senin için cennet nimetlerinden daha hayırlıdır".
    Seleme b. Ekvâ anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Bekir
    (r.a)'e Hayber Kalesi'nde savaşması için sancağı vermişti. Ebu Bekir (r.a), bütün gayretine rağmen kaleyi fethedemeden döndü. Peygamber (s.a.v) ertesi gün Ömer (r.a)'i gönderdi. Ömer (r.a) de orada savaştı. Fakat büyük çabasına rağmen o da kaleyi fethedemeden geri döndü. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
    "Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki o, Allah (c.c) ve Rasûlünün sevgisiyle dopdoludur ve Allah (c.c) onun eliyle fethi gerçekleştirecektir. O, firar da etmeyecektir*'. Bunun üzerine sancak Ali'ye verildi ve kale fethedildi.
    Hasan b. Ali (r.a)'den naklediliyor: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
    "Bana Arab'ın efendisini çağırın -Ali'yi kasdediyor-"'. Hz. Aişe;
    "Sen Arab'ın efendisi değil misin ey Allah'ın Rasûlü?" diye sorunca Rasûlullah (s.a.v) şu cevabı verdi:
    "Ben âdemoğlunun efendisiyim, Ali de Arab'ın efendisidir".
    Ali (r.a) gelince, Rasûlullah (s.a.v) Ensar'a haber gönderdi. Onlar da geldiler. Hz. Peygamber (s.a.v) toplanan nıüslümanlara şöyle dedi:
    "Ey Ensar topluluğu! Size, kendisine tutunduğunuz takdirde sapıtmayacağınız birini söyleyeyim mi?". Ensar;
    "Evet yâ Rasûlallah" dediler. Rasûlullah da şöyle buyurdu:
    "Bu Ali'dir. Onu benim sevgimle seviniz, bana değer verdiğiniz gibi ona değer veriniz. Cebrail bana, size söylediğim şeyleri emretti".
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ Empty Geri: HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ

    Mesaj tarafından Admin Ptsi Mayıs 03, 2010 11:43 am

    Rasûlullah (s.a.v) 'in Ali (R.A)'Yi Övmesi

    Enes (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v) bana:
    "Ey Enes! Abdest için elime su dök" dedi. Abdestini alıp iki rekât namaz kıldı. Namazı bitince bana şöyle seslendi:
    "Ey Enes! Bu kapıdan senin yanına ilk gelen; mü'minlerin efendisi, meşhur şahsiyetlerin komutanı ve vasilerin sonuncusudur".
    Ben içimden; "Allah'ım! Bu gelen kişi Ensar'dan biri olsun" dedim. Baktım, gelen Ali b. Ebî Tâlib'di. Rasûlullah (s.a.v) ;
    "Enes! Kimmiş o?" diye sorunca, "Ali" dedim.
    Sonra Rasûlullah (s.a.v) ayağa kalktı ve onu kucaklayarak müjdeledi. Mübarek yüzünün terini Ali'nin yüzüne, Ali'nin terini de kendi yüzüne sürdü. Ali (r.a) dedi ki:
    "Ey Allah'ın elçisi! Görüyorum ki sen, bana bu güne kadar yapmadığın bir muamele yaptın (nedir bunun sebebi?)". Hz. Peygamber (s.a.v) ona;
    "Beni böyle yapmaktan engelleyecek bir durum yok ki. Çünkü sen, benden duyduğunu sonrakilere iletirsin, sesimi onlara duyurursun ve benden sonra ihtilafa düştükleri konuları onlara açıklarsın".
    Alrb. Ebî Tâlib (r.a), Rasûlullah (s.a.v) 'ın, kendisi hakkında şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
    "Ben hikmetin eviyim, Ali de kapısıdır"

    Ali (R.A) İlim Deniziydi

    Abdullah b. Mes'ud (r.a) diyor ki: Hz. Peygamber (s.a.v) 'in yanında bulunuyordum. Ona Ali'den soruldu. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
    "Hikmet on parçaya ayrılmıştır. Dokuzu Ali'ye, biri de diğer insanlara verilmiştir".
    Hz. Ali (r.a) anlatıyor: "Yâ Rasûlallah! Bana tavsiyede bulun" dedim. Rasûlullah (s.a.v) :
    "Rabbim Allah'tır, de sonra dosdoğru oV buyurdular. Ben de dedim ki:
    "Rabbim Allah'tır. Başarım ancak Allah'ın inayetiyledir. O'na tevekkül ettim ve O'na yönetiyorum". Duamı duyan Hz. Peygamber (s.a.v) :
    "İlim senin için mübarek olsun ey Hüseyin'in babası! Sen ilmi su içer gibi içmiş ve ondan kanmışsın" buyurdular.
    Abdullah b. Mes'ud(r.a) der ki: Kur'an yedi harf üzere indirilmiştir. Bu harflerden her birinin zahir ve bâtını —ilk bakışta anlaşılan ve anlaşılamayan mânâsı- vardır. Ali, hem zahir hem de bâtın ilmine sahiptir.
    Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin (r.a) müslümanlara şöyle hitap etti: (Müslümanlar!) Dün aranızdan öyle bir adam ayrıldı ki, ilimde evvelkiler onu geçemedi, sonrakiler de ona ulaşamayacaktır. Hz. Peygamber (s.a.v) onu muharebeye gönderip eline sancak verdiğinde, Allah ona fethi nasip edinceye kadar gözünü kırpmadan çarpışırdı. Cebrail sağında Mikâil ise solunda bulunurdu. Geride -borcu ödendikten sonra- satın almayı düşündüğü hizmetçi için ayırdığı yediyüz (dirhem) den başka ne sarı bir altın ne de beyaz bir gümüş bırakmıştır".
    İbni Abbas (r.a), Hz. Ömer (r.a)'in şöyle dediğini naklediyor:
    "Aramızda bir olay çıktığında, en isabetli hükmü veren Ali idi. Übey ise en iyi Kur'an okuyanımızda.
    Ebu Said el-Hudrî (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v) -iki omuzunun arasına eliyle vurarak-Ali'ye şöyle dedi:
    "Ey Ali! Senin yedi özelliğin var ki, kıyamet günü hiç kimse seninle bunlar konusunda tartışamaz (yani, bunlar bende de var diyemez); Sen erkekler arasında bana ilk inanansın, Allah'a verdiği sözde en fazla sadakat gösterensin, Allah'ın emirlerini en iyi yerine getirensin, idaresinden mesul olduklarına en iyi davranansın, müslümanların en insaflısısın, hüküm vermeyi en iyi bilensin ve kıyamet günü büyük meziyetlere sahip olansın".
    Hz. Ali (r.a), Rasûlullah (s.a.v) 'm kendisine: "Müslümanların efendisine ve müttakîlerin imamına merhaba" dediğini söylemiştir.
    Ali (r.a)'ye; "Sen neye şükredersin?" diye sorulunca, o şöyle dedi;
    "Allah'a, bana ihsan ettiği şeylere karşı hamdeder, beni yükümlü kıldığı şeylerden dolayı şükreder ve bana verdiği şeyleri artırmasını dilerim".
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ Empty Geri: HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ

    Mesaj tarafından Admin Ptsi Mayıs 03, 2010 11:43 am

    Hz. Ali (R.A)'Nin Feraseti

    Ebu Said el-Hudrî (r.a) anlatıyor:
    Hz. Peygamber (s.a.v) 'le birlikte yürürken ayakkabısının (nalın) üstü koptu. Ali (r.a) tamir etmek için ayakkabıyı aldı. Ayakkabı tamir edildikten sonra Rasûlullah (s.a.v) yoluna devam edip şöyle buyurdu:
    "Ey ashabım! Sizden biri Kur'an'ın te'vili üzerine savaşa koyulacaktır. Nitekim ben de, (Kur'an) inerken birileriyle savaşmıştım".
    Ali'ye Rasûlullah (s.a.v) 'm buyurduğunu haber verdim. Fakat o, aynı şeyi daha önce duymuş gibi, bu habere sevinmedi.
    Yine Ali b. Ebî Tâlib'den naklediliyor:
    "Yüce Allah'ın indirmiş olduğu âyetleri, niçin ve nerede indirdiğini bilirim. Çünkü Allah (c.c) bana, sezgi ve anlayışı yüksek bir kalp, çok soran bir dil ihsan etmiştir".
    Ebul-Buhterî anlatıyor:
    Hz. Ali'ye, nasıl biri olduğu sorulmuştu. O şöyle cevap verdi:
    "Bana bir şey sorulunca onun cevabını verir, mecliste konuşan sustuğunda konuşmaya başlardım".
    Şebes b. Rabî anlatıyor:
    Hz. Peygamber (s.a.v) 'e bir esir hediye edilmişti. Ali (r.a), eşi Fâtıma (r.a)'ya;
    "Babana git ve ondan, seni bazı işlerden kurtaracak bir hizmetçi iste" dedi. Akşam vakti Fâtıma (r.a) babasına gitti. Hz. Peygamber (s.a.v) ona:
    "Kızım, bir işin mi var1?" diye sordu. Fâtıma;
    "Bir şey yok, sadece selam vereyim, hal hatır sorayım diye geldim" dedi. Bir şey istemeye utanmıştı. Eve dönünce Ali (r.a) ona;
    "Ne yaptın?" diye sorunca, Fâtıma şu cevabı verdi: "Ondan hiçbir şey isteyemedim, utandım".
    Ertesi akşam olunca Alî (r.a) eşi Fâtıma'ya yeniden;
    "Babana git ve ondan, seni bazı işlerden kurtaracak bir hizmetçi iste" dedi. Fâtıma babasına gitti, fakat ondan yine bir şey isteyemedi. Üçüncü gün olunca, ikisi birlikte çıkıp Rasûlullah (s.a.v) 'a gittiler. Rasûlullah onlara, geliş sebeplerini sordu. Ali fr.a) dedi ki:
    "Ya Rasûlallah! İşler bizi epeyce zorluyor. Senden, işlerin bir kısmını üstlenecek bir hizmetçi vermeni isteyecektik".
    Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) ikisine hitaben;
    "Size kızıl altınlardan daha hayırlı bir şey söyleyeyim mi1?" diye sordu. Ali (r.a);
    "Evet, ey Allah'ın elçisi!" dedi. Rasûlullah da onlara şu tavsiyede bulundu:
    "Uyumadan önce yüz defa Allahu Ekber, subhanallah ve elhamdülillah demeniz size bin hasene kazandırır. Sabahleyin aynı duaları yapmanız yine size bin hasene kazandırır".
    Ali (r.a) der ki: "Bunu Rasûlullah'tan duyduğum günden beri, Sıffin gecesi hariç hiç ihmal etmedim. O gece unutmuştum, fakat gecenin sonuna doğru hatırıma gelince hemen söyledim".
    Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan gelen bir rivayete göre Hz. Ali şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v) bize geldi ve ayaklarını benimle Fâtıma'nın arasına koydu. Böylece biz, uyumadan önce ne diyeceğimizi hatırlamış olduk: Otuz üç tekbir (subhanallah), otuz üç tahmid (elhamdülillah) ve otuz üç tekbir (Allahu ekber). O günden sonra bunları söylemeyi hiç bırakmadım".
    Adamın biri Ali (r.a)'ye; "Sıffin gecesinde de mi?" diye sorunca Ali (r.a); "Sıffin gecesinde de" diye cevap verdi.
    İbni A'bad anlatıyor: Hz. Ali (r.a) bana;
    "Ey İbni A'bad! Yemeğin hakkının ne olduğunu bilir misin?" diye sordu. Ben ona;
    "Nedir ki hakkı, ey İbni Ebî Tâlib?" dedim. Bana dedi ki:
    "Bismillah çekip, Allah'ım, bize rızık olarak verdiğin nimetleri mübarek kıl', dersin". Daha sonra şöyle dedi:
    'Yemeği yediğinde şükrü nedir bilir misin?". Ben soruyu ona;
    "Nedir?" diye geri çevirdim. O şöyle dedi:
    "Bize yediren ve içiren Allah'a hamd olsun, dersin".
    Hz. Ali (r.a), geçiminde bir zorluk ve sıkıntı olunca halktan uzaklaşır kazanç ve rızık kapısı arardı.
    Tasavvuf, sebeplere sarılıp Allahhn takdir ettiği rızık kapılarına varmaktır.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ Empty Geri: HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ

    Mesaj tarafından Admin Ptsi Mayıs 03, 2010 11:44 am

    El Emeği, Güzel Giyinme, Dünya Ve Ahiret Sevgisi

    Mücahid anlatıyor:
    Bir gün Ali b. Ebî Tâlib, başında sarık olduğu halde yanımıza geldi ve şöyle dedi:
    "Bir defasında Medine'de çok acıkmıştım. Çıktım, Medine'nin üst taraflarında iş aramaya koyuldum. Baktım, bir kadın çamur yapmış su ile yumuşatmak istiyor. Yanına gittim ve her bir büyük kova su için bir adet almak üzere ücrette anlaştım. Kuyuya on altı kova saldım ve çektim. Her iki elim de kabardı. Çektiğim suları getirip çamura serptim ve; 'yeter bu kadar' dedim. (Ravilerden İsmail ellerini açtı ve sonra toplayarak avuç şekline getirdi). Kadın bana, onaltı hurma sayıp verdi. Hz. Peygamber (s.a.v) 'e geldim ve olanları anlattım. O da benimle birlikte hurmadan yedi".
    Hammad b. Zeyd'in rivayetinde olay şöyledir: "Onaltı veya onyedi kova su çektim, sonra da ellerimi yıkayıp, hurmaları Hz. Peygamber (s.a.v) 'e götürdüm. Peygamberimiz bana; 'Hayırlı olsun' dedi ve dua etti".
    Hz. Ali (r.a), müslümanlarm güzel giyinenlerindendi. Allah (c.c)Jın âbid kullarının güzel hasletleri ve zahidlerin manevi süsle-riyle süslenmeyi de ihmal etmezdi.
    Ammar b. Yâsir (r.a)'den nakledilmiştir: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
    "Ey Ali! Allah seni öyle bir süsle süslemiştir ki, -Allah tarafından beğenilen— hiçbir kul daha iyi bir süsle süslenmemiştir. O, Allah (c.c) katındaki iyilerin süsüdür. Dünya malına kapılmayıp zühd göstermen, senin dünyadan bir şey sarfetmemen, dünyanın da senden bir şey eksiltmemesi demektir. Allah (c.c) sana, yoksulları sevme huyunu ihsan etmiştir. Seni tebaa olarak onlardan razı kıldı, onlar da imam olarak senden razıdırlar".
    Ali b. Ebî Talib (r.a) şöyle diyor:
    "Kıyamet günü dünya bütün süs ve şâşaasıyla gelir ve; 'Ey Rabbim, beni dostlarından (evliya) birilerine bağışla' der. Yüce Allah ona; 'Git huzurumdan. Dostlarımdan (evliya) herhangi birisine bağışlayacağım şeyler içinde senden daha değersiz bir şey yoktur, sen onlara bağışlanmayacak kadar değersizsin' der. Sonra da dünya, elbisenin durulduğu gibi dürülür ve cehenneme atılır".
    Hz. Ali (r.a), âhireti dünyaya tercih etti. Onun için gizlilik perdesi kaldırıldı, hidayet yolunda basiretle yürüdü, gözündeki manevi körlük giderildi, gayb gözü açıldı.
    Hz. Ali (r.a)'den naklediliyor: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
    "Kim dünyaya bütün kalbiyle bağlanmayıp âhireti tercih ederse, Allah ona -bir ders olmaksızın- çeşitli şeyleri öğretir, onu hidayet üzere dâim kılar ve ona basiret ihsan edip manevi körlüğünü giderir".

    Ali (R.A) Marifetullah'a Sahipti

    Hz. Ali (r.a), Allah'ın zatını tanıyan ve kalbindeki ma'rifetullah bilgisi derin olan bir insandı.
    Tasavvuf, perdeleri kaldırarak gönül gözünü açabilmek ve gayb âlemini görebilmektir.
    Abdullah b. Abbas (r.a)'dan naklediliyor:
    Ali (r.a) beni, Zeyd b. Suhan'ı çağırmam için göndermişti. Zeyd gelince şöyle dedi:
    "Ey müzminlerin halifesi! Senin, Allah'ın zatını bildiğini ve Allah sevgisinin kalbinde çok büyük yer tuttuğunu bilmiyordum".
    Numan b. Sa'd anlatıyor:
    Kûfe'de, Ali b. Ebî Tâlib (r.a)'in hilafet merkezi olan evinde bulunuyordum. O, sırada Nevfb. Abdullah geldi ve;
    "Ey halife! Kapıda yahudilerden kırk kişi var" dedi. Ali (r.a);
    "Gelsinler, görelim" buyurdu. Adamlar içeri girip halifenin karşısına geçtiler ve şöyle dediler:
    "Ey Ali! Şu gökte (semâ) duran Rabbini anlat bize. O ne durumda, daha önce nasıldı, ne zamandır böyle ve neyin üzerinde duruyor?".
    Ali (r.a) oturduğu yerden doğruldu ve şöyle dedi:
    "Ey yahudi topluluğu, beni dinleyiniz! Şüphesiz Rabbim ilk (evvel)dir ve hiçbir şeyden var olmamıştır. Hiçbir şeyle birlikte karışık halde de değildir. O ne bir vehim, ne de uzak bir hayaldir. Hadis -sonradan olma- de değildir. Bilakis, eşyaya şekil verip niceliğini tayin eden zatın şanı yücedir. Zamanın geçmesine rağmen O hep varoldu ve var olmaya devam edecektir. O, durumların değişmesiyle değişmez. Yüce Allah (c.c), nasıl olur da 'hayal' diye va-sıflandırılabilir? Her şeyi anlatabilen diller bile onu anlatabilir mi? Eşyaya benzemeyen bir şey için nasıl 'pek de acıkmış, belirliy-miş' denebilir? Bütün bunların aksine, Allah (c.c)'ın, bizim anlayacağımız ölçüde bir keyfiyeti yoktur. O insana, şah damarından daha yakındır. Kullara benzerlik söz konusu olunca da, uzağın uzağıdır. Kulların karanlık bir gecede göz kırpmaları, tek bir söz söylemeleri, bir kıpırtıları, bir adım atmaları O'na gizli kalmaz. Parıldayan ay, gün dönümünde ışığını yayan güneş, gündüze dönüşen gece ve geceye doğru giden gün Allah (c.c)'a gizli kalmaz. Allah (c.c) ilmi ve iradesiyle onları kuşatır ve onların hareketini düzenler. O, her mekân ve zamanda, her şeyi bilir. Her sonu ve verilen müddetleri bilir. Uzaklık, kullar için vardır; sınır, Allah (c.c) dışındakilere nisbet edilir. Allah (c.c) hiçbir mahlûkatı, ne bir başkası tarafından vücuda getirilen bir temele göre ve ne de kendisinden önce başlanmış bir numuneye göre yaratmamıştır. Aksine, o dilediğini yaratmış ve muntazam olarak yaratmış, dilediğine şekil vermiş ve en güzel biçimde şekillendirmiştir. O, yüceliğinde tektir ve O'nu hiçbir şey engelleyemez. O, yaratıklarından herhangi birinin bir husustaki önerisine uyarak bir fayda elde etmez. Dua edenlerin duasına çok hızlı karşılık verir, göklerde ve yerde olan melekler O'na itaatkârdırlar. Helak olup ölenleri bilmesi, gezip dolaşan dirileri bilmesi gibidir. Semânın en uzak köşelerinde olup biteni bildiği gibi, yerin derinliklerinde olanları ve diğer her şeyi de bilir. Sesler onu şaşırtmaz, diller onu meşgul etmez. O, hiçbir organa muhtaç olmaksızın bütün sesleri işitir. İşleri düzenler, her şeyi görür, yapılanları bilir, diridir, daimdir. Musa (a.s) ile, organsız ve aletsiz, dudaksız ve sözsüz olarak konuşan Allah (c.c)'ın şanı yücedir. O, sıfatlarının niceliğinin anlaşılmasından münezzehtir. Kim Rabbimizin sınırlı ve hakkıyla bilinebilir olduğunu iddia ederse o, Hâlık ve Ma'bud'u tanımamış demektir. Kim de mekân ve zamanın O'nu kuşatacağını söylerse, onda şaşkınlık ve doğruyu yanlıştan ayıramama hastalığı vardır. Tam aksine O, her mekânı kuşatır.
    Ey -Kur'ân ve açık delillerdeki bilgilerin aksine- Rahmânhn tavsif edilmesinde ileri geri konuşup tereddüt gösteren kişi! Şayet sözünde duruyorsan, Cebrail, Mikâil ve İsrafil'i bize anlat. Sen neredesin, bunları anlatmak nerede! Sen, senin gibi yaratılmış olan birini tarif etmede aciz kalıp da, Yaratan ve Ma'bud-u Hakîki olan Allah (c.c)'ı nasıl tarif edebilirsin? Yerlerde, göklerde ve her ikisinin arasında olan her şey Allah (c.c)'ındır. O, büyük arşın sahibidir".
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ Empty Geri: HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ

    Mesaj tarafından Admin Ptsi Mayıs 03, 2010 11:45 am

    Rabbı Dünya İmtihanında Tanımak

    Ebu'l-Ferec, Ali b. Ebî Tâlib (r.a)'in şöyle dediğini rivayet ediyor:
    "Daha büyümeden, çocukken Ölüp cennete girmek ve Rabbimi orada tanımak beni sevindirmez".

    Dört Temel

    Halas b. Amr anlatıyor:
    Biz Ali b. Ebî Tâlib (r.a)'in yanında otururken içeri Huzaa kabilesinden bir adam girdi ve;
    "Ey mü'minlerin emlril Hz. Peygamber (s.a.v) 'i, İslâm'ı anlatırken işittin mi?" diye sordu. Halife Ali (r.a);
    "Evet, Rasûlullah (s.a.v) 'ı şöyle buyururken işittim: İslâm dört temel üzerine bina edilmiştir. Bunlar; sabır, yakın, cihad ve adalettir.
    Sabrın dört kısmı vardır: Şevk, acıma, âhiret için dünyaya değer vermeme ve Allah'tan lütuf bekleme. Kim cenneti arzularsa, dünyevî zevklerden kendisini arındırır, kim de cehennemden uzak durmak isterse haramlardan sakınır. Kim dünyaya değer vermezse musibetler, ona ağır gelmez. Ölümü bekleyen, hayır işlerinde acele eder.
    Yakînin de dört kısmı vardır: Mahareti basiretle görme, hikmeti yorumlama, ibret veren şeyi bilme ve sünnete uymadır. Kim bir şeyi iyiden iyiye ve derinliğine görüp kavrarsa hikmeti yorumlayabilir. Hikmeti yorumlayan kişi ise, onun taşıdığı ders ve ibreti bilir. İbretleri bilen kişi de sünnete uyar. Kim de sünnete uyarsa, sanki ilk müslümanlardanmış gibi olur.
    Cihad dört bölümdür: İyiliği emretmek, kötülükten vazgeçirmek, her yerde doğru olmak ve fasıklara buğz etmek. Kim iyiyi emrederse, mü'mine destek vermiş olur; kim de kötülükten vazgeçirir-se, münafığın burnunu yere sürer. Toplum içinde doğru davranan, üzerindeki sorumluluğu yerine getirmiş ve dinini elde etmiş demektir. Fasıklara buğz edip kin tutan, Allah için buğz etmiştir. Kim birilerine Allah rızası için buğz ederse, Allah da onun için, onun buğz ettiklerine buğz eder.
    Adaletin de dört bölümü vardır: Derin anlayış, ilmin aydınlığı, hükmün yolları ve hilim -yumuşak huyluluk-. Kim anlayışını derinleştirirse, ilim sırlarını açıklar. İlimden istifade eden ise, hükmün yollarını bilir. Kim de hükmün yollarını bilirse, hilmin bahçesine varır. Hilim bahçesine giren ise, yaptığı işlerde aşırı gitmez ve halkın arasında, kimseye rahatsızlık vermeden yaşar".
    Yahya b. Kesîr ve başka râvilerden gelen bir habere göre Ali (r.a)'ye; "seni bir tehlikeye karşı bekleyelim mi?" demişler. Ali (r.a) onlara; "kişinin bekçisi ecelidir" diye cevap vermiş.

    Hz. Ali (R.A)'Nin Bazı Sözleri

    Hz. Ali (r.a)'den rivayet edilen sağlam sözler ve ince işaretlerden bazıları şunlardır:
    "ibadetin kabulüne, onu işlemekten daha fazla ihtimam gösteriniz. Çünkü takvayla yapılan ibadette azlık söz konusu olmaz. Kabul olan amel, nasıl az diye adlandırılabilir? ".
    "Hayır, senin mal ve çocuğunun çok olmasında değildir. Hayır, ilminin çoğalmasında ve tevazünün artmasındadır. Diğer insanlara karşı Allah'a kulluğunla övünmende de bir hayır yoktur. Çünkü ibadetini güzel yaptıysan, Allah'a hamdetmiş olursun, kusurlu davrandıysan, O'ndan af dilersin. Şu iki kişi dışında dünyanın hiç kimseye hayrı yoktur: Günah işleyince günahını tevbeyle kapatan ve hayır işlerine koşan kişiler. Takvayla yapılan ibadet az değildir. Kabul edilebilecek kadar sağlam olan bir amel nasıl az olabilir?'.
    "Benden şu beş şeyi iyi belleyiniz. Şayet bunları elde etmek için deveye binip yola çıksaydınız, bunları elde edemeden bineğinizi iyice yorardınız: Kul Rabbinden başka hiç kimseden bir şey um-mamalı ve ancak günahından korkmalı. Cahil, bilmediği hususları sormaktan utanmamalı, âlim de, kendisine bilmediği bir şey sorulduğunda; Allah en iyisini bilir' demekten çekinmemelidir. Sabrın imandaki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir. Sabrı olmayanın imanı da yoktur".
    "Korktuğum şeylerin en korkutucusu, hevâ ve hevese uymak ve hiç ölmeyecekmiş gibi bitmez tükenmez arzular beslemektir (tûl-u emel). Hevâya uymak, kişiyi haktan döndürür, tûl-u emel ise ahire-ti unutturur. Dikkat edin! Dünya, arkası dönük gidiyor, âhiret ise beriye doğru geliyor, Bunlardan her birini isteyenler vardır. Sizler dünyayı isteyenler değil, âhireti isteyenler olunuz. Bugün iş günüdür, hesap yoktur; yarın ise hesap günüdür, iş yoktur".
    Ebu Erâke anlatıyor:
    Ali (r.a) sabah namazını kıldı ve güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar oturdu. Üzgün bir hali vardı. Sonra şöyle buyurdu:
    "Rasûlullah (s.a.v) 'ın ashabında öyle haller gördüm ki, şu anda onlara benzeyen hiçbir kimse göremiyorum. Vallahi onlar, gözleri önünde cenaze taziyesi yapılanlar gibi benizleri sarı, saçı-başı dağınık ve toz-toprak içinde olurlardı. Onlar, ya ayakta ya da sırtüstü yatarken Kur'ân okuyarak gecelerlerdi. Yanlarında Allah'ın ismi anıldığında, rüzgârlı bir günde ağaçların sallandığı gibi sarsılırlardı. Yemin ederim ki, elbiseleri ıslanıncaya kadar ağlarlardı. Vallahi şu topluluk, gaflet içinde gecelemektedir".
    "insanların hâlet-i ruhiyesini bilen, fakat başkaları tarafından tanınmayan, Allah'ın da kendisini rızasıyla andığı, alçak sesli her kula müjdeler olsun. Onlar hidayet fenerleridir, insanlar onların aydınlattığı yolda yürürler. Allah (c.c) onların üzerine çökebilecek her fitne ve karanlığı giderir ve onlara rahmet eder. Onlar öne atılan, sır ifşa eden, başkasına eziyette bulunan ve gösteriş yapan kimseler değillerdir".
    "Gerçek fakih, Allah'ın rahmetinden ümit kestirmeyen ve halkı O'nun azabından emin kılmayan, Allah'a isyan edilebilecek konularda insanlara ruhsat vermeyen ve Kur'an'ı bırakıp başka bir şeyden medet ummayan kişidir. İlimsiz ibadette, anlamaksızın çalışılan ilimde ve düşünülmeksizin yapılan okumada hiçbir hayır ve bereket yoktur".
    "İlmin pınarları, gecenin ışıkları olunuz ve elbisenin eskisini, kalbin yenisini taşıyınız. İşte böyle olursanız gökte bilinir, yeryüzünde anılırsınız".
    "Ey insanlar! Eğer sizler, anasını yitiren düve (inek yavru-su)'nin inlemesiyle inleseydiniz, güvercinler gibi dua etseydiniz, ruhbanın yalvarıp feryat etmesi gibi feryat etseydiniz, sonra da Allah (c.c) katındaki derecenizi yükseltmek, meleklerin yazdığı günahların bağışlanmasını temin etmek ve O'na yakınlık sağlamak için mal ve evlattan vazgeçseydiniz, bu yaptıklarınız, Allah (c.c)'ın size bahşedeceğini umduğum sevap ve duçar olmanızdan korktuğum elim azap karşısında az kalırdı. Allah (c.c)'a yeminler olsun ki, O'ndan korkarak ve O'na yönelerek gözleriniz önünüze aksa, sonra size dünyada uzun bir hayat bahşedilse -dünya baki değildir ya~ güç ve kuvvetinizden bir şey kalmamış olsa bile O, İslâm'daki hidayetinizi daim kılmak suretiyle size güç ve kuvvet verir. Siz amellerinizle cennete hak kazanamazsınız. Fakat O'nun rahmetiyle muamele göreceksiniz. O'nun cennetine, adalete sarılıp orta yolu tutanlar girer. Allah (c.c) bizi ve sizi, çok çok tevbe eden abid kullarından etsin".
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ Empty Geri: HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ

    Mesaj tarafından Admin Ptsi Mayıs 03, 2010 11:45 am

    Cafer b. Muhammed, babası ve dedesi yoluyla gelen şu haberi naklediyor:
    Hz. Ali (r.a) bir cenaze merasimindeydi. Ölü mezara konunca yakınları feryat ve figanla ağlamaya başladılar. Ali (r.a) onlara şöyle dedi:
    "Niçin ağlıyorsunuz? Vallahi bunlar, ölünün şu anda gördüğünü görselerdi Ölülerini unuturlardı. Bunlar -ağlayanları kastediyor-, birer birer ölüme varacaklar, hatta içlerinden hiçbiri geride kalmayacaktır".
    Daha sonra ayağa kalkıp şöyle buyurdu: "Size -ölen insanları- misal getiren, ecelleri tayin eden, kastettiği şeyleri duyup belleyen kulaklar, kapaklarını açtığınızda göreceğiniz gözler ve anlama sahasına giren şeyleri anlayan kalpler veren Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Yüce Allah (c.c) sizi boş yere yaratmadı, sizden vazgeçip yüz çevirmedi, bilakis size nimetini bol bol ikram etti, size en geniş şekliyle destek verdi, sizi rahmetiyle kuşattı ve iyi ve kötü günlerde size yardım etti. Ey Allah'ın kulları! O'ndan bir şey istediğinizde ciddiyetle isteyiniz. Aşırı isteklerinizi bırakıp, geçici lezzetleri bir tarafa iterek ibadete yöneliniz. Çünkü dünyanın nimetleri devamlı değildir. Felaketlerinin de kalıcı olduğuna inanmayın. Dünya, aldatıcı bir yalan, şaşırtıcı bir hayal ve anlamsız bir şiirdir.
    Ey Allah'ın kulları! ibret almaz mısınız? Ayet ve hadislerden ibret alınız, tehlikelerden sakınınız ve öğütlerden faydalanınız. Sanki ölümün pençesi sizi yakalamış, toprağın içine -kabre- koyuyor ve sanki sûrun üfürülmesi, kabirlerin içindekileri fırlatması, mahşerde toplanma, hesap yerinde bekleme ve Cebbar olan Allah'ın kudretinin her şeyi emri altına alması neticesinde bir karmaşa ve sıkıntı sizi kuşatıyor. Herkesi mahşere sürükleyen ve il-miyle, onun yaptılarına şahitlik eden birileri vardır. Yer, Rabbi-nin nuru ile parladı, kitap ortaya kondu, peygamberler ve şahitler getirildi ve aralarında adaletle hükmedildi. Onlara asla zulmedilmez '. İşte bu günde şehirler sallanır, biri nida eder. İşte o gün, ayrılma vaktidir. Elbiseler çemrenir, güneşin ışığı giderilir, yabani hayvanlar haşr meydanına toplanır, gizlilikler ortaya konur, şerli kimseler helak edilir, kalpler titrer. O vakit cehennemlikler, üzerlerine Allah (c.c) tarafından acı veren bir hamle indirilerek cezalandırılırlar. Cehennem bütün şiddeti ve gürültüsüyle ortaya çıkarılır. Onun, şimşek çakması gibi sesi, kızgınlığı ve intikam arzusu var-dır. Cehennem alevlenir, sular kaynar ve vücuda işleyen alevler oluşur. Onda devamlı kalacak olan, soluk alamaz. Cehennemin, günahkârlara olan isteği bitip tükenmez ve cehennemlikleri orada tutan bağlar kopmaz. Beraberlerinde, kendilerini kaynar su ve yakıcı ateş ile müjdeleyen (!) zebaniler vardır. İşte, bunlarla
    (günahkârlarla) Allah (c.c) arasında engeller vardır. Onlar, Allah (c.c)'ın dostlarından da ayrıdırlar. Ancak cehenneme doğru gidebilirler. Ey Allah'ın kulları! Adaletle davranan ve gözetleyen olarak Allah (c.c), davacı ve delil getirici olarak Kitap, sevap olarak cennet ve ceza olarak cehennem yeter. Allah (c.c)'tan kendim ve sizin için bağışlanma diliyorum".
    Nevf el-Bukalî anlatıyor:
    Ali (r.a)Jnin gece vakti dışarı çıkıp yıldızlara baktığını görmüştüm. Bana;
    "Ey Nevf! Uyuyor musun, uyanık mısın?' diye seslendi. Ben; "Ey mü'minlerin emîri! Uyanığım" dedim. Bunun üzerine;
    "Ey Nevf! Dünyada zahid olarak yaşayıp âhirete yönelenlere ne mutlu. Onlar yeryüzünü kendilerine bir sergi, toprağı da döşek yapmışlardır. Suyu temizleyici ve güzel olarak bilip Kur'an ve duayı kendilerine Ölçü almışlardır. Dünyadan Mesih (İsa) (a.s) gibi kopmuşlardır. Ey Nevf! Allah İsa (a.s)'ya vahyedip şöyle demiştir: 'İsrâiloğulları'na git ve onlara benim evlerimden herhangi birine, ancak temiz bir kalp, huşu halindeki gözler ve pak ellerle girmelerini söyle. Ben onlardan veya başka kullarımdan hiçbirinden, içi dışı karanlıkken, (inanmamışken) dua ve yalvarma kabul etmem'.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ Empty Geri: HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ

    Mesaj tarafından Admin Ptsi Mayıs 03, 2010 11:46 am

    Hz. Ali (R.A)'Nin Kümeyi B. Ziyad'a Vasiyetinde İlim İle Mal Arasındaki İlişki

    Kümeyi b. Ziyad anlatıyor:
    Ali b. Ebî Tâlib (r.a) elimden tutup beni çöle doğru götürdü. Çöle vardığımızda oturup derin bir nefes aldı ve şöyle dedi:
    "Ey Kümeyi! Kalpler kaplara benzer. Onların en iyisi, içinde-kini en iyi koruyandır. Öyleyse sana diyeceğimi iyi belleyip koru.
    insanlar üç sınıftır: Birincisi Rabbani âlimler, diğeri kurtuluş yoluna girmiş ilim talebeleri, üçüncüsü de, her sese kulak veren, her rüzgâr estiğinde başka bir tarafa eğilen, ilim nuruyla kendilerini aydınlatamayan ve sağlam bir esasa bağlanamayan sürülerdir. İlim maldan daha değerlidir. İlim seni korur, malın koruyucusu ise sensin. İlim, onu işledikçe, onunla amel ettikçe daha da artar, fakat mal, harcadıkça tükenir. Âlimi sevmek dindendir, ilim âlime, yaşarken taat kazandırır, öldükten sonra hayırla anılmasını sağlar. Mal biriktiren ise, malla birlikte yok olur, adı da kalmaz. Mal yığanlar, diriyken bile ölü gibidirler. Ulemanın ise, dünya durdukça adı anılır. Alimler ölüp gider, ama menkıbeleri gönüllerde yaşar. İlim ancak, ona sahip olanların Ölüp tamamen yok olmasıyla ortadan kalkar. Ey Allah'ım! Yeryüzünde senin rızan için ve senin hüccetlerinin ve apaçık delillerinin silinip yok olmaması için hakkı ayakta tutanlar her zaman var olacaktır. Onların sayısı az, fakat Allah (c.c) katındaki değerleri fazladır. Allah (c.c) delil ve şiarlarını onlarla müdafaa eder, onlar da bu görevi kendilerinden sonra gelenlere aktarırlar ve onların gönüllerine bu aşkın tohumlarını ekerler. Onlar, ilim vasıtasıyla gerçeği bulurlar. Böylece, toplumun şımarıp azıtanlarınm sert ve katı dedikleri onlara yumuşak gelir, cahillerin garip karşıladığını onlar benimserler. Onlar, Allah (c.c)'ın vekilleri ve dininin davetçileridir. Onları görme arzusu içinde ol. Allah (c.c)'tan kendim ve senin için bağışlanma diliyorum. Eğer dilersen kalkıp gidebilirsin".

    Hz. Ali (R.A)'Nin Zühdü Ve İbadeti

    Hz. Ali (r.a)'den nakiller yapanlar, onun zühdünden ve dünyaya hiçe saymasından bahsetmişlerdir. O, Allah (c.c)'tan korkusu ve O'na kulluğuyla şöhret yapmıştır.
    Tasavvuf, geçici dünya malıyla avunmayı bırakıp hedefe doğru ilerlemektir.
    Ali b. Rabîa el-Vâlibî anlatıyor: İbnu'n-Nebac, Ali b. Ebî Tâlib (r.a)'e gelip:
    "Ey mü'minlerin emîri! Müslümanların beytülmah altın ve gümüş ile doldu'7 deyince Ali (r.a); "Alluhu ekber" dedi ve Ibnu'n-Nebac'a tutunarak ayağa kalktı. Sonra müslümanların beytülma-hnın başına varıp şu şiiri okudu:
    "Bu benim devşirmemdir ve toplanan gelirlerin en iyi ve temizleri buradadır. Herkes buradan hakkını almalıdır.
    "İbnu'n-Nebac der ki: Halka haber verip çağırıldı. Sonra da Ali (r.a) müslümanların beytülmahnda ne varsa hepsini dağıttı. Dağıtırken;
    "Ey sarılar ve beyazlar (altın ve gümüş), sizler benim dışım-dakilere, şunlara bunlara aitsiniz" diyordu. Sonunda hazinede ne bir dirhem ne de bir dinar kalmıştı. Halife Ali (r.a) beytülmalm (içine devletin gelirleri konan oda v.b) sulanıp süpürülmesini emretti ve orada iki rekât namaz kıldı.
    Mecma' et-Teymî şöyle diyor:
    Hz. Ali halife iken beytülmah süpürüp orada namaz kılıyordu. Kıyamet günü kendisine şahitlik eder ümidiyle orasını zaman zaman mescid gibi kullanıyordu.
    Abdullah b. Şüreyk dedesinden şu haberi nakletmiştir:
    Hz. Ali (r.a)'ye pelte tatlısı getirilmişti. Pelteyi önüne koyup şöyle dedi:
    "Sen kokusu hoş, rengi güzel, tadı nefis bir yiyeceksin. Fakat ben, nefsime güzel göründüğün müddetçe nefsime uyup senden yemeyi uygun bulmuyorum".
    Ziyad b. Melih anlatıyor:
    Ali b. Ebî Tâlib (r.a), "hadis" denen un helvası getirip orada bulunanların önüne koymuştu. Onlar da onu yemeye koyuldular. Ali (r.a) şöyle söylendi:
    "İslâm, ortaya konan şeye, düşmana hücum eder gibi hücum etmek değildir. Ama Kureyş helvayı gördü ve üzerine hücum etti".
    Abdulmelik b. Umeyr, SaMf kabilesinden bir adamın kendisine şu bilgiyi verdiğini söylüyor: Halife Ali (r.a) Sakîfli'yi, Ukber'e zekât toplama memuru tayin etmişti. Sakîfli şöyle diyor: Ali (r.a)'nin yanındaydım, ortalıkta namaz kılanların oturacağı bir gölgelik yoktu. Ali (r.a) bana;
    "Öğle sonu olunca bana uğra" dedi. Dediği vakitte ona uğradım, fakat yanında kendisini gizleyen bir örtü ve engel yoktu. Oturuyordu ve önünde bir bardak ve su dolu bir kupa vardı. Sonra içinde ne olduğunu bilemediğim mücevher kutusu gibi bir şey çıkardı. Kendi kendime; "bana çok güveniyor" dedim. Kutu mühürlüydü. Mührü açınca baktım ki içinde kavrulmuş buğday varmış. Buğdayı bardağa boşalttı ve üzerine su döktü. Sonra da onu içti, bana da içirdi. Ben sabredemeyip;
    "Ey mü'minlerin emîri! Bunu Irak'ta mı yapıyorsun! Halbuki Irak'ın yiyeceği çoktur" dedim. Bunun üzerine Ali (r.a);
    "Vallahi bunu cimrilikten mühürlemiyorum. Bana yetecek kadar satın alıyorum. Çünkü bittiğinde içine -bilgi dışında- başka bir şey konmasından korkuyorum. Buğdayı böylesine korumam bundandır. Karnıma temiz olanın dışında bir şey girmesinden hoşlanmıyorum" buyurdu.
    Hârûn b. Antere'nin babası Antere anlatıyor:
    Irak'taki Havranak sarayında Halife Ali (r.a)'nin huzuruna girmiştim. Üzerinde eskimiş bir kadife giysi vardı. Dedim ki:
    "Ey mü'minlerin emlri! Allah (c.c) bu malı sana ve ailene tahsis etti de, sen de nefsin için dilediğini mi yapıyorsun!". Bunun üzerine Ali (r.a);
    "Vallahi, sizin malınızın hiçbirinden faydalanmıyorum. Bu, Medine'den, kendi evimden çıktığımdan beri sahibi olduğum kadifedir" dedi.
    Zeyd b. Vehb'den rivayet ediliyor:
    Halife Ali (r.a)'nin yanma Basra'dan bir heyet gelmişti. Heyette Hâricîler'den el-Câd b. Na'ce adh bir adam da bulunuyordu. Adam Ali (r.a)'yi giyiminden dolayı ayıpladı. Bunun üzerine Ali (r.a):
    "Giyimimden sana ne! Benim kıyafetim kibirden uzak ve bir müslümanın örnek alması için çok daha uygundur" dedi.
    Amr b. Kays der ki:
    Hz. Ali'ye; "Ey mü'minlerin halifesi! Gömleğini niçin düzeltmiyorsun?" diye soruldu. O;
    "Bu şekilde kalbim daha huzurlu oluyor, müminler de bu davranışımla bana uyuyorlar" dedi.
    Ebu Said el-Ezdî anlatıyor: Ali (r.a)'yi çarşıda gördüm.
    "Kimin yanında, üç dirheme sağlam bir gömlek var?" diye seslendi. Adamın biri; "bende var" deyince, Ali (r.a) adamın yanına geldi ve gömleğe bakıp beğendi. Sonra adama;
    "Sanırım gömleğin değeri daha fazladır" dedi. Adam; "Evet, bu para gerçek değeri değildir" diye cevap verdi.
    Baktım, Ali (r.a) elbisesinden parayı çıkarıp adama verdi ve gömleği alıp giydi. Gömleğin kolu parmaklarını aşıyordu. Emir verdi parmaklarını aşan kısmı kestirdi.
    Ali b. Erkam babasının şöyle dediğini anlatıyor: Ali (r.a)'yi pazarda kendi kılıcını satarken gördüm. O şöyle diyordu:
    "Bu kılıcı kim benden satın alacak? Yerden tohum bitiren Allah (c.c)'a yemin ederim ki, çok kere bu kılıçla Rasûlullah (s.a.v) 'ın yüzündeki üzüntüyü giderdim. Şayet izar (vücudun altına giyilen giysi) alacak param olsaydı kılıcımı satmazdım".
    Ebu Reca'dan gelen rivayet ise şöyle:
    Ali b. Ebî Tâlib (r.a)'i, elinde satılık bir kılıçla gördüm. O şöyle sesleniyordu:
    "Bu kılıcı kim benden satın alır? Şayet izar alacak kadar param olsaydı, kılıcımı satmazdım". Ben de dedim ki:
    "Ey müminlerin emiri! Kılıcı ben satayım. Satınca parasını getiririm".
    Uneyse en-Nahvî anlatıyor:
    Hasan b. Ebu Hasan'a Benî Naciye kabilesinden bir adam geldi ve;
    "Ey Ebu Said! Senin; 'Ali, Medine'nin kötü hurmalarından yeseydi, kendisi için şu yaptığı işlerden daha hayırlı olurdu' dediğini duyduk" dedi. Bunun üzerine Hasan şu cevabı verdi:
    "Ey kardeşim oğlu! Söylemiş olduğun batıl ve yanlış bir sözdür ki, bununla kanıma girdin. Müslümanlar onu kaybettiler. Vallahi Ali (r.a) Allah (c.c)'ın malını çalan ve onun emrine karşı kayıtsız kalan biri değildi. Leh ve aleyhinde olan şeylerde bile azimete sarılarak Kur'an'ın hakkını vermiş, helâlini helâl haramını haram kabul etmiştir. Bu halleri onu, suyla dolu cennet havuzlarına ve güzel bahçelere kavuşturacaktır. İşte Ali 6. Ebî Talib (r.a) budur".
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ Empty Geri: HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ

    Mesaj tarafından Admin Ptsi Mayıs 03, 2010 11:47 am

    Muâviye'nin Meclisinde Ali (R.A)'Nin Methedilmesi

    Dırar b. Damra el-Kinânî, Muâviye'nin huzuruna girmişti. Muâviye ona; "bana Ali (r.a)'yi tanıf dedi. Dırar;
    "Beni affetmez misin, ey müminlerin emiri?" dedi. Muâviye;
    "Hayır, söyleyeceklerinden dolayı seni affediyorum" deyince, Dırar anlatmaya başladı:
    "Vallahi o, başkalarının varamayacağı bir mevkideydi ve son derece kuvvetliydi. İhtilafa düşenleri birbirinden ayıran sözler söyler, adaletle hükmederdi. O âlimlerin âlimiydi. Her halinde hikmet (güzel söz ve davranış) vardı. Dünyadan ve dünyanın süslerinden uzak durur, gece ve gecenin karanlığıyla dostluk kurmaya çalışırdı. Vallahi, ibret alınacak halleri çok, düşünce ufku geniş biriydi. Elini sağa sola çevirip kendi nefsiyle konuşur, nasihat ederdi. Kısa elbiseyi ve katıksız yemeği severdi. Vallahi o, bizden (halktan) biri gibiydi. Yanına gittiğimizde bizi kendisine iyice yaklaştırır, soru sorduğumuzda cevaplandırırdı. Bize yaklaşmasına ve yakın olmasına rağmen kendisiyle konuşmaktan çekinirdik. Güldüğünde, dişleri dizilmiş inciler gibi olurdu. Din âlimlerine değer verir, miskinleri severdi. Güçsüzler onun adaletinden ümit kesmezdi. Allah şahidim olsun, onu gece yarısı, gökyüzü yıldızlıyken yüksek bir tepenin yamacında, sakalını eliyle tutmuş bir halde gördüm. Yılan sokmuş biri gibi kıvranıyor, dertli biri gibi ağlıyordu. Sanki ben, şu an onun şöyle dediğini işitir gibiyim. Allah (c.c)'a; 'Ya Rabbi, ya Rabbi' diyerek yalvarıyor ve dünya hakkında şöyle diyordu: 'Bana boş gurur verdin, bana süslü goründün. Ama gerçek hiç de öyle değil. Beni bırak, başkasına git. Çünkü ben seni üç defa denedim. Ömrün az, sohbetin kötü ve insanları tehlikeye düşürmen ise ko laydır™️.
    Muâviye ağlıyordu. Gözyaşları sakalına kadar aktı, göz yaşlarını tutamıyordu. Onları gömleğinin koluyla silmeye çalıştı. Orada bulunanlar da ağlamaktan boğulacaklardı. Muâviye Dırar'a;
    "Demek Hasan'm babası böyleymiş ha! Peki, ona karşı olan sevgin nasıl ey Dırar" dedi. Dırar;
    "Evinde biricik yavrusu boğazlanan ve bu sebeple gözyaşı dinmeyen ve üzüntüsü bitmeyen bir kimsenin yavrusuna duyduğu sevgi ve şefkat kadar..." dedi ve kalkıp gitti.
    Hz. Ali (r.a) der ki: "İşlerin en zoru üçtür: Başkalarının sende olan hakkını lâyıkıyla vermen, Allah (c.c)'ı her hal ve durumda zikredip anman ve malda, kardeşinle aranda eşit muamele yapman".
    Abdulvâhid ed-Dımaşkî anlatıyor:
    Havşab el-Hayrî, Sıffîn günü Ali (r.a)'ye şöyle seslendi:
    "Ey İbni Ebî Talibi Bizden uzaklaş! Bizler kanlarımız ve senin kanın üzerine Allah'a yemin ederek söz veriyoruz. Biz sana Irak'ı bırakalım, sen de bize Şam'ı bırak. Böylece müslümanların-kanı akmamış olur".
    Bu söze karşı Ali (r.a) şöyle dedi:
    "Bu isteğin ne kadar yersiz, ey Ümmü Zuleym'in oğlu! Vallahi şayet müdâhane (iki yüzlü davranmak) Allah (c.c)'ın dininde caiz olsaydı, yapardım ve böylesi benim için daha az zahmetli olurdu. Fakat Allah (c.c), Kur'an'a bağlı olanların müdahanesine, sus masına ve kendisine isyan etmesine razı olmaz".
    Muhammed b. Ka'b der ki:
    Hz. Ali (r.a)'yi şöyle derken işittim:
    "Rasûlullah (s.a.v) zamanında şiddetli açlıktan kamuna taş bağladığımı görür gibi oluyorum. Halbuki o günlerde verdiğim sadaka, kırkbin dinardı".
    Mücâhid diyor ki:
    Ali (r.a)'nin taraftarları yumuşak tabiatlı, âlim ve çok ibadet ettikleri için âbid diye bilinen kimselerdi.
    Ali b. Hüseyin de şöyle demiştir:
    Bizim taraftarlarımız, kuru dudaklı kimselerdi. İmamımız ise, insanları Allah (c.c)'a çağıran biriydi.
    Huzeyfe (r.a), Hz. Peygamber (s.a.v) 'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
    "Benim gibi yaşamak ve benim gibi ölmek, Allah (c.c)'ın kendi eliyle yarattığı ve 'ol' demesiyle vücuda getirdiği yakut bir köşke sa-^ hip olmak kimi sevindirip memnun ederse, benden sonra Ali (r.a)'yi dost ve veli edinsin".
    İbni Abbas (r.a)'dan naklediliyor: Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
    "Benim gibi yaşamak, benim gibi ölmek ve Rabbimin bizzat yeşillendirdiği Adn cennetinde yaşamak kimi sevindirirse, benden sonra Ali (r.a)'yi ve onun varislerini dost edinsin, benden sonraki imamlara da uysun. Çünkü onlar, benim akrabalarımdır. Kendilerine anlayış ve ilim verilmiştir. Ümmetimden, onların üstünlüklerini yalanlayanlara ve onlarla bağlarını koparanlara yazıklar olsun, Allah (c.c) onlara şefaatimi nasip etmesin".
    Hz. Peygamber (s.a.v) 'in pak akrabaları, dudakları kuru, alınları geniş kimselerdi. Alçak gönüllüydüler. Dünyayı idare eden sapık kimselerden uzaktaydılar. Onlar rahatı terketmiş, âhiret için dünyadaki lezzetli şeylerden, çeşit çeşit yiyeceklerden ve içeceklerden vazgeçmişlerdir. Peygamberlerin ve doğru yolda olan Allah (c.c) dostlarının yoluna uyup mesafeler kat etmişlerdir. Fani ve boş şeyleri ellerinin tersiyle itip, fazl ve kerem, ikram ve ihsan sahibi olan Allah (c.c) katındaki çok ve devamlı olan şeyleri tercih etmişlerdir.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ Empty Geri: HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ

    Mesaj tarafından Admin Ptsi Mayıs 03, 2010 11:48 am

    Hz. Ali (R.A)'Nin Hilâfeti

    Hicret'in 35. yılında, Zilhîcce'nin 19'u Cuma gününde Hz. Ali'ye bîat edildi. Hz. Osman şehit edilince ashab, Muhacirler ve Ensar olarak aralarında Talha ve Zübeyr'in de bulunduğu kalabalık bir cemaat halinde Hz. Ali'ye gelerek şöyle dediler:
    "insanlara mutlaka bir imam, bir devlet başkanı gereklidir". Hz. Ali;
    "Bu konuda bir şey diyemem. Siz kimi uygun görür ve seçerseniz, ben de ona razı olurum" dedi. Onlar;
    "Biz bu işe senden daha lâyığını göremiyoruz. Sen Rasûlullah'ın akrabasısın hem? dediler. Hz. Ali;
    "Sakın böyle bir şeye kalkışmayın. Benim danışman olmam, başkan olmamdan daha hayırlıdır" dedi. Fakat oradakiler Hz. Ali'yi dinlemediler. Israrla;
    "Vallahi biz sana bîat etmeyeceksek, başka hiç kimseye bîat etmeyiz?' dediler. Onların bu ısrarları üzerine Hz. Ali;
    "Bana yapılacak biatin gizli olmaması için herkesin huzurunda mescitte olmasını istiyorum" dedi. Bunun üzerine müslümanlar mescitte ona bîat ettiler.

    Hz. Ali (R.A)'Nin Şehâdeti

    Bazı rivayetlerde Hz. Ali'nin nasıl öleceğini daha önce Rasû-îullah'tan öğrendiği anlatılır.
    Enes b. Mâlik anlatıyor:
    Ali b. Ebî Tâlib hastalanmıştı. Kendisini ziyarete gittiğimde Ebu Bekir ve Ömer de onun yanında oturuyorlardı. Biraz sonra Rasûlullah oraya geldi. Ebu Bekir ve Ömer Rasûlullah'a; "Ey Allah'ın Peygamberi! Ali ölüyor, görüyoruz" dediler. Fakat Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Hayır, o şimdi ölmeyecek, O maktul olarak öldürülecektir".
    Hz. Ali hep şöyle dermiş: "Aranızdan bir hay duta, şu başımı ve sakalımı boyayacak kimseye engel olamayacaksınız"'. Bu sözleriyle, başından fışkıran kanın sakalını boyayacağını kastedermiş.
    Osman b. Mugîre anlatıyor:
    Ramazan girdiğinde Hz. Ali yemeğini bir gece Hasan'm evinde bir gece Hüseyin'in evinde ve bir gece de Ebu Cafer'in evinde yer ve ağzına üç lokmadan fazla koymazdı. O şöyle derdi: "Keşke Yüce Allah'ın ölüm emri aç iken ulaşsa bana!". Ali (r.a) bundan bir kaç gece sonra şehit edildi.
    Hasan b. Kesîr babasından naklediyor:
    Hz. Ali bir gün sabah namazından çıkarken, yolda bulunan kazlar kendisine doğru yaklaştılar ve acı acı bağırdılar. Etraftaki-ler bu kazları kovalamaya başlayınca Hz. Ali şöyle dedi:
    "Bırakın onları! Onlar matem kuşlarıdır". Ibni Mülcem de o gece Hz. Ali'yi yaraladı.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ Empty Geri: HZ. ALİ B. EBÎ TÂLİB (R.A) HAKKINDA GENİŞ BİLGİ

    Mesaj tarafından Admin Ptsi Mayıs 03, 2010 11:48 am

    Hz. Ali (R.A)'Nin Şehadetine Yol Açan Olaylar

    Haricîler'den olan Abdurrahman b. Mülcem, Berk b. Abdullah Teymî ve Amr b. Bekir es-Sâdi Hicaz'da toplanarak, Nehrevan'da öldürülen yoldaşlarını anarak ah vah ettiler ve; "Bundan sonra bu dünyada ne işimiz var? Bari şu üç sapık lideri öldürerek insanları onlardan kurtaralım" dediler.
    Aralarından İbni Mülcem:
    "Ben Ali'yi hallederim?' dedi. Berk;
    "Ben de Muâviye'yi hallederim" dedi. Amr b. Bekir ise;
    "Ben de Amr b. As'a kâfiyim!" dedi. O gün bu üç kişinin ölümüne karar vermişlerdi. "Ölmek var, dönmek yok!" diyerek kılıçlarına zehir sürdüler ve her biri seçtiği adamı öldürmek üzere yola koyuldu.
    Amr b. Bekir, Amr b. As'm mescide çıkacağı yeri gözetlemeye başlamıştı. O gün Amr b. As, zabıta memuru olan Harice b. Habibe'yi imamlığa göndermişti. Harice namaz kıldırmak üzere camiye giderken Amr b. Bekir ona hücum etti ve öldürdü. Derhal yakalanarak Amr b. As'm karşısına yaka paça çıkarıldı. Amr b. As;
    "Sen kimi öldürdün?" diye sordu. Amr b. Bekir:
    "Ey Fâsık! Vallahi öldürdüğüm adamı sen zannetmiştim!" dedi. Amr'a orada cezası verildi.
    Berk ise o gece Şam'da Muâviye'nin namaza çıkmasını bekliyordu. Muâviye sabah namazını kılmak üzere camiye çıkarken Berk bir fırsatını bulup ona bir darbe indirdi. Ama bu kılıç darbesi can alıcı bir yere değil Muâviye'nin uyluğuna geldi. Muâviye bir saltanat düzeni içinde olduğundan, korumaları derhal bu saldırganı yakaladılar. Berk sorgulama esnasında şöyle dedi:
    "Bir müjdem var! Faydası olur mu?". Muâviye;
    "Söyle bakalım!" dedi. Berk;
    "Şu anda bir arkadaşım Ali'yi katletmiştir" dedi. Muâviye;
    "Ne biliyorsun? Belki katledememiştir dedi. Berk;
    "Elbette! Muhakkak Ali'yi öldürmüştür! Çünkü Ali'nin yanında korumaları yoktur" dedi.
    Fakat Berk'in verdiği bu haber onu kurtaramadı. Hemen oracıkta cezasım buldu.
    Hz. Ali'nin katili Ibni Mülcem Mısırlı idi. Kûfe'ye geldiğinde Haricî arkadaşlarıyla görüştüyse de, onlara sırrını söylemedi. Fakat Kûfe'de kocası ve kardeşi öldürülmüş güzel bir kadın vardı. Ibni Mülcem bu kadına aşık oldu. O kadın da evlilik şartı olarak Hz. Ali'nin katledilmesini istedi. İbni Mülcem bu şartı seve seve kabul etti ve;
    "Vallahi ben buraya ancak onu öldürmek için geldim! Dediğin olsun" dedi.
    Bu intikamcı kadın, Verdan ve Şebib diye bilinen iki adamı da bu yola sürükleyerek İbni Mülcem'in yanma kattı. Üç komplocu birleşip tuzaklarını uygulamaya koyuldular.
    Ali (r.a)'yi vurmak için camiye vardılar. Müminlerin önderi Hz. Ali, camiye girerken her zaman yaptığı gibi müezzininin Önünde; "haydin namaza, haydin namaza ey insanlar" diyordu. Oğlu Hasan yanındaydı. Pusudaki hainler ansızın ona hücum ettiler. İbni Mülcem;
    "Ey Ali! Hüküm ancak Allah'ındır! Senin ve arkadaşlarının değildir!" diye bağırdı. Daha önce Hz. Ali'nin Hakem olayındaki tavrını yerdi ve kılıcı Ali'nin başına indirdi! Ali'nin başında büyük bir yara açıldı. O esnada Verdan ve Şebib kaçtıysa da, İbni Mülcem cemaat tarafından yakalandı.
    Hz. Ali bu halde namaz kıl dır amaya cağı için kızkardeşi Ümmü Hâni'nin oğlu Ca'd b. Hübeyre'yi namaz imamlığına vekil yaptı. Sabah namazını Ca'd kıldırdı. Daha sonra İbni Mül-cem'i kolları bağlı olarak Hz. Ali'nin huzuruna getirdik. Hz. Ali eşine az rastlanır bir insandı. O esnada İbni Mülcem'in hemen öldürülmesini isteyebilirdi. Yargısız infaz edebilirdi. Ama o büyük insan böyle yapmadı. Şimdi, aralarında ne konuştuklarına bakalım...
    Hz. Ali;
    "Ben sana hiç iyilik yapmadım mı?" diye sordu. İbni Mülcem;
    "Evet bana iyilikte bulundun!" dedi. Ali;
    "Peki bu ihaneti niçin yaptın?" diye sordu. Ibni Mülcem;
    Ben şu kılıcı kırk gün bileyip durdum. Bu kılıçla insanların en kötüsünü öldürmek istiyordum" dedi. Ali;
    "Oysa ben seni bu kılıçla ölecek bir adam gibi görüyorum. Sen, asıl sen Allah'ın şerli kullarındansın dedi. Hz. Ali daha sonra şu sözleri söylemiştir:
    "Cana karşı can! Eğer ben ölecek olursam, onu da beni öldürdüğü gibi öldürün. Eğer ölmeyip sağ kalırsam, onun hakkında gereken hükmü yine ben veririm. Ey Abdülmuttaliboğulları! Sakın müslümanların kanını akıtmayınız! Müminlerin emîri öldürüldü diye kargaşa çıkarmayınız.
    Sakın ha benim katilimden başkasını öldürmeyin. Ey Hasan! Eğer ben bu darbeyle ölecek olursam, katilime böyle bir darbe vur ve eziyet etme. Ben Rasûlullah'tan şöyle işittim:
    'Sakın müsle yapmayınız, karşınızdaki canlı, uyuz bir köpek dahi olsa7". (Müsle; öldürdükten sonra birinin kulak, burun vb. azalarını kesmek demektir).
    Hz. Ali son nefesini vermeden önce Hasan ve Hüseyin'e şunları vasiyet etti:
    "Size muttaki olmanızı öğütlüyorum. Dünyaya tutkun olmayın! Kaybettiğiniz için üzülüp ağlamayın! Doğru söyleyin. Allah'ın Kitabı'na uygun amel edin. Zalime düşman, mazluma dost olun! Allah'ın koyduğu serî hükümleri uygularken, onun bunun kınamasından korkmayın".
    Sonra Muhammed b. Hanefiyye'ye dönen Hz. Ali ona da şu
    vasiyeti yaptı:
    "Kardeşlerine yaptığım vasiyeti belledin mi? Sana da aynen onları vasiyet ediyorum. Bir de kardeşlerine hürmet göster. Onların görüşlerine uygun davran! Seni Hasan'a emanet ediyorum".
    Hz. Ali bundan sonra Hz. Hasan'a özel olarak bazı tavsiyelerde bulundu ve Kelime-i Tevhid getirerek şehadete erişti. İbni Mülcem de daha sonra kısas olarak öldürülmüştür.
    Hz. Ali'nin hilafeti beş yıl, üç ay sürmüştür. 58 yaşında şehit edildiği, en kuvvetli rivayettir.
    Allah (c.c) ondan razı olsun.

      Forum Saati C.tesi Eyl. 21, 2024 9:40 am