Mazher-i Cân-ı Canan Hazretleri
Mazher-i Can-ı Canan hazretleri, evliyanın büyüklerinden. İnsanları Hakk'a davet eden, doğru yolu göstererek hakiki saadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen alim ve velilerin meşhurlarındandır. İsmi, Şemseddin Habibullah'tır. Babası Mirza Can'dır. Onun ismine izafeten Can-ı Canan denilmiştir. 1699 (H.1111) veya 1701 (H.1113) senesinde Ramazan-ı şerifin on birinde Cuma günü doğdu. 1781 (H.1195) senesinde şehid edildi. Hazret-i Ali'nin neslinden olup, seyyiddir. Ceddi, ileri gelen devlet adamlarından olup, Teymuriyye sultanlarına yakınlıkları vardı. Babası Mirza Can, mevki ve makamı terkedip, fakirliği ve kanaatı tercih etti. Servetini Allah için fakirlere dağıttı. Kızının nikahı için ayırdığı yirmi beş bin rub'iyye mikdarındaki altını, bir dostunun şiddetli bir sıkıntıda olduğunu işitince, tamamen ona hediye etti. Babası, memleketinde, merhameti, üstün ahlakı, insani meziyetlerinin üstünlüğü ile tanınmış bir zattı. Zamanın mürşid-i kamillerinden olan Şah Abdürrahman Kadiri'nin sohbetinde kemale geldi.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, Zeka, fehm ve anlayışının parlaklığını gören firaset erbabı, onun yüksek bir fıtrata, yaratılışa sahib olduğunu söylerlerdi. Babası, onun terbiye ve taliminde, ilim öğrenmesi hususunda çok dikkat gösterdi. Daha küçük yaşta ilim, marifet öğrenmeye ve çeşitli maharetler kazanmağa başladı.Kıymetli ömrünü çocukluğundan itibaren gayet iyi değerlendirip, heba etmedi. İlim ve marifeti yanında ayrıca çeşitli sanat ve maharetleri öğrendi. Kendisi şöyle demiştir: "Çocukluğumda İbrahim aleyhisselamı rüyamda görüp, çok iltifat ve ihsanlarına kavuştum. Yine çocukluğumda hazret-i Ebu Bekr'i ne zaman hatırlayıp ismini ansam, mübarek sureti karşıma çıkardı. Ruhaniyetini gözümle görürdüm. Bana çok iltifatta bulunurdu."
Yine şöyle anlatmıştır: "Çocukluğumda idi. Bir kimse babamla konuşuyordu. İmam-ı Rabbani hazretlerinden bahsettiler. Ben o anda İmam-ıRabbani hazretlerinin ruhaniyetini gördüm. Bana oradan kalkmam için işaret etti. Bu hali babama söyleyince; "Anlaşıldı ki, sen onların yolundan istifade edeceksin." dedi. Allahü teala benim tinetime, sünnet-i seniyyeye ittiba etme, uyma hasletini yerleştirmiş."
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerinin fıtratında, yaratılışında bir yükseklik, büyükler yolunda ilerlemeye büyük bir kabiliyet, onları sevmek ve muhabbet gösterme hususiyeti vardı. "Aşk ve muhabbet, benim tinetimin hamurunun mayasıdır." buyurdu. Zamanın meşhur alimlerinden onun halini görenler; "Bu çocuk, aşıkane bir mizaca sahibdir." demişlerdir. Babası ona; "Senin dünyaya gelişin benim için çok mübarek oldu. Çünkü senin doğduğun sene, ben dünyaya ait bağlılıkları, dünyaya düşkün olmayı terkedip, kanaatı tercih ettim." demiştir.
Kendisi ilim tahsilini şöyle anlatmıştır: "Farisi lisanını ve diğer bazı bilgileri babamdan, Kur'an-ı kerimi, tecvid ve kıraat ilmini Kari Abdürresul'den, akli ve nakli ilimleri de zamanımızın alimlerinden öğrendim. Hacı Muhammed Efdal'den, tefsir ve hadis ilmi öğrendim. On beş yaşında iken kendisinden ilim öğrendiğim hocam Hacı Muhammed Efdal, bana bir takke hediye etmişti. Bunun bereketi ile zihnim iyice açıldı. Hiçbir şeyi okuyup öğrenmekte zorluk çekmedim. Tahsilimi tamamladıktan sonra, bir müddet de talebelere ders verdim. On altı yaşında babam vefat etti. Vefat etmeden önce şöyle vasiyyet etti: "Bütün vaktini, kemalatı, olgunlukları ve üstün dereceleri elde etmek için harca. Kıymetli ömrünü boş şeylerle geçirme." Babamın vasiyetine uyarak, ilim öğrenmeye ve öğrendiğim ilimle amel etmeye devam ettim. Bir gece rüyamda evliyadan bir zatı gördüm. Mezarından kalkıp yanıma geldi ve kendi külahını başıma koydu." Bu rüyadan sonra gönlümde makam ve mevki arzusu hiç kalmadı. Tasavvufa yönelme arzusu iyice fazlalaştı. Bir defasında rüyamda gaybdan bir ses; "Bizim seninle işimiz var. İnsanların hidayete kavuşması ve onları hidayete kavuşturacak yolun yayılması senin sebebinle olacak!" dedi. Bu rüyayı da görünce tasavvufa yönelip, batın nisbetini elde etmek arzum iyice kesinleşti. Bu maksadıma kavuşmak için Seyyid Nur Muhammed Bedayuni'nin huzuruna gittim. Mübarek yüzünü görünce marifet sahibi bir zat olduğunu anladım. Sünnet-i seniyyeye son derece bağlı, dinin emirlerine tam uyan, yüksek ahlak sahibi bir zat idi. Sohbeti kalbe safa veriyor, cana can katıyordu. İyice anlaşılmıştı ki, arayanlar maksada onun huzurunda kavuşuyor, ölmüş kalb onun huzurunda dirilip itminana eriyor. Hakk'a kavuşmak orada müyesser oluyordu. Beni talebeliğe kabul etmesini arzedince, istiharesiz talebe kabul etmediği halde beni derhal kabul etti. Feyzleri o kadar bereketli ve tesirli idi ki, bir teveccüh ile talebesinin kalbi zikretmeye başlardı. Ona talebe olup feyzlerine kavuşunca gönlüm aydınlandı. Çok iltifatına kavuştum.
Kısa zamanda Nur Muhammed Bedayuni hazretlerinin sohbetinde yetiştim. Tasavvuf hallerine gark olmuştum. Ben, muhabbet-i ilahinin sarmasından, cezbenin çokluğundan uykuyu, istirahati, yemeyi, içmeyi terk etmiştim. İnsanlardan uzaklaşıp yalnız başıma dolaşmaya başladım. Açlığın şiddetinden ağaç yaprağı yemiştim. Vaktim hep kendimden geçmiş bir vaziyette ve murakabe halinde geçiyordu. Asıl maksada kavuşmayı böylece bekledim. Nihayet o hale geldim ki; "Rabbini görüyormuş gibi ibadet et" hadis-i şerifinde istenen vasfa ulaştım. Mahviyyet, fena ve beka hallerine kavuştum. Büyüklerin tarif ettiği maksada, sırr-ı tevhide yükseldim.
Nur Muhammed Bedayuni, benim hallerime bakıp, bana karşı tevazu ile, büyük bir sevgi ve alaka gösterdi. Bir gün, ikimiz karşı karşıya otururken; "İki güneş karşı karşıya gelmiş, birinin nurundan diğeri görülmüyor. Eğer taliblerin terbiyesine yönelsen alem nurlanır." buyurdu. Yine bir gün bana; "Sende Allahü tealaya ve Resulüne karşı muhabbet yüksek derecededir. Bizim yolumuz, senin teveccühlerin ile yayılacak. Sana Şemseddin Habibullah ismi verildi." buyurdu ve talebelerinden bir kısmının yetiştirilmesini bana havale etti. Hocamın sohbetine devam ederken, havale ettiği o talebeleri de yetiştirdim ve hocamın sohbetine bıraktım. Her ne kadar Resulullah efendimizin zamanında bulunup görmekle şereflenmedik ama, Allahü tealaya binlerce şükürler olsun ki, Resulullah'ın naiblerinden olan (O'nun yolunu anlatan) hocam Seyyid Nur Muhammed Bedayuni'nin sohbetinde bulunmakla şeref- lendim. Hayatın meyvesi, asıl maksad ele geçti. Büyüklerin çok iltifatına kavuştum.
Hocam Seyyid Nur Muhammed Bedayuni'nin sohbetine dört sene devam ettim. Sonra bana icazet verdi. Bana Ehl-i sünnet itikadı üzere olmamı, sünnet-i seniyyeye uymamı ve bidatlerden sakınmamı vasiyet etti."
Hocası Seyyid Nur Muhammed'in vefatından sonra, altı sene Şeyh Gülşeni ve on iki sene Muhammed Efdal veHafız Sa'dullah'ın, sekiz sene Muhammed Abid-i Senami'nin sohbetlerine devam ederek tasavvufda Müceddidiyye yolunda yüksek derecelere kavuştu. Ayrıca Kadiriyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye yollarından da icazet, diploma aldı. Zahiri ve batıni ilimleri öğrendikten sonra insanları irşada ve doğru yolu anlatmaya başladı. Derslerine, sohbetlerine alimler, amirler, veliler ve halk devam edip ondan feyz aldılar. Mir Müsliman, Senaullah Pani-püti, Gulam Kaki, SeyyidAlimullah, Seyyid Abdullah Dehlevi gibi büyük alimler ve veliler yetiştirdi.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri buyurdu ki: "Allahü teala bize en olgun aklı, doğru ve keskin görüşü ihsan etti. Saltanat işlerinin idaresi ve memleketin nizamı hususunda, herkesin haline uygun en güzel usulü öğrenmiş idim.
Mazher-i Can-ı Canan hazretleri, evliyanın büyüklerinden. İnsanları Hakk'a davet eden, doğru yolu göstererek hakiki saadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen alim ve velilerin meşhurlarındandır. İsmi, Şemseddin Habibullah'tır. Babası Mirza Can'dır. Onun ismine izafeten Can-ı Canan denilmiştir. 1699 (H.1111) veya 1701 (H.1113) senesinde Ramazan-ı şerifin on birinde Cuma günü doğdu. 1781 (H.1195) senesinde şehid edildi. Hazret-i Ali'nin neslinden olup, seyyiddir. Ceddi, ileri gelen devlet adamlarından olup, Teymuriyye sultanlarına yakınlıkları vardı. Babası Mirza Can, mevki ve makamı terkedip, fakirliği ve kanaatı tercih etti. Servetini Allah için fakirlere dağıttı. Kızının nikahı için ayırdığı yirmi beş bin rub'iyye mikdarındaki altını, bir dostunun şiddetli bir sıkıntıda olduğunu işitince, tamamen ona hediye etti. Babası, memleketinde, merhameti, üstün ahlakı, insani meziyetlerinin üstünlüğü ile tanınmış bir zattı. Zamanın mürşid-i kamillerinden olan Şah Abdürrahman Kadiri'nin sohbetinde kemale geldi.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, Zeka, fehm ve anlayışının parlaklığını gören firaset erbabı, onun yüksek bir fıtrata, yaratılışa sahib olduğunu söylerlerdi. Babası, onun terbiye ve taliminde, ilim öğrenmesi hususunda çok dikkat gösterdi. Daha küçük yaşta ilim, marifet öğrenmeye ve çeşitli maharetler kazanmağa başladı.Kıymetli ömrünü çocukluğundan itibaren gayet iyi değerlendirip, heba etmedi. İlim ve marifeti yanında ayrıca çeşitli sanat ve maharetleri öğrendi. Kendisi şöyle demiştir: "Çocukluğumda İbrahim aleyhisselamı rüyamda görüp, çok iltifat ve ihsanlarına kavuştum. Yine çocukluğumda hazret-i Ebu Bekr'i ne zaman hatırlayıp ismini ansam, mübarek sureti karşıma çıkardı. Ruhaniyetini gözümle görürdüm. Bana çok iltifatta bulunurdu."
Yine şöyle anlatmıştır: "Çocukluğumda idi. Bir kimse babamla konuşuyordu. İmam-ı Rabbani hazretlerinden bahsettiler. Ben o anda İmam-ıRabbani hazretlerinin ruhaniyetini gördüm. Bana oradan kalkmam için işaret etti. Bu hali babama söyleyince; "Anlaşıldı ki, sen onların yolundan istifade edeceksin." dedi. Allahü teala benim tinetime, sünnet-i seniyyeye ittiba etme, uyma hasletini yerleştirmiş."
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretlerinin fıtratında, yaratılışında bir yükseklik, büyükler yolunda ilerlemeye büyük bir kabiliyet, onları sevmek ve muhabbet gösterme hususiyeti vardı. "Aşk ve muhabbet, benim tinetimin hamurunun mayasıdır." buyurdu. Zamanın meşhur alimlerinden onun halini görenler; "Bu çocuk, aşıkane bir mizaca sahibdir." demişlerdir. Babası ona; "Senin dünyaya gelişin benim için çok mübarek oldu. Çünkü senin doğduğun sene, ben dünyaya ait bağlılıkları, dünyaya düşkün olmayı terkedip, kanaatı tercih ettim." demiştir.
Kendisi ilim tahsilini şöyle anlatmıştır: "Farisi lisanını ve diğer bazı bilgileri babamdan, Kur'an-ı kerimi, tecvid ve kıraat ilmini Kari Abdürresul'den, akli ve nakli ilimleri de zamanımızın alimlerinden öğrendim. Hacı Muhammed Efdal'den, tefsir ve hadis ilmi öğrendim. On beş yaşında iken kendisinden ilim öğrendiğim hocam Hacı Muhammed Efdal, bana bir takke hediye etmişti. Bunun bereketi ile zihnim iyice açıldı. Hiçbir şeyi okuyup öğrenmekte zorluk çekmedim. Tahsilimi tamamladıktan sonra, bir müddet de talebelere ders verdim. On altı yaşında babam vefat etti. Vefat etmeden önce şöyle vasiyyet etti: "Bütün vaktini, kemalatı, olgunlukları ve üstün dereceleri elde etmek için harca. Kıymetli ömrünü boş şeylerle geçirme." Babamın vasiyetine uyarak, ilim öğrenmeye ve öğrendiğim ilimle amel etmeye devam ettim. Bir gece rüyamda evliyadan bir zatı gördüm. Mezarından kalkıp yanıma geldi ve kendi külahını başıma koydu." Bu rüyadan sonra gönlümde makam ve mevki arzusu hiç kalmadı. Tasavvufa yönelme arzusu iyice fazlalaştı. Bir defasında rüyamda gaybdan bir ses; "Bizim seninle işimiz var. İnsanların hidayete kavuşması ve onları hidayete kavuşturacak yolun yayılması senin sebebinle olacak!" dedi. Bu rüyayı da görünce tasavvufa yönelip, batın nisbetini elde etmek arzum iyice kesinleşti. Bu maksadıma kavuşmak için Seyyid Nur Muhammed Bedayuni'nin huzuruna gittim. Mübarek yüzünü görünce marifet sahibi bir zat olduğunu anladım. Sünnet-i seniyyeye son derece bağlı, dinin emirlerine tam uyan, yüksek ahlak sahibi bir zat idi. Sohbeti kalbe safa veriyor, cana can katıyordu. İyice anlaşılmıştı ki, arayanlar maksada onun huzurunda kavuşuyor, ölmüş kalb onun huzurunda dirilip itminana eriyor. Hakk'a kavuşmak orada müyesser oluyordu. Beni talebeliğe kabul etmesini arzedince, istiharesiz talebe kabul etmediği halde beni derhal kabul etti. Feyzleri o kadar bereketli ve tesirli idi ki, bir teveccüh ile talebesinin kalbi zikretmeye başlardı. Ona talebe olup feyzlerine kavuşunca gönlüm aydınlandı. Çok iltifatına kavuştum.
Kısa zamanda Nur Muhammed Bedayuni hazretlerinin sohbetinde yetiştim. Tasavvuf hallerine gark olmuştum. Ben, muhabbet-i ilahinin sarmasından, cezbenin çokluğundan uykuyu, istirahati, yemeyi, içmeyi terk etmiştim. İnsanlardan uzaklaşıp yalnız başıma dolaşmaya başladım. Açlığın şiddetinden ağaç yaprağı yemiştim. Vaktim hep kendimden geçmiş bir vaziyette ve murakabe halinde geçiyordu. Asıl maksada kavuşmayı böylece bekledim. Nihayet o hale geldim ki; "Rabbini görüyormuş gibi ibadet et" hadis-i şerifinde istenen vasfa ulaştım. Mahviyyet, fena ve beka hallerine kavuştum. Büyüklerin tarif ettiği maksada, sırr-ı tevhide yükseldim.
Nur Muhammed Bedayuni, benim hallerime bakıp, bana karşı tevazu ile, büyük bir sevgi ve alaka gösterdi. Bir gün, ikimiz karşı karşıya otururken; "İki güneş karşı karşıya gelmiş, birinin nurundan diğeri görülmüyor. Eğer taliblerin terbiyesine yönelsen alem nurlanır." buyurdu. Yine bir gün bana; "Sende Allahü tealaya ve Resulüne karşı muhabbet yüksek derecededir. Bizim yolumuz, senin teveccühlerin ile yayılacak. Sana Şemseddin Habibullah ismi verildi." buyurdu ve talebelerinden bir kısmının yetiştirilmesini bana havale etti. Hocamın sohbetine devam ederken, havale ettiği o talebeleri de yetiştirdim ve hocamın sohbetine bıraktım. Her ne kadar Resulullah efendimizin zamanında bulunup görmekle şereflenmedik ama, Allahü tealaya binlerce şükürler olsun ki, Resulullah'ın naiblerinden olan (O'nun yolunu anlatan) hocam Seyyid Nur Muhammed Bedayuni'nin sohbetinde bulunmakla şeref- lendim. Hayatın meyvesi, asıl maksad ele geçti. Büyüklerin çok iltifatına kavuştum.
Hocam Seyyid Nur Muhammed Bedayuni'nin sohbetine dört sene devam ettim. Sonra bana icazet verdi. Bana Ehl-i sünnet itikadı üzere olmamı, sünnet-i seniyyeye uymamı ve bidatlerden sakınmamı vasiyet etti."
Hocası Seyyid Nur Muhammed'in vefatından sonra, altı sene Şeyh Gülşeni ve on iki sene Muhammed Efdal veHafız Sa'dullah'ın, sekiz sene Muhammed Abid-i Senami'nin sohbetlerine devam ederek tasavvufda Müceddidiyye yolunda yüksek derecelere kavuştu. Ayrıca Kadiriyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye yollarından da icazet, diploma aldı. Zahiri ve batıni ilimleri öğrendikten sonra insanları irşada ve doğru yolu anlatmaya başladı. Derslerine, sohbetlerine alimler, amirler, veliler ve halk devam edip ondan feyz aldılar. Mir Müsliman, Senaullah Pani-püti, Gulam Kaki, SeyyidAlimullah, Seyyid Abdullah Dehlevi gibi büyük alimler ve veliler yetiştirdi.
Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri buyurdu ki: "Allahü teala bize en olgun aklı, doğru ve keskin görüşü ihsan etti. Saltanat işlerinin idaresi ve memleketin nizamı hususunda, herkesin haline uygun en güzel usulü öğrenmiş idim.