Muhammed Ma’sûm Farukî Hazretleri
Muhammed Masum Farukî hazretleri, evliyânın meşhurlarındandır. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üçüncü oğludur. İnsanları Hakka dâvet eden, doğru yolu göstererek saadete kavuşturan ve kendilerine; "silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi dördüncüsüdür. Hindistan'ın Serhend şehrinde doğdu
Daha üç yaşında iken, kelime-i tevhid söylerdi. Kur'ân-ı kerimi kısa zamanda ezberledi. 11 yaşında iken, zikir ve murakabe yolunu babası İmam-ı Rabbani hazretlerinden aldı. Babası istidadının yüksekliğini anlayınca, "Hâl, ilimden sonra olduğu için, önce ilim okumak gerekir." buyurup oğluna aklî ve naklî ilimleri okutmaya başladı. Ona, "İlim tahsilini çabuk bitir ki, seninle büyük işlerimiz var." buyururdu. 14 yaşında iken babasına, "Kendimde bir nur görüyorum ki, bütün âlem güneş gibi ondan aydınlanmaktadır." diye arz edince, babası, "Sen zamanın kutbu olursun." müjdesini verdi. Daha sonra kendisi, "Allahü teâlâya hamd olsun. Babamın müjdelediğine kavuştum” demiştir. 16 yaşında iken, bütün ilimlerin tahsilini bitirip tasavvufa yöneldi. Babasının feyizlerine kavuştu. Kendisi de, "O esrar denizlerinin dalgıcı oldum” buyurmuştur. Öyle yetişti ki, onun bereketi ve feyizleri bütün âleme yayıldı. İslâm tarihinde hidâyeti onunki kadar yaygın olan bir âlim ve mürşid görülmemiştir. 900 bin kişi ona talebe olmuş, talebelerinden 140 bini evliyâlık mertebelerine kavuşmuş, 7 bini de mürşid-i kâmil olmuştur. Talebeleri onun huzurunda bazen bir ayda, bazen bir haftada evliyâ olurlardı. Bazılarını bir teveccühde, makamların hepsine ulaştırırdı.
Babası ömrünün son günlerinde ona: "Benim bu dünyada kalmam yalnız kayyumluk vazifesi sebebiyle idi. Bu artık sana verildi. Bu dünyadan göç etmem yaklaştı." Buyurmuştur.
Talebelerinden olan Muhammed Hanîf-i Kâbilî, Hocasının himmeti ile çok büyük mârifetlere kavuştu. Hocasından icâzet alarak memleketi olan Kâbil'e döndü. Halkı irşada başladı. Onu da kıskananlar oldu. Bir grup insan, ona gelip, "Bir keramet görmedikçe, sizin büyüklüğünüze inanmayız. Biz bir ziyâfet hazırlıyoruz. Üstâdınızı dâvet ediyoruz. Bugün yemek vaktinde Serhend'den Kâbil'e bir anda gelmesini bekliyoruz. Eğer gelirse, hepimiz senin taleben oluruz." diye ilâve ettiler. Serhend’den, Kâbile bir ayda gelinemezdi. Hâce Muhammed Hanîf, hocasına olan bağlılığının çokluğundan bunu kabul edip, "Hocam yemeği yatsı namazından sonra yer. Siz yemekleri hazırlayın, geleceğini ümit ederim." dedi. Oradakiler gülmeye, alaylı bir şekilde yemekleri hazırlamaya başladılar. Vakit gelince "Yatsı vakti oldu. Artık yemek yiyelim." dediler. Hâce, "Yemeği getirin, üstâdım bu saatlerde yemek yer." buyurdu. Oradakiler, yemekleri getirirken, Muhammed Ma'sûm hazretleri altı oğlu ile birlikte evin kapısından içeri girdi. Kendisine hazırlanan yere oturdu. Oradakiler bu hâli görünce, hayrete düşüp özür dilemek zorunda kaldılar. Muhammed Ma'sûm hazretleri "Yalnız Muhammed Hanîf'in hatırı için geldim. Yoksa maksadım, sizin ikna olmanız değildir. Evliyadan keramet istenmez." buyurdu. Hep beraber yemeğe başladılar. Oradakiler, sohbetin bereketiyle kalblerindeki zulmetten kurtuldular. Onu sevenler arasına girip, saadete erdiler.
Muhammed Masum Farukî hazretleri, evliyânın meşhurlarındandır. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üçüncü oğludur. İnsanları Hakka dâvet eden, doğru yolu göstererek saadete kavuşturan ve kendilerine; "silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi dördüncüsüdür. Hindistan'ın Serhend şehrinde doğdu
Daha üç yaşında iken, kelime-i tevhid söylerdi. Kur'ân-ı kerimi kısa zamanda ezberledi. 11 yaşında iken, zikir ve murakabe yolunu babası İmam-ı Rabbani hazretlerinden aldı. Babası istidadının yüksekliğini anlayınca, "Hâl, ilimden sonra olduğu için, önce ilim okumak gerekir." buyurup oğluna aklî ve naklî ilimleri okutmaya başladı. Ona, "İlim tahsilini çabuk bitir ki, seninle büyük işlerimiz var." buyururdu. 14 yaşında iken babasına, "Kendimde bir nur görüyorum ki, bütün âlem güneş gibi ondan aydınlanmaktadır." diye arz edince, babası, "Sen zamanın kutbu olursun." müjdesini verdi. Daha sonra kendisi, "Allahü teâlâya hamd olsun. Babamın müjdelediğine kavuştum” demiştir. 16 yaşında iken, bütün ilimlerin tahsilini bitirip tasavvufa yöneldi. Babasının feyizlerine kavuştu. Kendisi de, "O esrar denizlerinin dalgıcı oldum” buyurmuştur. Öyle yetişti ki, onun bereketi ve feyizleri bütün âleme yayıldı. İslâm tarihinde hidâyeti onunki kadar yaygın olan bir âlim ve mürşid görülmemiştir. 900 bin kişi ona talebe olmuş, talebelerinden 140 bini evliyâlık mertebelerine kavuşmuş, 7 bini de mürşid-i kâmil olmuştur. Talebeleri onun huzurunda bazen bir ayda, bazen bir haftada evliyâ olurlardı. Bazılarını bir teveccühde, makamların hepsine ulaştırırdı.
Babası ömrünün son günlerinde ona: "Benim bu dünyada kalmam yalnız kayyumluk vazifesi sebebiyle idi. Bu artık sana verildi. Bu dünyadan göç etmem yaklaştı." Buyurmuştur.
Talebelerinden olan Muhammed Hanîf-i Kâbilî, Hocasının himmeti ile çok büyük mârifetlere kavuştu. Hocasından icâzet alarak memleketi olan Kâbil'e döndü. Halkı irşada başladı. Onu da kıskananlar oldu. Bir grup insan, ona gelip, "Bir keramet görmedikçe, sizin büyüklüğünüze inanmayız. Biz bir ziyâfet hazırlıyoruz. Üstâdınızı dâvet ediyoruz. Bugün yemek vaktinde Serhend'den Kâbil'e bir anda gelmesini bekliyoruz. Eğer gelirse, hepimiz senin taleben oluruz." diye ilâve ettiler. Serhend’den, Kâbile bir ayda gelinemezdi. Hâce Muhammed Hanîf, hocasına olan bağlılığının çokluğundan bunu kabul edip, "Hocam yemeği yatsı namazından sonra yer. Siz yemekleri hazırlayın, geleceğini ümit ederim." dedi. Oradakiler gülmeye, alaylı bir şekilde yemekleri hazırlamaya başladılar. Vakit gelince "Yatsı vakti oldu. Artık yemek yiyelim." dediler. Hâce, "Yemeği getirin, üstâdım bu saatlerde yemek yer." buyurdu. Oradakiler, yemekleri getirirken, Muhammed Ma'sûm hazretleri altı oğlu ile birlikte evin kapısından içeri girdi. Kendisine hazırlanan yere oturdu. Oradakiler bu hâli görünce, hayrete düşüp özür dilemek zorunda kaldılar. Muhammed Ma'sûm hazretleri "Yalnız Muhammed Hanîf'in hatırı için geldim. Yoksa maksadım, sizin ikna olmanız değildir. Evliyadan keramet istenmez." buyurdu. Hep beraber yemeğe başladılar. Oradakiler, sohbetin bereketiyle kalblerindeki zulmetten kurtuldular. Onu sevenler arasına girip, saadete erdiler.