Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    VEHHÂBÎ İNANÇLARI VE EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNİN BUNLARA VERDİĞİ CEVAPLAR

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    VEHHÂBÎ İNANÇLARI VE EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNİN BUNLARA VERDİĞİ CEVAPLAR - Sayfa 2 Empty Geri: VEHHÂBÎ İNANÇLARI VE EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNİN BUNLARA VERDİĞİ CEVAPLAR

    Mesaj tarafından Admin Cuma Tem. 30, 2010 3:57 pm

    27- Resûlullah,salevât okuyanları bilir diyebilmektedir.

    27 - Kitabın müellifi, dörtyüzseksenaltıncı sayfasında de, hakîkati yazmak
    zorunda kalmıştır. Ebû Dâvüdün Ebû Hüreyreden bildirdiği, (Evlerinizi kabir
    yapmayınız! Kabrimi bayram yeri yapmayınız! Bana salevât getiriniz! Her nerede
    salevât getirirseniz, bana bildirilir) hadis-i şerifini yazmıştır. Kendi
    bozuk inanışlarını isbât etmek için yazdığı bu hadis-i şerif, Peygamberlerin
    kabirlerinde diri olduklarını göstermektedir. Çünkü, bir söz, diri olana bildirilir.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    VEHHÂBÎ İNANÇLARI VE EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNİN BUNLARA VERDİĞİ CEVAPLAR - Sayfa 2 Empty Geri: VEHHÂBÎ İNANÇLARI VE EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNİN BUNLARA VERDİĞİ CEVAPLAR

    Mesaj tarafından Admin Cuma Tem. 30, 2010 3:58 pm

    28- Eshâb-ı Kirâmın veTâbi'înin üstünlüklerini bildiriyor.

    28 -
    Dörtyüzdoksanıncı sayfasında: (Müslim sahihi ve Ebû Dâvüd ve Tirmizînin,
    İmrân bin Husayndan bildirdikleri hadis-i şerifte,
    (Ümmetimin en
    iyileri, benim zamanımda bulunanlardır. Onlardan sonra, en iyileri, onlardan
    sonra gelenlerdir. Onlardan sonra da en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir)

    buyuruldu. Bu hadis-i şerif, Buhârîde de yazılıdır ve (En iyiniz) diye
    başlamaktadır. En iyi olmak, ilimleri, îmanları ve işleri en iyi olanlar
    demektir. Bunlar, çıkan bid'atleri inkâr etmişler, yok etmişlerdir. Üçüncü
    asırda bid'atler çoğaldı ise de, âlimler çok idi. İslâmiyet revâcda idi.
    Cihâd yapılıyordu. Müslim sahihindeki, Abdüllah ibni Mes'ûd tarafından
    bildirilen hadis-i şerif de böyledir. Yalnız burada sonra gelen asırlar üç kere
    tekrar edilmektedir. Dördüncü asrın sonuna kadar hayrın, şerden çok olduğu
    anlaşılmaktadır)
    diyor.
    Bu hadis-i şerif, Ehl-i sünnet âlimlerini övmektedir.
    Çünkü, Ehl-i sünnet âlimleri en hayrlı olan bu dört asrın en üstünleri, e
    n kıymetlileri idiler. Bu üstünlükleri, kendi asırlarında
    bulunan milyonlarca müslümanın sözbirliği ile
    bildirilmektedir. Müellif, Ehl-i sünnet âlimlerini, işine geldiği yerde
    övmekte, onların yazılarını, ictihâd buyurarak bildirdikleri şeyleri kendi sözlerine
    vesika olarak yazmaktadır. Bir yandan, Ehl-i sünnet âlimlerini övmek zorunda
    kalıyor, bir yandan da âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere Ehl-i sünnet
    âlimlerinin verdikleri mânaları beğenmiyorlar. Bu mânalardan birçoklarına şirk
    diyorlar. Ehl-i sünnete, müşrik damgasını basmaktan hayâ etmiyorlar. Müellif,
    birçok yerinde, hadis âlimlerinden İsmâ'îl bin Ömer ibni Kesîr İmâdeddînin
    kitaplarından vesikalar vermektedir. Çünkü, İmâd bin Kesîr, İbni Teymiyyeye
    göre fetvâ verirdi. [Ebülfidâ hâfız İsmâ'îl ibni Kesîr şâfi'î Basrî, 734 [m.1372] de Şâmda vefât etti.]
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    VEHHÂBÎ İNANÇLARI VE EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNİN BUNLARA VERDİĞİ CEVAPLAR - Sayfa 2 Empty Geri: VEHHÂBÎ İNANÇLARI VE EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNİN BUNLARA VERDİĞİ CEVAPLAR

    Mesaj tarafından Admin Cuma Tem. 30, 2010 4:00 pm

    30- Ölü için adak yapmak, hayvan kesmek şirk imiş. Buna (Minhat-ül Vehbiyye) kitâbının sonundaki
    (Eşedd-ül-cihâd) kitâbında arabî olarak cevâb verilmektedir.


    30 - Kitabın yüzkırkaltıncı ve yüzellisekizinci sayfalarında, (Allahdan başkası için
    hayvan kesmek haramdır. Keserken, bu ümmetin münâfıklarının yıldızlara
    yaklaşmak için yaptıkları gibi, Besmele ile kesse bile, mürted olurlar.
    Kestiklerini yimek helâl olmaz. Zemahşerî diyor ki, ev satın alınca, yâhut
    yeniden yaptırınca, cin çarpmasın diye hayvan kesmek de böyledir. İbrâhîm Merûzî
    diyor ki, sultan veya devlet adamları gelince, onlara yaklaşmak için hayvan
    kesmek haramdır. Çünkü, Allahdan başkası için kesilmiş olur. İhlâl demek,
    yüksek sesle başkası için kesmek demektir. Allahdan başkası için yapılan nezr,
    adak hayvanları böyledir. Kesmeden önce söylemek, meselâ bu hayvan falan
    seyyide içindir, filan seyyid içindir demek böyledir. Böyle olan nezrleri
    keserken Bismillâh demek fayda vermez. Allahdan başkası için yiyecek, içecek
    adayarak onlara yaklaşmak da böyledir. Ölüler için ve onlardan bereketlenmek
    için türbelere götürüp, türbe yakınlarındaki fakirlere dağıtılan yiyecek ve
    içecekleri de, Allahdan başkası için nezr yapanlar ve putlar için, güneş, ay
    için, mezarlar için ve bunlar gibi adak yapanlar, Allahdan başkası için yemin
    edenler gibidir. Her ikisi de şirktir. Bazı sapıkların mezarlara mum, kandil
    için yağ adamaları da, müslümanların sözbirliği ile günahtır. Türbelerde hizmet
    eden fakirlere mal adamak, kilisedeki putların hizmetçilerine adamak gibidir.
    Bunlar, ibâdettir. Bunları Allahdan başkası için yapmak şirk olur. Hanefî
    âlimlerinden şeyh Kâsım, Dürer kitabında diyor ki, uzakta yolcusu olan veya
    hastası olan veya malı gayb olan câhiller, bazı sâlih kulların mezarlarına
    geliyor: Efendim, Allahü teâlâ yolcuma kavuşturursa veya hastamı iyi ederse
    veyahut da gayb olan malıma kavuşturursa, sana şu kadar altın veya yiyecek veya
    su veya mum nezrim olsun diyorlar. Böyle nezrler bâtıldır. Adak yapmak
    ibâdettir. Allahdan başkası için ibâdet olmaz. Ölünün malı mülkü olmaz. Ona
    birşey verilmez. Herşeyi Allah yapar. Ölü birşey yapamaz. Öyle inanmaları
    küfürdür. İbni Nüceym, Bahr kitabında diyor ki, bu sapıklıklar, Ahmed Bedevînin
    türbesinde çoktur. Hanefî âlimlerinden şeyh Sun'ullah-ı Halebî, Evliyâ için
    hayvan kesmek ve adak yapmak câiz değildir diyor. Ahmed Bedevînin türbesi Tanta
    şehrindedir. Kendisi
    (Mülesseme) devletinin bir câsûsudur. Bu
    devlet, Fas tarafında idi. Bu câsûs, hîle ve yalanla müslümanları aldattı.
    Şimdi türbesi bir kilise gibidir. Onun için adak yapıyorlar. Ona tapınıyorlar.
    Her sene üçyüzbin kişi hac yapmak için bu putun yanına geliyor)
    diyor.

    Kitabın yukarıdaki yazılarına dikkat edilirse, âyet-i
    kerimeler ve hadis-i şerifler ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından
    kıymetli yazılar yazarak müslümanların gözlerini boyamakta, haramlara,
    mekruhlara hattâ mubâh olan şeylere şirk, küfür damgası basmaktadır. Allahü
    teâlânın sevdiği sâlih kullarına ve onların türbelerine put, kilise demektedir.
    Sapık inanışlı yetmişiki fırkadan olan câhillerin ve ahmakların yaptığı çirkin
    ve bozuk işleri öne sürerek, Ehl-i sünnet Evliyâsına, hâlis ve temiz
    müslümanlara kâfir ve müşrik damgasını basmaktadır. Müslümanların, böyle
    hîlelere aldanmamaları ve Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru yoldan
    ayrılmamaları için, Dâvüd bin Süleymân Bağdâdînin, (Eşedd-ül-cihâd fî
    İbtâl-i Dâ'vel-ictihâd)
    adındaki kitabının otuzbeşinci sayfasından îtibaren
    on sayfayı arabcadan türkçeye tercüme ediyoruz. Bunu okuyanlar, vehhâbîlerin
    yalan söylediklerini hemen anlıyacaklardır. [(Eşedd-ül-cihâd) kitabı, (Minhat-ül-Vehbiyye)
    kitabının devamı olarak (Hakîkat Kitabevi) tarafından mükerreren bastırılmıştır.]

    [Önce bu kitabın put dediği Ahmed bin Ali Bedevînin hayatını
    kısaca bildirmek uygun görüldü. Şemseddîn Sâmî bey (Kâmûs-ül'a'lâm)
    kitabında diyor ki, (Ahmed Bedevî hazretleri, Evliyânın meşhûrlarından ve
    şeriflerdendir. Yâni Hz. Hasenin soyundandır. Büyük dedesi, Haccâcın zulmünden,
    Fasa kaçmıştı. Kendisi hicretin 596 [m. 1200] yılında Fasta tevellüd etti. Yedi
    yaşında iken, babası ve kardeşleri ile Mekkeye geldi. Altıyüzotuzüç (633)
    senesinde, gördüğü rü'yâ üzerine Irâka ve Şâma gitti. Sonra, Mısrda Tanta
    şehrinde yerleşti. Çok kerâmetleri görüldü. Yüksek bir Velî olduğu anlaşıldı.
    Şöhreti her tarafa yayıldı. Ziyâretcileri ve talebesi binleri aştı. Altıyüzyetmişbeş
    675 [m. 1276] senesinde Tantada vefât etti.) Vehhâbî kitabının, Ahmed Bedevî
    hazretlerine (Mülesseme) devletinin bir câsûsudur demesi de, alçakça ve
    çok çirkin bir iftirâdır. Mülesseme ve öteki ismi (Murâbıtîn) olan islâm
    devleti, hicretin dörtyüzkırk senesinde, Fasın cenûbunda kuruldu. Baş şehri (Merrâkiş)
    idi. İspanyayı ele geçirdi. Yüz sene sonra, hicretin beşyüzkırk (540) senesinde
    yok oldu. Yerine (Muvahhidîn) devleti kuruldu. Ahmed Bedevî hazretleri
    dünyaya geldiği zaman, Mülesseme devletinin yerinde yeller esiyordu. Kendi
    gitmiş, adı kitaplarda kalmıştı. Kitabın müellifi, tefsîr ve hadis ilimlerinde
    câhil olduğu gibi, tarih ve fen bilgilerinde de acınacak bir hâldedir. Arabca,
    ana lisanı olduğu için, âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere ve islâm
    âlimlerinin kitaplarına çalakalem, bozuk mânalar veriyor. Bunlardaki ince,
    yüksek bilgileri, günlük gazete haberi imiş gibi zannederek, boş kafası ve kısa
    aklı ile anladığı gibi sanıyor. Böyle mezhepsizlerden ve din câhillerinden,
    Seyyid Kutb adında biri, kendi anladığına göre bir tefsîr yapmış, (Fî-Zılâl-il-Kur'an)
    adındaki bu tefsîrini, Kâhire mason locası başkanı olan, dinde reformcu
    Muhammed Abdühün, islâmiyeti yıkıcı, bölücü, bozuk yazıları ile doldurmuştur.
    Allahü teâlâ, müslüman yavrularını böyle bozuk, zehirli kitapları okuyup
    aldanmaktan korusun! Böyle türedi din adamlarının tuzaklarına düşürmesin! Âmîn].

    Seyyid Dâvüd buyuruyor ki: Allahü teâlâ için adak yapmak ve
    hayvan kesmek ve bunların etlerini fakirlere dağıtıp, sevaplarını Peygamberlere
    ve Evliyâya hediye etmek küfür, şirk olurmuş. Bunlara hemen cevap vermek
    lâzımdır. Böyle söyliyenler mezhepsizdir. Bunlar, mezhep imamlarına, islâm
    âlimlerine uymuyorlar. Kendi kısa görüşleri ile, noksan akılları ile
    konuşuyorlar. Burada, önce onları red edeceğiz. Sonra islâm âlimlerinin bildirdiklerini yazacağız.
    Bakara sûresinin ikiyüzyetmişinci (270) âyet-i kerimesinde
    meâlen, (Fakire verdiğiniz sadakaları ve yaptığınız nezrleri, Allahü teâlâ
    biliyor)
    ve Hac sûresinin yirmidokuzuncu âyetinde meâlen, (Nezrlerini
    yerine getirsinler)
    buyuruldu. Dehr sûresinin yedinci âyetinde, (Onlar
    nezr ettiklerini yaparlar)
    buyurarak övmektedir. Bu âyet-i kerimelerde,
    Allahü teâlâ, nezr edenleri bilirim diyor. Nezr edenleri övüyor. Nezrin,
    fakirlere nafaka olduğunu bildiriyor.Resûlullah efendimize sordular: Bir erkek
    veya bir kadın, Mekke şehrinden başka bir yerde, deve kesmeyi nezr ediyor. Bu,
    câhiliyyet zamanında,putların önünde kesilen deve gibi mi olur? Cevabında, (Hayır
    öyle olmaz, nezrini yerine getirsin! Allahü teâlâ, her yerde hazır ve nâzırdır.
    Herkesin nasıl niyet ettiğini bilir)
    buyurdu. Bu hadis-i şerif, sapık
    sözlere cevap olarak yetişir. Allah rızası için kesilmesi nezr edilen hayvanı,
    sâlih kimselerin mezarları yanında keserek, etini orada bulunan fakirlere dağıtmak
    ve sevabını o sâlih kimsenin ruhuna bağışlamak câizdir. Bir zararı yoktur.
    Allah rızası için kesilmesi adak yapılan hayvan elbette kesilecektir. Bu
    hayvanı kesmek, bir ibâdettir. Etini fakirlere dağıtmak da, ayrı bir ibâdettir.
    Bu her iki ibâdetin başka başka sevapları vardır.
    Müellifin, ölüler için adak yapılmasını ve mezar yakınında,
    Allahü teâlâ için hayvan kesmesini, puta tapmaya benzetmesi, müslümanlara büyük
    iftirâdır. Bu sözünü, âyet-i kerime ile ve hadis-i şerif ile isbât etmesi
    lâzımdır. Adak için, böyle bir isbât yapamıyor. Kâfirler için, müşrikler için
    gelmiş olan âyet-i kerimeleri müslümanlara bulaştırmaya kalkışıyor. Fıkh
    âlimlerinin kitaplarında haram veya mekruh hattâ câiz olduğu bildirilen şeyleri
    yazarak, küfürdür, şirktir, yaygarasını basıyor. Zaten, mezhep imamlarına, fıkh
    âlimlerine kıymet vermiyor. Ehl-i sünneti aldatmak için, müslümanların gözünü
    boyamak için, işine gelen, çıkarına yarıyan yerleri yazıyor. Hâlbuki, âyet-i
    kerimelerden ve hadis-i şeriflerden kendi anladığına uymaktadır. Bekara
    sûresinin yüzyetmişüçüncü âyet-i kerimesinde meâlen, (Müşrikler, Allahdan
    başkası için ihlâl ediyorlar)
    buyuruldu. Bu âyet-i kerimeyi ileri sürüyor.
    Hep bu âyet-i kerimeyi koz olarak kullanıyor. Allahü teâlâdan başka niyet ile
    hayvan kesen kâfir olur, müşrik olur diyor. Bunun sözüne göre, bütün
    müslümanlar kâfir olmaktadır. Çünkü islâm memleketlerinde hergün yimek için
    milyonlarca hayvan kesiliyor. Bunların hiçbiri Allahü teâlânın rızası için,
    ibâdet olmak için değil, ticâret için veya yimek için kesilmektedir. Allahü
    teâlâdan başkası için hayvan kesen müşrik olur diyen kimse, buna nasıl cevap verebilir?
    Başka yerlerde keserek, sevabını ölülerin ruhuna göndermek
    câiz olur diyorlar. Onlara göre, bunun da küfür ve şirk olması lâzım gelir.
    Bunları Allah için kesiyoruz, etini fakirlere dağıtıp sevabını ölülerimize
    bağışlıyoruz diyorlar. Onlara deriz ki, Peygamber için ve Evliyâ için diyerek
    de bu niyet ile kesilmektedir. Bunlar için hayvan kesenin niyetinin bozuk
    olduğunu nereden anlıyorsunuz? Herkesin niyetini yalnız Allahü teâlâ bilir ve
    Onun haber verdiği kimse bilir. Başka kimse bilemez. İleri sürdükleri,
    yukarıdaki âyet-i kerimedeki (İhlâl) kelimesi, bağırarak söylemek
    demektir. Câhiliyye zamanında, putlara tapanlar, hayvan keserken (Lât için) ve
    (Uzzâ için) diyerek bağırırlardı. Müslümanlar, (Bismillâh) veya (Allahü
    ekber)
    diyerek keser. Müşrikler, Allah adı yerine putların ismini
    söylerlerdi. Bir müslüman, Allahü teâlânın ismi yerine, meselâ Abdülkâdir-i
    Geylânî veya Ahmed Bedevî için diyerek keserse, bunu bilerek söylemesi, haram
    olur, bilmiyerek söyledi ise, âlimlerin buna öğretmesi lâzımdır. Buna hemen
    kâfir denemez. Bu söylediklerimizi daha da îzâh edelim:
    İbni Nüceym Zeynül'âbidîn-i Mısrînin [Zeynül'âbidîn 970 [m.1562] de vefât etti.]
    (Bahr-ür-râık) ve kardeşi Ömer ibni Nüceymin [Ömer 1005 [m. 1597] de vefât etti.]
    (Nehr-ül-fâık)
    kitaplarında ve Kâsım bin Katlûbüganın
    (Dürer-ül-bihâr)
    şerhinden alarak (Redd-ül-muhtâr)ın
    yemin kısmında diyor ki, (Câhillerin ölüler için yapmakta olduğu adaklar ve
    Evliyâya yaklaşmak için türbelerine götürülen kandil yağları, mumlar ve paralar
    yalnız ölü için olursa bâtıldır, haramdır. Fakat yine küfür değildir, şirk
    değildir. Fukaraya dağıtmak ve sevabını Evliyânın ruhuna göndermek için olursa
    câizdir. Kâsım bin Katlûbüga, (Nezr yapmak ibâdettir. Mahlûk için ibâdet yapmak
    câiz olmaz) diyor. Bu sözü, (Nezr, bir fayda getirmez, cimrinin malının
    gitmesine sebep olur)
    hadis-i şerifine uymamaktadır. Bu hadis-i şerif,
    nezrin mekruh olduğunu gösteriyor. Mekruh olan şey, ibâdet olmaz. Müslümanların
    hayvan adamaları ve başka şey adamaları, hep Evliyânın türbesinde bulunan veya
    başka yerlerdeki fakirlere dağıtmak içindir. Malın, etin ölüye verilmesini,
    ölünün kullanmasını düşünen hiç kimse yoktur. Hanefî mezhebinde, nezrin bir
    yerde yapılmasını belli etmek lâzım değildir. Belli edilen yerde yapılması da
    lâzım olmaz. Meselâ, falan Velî için nezrim olsun demek câizdir. Böyle
    söylemek, Allah için yaptığım nezrin sevabı, bu Velî için olsun demektir. Bu
    hayvanı, bu Velînin mezarı yanında kesmek lâzım olmaz. Başka yerde kesmek,
    başka yerdeki fakirlere dağıtmak da câiz olur. Nerede kesilirse kesilsin,
    sevabı niyet edilen Velînin ruhuna gider. Bununla berâber, yukarıdaki yazı,
    Kâsımın sözüdür. Kendisi, Kemâleddîn Muhammed ibni Hümâmın talebesidir. [İbni
    Hümâm 790 [m. 1388] da tevellüd ve 861 [m. 1456] de vefât etmiştir.] Önce gelen
    âlimlerden hiçbiri Kâsım gibi söylememiştir. Yalnız İbni Teymiyye söylemiştir.
    İbni Teymiyye, çeşidli adaklar yapmak, bilhâssa hayvan kesmeyi adamak ve kabir ziyâreti
    gibi işlerde müslümanları kötülemekte aşırı gitmektedir. Kendisine, zamanında
    bulunan ve sonra gelen Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu cevaplar vermiş, ortaya
    attığı sapık düşünceleri çürütmüşlerdir. Kâsımın sözüne doğru denilse bile bu
    sözün müslümanları lekelemiyeceğini islâm âlimleri bildirmişlerdir. Çünkü Kâsım
    da, fakirlere dağıtmak niyet edilirse câiz olur demektedir. Bütün müslümanların
    adaklarını bu niyet ile yaptıklarını yukarıda bildirmiştik. Ehl-i sünnetin
    Kâsıma benziyen sözlerini, vesika olarak ileri sürmeleri, müslümanları aldatmak
    içindir. Çünkü onlar, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden başka sözleri
    vesika olarak kabûl etmemektedirler. Biz de, onlara sorarız: Peygamberlere ve
    Evliyâya adak yapmanın şirk olduğunu gösteren âyet-i kerime ve hadis-i şerif
    isteriz. Karşımıza yalnız yukarıda yazdığımız (ihlâl) âyet-i kerimesini
    çıkarıyorlar. Bu âyet-i kerimeye dayanmaları, bir şüphe ve ihtimaldir. Şüphe
    ile ve ihtimal ile mantık yürütülmez. İstidlâl yapılamaz. [(Dürr-ül-muhtâr) fıkh
    kitabında, bu âyet-i kerime için, hayvanı kesip, toprakla örtmek, fakirlere
    dağıtmamaktır, diyor. Görülüyor ki, hac zamanında, Minâda kesilen yüzbinlerle
    hayvanı toprak altında bırakmaları, açlara, muhtaçlara dağıtmamaları (ihlâl)
    olmaktadır. Böyle yapanların müşrik, kâfir olmaları Îcap eder. Yimek için,
    meselâ misafir için hayvan kesmek, ihlâl olmaz. Çünkü, İbrâhîm aleyhisselâmın
    sünnetidir. Yimek için hayvan kesmek ihlâl olsaydı, müşriklerin ihlâlini
    İbrâhîm aleyhisselâm elbet yapmazdı.]

    [Zemahşerî Ebülkâsım Mahmûd cârullah mu'tezilî 538 [m. 1144]
    de Cürcâniyyede, Ebû İshâk İbrâhîm Merûzî şâfi'î 340 [m. 952] da, Sun'ullah
    Halebî Mekkî hanefî 1117 [m. 1705] de vefât etti. Bunun (Seyfullah alâ-men
    kezzebe alâ-Evliyâillah)
    kitabı, Evliyânın kerâmetlerini uzun anlatmaktadır.
    Şerif Ahmed Bedevî 675 [m. 1276] de Mısrda Tantada, Şemseddîn Sâmî bey 1322 [m.
    1904] de İstanbulda Erenköyde, vefât ettiler. Seyyid Kutb 1386 [m. 1966] da
    Mısrda çıkardığı fitne sonunda öldürüldü. Kâsım bin Katlûbüga Mısrî hanefî 879
    [m. 1474] da vefât etti. Şemsüddîn Muhammed Konevînin (Dürer-ül-bihâr)ı
    şerh ederken, nezr, adak bahsinde verdiği bilgileri, İbni Âbidîn
    açıklamaktadır.]

    Tekrar edelim ki, Evliyâ için, yâni Allahü teâlânın sevdiği
    kulları için hayvan kesmeyi adamakta üç niyet bir arada düşünülmektedir:
    Hayvanı, Allahü teâlâ için kesmek. Etini ve başka şeylerini fakirlere dağıtmak.
    Sevabını Velînin ruhuna bağışlamak. Her müslüman, hayvanını böyle adamaktadır.
    Böyle hayvan adamak, misafir için kesmekten daha iyidir. Çünkü, çok olur ki,
    misafir zengin olur. Sadaka alması câiz olmaz. Evet, devlet adamları ve sultan
    yâhut beklenilen yolcu gelince, onlar için hayvan kesmek ve etini fakirlere
    dağıtmayıp, boş yere bırakmak, kâfirlerin putları için hayvan kesmesine
    benzemektedir. Bu da, şâfi'î mezhebinde haramdır.
    Allâme ibni Hacer-i Mekkîye soruldu: Diri olan Velî için
    nezr yapmak câiz midir? Nezr olunan şeyleri o Velîye veya herhangi bir fakire
    vermek lâzım mıdır? Ölmüş olan Velî için nezr yapmak câiz midir? Nezr olunan
    malı Velînin çocuklarına ve akrabâsına, yâhut onun yolunda bulunanlara,
    talebesine, hizmetçilerine vermek lâzım mıdır? Mezar üzerine kabir, duvar,
    parmaklık, sıva gibi şeyler yapmak için nezr sahih olur mu?

    Cevap:
    Diri olan Velî için adak yapmak sahihdir. Adak
    olunan malı ona vermek vâcibdir. Başka hiçbir yere vermek câiz olmaz. Ölmüş
    olan Velî için nezr yapmaya gelince, mal meyyitin olsun diye niyet edilirse,
    nezr bâtıl olur, sahih olmaz. Başka bir hayr için meselâ, çocuklarına,
    talebesine, türbesindeki veya başka yerdeki fakirlere vermeği, yidirmeyi niyet
    ederse, adak sahih olur. Niyet ettiği şeyleri vermesi vâcib olur. Adak sahibi
    hiçbirşey niyet etmedi ise, zamanındaki müslümanların âdetlerine bakılır. Hemen
    her müslüman, ölü için nezrim olsun diyerek, yazdığımız yerlerden birine
    vermeyi ve sevabını ölüye bağışlamağı düşünmektedir. Adak yapan da, bu
    yerleşmiş, kökleşmiş âdetleri bildiği için, onlar gibi nezr etmiş olur. Vakfta
    olduğu gibi, nezri sahih olur. Vakfta, şartlarını söylemese, yerleşmiş
    âdetlerdeki şartlara göre vakf etmiş sayılmaktadır. Mezarların yapılması,
    sıvanması için yapılan nezrler bâtıldır. Fakat imam-ı İzra'î ve Zerkeşî ve
    başkaları buyurdu ki, Peygamberlerin, Evliyânın ve âlimlerin mezarlarını ve
    yırtıcı hayvanların, hırsızların ve düşmanların açmasından korkulan mezarları
    korumak için üzerlerine duvar, parmaklık gibi şeyler yapmak câizdir. Böyle
    faydalı şeyleri adamak sahih ve câiz olur ve iyi olur. Bunlar için vasıyet
    yapmak da böyledir. İbni Hacer-i Mekkînin fetvâsı daha uzundur. Kitabımıza bu
    kadarı yetişir. Bu konuda Hayreddîn-i Remlînin de fetvâları vardır. Bu
    fetvâların aslı, imam-ı Râfi'înin Cürcândaki kabri için yapılan adak üzerindeki
    yazılardır. İbni Hacer-i Mekkî bunları (Tuhfe) kitabında ve fetvâlarında
    uzun bildirmiştir. Şâfi'î mezhebinde sözbirliği ile câizdir. [Ahmed İzra'î
    şâfi'î 783 [m. 1381] de Şâmda, Muhammed Zerkeşî şâfi'î 794 [m. 1392] de Mısrda,
    Abdülkerîm Râfi'î şâfi'î 623 [m. 1227] de Kazvînde vefât ettiler.]

    [Hanefî mezhebindeki fıkh kitaplarının en kıymetlilerinden
    olan (Dürer ve Gurer) kitabında Molla Husrev, yemini anlatırken diyor
    ki, farz veya vâcib olan ibâdetlerden birine benziyen ve namaz, oruç, sadaka,
    itikaf gibi başlıbaşına ibâdet olan birşeyi nezr edenin, bunu yapması lâzım
    olur. Hasta ziyâret etmek, cenâze taşımak, câmiye girmek, yol, çeşme,
    hastahâne, mektep, câmi yapmak gibi, farz veya vâcib cinsinden olmıyan şeyler
    nezr edilmez. Bunlar nezr edilirse, yapılmaları lâzım olmaz. Allah rızası için
    Receb ayında oruç tutayım demek gibi (Mutlak nezr) ve yolcum gelirse,
    Allahü teâlâ için sadaka vermek nezrim olsun demek gibi, istenilen bir şarta
    bağlanan (Mu'allak nezr) söylenince, şart hâsıl olduğunda, nezr olunan
    ibâdetleri yapmak vâcib olur. Hadis-i şerifte, (Nezr olunanı yapmak
    lâzımdır)
    buyuruldu. Hastalıktan kurtulursam, bir koyun kesmek nezrim olsun
    demek nezr olmaz ve koyunu kesmesi lâzım gelmez. Allahü teâlânın rızası için
    bir koyun kesmek demek lâzımdır. Allahü teâlâ için deyince, nezr olup, kesmesi
    lâzım olur. Bin lira sadaka vermeği, nezr eden kimsenin yüz lirası olsa, yüz
    lira vermesi lâzım olur. Malı varsa, satıp bin lirasını sadaka verir. Şu yüz
    lirayı, şu günde falan fakire vermeyi nezr edip, başka yüz lirayı, başka günde,
    başka yerde, başka fakirlere vermesi câiz olur. [Molla Muhammed Husrev 885 [m.
    1480] de Bursada vefât etti.]
    İbni Âbidîn, nâfile namazları anlatırken, (Nezr, birşeyin
    husûlüne mani olmaz)
    hadisini bildirerek, bundan, bir nâfile namazı
    kılmadan önce, bunu şarta bağlı nezr etmenin yasak olduğu anlaşılıyor diyor.
    Çünkü nezr olunan namazın bir isteğe karşılık olmasını andırmaktadır. Buhârî
    kitabını şerh edenler, bunun yasak olması, nezr olunan namazın, şart edilen
    şeyin hâsıl olmasına te'sîr edeceğini sanan kimseler içindir dediler ise de,
    hadis-i şerif, nâfilelerin mutlak nezr yapılarak kılınmasını da yasaklamaktadır
    diyor. Bundan anlaşılıyor ki, şarta bağlı yapılan nezr, ibâdeti, şart edilen
    şeye karşılık yapmak değildir. Allahü teâlâya şükür olarak yapılmaktadır. Şükür
    secdesi yapmak gibidir. İbâdet ile ve ibâdetin sevabı hediye edilen sâlih
    kimsenin duâsı ile, Allahü teâlânın merhametini istemektedir.].
    Mâlikî mezhebi âlimlerinden şeyh Halîlin [Şeyh Halîl 767 [m.
    1365] de vefât etti.] (Muhtasar-ı Halîl)i şerhinde diyor ki, (Niyet
    ederek veya söyliyerek, Mekkeden başka bir yere, meselâ Resûlullahın veya bir
    Velînin kabrine, kesmek için deve, koyun gibi hayvan götürürse, bunları keser,
    etlerini fakirlere dağıtır. Bu kabirlere elbise, para, yemek gibi şeyler
    göndermek isterse, oradaki hizmet edenlere, zengin olsalar bile, dağıtmağı
    niyet etti ise, onlara gönderir. Eğer sevabını onlara bağışlamağı niyet etti
    ise, bunları kendi memleketinde fakirlere dağıtır. Hiçbirşey niyet etmedi ise,
    yâhut niyetini bildirmeden kendisi öldü ise, memleketindeki âdete göre olur).
    İbni Arefe ve Bürzülî de, böyle yazmaktadırlar. [İbni Arefe Ahmed Endülüsî 536
    [m. 1142] da Merâkişte, Ebülkâsım Muhammed Bürzülî mâlikî 844 [m. 1438] de
    Tunusta vefât etmiştir.]
    Hanbelî mezhebine gelince, Mensûr Behütî, (İknâ')
    kitabı hâşiyesinde ve İbni Müflih, (Fürû') kitabında, İbni Teymiyyeden
    alarak bildiriyor ki, (Belli bir Velîden, sıkıntısını gidermesi veya özlediğine
    kavuşturması için birşey adamak, Allahdan başkası için adamaktır. Allahdan
    başkası için yemin etmek gibidir. Başkalarına göre bu nezr, sahihdir. Fakat
    günahtır.) Buradan anlaşılıyor ki, Evliyâdan yardım için, onlara nezr yapmak,
    İbni Teymiyyeye göre tenzîhen mekruhtur. Hanbelî âlimlerinden başkalarına göre,
    günahtır demesi, İbni Teymiyyenin günah demediğini anlatmaktadır. Peygambere
    kandil, mum adayan kimsenin bunları Medîne şehrinde bulunan fakirlere
    vermesini, İbni Teymiyyenin bildirmekte olduğu, ((İknâ') hâşiyesinde
    yazılıdır. [Mensûr bin Yûnus 1051 [m. 1642] de Mısrda, Şemsüddîn Muhammed bin
    Müflih 763 [m. 1361] de Şâmda vefât etti.]
    Peygamberler ve Velîler için hayvan kesmeyi adamak, Allahü
    teâlânın rızası için keserek sevabını bunlara bağışlamak demektir. Hadis-i
    şerifte, (Allahtan başkası için hayvan kesene Allah lânet eylesin) buyuruldu.
    İbni Kayyım-i Cevziyye (Kitap-ül-Kebâir) kitabında ve imam-ı Zehebî (Kebâir)
    kitabında ve ibni Hacer-i Mekkî (Zevâcir) kitabında, bu hadis-i şerifi
    açıklıyorlar. Allahü teâlâdan başkası için kesmek demek, keserken, seyyidim,
    filan Velî için demektir diyorlar. Kâfirler de keserken putun ismini söyliyerek
    kesiyorlar. Allahü teâlânın ismi yerine başka ismler söyliyerek kesmek
    böyledir. İmâm-ı Nevevî (Ravda) kitabında diyor ki, (Beytullah
    olduğundan dolayı, Kâbe için diyerek kesmek ve Resûlullah olduğundan dolayı,
    Peygamber için diyerek kesmek câizdir. Mekkeye veya Kâbeye hediye göndermek de
    böyledir). [Muhammed Zehebî 748 [m. 1348] de Mısrda vefât etti.]
    Sultan veya devlet adamları gelince, onların gözüne girmek
    için hayvan kesmenin haram olduğunu yukarıda bildirmiştik. Bunlar geldiği
    zaman, sevinerek kesmek ve çocuğu dünyaya gelince, sevinerek kesmek veya kızmış
    birinin gönlünü almak için kesmek câizdir. Gönlünü almak başkadır, gözüne
    girmek başkadır. Put için kesmek, büsbütün başkadır. Cin için kesilen
    kurbanlara gelince, Allah için keserek, Allahın, böylece cinden korumasını
    düşünmek câizdir. Böyle düşünmeden kesmesi haramdır.
    Görülüyor ki, islâm âlimleri, herşeyi cevaplandırmışlar,
    kimsenin birşey söylemesine ihtiyaç bırakmamışlardır. Herkes aradığını
    kitaplarda bulmuşlardır. Bir ahmak ve câhil kimse ortaya çıkarak, müslümanları
    parçalamak, bölücülük yapmak ve islâm âlimlerini kötülemek ve hak yolunda
    çalışanları gözden düşürmek için, bozuk fikirler yayarsa, bunun sapık veya
    zındık olduğu anlaşılır. Aklı olan kimse, buna inanmaz ve aldanmaz. Deccâlın
    askerleri gibi olanlar, ancak o ahmaka inanacaklardır. Her doğruya iğri, her
    güzele çirkin diyeceklerdir.
    Müezzin efendi, ezan okurken, Resûlullahın ismini
    söyleyince, bunu işitenler, iki elin başparmaklarının tırnaklarını, gözlerinin
    üstüne koyarak (iki gözümün nûrusun sen yâ Resûlallah!) der. Bunu bazı âlimler,
    meselâ Deyrebî (Mücerrebât) kitabında yazmaktadır. Bunu bildiren bir
    hadis-i şerif görmedik. Fakat (Sâlihler zikrolundukta, rahmet iner) hadis-i
    şerifi, bu işin câiz olduğunu göstermektedir. İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel ve
    ibni Cevzî ve ibni Hacer
    , bunun hadis olduğunu bildiriyorlar. İmâm-ı Süyûtî
    de, bu hadisi (Câmi-us-sagîr)de bildirmektedir. Peygamberimiz, hiç
    şüphesiz, Peygamberlerin ve sâlihlerin en üstünüdür. Onun ismi anılınca, Allahü
    teâlâ rahmet ve merhamet etmektedir. Allahü teâlânın rahmet ettiği zamanda
    yapılan duâ kabûl olur. Ezan okunurken, (Seninle gözüm nûrlanır, kalbim sevinir
    yâ Resûlallah!) demek, dünyada ve âhırette sevinmek için duâdır. Böyle duâ
    etmek islâmiyete uygundur. Hanefî âlimlerinden Tahtâvî, (Merâkıl-felâh)
    hâşiyesinde, Kuhistânîden bildiriyor ki, ezan okunurken, Resûlullahın ismini
    ikinci işitince, iki baş parmağı gözler üzerine koyup, (Kurret ayneyye bike
    yâ Resûlallah, Allahümme metti'nî bissem'i vel-basari)
    demek müstehabdır.
    Çünkü, Resûlullah, böyle yapanı Cennete götürür. Şeyhzâde Muhammed hanefî,
    Beydâvî tefsîri hâşiyesinde, Ebil Vefâdan alarak bildiriyor ki, bazı fetvâlarda
    gördüm ki, Ebû Bekr-i Sıddîk, ezan okunurken, Resûlullahın ismini işitince, iki
    baş parmağının tırnağını öptü. Sonra, gözlerine sürdü. Niye böyle yaptın
    buyurulunca, senin mübârek isminle bereketlenmek için yâ Resûlallah dedi. (Güzel
    yaptın. Böyle yapan, göz ağrısı çekmez)
    buyuruldu. Tırnakları göze koyunca,
    (Allahümmahfaz ayneyye ve nevvirhümâ) demelidir. Deylemî, (Firdevs) kitabında,
    Ebû Bekr-i Sıddîkın haber verdiği hadis-i şerifi yazıyor. Bu hadis-i şerifte, (Müezzin
    “Muhammeden resûlullah” deyince, bir kimse, iki baş parmağını öper, sonra
    gözlerine sürer ve “Eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûlüh, Radıytü billâhi
    rabben ve bil-islâmi dînen ve bi-Muhammedin sallallahü aleyhi ve selleme
    nebiyyen” derse, şefaatim ona helâl olur)
    buyuruldu. Tahtâvînin yazısı
    tamam oldu. Bir hadis-i şerifte, (Ezan okunurken ismimi işitince, iki baş
    parmağını gözüne koyanı, kıyâmet günü arar, bulur ve Cennete götürürüm)
    buyuruldu.
    Kuhistânî, (Kenz-ül-ibâd) kitabından alarak diyor ki, ezan okunurken,
    Resûlullahın ismini ilk işitince, (Sallallahü ve selleme aleyke yâ
    Resûlallah!)
    demek ve ikinci işitmekte, (Kurret ayneyye bike yâ
    Resûlallah!)
    demek, sonra iki baş parmağını gözleri üstüne koyup, çekmeden,
    (Allahümme metti'nî bissem'i vel-basari) demek, müstehabdır. Resûlullah
    efendimiz bu kimseyi Cennete götürür.
    [Ahmed Tahtâvî 1231 [m. 1815] de, Şeyhzâde Muhammed hanefî 951 [m. 1544] de
    İstanbulda, Ebülvefâ 896 [m. 1490] da İstanbulda, Kuhistânî Muhammed hanefî 962
    [m. 1508] de Buhârâda, Muhammed bin Süleymân Medenî şâfi'î 1194 [m. 1780] de
    Medînede, Muhammed bin Abdülazîm Mekkî 1052 [m. 1643] de, İbni Hazm Ali Zâhirî
    456 [m. 1064] de, Dâvüd-i zâhirî İsfehânî 270 [m. 883] de Bağdâdda, Ahmed ibni
    Hilligân 681 [m. 1281] de Şâmda, Haccâc-ı zâlim Sekafî, Abdülmelik ve oğlu
    Velîd zamanında Medîne ve Irak vâlîsi iken 95 [m. 714] de vefât etti.]
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    VEHHÂBÎ İNANÇLARI VE EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNİN BUNLARA VERDİĞİ CEVAPLAR - Sayfa 2 Empty Geri: VEHHÂBÎ İNANÇLARI VE EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNİN BUNLARA VERDİĞİ CEVAPLAR

    Mesaj tarafından Admin Cuma Tem. 30, 2010 4:23 pm

    31- Vehhâbîlerin sapık olduklarını bildiren fetvâ. Bu fetvânın aslı (Minhat-ül Vehbiyye)
    kitabının sonunda arabî olarak mevcûddur.


    31 -
    (Eşedd-ül-cihâd) kitabında diyor ki, Muhammed bin Süleymân-ı Medenî Şâfi'îden Muhammed bin
    Abdülvehhâb-ı Necdî soruldu. Cevap olarak, (Bu adam son zamanın câhillerini
    sapık yola sürüklemektedir. Allahü teâlânın nûrunu söndürüyor. Allahü teâlâ,
    müşrikler istemese de, nûrunu söndürmiyecek, her yeri Ehl-i sünnet âlimlerinin
    nûrları ile aydınlatacaktır) dedi. Muhammed bin Süleymânın fetvâlarının
    sonundaki suâl ve cevap da şöyledir:

    Suâl:
    Büyük âlimler! Mahlûkların en iyisinin yolunu
    gösteren yıldızlar! Size soruyorum: Bir kimse, çeşidli din kitaplarını okuyup,
    bilgilerini kısa görüşü ile ve noksan aklı ile tartarak, bu ümmetin hepsinin
    dînin özünden ve Resûlullahın yolundan ayrıldıklarını, sapıttıklarını söylese
    ve kendisinin müctehid olduğunu, Allah kelâmından ve Resûlullahın hadislerinden
    bilgiler çıkardığını ileri sürse, hâlbuki âlimlerin, bir müctehidde bulunması
    lâzım dedikleri şartlardan hiçbiri bunda bulunmasa, bu sözleri yaymasına izin
    verilir mi? Yoksa, vazgeçip, islâm âlimlerine uyması lâzım mıdır? Kendisinin
    imam olduğunu, her müslümanın ona uyması vâcib olduğunu, mezhebinin lâzım
    olduğunu söylüyor. Müslümanları mezhebine sokmaya zorluyor. Kendisine uymıyanlara
    kâfir diyor. Bunları öldürmeli, mallarını paylaşmalı diyor. Bu adam doğru mu
    söylüyor? Yoksa yanlış mıdır? Bir kimsede, ictihâd için lâzım olan şartların
    hepsi bulunsa, bir mezhep kursa, herkesi bu mezhebe girmeye zorlaması câiz olur
    mu? Belli bir mezhebe girmek lâzım mıdır? Yoksa herkes dilediği mezhebi
    seçmekte serbest midir? Sâlih bir kulun veya Sahâbînin kabrini ziyâret eden,
    buna adak yapan, kabir yanında hayvan kesen, onu vesîle ederek duâ eden,
    toprağından alıp bereketlenmek için saklıyan, tehlikeden kurtulmak için,
    Resûlullahdan veya Sahâbîden yardım istiyen bir müslüman, dinden çıkar mı? Ben
    bu kabrin sahibine tapınmıyorum, onun birşey yapacak güçte olduğuna
    inanmıyorum. Onun Allahü teâlânın sevgili kulu olduğuna inandığım için, Allahü
    teâlânın dileğime kavuşturması için, onu vesîle, sebep yapıyorum dediği hâlde,
    böyle yapanı öldürmek helâl olur mu? Allahdan başka birşey ile yemin eden
    kimse, dinden, îmandan çıkar mı?

    Cevap:
    İyi anlamalıdır ki, ilim üstâddan öğrenilir.
    İlmi, dîni, kendi kendine kitaptan öğrenenler çok yanılır, yanlışı, doğrusundan
    çok olur. Bugün, ictihâd edecek kimse yoktur. İmâm-ı Râfi'î ve imam-ı Nevevî ve
    Fahreddîn Râzî dediler ki, bugün hiç müctehid kalmadığında âlimler sözbirliğine
    varmıştır. İmâm-ı Süyûtî gibi, her ilimde deniz gibi olan derin bir âlim nisbî
    müctehid, yâni mezhep içinde müctehid olduğunu bildirince, hiçbir âlim bu
    sözünü kabûl etmedi. Hâlbuki, mutlak müctehid olduğunu, mezhep sahibi olduğunu
    söylememişti. Beşyüzden fazla kitap yazdı. Her kitabı, tefsîr ve hadis
    ilimlerinde ve din bilgilerinin herbirinde çok yüksek derecede olduğunu
    göstermektedir. İmâm-ı Süyûtî gibi bir âlimin nisbî müctehid olduğu kabûl
    edilmeyince, onun yüksek derecesinden çok uzak olanların böyle sözlerine
    inanılır mı? Hiç dinlenmez bile.Hele islâm âlimlerinin kitaplarının bozuk
    olduğunu da söylerse, bunun aklından ve dîninden şüphe olunur. Çünkü bu kimse,
    Resûlullahı ve Eshâb-ı kirâmdan hiçbirini görmediğine göre ilmini nereden
    öğrendi? Birşeyler öğrendi ise, islâm âlimlerinin kitaplarından öğrenmiştir. O
    âlimlerin kitaplarına bozuk derse, kendisi doğru yolu nereden bulmuştur? Bunu
    bize açıklasın! Dört mezhebin imamları ve bunların mezheplerinde yetişmiş olan
    büyük âlimler, bütün bilgilerini âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır.
    Bu adam, onlara uymıyan bilgilerini nereden çıkarmıştır? Onun ictihâd
    derecesine varamamış olduğu meydandadır. Bu adama düşen iş, sahih bir hadis
    görüp, anlamadığı zaman, müctehidlerin bu hadis-i şeriften anlayıp
    bildirdiklerini araştırmalıdır. Bunlar arasında beğendiğine uymalıdır. Böyle
    yapmak lâzım geldiğini, derin âlim imam-ı Nevevî (Ravda) kitabında
    bildirmektedir. Âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri, ancak ictihâd
    derecesine yükselmiş olan derin âlimler anlıyabilir. Müctehid olmıyanların,
    âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri anlamaya kalkışmaları câiz değildir.
    Abdülvehhâb oğlunun doğru yola gelmesi, bozuk sözlerinden vazgeçmesi lâzımdır.

    Müellifin müslümanlara kâfir demesine gelince, hadis-i
    şerifte, (Bir kimse, bir müslümana kâfir dese, ikisinden biri kâfir olur.
    Söylediği kimse müslüman ise, kendisi kâfir olur)
    buyuruldu. İmâm-ı
    Abdülkerîm Râfi'î [Râfi'î 623 [m. 1226] da Kazvinde vefât etti.] (Şerh-ul-kebîr)
    kitabında (Tuhfe)den alarak diyor ki, (Müslümana kâfir diyen ve
    tevil edemiyen kimse, kâfir olur. Çünkü, islâma küfür demektedir). İmâm-ı
    Nevevî de, (Ravda) kitabında bunu bildiriyor. Ebû İshak İbrâhîm
    İsferâînî [İsferâînî 418 [m. 1027] de Nişâpurda vefât etti.] ve Hüseyn Halîmî
    Cürcânî [Halîmî 403 [m. 1012] de vefât etti.] ve Nasr-ul-mukaddesî Nablüsî ve
    Gazâlî ve İbnü Dakîk-il-iyd ve daha birçok âlimler, tevil etse de etmese de,
    kâfir olur diyorlar. [Nasrul-mukaddesî 490 [m. 1096] da vefât etti.]

    Müslümanların kanı ve malı helâl olur demesine gelince,
    hadis-i şerifte, (Kâfirlere lâilâhe illallah dedirtinceye kadar, harp
    etmekle emrolundum)
    buyuruldu. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, müslümanı
    öldürmek câiz değildir. Bu hadis-i şerif, Tevbe sûresinin altıncı âyetinin, (Tevbe
    edenleri ve namaz kılıp zekât verenleri serbest bırakınız)
    meâl-i
    şerifinden alınmıştır. Tevbe sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (Onlar din
    kardeşlerinizdir)
    buyuruldu. Bir hadis-i şerifte, (Biz görünüşe göre
    anlarız. Gizli olanları Allahü teâlâ bilir)
    buyuruldu. [Kitabın müellifi,
    bu hadis-i şerife de inanmıyor. Yüzkırkaltıncı sayfasında, biz söze bakmayız,
    maksada ve mânaya bakarız diyor. Bunun gibi, kitabının birçok yerlerinde âyet-i
    kerimelere ve hadis-i şeriflere uymıyan yazılar vardır.] Bir hadis-i şerifte, (İnsanların
    kalblerini yarmak, gizli şeylerini anlamak için emrolunmadım)
    buyuruldu.
    Üsâme hazretleri, Lâilâhe illallah diyen bir kimseyi öldürdüğü zaman, kalbinde
    îman yoktu deyince, Peygamberimiz (Kalbini yardın mı?) buyurdu.
    Bir müctehidin insanları kendi mezhebine girmek için
    zorlaması câiz değildir. Müctehid olan zat, mahkemede kâdı ise, o zaman kendi
    ictihâdı ile karar verir ve bu kararın yapılmasını emreder.
    Evliyâ için adak yapmaya gelince, Şâfi'î âlimleri bunu uzun
    bildirmektedir. (Hibe) kitabı, (Tuhfe) kitabından alarak
    bildiriyor ki, ölmüş bir Velî için nezr eder ve adak ettiği malın ölünün
    olmasını niyet ederse, bu nezr sahih olmaz. Ölünün olmasını niyet etmezse,
    nezri sahih olup, nezr olunan mal, hizmetcilere, türbe yanındaki mektep talebe
    ve hocalarına, fakirlere verilir. Türbe yanında adak malını almaya alışık
    kimseler toplanmış ise ve Velîye nezr olunan malın bunlara verilmesi âdet olmuş
    ise, bunlara verilir. Böyle bir âdet yoksa, nezr bâtıl olur. Semlâvîden ve
    Remlîden de böyle haberler gelmiştir. Herkes bilir ki, Evliyâ için adak yapanlar
    arasında hiç kimse yoktur ki, adak olunan malın ölüye verilmesini düşünmüş
    olsun. Çünkü, ölünün birşey almıyacağını, birşey kullanmıyacağını herkes bilir.
    Bu malların fakirlere veya türbede hizmet edenlere verileceğini bilmiyen
    yoktur. Bunun için ibâdet olmaktadır. Çünkü, Şâfi'î mezhebinde mubâh olan,
    mekruh ve haram olan şeylerin nezr edilmesi sahih olmaz. Yapması zaten farz ve
    vâcib olmıyan ibâdetler ve sünnetler nezr olunur.
    Kabirleri öpmek, yüzünü gözünü sürmek için, câiz olur da
    denildi. Olmaz da denildi. Câiz olmaz diyenler mekruh dedi. Haramdır diyen olmadı.
    Peygamberleri ve sâlih kulları tevessül etmek, onları vesîle
    ederek Allahü teâlâya yalvarmak câizdir. Hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.
    Bunları kitabımızın başında bildirmiştik. Sâlih ameller ile tevessül etmek câiz
    olduğunu bildiren çok hadis-i şerif vardır. İyi işlerle tevessül câiz olunca,
    iyi insanlarla tevessül daha çok câiz olur.

    Allahü Teâlâdan başka şeylere yemin etmeye gelince, yemin
    olunan şey, tâzîm olunursa, Allahü teâlâya şerîk, ortak tutulursa, ancak o
    zaman küfür olur. Hâkimin ve imam-ı Ahmedin bildirdikleri ve Münâvîde yazılı (Allahdan
    başkası ile yemin eden kâfir olur)
    hadis-i şerifi de bunu bildirmektedir.
    Fakat imam-ı Nevevî âlimlerin çoğundan alarak, mekruh olduğunu bildirmekte ve
    müslümanların icmâ'ı huccettir demektedir.

    Nisâ sûresinin yüzondördüncü âyetinde meâlen, (Kendisine
    tevhîd ve doğru yol bildirildikten sonra, Resûlullahın doğru yolundan sapan ve
    îtikat ve amelde müminlerden ayrılan kimseyi, âhırette kâfirlerle birlikte
    Cehenneme sokarız)
    buyuruldu. Her müminin (Ehl-i sünnet vel cemaat)
    mezhebine uyması lâzım geldiği, bu âyet-i kerimeden de anlaşılmaktadır. Sürüden
    ayrılan koyunu kurt kapar sözünü unutmamalıdır. Ehl-i sünnet vel cemaatten
    ayrılan da Cehenneme gider. Derin âlim Muhammed bin Süleymân Medenînin fetvâsı uzundur.
    Biz kısaltarak bildirdik. Allahü teâlânın hidâyet nasip ettiği kimseye bu kadar
    yetişir. Bu âlim 1195 [m. 1780] senesinde vefât etmiştir. Muhammed bin
    Abdülvehhâb 1111 [m. 1699] senesinde Necd çölünde tevellüd ve binikiyüzaltıda
    (1206 [m. 1792]) öldü. Muhammed bin Süleymân bunun câhilliğini ortaya çıkardı.
    Sözlerini çürüttü. İctihâd ediyorum demesini yalanladı. Onun hiçbir islâm
    âliminden ilim ve feyz almadığını, müslümanlara kâfir dediği için, kendisinin
    dalâlete düştüğünü yaydı.

    Hanefî âlimlerinden Muhammed bin Abdülazîm Mekkînin [İbni
    Abdülazîm 1052 [m. 1642] de vefât etti.] (El-Kavl-üs-Sedîd) kitabında,
    İbni Hazm Muhammed Alînin sapık yazıları bildirilmekte ve cevap verilmektedir.
    İbni Hazm, herkese ictihâd yapmağı emrediyordu. Başkasına uymak haramdır
    diyordu. Bu sözlerini, Nisâ sûresinin ellisekizinci âyetinin, (Uyuşamadığınız
    şeyi Allahü teâlânın ve Resûlünün bildirdiği gibi yapınız!)
    meâl-i şerifi
    ile isbât etmeye kalkışıyordu. Abdülazîm, buna cevap verirken, (Biz,
    elhamdülillâh büyük islâm âlimi imam-ı a'zam Ebû Hanîfeye uymak derecesinden
    dışarıda kalmıyoruz. Biz, o yüce imama ve onun büyük talebelerine ve daha sonra
    gelen, Şemsül-eimme gibi dünyaya nûr saçan derin âlimlere ve on asırda n beri
    yetişen böyle hakîkî âlimlere uymakla şerefleniyoruz) diyor.

    İbni Hazm, Ebdülüslüdür. Zâhiriyye mezhebinde idi. Bu
    mezhebi Dâvüd-i İsfehânî kurmuştu. Kendi de, mezhebi de yok oldu, unutuldular.
    İbn-ül-Ehed ve Zehebî ve İbni Hilligân diyor ki, İbni Hazma selâm verenler,
    ondan nefret ederlerdi. Sözlerini beğenmezlerdi. Onun sapık olduğunda
    sözbirliğine vardılar. Onu kötülediler. Sultânlara ondan sakınmalarını
    bildirdiler. Müslümanlara ona yaklaşmamalarını söylediler. İbn-ül Ârif diyor
    ki: İbni Hazmın dili ve Haccâcın kılıncı, aynı şeyi yapmışlardır. İbni Hazmın,
    hadis-i şeriflere uymıyan habîs, sapık çok sözleri vardır. Haccâc-ı zâlim,
    yüzyirmibin mâsumu sebepsiz ve suçsuz öldürdü. İbni Hazmın dili de, hadis-i
    şerif ile bildirilen hayrlı zamanlardan sonra, yüzbinlerle müslümanı doğru
    yoldan saptırdı. Çünkü, kendisi 456 [m. 1064] senesinde öldü.

    Allahü Teâlâ, bütün müslüman kardeşlerimi sapık ve bozuk yola kaymaktan muhâfaza
    buyursun! Hepimize dört mezhep âlimlerinin hak olan ictihâdlarına uygun îman ve
    ameller nasip eylesin! Kıyâmet günü, onların mezhebinde olarak, Peygamberlerle,
    sıddîklarla ve şehitlerle ve sâlihlerle birlikte haşr eylesin! Âmîn. Dâvüd bin
    Süleymânın (Eşedd-ül-Cihâd) kitabından tercüme burada tamam oldu. Bu
    kitabın yazılması hicretin binikiyüzdoksanüç [1293] senesinde tamam olmuştur.
    Arabîden türkçeye tercümesi de, 1390 [m. 1970] senesinde yapılmış ve
    neşredilmiştir.

      Forum Saati C.tesi Eyl. 21, 2024 11:41 am