Büyük islâm âlimi imam-ı Muhammed Gazâlî [450] hicrî
senesinde Tus şehrinde tevellüd etmiş, 505 [m. 1111] senesinde, yine orada
vefât etmiştir. Yüzlerce kitabı içinde, son yazdığı (Kimyâ-i saadet) ismindeki
kitabında, dördüncü rüknün altıncı aslında, fârisî olarak buyuruyor ki:
Enbiyâ sûresi, kırkyedinci âyetinde meâlen, (Kıyâmet günü
terâzî kuracağım. O gün, kimseye zulmedilmiyecektir. Herkesin, dünyada yapmış
olduğu zerre kadar iyilik ve kötülüklerini meydana çıkarıp, terâzîye koyacağım.
Herkesin Hesabını yapmaya yetişirim) buyurdu. Bunu haber verdi ki, herkes
dünyada kendi hesabına baksın. Peygamberimiz buyurdu ki: (Akıllı şu kimsedir
ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder.
İkincisinde, Allahü teâlâya münâcât eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir sanatte
veya ticârette çalışıp, helâl para kazanır. Dördüncüsünde, istirâhat eder ve
mubâh olan şeylerle kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez).
İkinci halîfe, Ömer-ül-Fârûk, [23 senesinde Medîne-i münevverede vefât
etti. Hucre-i saadettedir] buyurdu ki, hesabınız görülmeden evvel, kendinizi
hesaba çekiniz! Allahü teâlâ, meâlen buyurdu ki: (Şehvetlerinizi, [yâni
nefsin arzularını] haramlardan almamaya uğraşınız ve bu cihâdda sebât
ediniz, dayanınız!). Bunun içindir ki, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar
yeri gibi olduğunu ve burada, nefis ile alış-verişte olduklarını anlamışlardır.
Bu ticâretin kazancı Cennettir. Ziyânı da Cehennemdir. Yâni kârı, ebedî saadet,
ziyânı da, sonsuz felakettir. Bunlar nefslerini, ticâretteki ortak yerine
koymuşlardır. Ortak ile, önce şartnâme yapılır, sözleşilir. Sonra, işlerine,
sözünde durup durmadığına dikkat edilir. Nihâyet hesaplaşılıp, hiyânet yapmışsa
mahkemeye verilir. Bunlar da, nefsleri ile, bir ortak gibi, sıra ile şu işleri
yaparlar: Şirket kurmak, onu murâkabe edip gözetmek, muhâsebe, yâni
hesaplaşmak, mu'âkabet yâni cezâlandırmak, mücâhede yâni onunla uğraşmak ve
muâtebet yâni onu azarlamaktır:
1 - Birinci iş, şirket kurmaktır. Ticâret ortağı insanın para
kazanmakta ortağı olduğu gibi, bâzan da, hıyânet yapınca, düşmanı olur.
Hâlbuki, dünyada kazanılan şeyler, muvakkattir. Aklı olan, buna kıymet vermez.
Hattâ, bazıları, (Geçici olan hayr, sonsuz kalan şerden daha kıymetsizdir)
dedi. İnsanın herbir nefesi, kıymetli bir cevher gibidir ki, bunlardan bir
hazîne yapılabilir. Asl bunu hesap etmek Îcap eder. Aklı olan kimse, hergün,
sabah namazından sonra, hâtırına hiçbirşey getirmeyip, ortağı olan nefsine
demelidir ki: (Benim sermâyem, yalnız ömrümdür. Başka birşeyim yoktur. Bu
sermâye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrar ele
geçemez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. Ömr bitince, ticâret sona erer.
Ticârete sarılalım ki, vaktimiz azdır ve âhıret uzun ise de; orada ticâret ve
kâr olmaz. Bu dünya günleri, o kadar kıymetlidir ki, ecel gelince, bir gün izin
istenir, fakat ele geçmez. Bugün, bu nîmet elimizdedir. Aman nefsim, çok dikkat
et de, bu büyük sermâyeyi elden kaçırma! Sonra ağlamak, sızlamak, fayda vermez.
Bugün, ecelin geldiğini, daha bir gün müsâ'ade etmeleri için, yalvardığını,
sızladığını ve sana, bir gün bağışladıklarını ve şimdi, o günde bulunduğunu
farz et! O hâlde, bu günü elden kaçırmaktan, bununla, saadete kavuşmamaktan
daha büyük ziyân olur mu? Yarın ölecekmiş gibi, dilini, gözlerini ve yedi azanı
haramdan koru!
Cehennemin yedi kapısı var, demişlerdir. Bu kapılar senin
yedi uzvundur. Bu uzvları haramdan korumaz isen ve bugün ibâdet yapmaz isen,
seni cezâlandırırım! Nefis âsî, emirleri yapmak istemez ise de, nasihat dinler
ve riyâzet yapmak, istediklerini vermemek, ona te'sîr eder. İşte nefis
muhâsebesi böyle olur. Resûlullah buyurdu ki, (Akıllı kimse, ölmeden önce
Hesabını gören, ölümden sonra kendisine yarıyacak şeyleri yapan kimsedir). Bir
kere de buyurdu ki: (Yapacağın her işi, önce düşün, Allahü teâlânın râzı
olduğu, izin verdiği bir iş ise, onu yap! Böyle değilse, o işten kaç!). İşte
hergün, nefis ile böyle şartlaşmalıdır.
2 - İkinci iş, murâkabedir. Yâni, nefsi kontrol etmek, ondan
gâfil olmamaktır. Ondan gâfil olursan, kendi şehvetlerine ve tenbelliğine
döner. Allahü teâlânın, her yaptığımızı, her düşündüğümüzü bildiğini
unutmamalıyız. İnsanlar, birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını,
hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin, işleri ve düşünceleri edebli olur.
Buna inanmıyan kâfirdir. İnanıp, muhâlefet etmek ise, büyük cesarettir. Allahü
teâlâ meâlen buyuruyor ki: (Ey insân! Seni her ân gördüğümü bilmiyor
musun?). Bir Habeş, Resûlullah efendimizin huzuruna gelip, (Çok günah
işledim. Tevbem kabûl olur mu?) dedikte, (Evet, olur) buyurdu. O
günahları işlerken, O, görüyor mu idi? dedi; (Evet) buyurunca, Habeş,
bir âh! çekti ve yıkılıp cân verdi. Îman ve hayâ böyle olur. Peygamberimiz
buyurdu ki, (Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet ediniz! Siz, Onu görmüyorsanız
da, O sizi görüyor). Onun gördüğüne inanan, Onun beğenmediği birşeyi
yapabilir mi? Büyüklerden biri, bir talebesini, başkalarından daha çok severdi.
Ötekiler, bu hâle üzülürdü. Her birine bir kuş verip, (Bunu, kimsenin görmediği
bir yerde kesip getiriniz) dedi. Hepsi tenhâ bir yerde kesip getirdi. O talebe
ise, kesmeden getirdi. (Niçin sözümü dinlemedin, canlı getirdin?) buyurdukta,
(Kimsenin görmediği bir yer bulamadım. O, heryeri görüyor) dedi. Diğerleri,
bunun müşâhede makamında olduğunu anladılar. Mısr mâliye nâzırının zevcesi olan
Zelîha, Yûsüf aleyhisselâmı, kendisine çağırınca, önce kalkıp büyük olduğunu
sandığı, bir heykelin yüzünü örttü. (Bunu, niçin örttün?) buyurdukta, ondan
utandığım için, dedi. (Sen, bir taş parçasından utanıyorsun da, ben yerleri ve
yedi kat gökleri yaratan, Rabbimin görmesinden utanmaz mıyım?) buyurdu. Biri,
Cüneyd-i Bağdâdîden (207-298 [m. 910] Bağdâdda) sorup, (Sokakta, kadınlara,
kızlara bakmaktan kendimi men edemiyorum. Bu günahtan kurtulmak için ne
yapayım?) dedikte, (Allahü teâlânın seni, senin o kadını görmenden daha çok
gördüğünü düşün!) buyurdu. Peygamberimiz buyurdu ki: (Allahü teâlâ, Adn
ismindeki Cenneti, şu kimseler için hazırladı ki, günah işliyecekleri zaman,
Onun büyüklüğünü düşünüp, Ondan hayâ ederek, günahlardan kaçınırlar).
[Kadınların, saçları, kolları, bacakları açık olarak sokağa
çıkmaları haramdır. Îmanı olan kadınlar, Allahü teâlânın gördüğünü düşünmeli,
yabancı erkeklere çıplak görünmemelidir]. Abdüllah ibni Dînâr diyor ki, Ömer
ile Mekke-i mükerremeye gidiyorduk. Bir çoban sürüsünü dağdan indiriyordu.
Halîfe buyurdu ki, bu koyunlardan birini bana sat! Ben köleyim. Bunlar benim
malım değil, dedi. Efendin ne bilecek, kurt kaptı dersin! O bilmezse, Allahü
teâlâ biliyor ya, deyince, Ömer, ağladı ve efendisini bulup, bu köleyi satın
aldı ve âzâd etti ve (Bu sözün, seni bu dünyada âzâd ettiği gibi, o cihânda da
âzâd eder) buyurdu.
3 - Üçüncü iş, amellerden sonra yapılacak muhâsebedir. Her
gün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermâyeyi, kârdan
ve zarardan ayırmalıdır. Sermâye farzlardır. Kâr da, sünnetler ve nâfilelerdir.
Ziyân ise, günahlardır. İnsan, ortağına aldanmamak için, onunla hesaplaştığı
gibi, nefse karşı daha uyanık davranmak lâzımdır. Çünkü nefis, çok hîleci ve
yalancıdır. Kendi arzularını, sana iyi, faydalı gösterir. Her mubâhı bile
sormalı, bunu niçin yaptın demelidir. Zararlı birşey yaptı ise, tazmîn
ettirmeli, ödetmelidir. İbnissamed, büyüklerden idi. Altmış hicrî senelik
hayatının Hesabını yaptı. Yirmibirbinbeşyüz gün idi. Âh! Her gün, en az, bir
günah yapmış isem, yirmibirbinbeşyüz günahtan nasıl kurtulurum? Hâlbuki, öyle
günlerim oldu ki, yüzlerce günah işlerdim, diye düşünerek, bir feryâd edip
yıkıldı. Baktılar, ruhunu teslim etmişti.
Fakat, insanlar, kendilerini hesaba çekmiyorlar. Eğer her
günah işledikte, odasına bir kum koysa, bir kaç sene içinde oda kum ile dolar.
Eğer, omuzlarımızdaki kâtib melekler, her günahı yazmak için, bir kuruş
isteseydi, malımızın hepsini vermemiz lâzım gelirdi. Hâlbuki, gaflet ile,
çeşidli düşünceler ile, birkaç sübhânallah desek, tesbîhi alır, sayar, yüz kere
söyledim deriz de, her gün boşuna, nice şeyler söyleriz, bunları saymayız.
Saymış olsak, her gün, binleri aşar. Sonra da, terâzîde sevap kefesinin ağır
basacağını umarız. Bu nasıl akıldır. İşte, Ömer, bunun için buyurdu ki:
(Amelleriniz tartılmadan evvel, kendiniz tartınız!). Ömer her akşam, kamçı ile
ayaklarına vurup, bugün niçin böyle yaptın? derdi. İbni Selâm odun yüklenmiş
taşıyordu. Sen hammal mısın? dediklerinde, nefsimi tecrübe ediyorum, bakalım
nasıl olacak, dedi. Enes [91 de vefât etti] diyor ki, Ömeri gördüm, kendi
kendine diyordu ki, (Yazıklar olsun sana ey nefsim ki, sana, emîr-ül-müminin
diyorlar. Yâ Allahü teâlâdan kork veya Onun azâbına hazırlan!).
4 - Dördüncü iş, nefse cezâ yapmaktır. Nefis ile hesap
yapıp, kusurlarını görüp, cezâ verilmez ise, cesaret bulur, şımarır. Kendisi
ile başa çıkılamaz. Şüpheli şey yimiş ise, aç bırakmalı, yabancı kadınlara
bakmış ise, iyi mubâhlara baktırmamalı. Her azaya böyle cezâ vermelidir. Cüneyd-i
Bağdâdî (298 [m. 910] de Bağdâdda vefât etti) diyor ki, (İbnil Kezîtî, bir gece
cünüb oldu. Gusletmeye kalkarken, nefsi tenbellik etti ve hava soğuk, hasta
olursun, sabr et, yarın hamama git dedi. Antâri ile gusletmeye yemin eyledi.
Öyle yaptı ve Allahü teâlânın emrinde gevşeklik yapan nefsin cezâsı budur,
dedi.
Birisi, bir kıza baktı, sonra pişman olup, cezâ olarak serin
su içmemeye yemin etti ve içmedi. Ebû Talha bağında namaz kılıyordu. Güzel bir
kuş, yanına kondu. Ona dalarak, kaç rekât kıldığını şaşırdı. Nefsine cezâ
olarak, bağı fakirlere sadaka verdi. [Ebû Talha Zeyd bin Sehl-i Ensârî bütün
gazâlarda bulundu. (34) yılında 74 yaşında vefât etti.] Mâlik bin Abdüllah-il
Hes'amî diyor ki, Rebâhül Kaysî gelip babamı sordu. Uyuyor dedim. İkindiden sonra
yatılır mı dedi ve gitti. Arkasından gittim. Kendi kendine: Ey boşboğaz! Senin
nene lâzım ki, başkasının yatmasına karışırsın. Ahdım olsun ki, bir sene başını
yastığa koymıyacaksın, diyordu. Temîm-i Dârî uykuya dalıp, akşam namazını
kaçırmıştı. Nefsine cezâ olarak, bir sene uyumamaya ahd etti. [Temîm-i Dârî
Eshâb-ı kirâmdan idi.] Mecma' büyüklerden idi. Bir pencereye bakarak, bir kız
gördü. Bir daha yukarı bakmamaya ahd etti.
5 - Beşinci iş, mücâhededir ki, bazı büyükler, nefsleri
kabahat yapınca, cezâ olarak çok ibâdet ederlerdi. Abdüllah ibni Ömer bir
namazda, cemaate yetişmeseydi, bir gece uyumazdı. Ömer, bir cemaati kaçırdığı
için, ikiyüzbin dirhem gümüş kıymetindeki bir malı sadaka verdi. Abdullah ibni
Ömer, bir akşam namazını geciktirmişti. Hava kararıp iki yıldız görünmüştü. Bu
kadar geciktirdiği için, iki köle âzâd eyledi. Böyle yapanlar çoktur. Nefsine
ibâdetleri seve seve yaptıramıyan kimseye en iyi ilâc, sâlih bir zâtın yanında
bulunmaktır. Onun ibâdetleri zevk ile yaptığını görerek, kendi de alışır.
Birisi diyor ki, ibâdet yapmak için, nefsimde tenbellik gördüğüm zaman,
Muhammed bin Vâsî ile sohbet ediyorum. [Muhammed bin Vâsî 112 [m. 721] de vefât
etti.] Onunla birlikte bulunmakla, nefsimin bir hafta içinde, ibâdetleri seve
seve yaptığını görüyorum. Bir Allah adamını bulamıyanlar, daha evvel yaşamış,
sâlih insanların hayatını okumalıdır. Ahmed bin Zerîn bir tarafa bakmazdı.
Sebebini sordular. Allahü teâlâ, gözleri, dünyadaki intizâma, her şeydeki
inceliklere ve Onun kudret ve azametine ibret ile bakmak için yarattı. İbret
almadan, istifâde etmeden bakmak hatâdır dedi. Ebüdderdâ diyor ki, dünyada, üç
şey için yaşamak isterim: Uzun gecelerde namaz kılmak için, uzun günlerde oruç
tutmak için ve sâlih kimselerin yanında oturmak için. [Ebüdderdâ Eshâb-ı
kirâmdandır. Hazrec kabîlesindendir. Şâmda ilk vâlî idi. (33) de vefât etti.]
Alkama bin Kays nefsi ile çok mücâhede ederdi. Nefsine neden bu kadar azâb
ediyorsun? dediklerinde, onu çok sevdiğim için, onu Cehennemden korumak için
derdi. Sana bu kadar sıkıntı emrolunmadı dediklerinde, yarın başımı dövüp,
niçin yapmadım dememek için, cevabını verirdi. [Alkama, Tâbiînin
büyüklerindendir. İbni Mes'ûdün talebesidir. Altmışbirde vefât etti.]
6 - Altıncı iş, nefsi tektîr etmek, azarlamaktır.
Nefis yaratılışta iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur
ve hep tenbellik etmek ve şehvetlerine kavuşmak ister. Allahü teâlâ, bizlere,
nefslerimizi, bu huyundan vazgeçirmeği, yanlış yoldan, doğru yola çevirmeyi
emir buyuruyor. Bu vazîfemizi başarabilmek için, onu bâzan okşamamız, bâzan
zorlamamız ve bâzan söz ile, bâzan da iş ile, idare etmemiz lâzımdır. Çünkü,
nefis, öyle yaratılmıştır ki, kendine iyi gelen şeylere koşar ve buna
kavuşmakta iken rastlıyacağı güçlüklere sabr eder. Nefsin, saadete kavuşmasına
mani olan en büyük perde, gafleti ve cehâletidir. Gafletten uyandırılır,
saadetinin nelerde olduğu gösterilirse, kabûl eder. Bunun içindir ki, Allahü
teâlâ, Zâriyât sûresinde, meâlen, (Onlara nasihat et! Nasihat, müminlere
elbette fayda verir) buyurdu. Senin nefsin de, herkesin nefsi gibidir.
Nasihat ona te'sîr eder. O hâlde önce kendi nefsine nasihat et ve onu azarla!
Hattâ, onu azarlamaktan hiç geri kalma! Ona de ki: Ey nefsim! Akıllı olduğunu
iddiâ ediyorsun ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. Hâlbuki, senden daha ahmak
kim var ki, ömrünü boş şeylerle, gülüp eğlenmekle geçiriyorsun. Senin hâlin, şu
kâtile benzer ki, polislerin, kendisini aradıklarını ve yakalayınca, idam
edeceklerini bildiği hâlde, zamanını eğlence ile geçiriyor. Bundan daha ahmak
kimse olur mu? Ey nefsim! Ecel sana yaklaşmakta, Cennet ve Cehennemden biri,
seni beklemektedir. Ecelinin, bugün gelmiyeceği ne mâlûm? Bugün gelmezse, bir
gün elbette gelecek. Başına gelecek şeyi, geldi bil! Çünkü, ölüm kimseye vakit
tâyîn etmemiş ve gece veya gündüz, çabuk veya geç, yazın veya kışın gelirim
dememiştir. Herkese ânsızın gelir ve hiç ummadığı zamanda gelir. İşte ona
hazırlanmadın ise, bundan daha büyük ahmaklık olur mu? O hâlde, yazıklar olsun
sana ey nefsim!
Günahlara dalmışsın. Allahü teâlâ, bu hâlini görmüyor
sanıyorsan, kâfirsin! Eğer gördüğüne inanıyorsan, çok cüretkâr ve hayâsızsın
ki, Onun görmesine önem vermiyorsun! O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Hizmetçin sana itaat etmezse, ona nasıl kızarsın! O hâlde,
Allahü teâlânın sana kızmıyacağından nasıl emîn oluyorsun! Eğer Onun azâbını
hafîf görüyorsan, parmağını aleve tut! Yâhut, kızgın güneş altında bir saat
otur! Yâhut da, hamam halvetinde fazlaca kal da, zavallılığını,
dayanamıyacağını anla! Yok eğer, dünyada yaptıklarına cezâ vermiyecek sanıyorsan,
Kur'an-ı kerime ve yüzyirmidörtbinden ziyâde Peygambere inanmamış oluyorsun ve
hepsini yalancı yapmış oluyorsun. Çünkü, Allahü teâlâ, Nisâ sûresinin
yüzyirmiikinci âyetinde meâlen, (Günah işliyen, cezâsını çekecektir) buyuruyor.
Kötülük eden, kötülük görür. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Günah işleyince, O kerimdir, rahîmdir, beni affeder
diyorsan, dünyada, yüzbinlerce kişiye niçin zahmet, açlık ve hastalık
çektiriyor ve tarlasını ekmiyenlere mahsûlünü vermiyor! Şehvetlerine kavuşmak
için, her hîleye baş vuruyorsun ve o vakit Allahü teâlâ kerimdir, rahîmdir,
istediklerimi zahmetsiz bana gönderir demiyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana
ey nefsim!
Belki inandığını, fakat sıkıntıya gelemiyeceğini
söyliyeceksin. Fazla sıkıntıya dayanamıyanların, az bir zahmet ile, bu
sıkıntıyı önlemeleri lâzım olduğunu, Cehennem azâbından kurtulmak için, dünyada
zahmete katlanmanın farz olduğunu, demek ki bilmiyorsun. Bugün dünyanın bir
miktâr zahmetine dayanamazsan, yarın Cehennem azâbına ve âhıretteki zillet ve
alçaklığa ve tard olmaya, kovulmaya nasıl dayanacaksın? O hâlde, yazıklar olsun
sana ey nefsim!
Para kazanmak için çok zahmet ve aşağılıklara katlanıyor ve
hastalıktan kurtulmak için, bir yahudi doktorun sözü ile, bütün şehvetlerinden
vazgeçiyorsun da, Cehennem azâbının, hastalıktan ve fakirlikten daha acı
olduğunu ve âhıretin dünyadan çok uzun olduğunu bilmiyorsun. O hâlde, yazıklar
olsun sana ey nefsim!
Sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm daha
önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tevbe etmeği, bugün etmekten kolay
sanıyorsan, aldanıyorsun. Çünkü tevbe, geciktikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca,
hayvana yokuş önünde yem vermeye benzer ki, faydası olmaz. Senin bu hâlin, şu
talebeye benzer ki, dersine çalışmayıp, imtihan günü hepsini öğrenirim sanır ve
ilim öğrenmek için, uzun zaman lâzım olduğunu bilemez. Bunun gibi, pis nefsi
temizlemek için de, uzun zaman mücâhede etmek lâzımdır. Ömür, boşuna geçince,
bir ânda, bunu nasıl yapabilirsin? İhtiyârlamadan önce gençliğin, hasta olmadan
önce sıhhatin ve sıkıntı çekmeden önce rahatlığın ve ölmeden önce hayatın
kıymetini niçin bilmiyorsun? O hâlde yazıklar olsun sana ey nefsim!
Kışın muhtaç olacağın şeylerin hepsini, niçin yazdan
hazırlayıp hiç geciktirmiyorsun ve bunları elde etmek için, Allahü teâlânın
merhametine, ihsânına güvenmiyorsun? Hâlbuki Cehennemin zemherîri, kışın
soğuğundan az değildir ve ateşinin sıcaklığı, temmuz güneşinden aşağı değildir.
Bunların hazırlığında, hiç kusur etmiyorsun da, âhıret işlerinde gevşek
davranıyorsun. Bunun sebebi nedir? Yoksa âhıret ve kıyâmet gününe inanmıyor
musun ve kalbindeki bu küfrü, kendinden de mi saklıyorsun? Bu ise, ebedî
felaketine sebebdir. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Marifet nûrunun himâyesine sığınmayıp da, öldükten sonra,
şehvet ateşinin, cânını yakmasından, Allahü teâlânın lütfü ve merhameti ile
kurtulacağını sanan bir kimse, kalın elbisesinin himâyesine girmeden, kışın
soğuğunun, Allahü teâlânın lütfü ile kendisini üşütmiyeceğini sanan kimseye
benzer. Bu kimse, bilemiyor ki, Allahü teâlâ, birçok faydaları sağlamak için,
kışı yaratmış ise de, lutf ve merhamet ederek, elbise yapılacak şeyleri de
yaratmış ve insanlara, elbise yapmak için akıl ve düşünce vermiştir. Yâni, Onun
ihsânı, elbise te'mînini kolaylaştırmakta olup, elbisesiz üşümemek şeklinde
değildir. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Günahların Allahü teâlâyı kızdırdığı için, azâb çekeceğini
zannetme ve günahlarımın Ona ne zararı var ki, bana kızıyor deme! Zannettiğin
gibi değil. Seni yakacak olan Cehennem azâbı, senin içinde ve şehvetlerinden
meydana gelmektedir. Nitekim, insanın hastalığı, yidiği zehirden ve içine giren
zararlı şeylerden meydana gelmekte olup, tabîbin sözlerini dinlemediği için,
onun kızmasından hâsıl olmuyor. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Ey nefsim! Anladım ki, dünyanın nîmetlerine ve lezzetlerine
alışmışsın ve kendini onlara kaptırmışsın! Cennete ve Cehenneme inanmıyorsan,
bâri ölümü inkâr etme! Bu nîmet ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve
bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! Bunları istediğin kadar sev, istediğin
kadar sıkı sarıl ki, ayrılık ateşi, sevgin kadar çok olur. O hâlde, yazıklar
olsun sana ey nefsim!
Dünyaya niye sarılıyorsun? Bütün dünya senin olsa ve
dünyadaki insanların hepsi sana secde etse, az zaman sonra sen de, onlar da
toprak olacaksınız! İsmleriniz unutulacak, hâtırlardan silinecek. Geçmiş
pâdişâhları hâtırlayan var mı? Hâlbuki sana dünyadan az birşey vermişler. O da
bozulmakta, değişmektedir. Bunlar için, sonsuz Cennet nîmetlerini feda
ediyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Bir kimse, kıymetli ve sonsuz dayanıklı bir mücevheri verip,
bununla, kırık bir saksı satın alırsa, ona nasıl gülersin? İşte dünya, alınan
saksı gibidir. Onu kırıldı bil ve ebedî cevheri, elinden çıktı bil ve sana
pişmanlık ve azâb kaldı bil!
Bunlar ile ve bunlar gibi sözlerle, herkes nefsini azarlıyarak, kendi hakkını ödemeli
ve nasihate, önce kendinden başlamalıdır! Allahü teâlâ, doğru yolda gidenlere
selâmet ihsân buyursun! Âmîn.
senesinde Tus şehrinde tevellüd etmiş, 505 [m. 1111] senesinde, yine orada
vefât etmiştir. Yüzlerce kitabı içinde, son yazdığı (Kimyâ-i saadet) ismindeki
kitabında, dördüncü rüknün altıncı aslında, fârisî olarak buyuruyor ki:
Enbiyâ sûresi, kırkyedinci âyetinde meâlen, (Kıyâmet günü
terâzî kuracağım. O gün, kimseye zulmedilmiyecektir. Herkesin, dünyada yapmış
olduğu zerre kadar iyilik ve kötülüklerini meydana çıkarıp, terâzîye koyacağım.
Herkesin Hesabını yapmaya yetişirim) buyurdu. Bunu haber verdi ki, herkes
dünyada kendi hesabına baksın. Peygamberimiz buyurdu ki: (Akıllı şu kimsedir
ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder.
İkincisinde, Allahü teâlâya münâcât eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir sanatte
veya ticârette çalışıp, helâl para kazanır. Dördüncüsünde, istirâhat eder ve
mubâh olan şeylerle kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez).
İkinci halîfe, Ömer-ül-Fârûk, [23 senesinde Medîne-i münevverede vefât
etti. Hucre-i saadettedir] buyurdu ki, hesabınız görülmeden evvel, kendinizi
hesaba çekiniz! Allahü teâlâ, meâlen buyurdu ki: (Şehvetlerinizi, [yâni
nefsin arzularını] haramlardan almamaya uğraşınız ve bu cihâdda sebât
ediniz, dayanınız!). Bunun içindir ki, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar
yeri gibi olduğunu ve burada, nefis ile alış-verişte olduklarını anlamışlardır.
Bu ticâretin kazancı Cennettir. Ziyânı da Cehennemdir. Yâni kârı, ebedî saadet,
ziyânı da, sonsuz felakettir. Bunlar nefslerini, ticâretteki ortak yerine
koymuşlardır. Ortak ile, önce şartnâme yapılır, sözleşilir. Sonra, işlerine,
sözünde durup durmadığına dikkat edilir. Nihâyet hesaplaşılıp, hiyânet yapmışsa
mahkemeye verilir. Bunlar da, nefsleri ile, bir ortak gibi, sıra ile şu işleri
yaparlar: Şirket kurmak, onu murâkabe edip gözetmek, muhâsebe, yâni
hesaplaşmak, mu'âkabet yâni cezâlandırmak, mücâhede yâni onunla uğraşmak ve
muâtebet yâni onu azarlamaktır:
1 - Birinci iş, şirket kurmaktır. Ticâret ortağı insanın para
kazanmakta ortağı olduğu gibi, bâzan da, hıyânet yapınca, düşmanı olur.
Hâlbuki, dünyada kazanılan şeyler, muvakkattir. Aklı olan, buna kıymet vermez.
Hattâ, bazıları, (Geçici olan hayr, sonsuz kalan şerden daha kıymetsizdir)
dedi. İnsanın herbir nefesi, kıymetli bir cevher gibidir ki, bunlardan bir
hazîne yapılabilir. Asl bunu hesap etmek Îcap eder. Aklı olan kimse, hergün,
sabah namazından sonra, hâtırına hiçbirşey getirmeyip, ortağı olan nefsine
demelidir ki: (Benim sermâyem, yalnız ömrümdür. Başka birşeyim yoktur. Bu
sermâye, o kadar kıymetlidir ki, her çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrar ele
geçemez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. Ömr bitince, ticâret sona erer.
Ticârete sarılalım ki, vaktimiz azdır ve âhıret uzun ise de; orada ticâret ve
kâr olmaz. Bu dünya günleri, o kadar kıymetlidir ki, ecel gelince, bir gün izin
istenir, fakat ele geçmez. Bugün, bu nîmet elimizdedir. Aman nefsim, çok dikkat
et de, bu büyük sermâyeyi elden kaçırma! Sonra ağlamak, sızlamak, fayda vermez.
Bugün, ecelin geldiğini, daha bir gün müsâ'ade etmeleri için, yalvardığını,
sızladığını ve sana, bir gün bağışladıklarını ve şimdi, o günde bulunduğunu
farz et! O hâlde, bu günü elden kaçırmaktan, bununla, saadete kavuşmamaktan
daha büyük ziyân olur mu? Yarın ölecekmiş gibi, dilini, gözlerini ve yedi azanı
haramdan koru!
Cehennemin yedi kapısı var, demişlerdir. Bu kapılar senin
yedi uzvundur. Bu uzvları haramdan korumaz isen ve bugün ibâdet yapmaz isen,
seni cezâlandırırım! Nefis âsî, emirleri yapmak istemez ise de, nasihat dinler
ve riyâzet yapmak, istediklerini vermemek, ona te'sîr eder. İşte nefis
muhâsebesi böyle olur. Resûlullah buyurdu ki, (Akıllı kimse, ölmeden önce
Hesabını gören, ölümden sonra kendisine yarıyacak şeyleri yapan kimsedir). Bir
kere de buyurdu ki: (Yapacağın her işi, önce düşün, Allahü teâlânın râzı
olduğu, izin verdiği bir iş ise, onu yap! Böyle değilse, o işten kaç!). İşte
hergün, nefis ile böyle şartlaşmalıdır.
2 - İkinci iş, murâkabedir. Yâni, nefsi kontrol etmek, ondan
gâfil olmamaktır. Ondan gâfil olursan, kendi şehvetlerine ve tenbelliğine
döner. Allahü teâlânın, her yaptığımızı, her düşündüğümüzü bildiğini
unutmamalıyız. İnsanlar, birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını,
hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin, işleri ve düşünceleri edebli olur.
Buna inanmıyan kâfirdir. İnanıp, muhâlefet etmek ise, büyük cesarettir. Allahü
teâlâ meâlen buyuruyor ki: (Ey insân! Seni her ân gördüğümü bilmiyor
musun?). Bir Habeş, Resûlullah efendimizin huzuruna gelip, (Çok günah
işledim. Tevbem kabûl olur mu?) dedikte, (Evet, olur) buyurdu. O
günahları işlerken, O, görüyor mu idi? dedi; (Evet) buyurunca, Habeş,
bir âh! çekti ve yıkılıp cân verdi. Îman ve hayâ böyle olur. Peygamberimiz
buyurdu ki, (Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet ediniz! Siz, Onu görmüyorsanız
da, O sizi görüyor). Onun gördüğüne inanan, Onun beğenmediği birşeyi
yapabilir mi? Büyüklerden biri, bir talebesini, başkalarından daha çok severdi.
Ötekiler, bu hâle üzülürdü. Her birine bir kuş verip, (Bunu, kimsenin görmediği
bir yerde kesip getiriniz) dedi. Hepsi tenhâ bir yerde kesip getirdi. O talebe
ise, kesmeden getirdi. (Niçin sözümü dinlemedin, canlı getirdin?) buyurdukta,
(Kimsenin görmediği bir yer bulamadım. O, heryeri görüyor) dedi. Diğerleri,
bunun müşâhede makamında olduğunu anladılar. Mısr mâliye nâzırının zevcesi olan
Zelîha, Yûsüf aleyhisselâmı, kendisine çağırınca, önce kalkıp büyük olduğunu
sandığı, bir heykelin yüzünü örttü. (Bunu, niçin örttün?) buyurdukta, ondan
utandığım için, dedi. (Sen, bir taş parçasından utanıyorsun da, ben yerleri ve
yedi kat gökleri yaratan, Rabbimin görmesinden utanmaz mıyım?) buyurdu. Biri,
Cüneyd-i Bağdâdîden (207-298 [m. 910] Bağdâdda) sorup, (Sokakta, kadınlara,
kızlara bakmaktan kendimi men edemiyorum. Bu günahtan kurtulmak için ne
yapayım?) dedikte, (Allahü teâlânın seni, senin o kadını görmenden daha çok
gördüğünü düşün!) buyurdu. Peygamberimiz buyurdu ki: (Allahü teâlâ, Adn
ismindeki Cenneti, şu kimseler için hazırladı ki, günah işliyecekleri zaman,
Onun büyüklüğünü düşünüp, Ondan hayâ ederek, günahlardan kaçınırlar).
[Kadınların, saçları, kolları, bacakları açık olarak sokağa
çıkmaları haramdır. Îmanı olan kadınlar, Allahü teâlânın gördüğünü düşünmeli,
yabancı erkeklere çıplak görünmemelidir]. Abdüllah ibni Dînâr diyor ki, Ömer
ile Mekke-i mükerremeye gidiyorduk. Bir çoban sürüsünü dağdan indiriyordu.
Halîfe buyurdu ki, bu koyunlardan birini bana sat! Ben köleyim. Bunlar benim
malım değil, dedi. Efendin ne bilecek, kurt kaptı dersin! O bilmezse, Allahü
teâlâ biliyor ya, deyince, Ömer, ağladı ve efendisini bulup, bu köleyi satın
aldı ve âzâd etti ve (Bu sözün, seni bu dünyada âzâd ettiği gibi, o cihânda da
âzâd eder) buyurdu.
3 - Üçüncü iş, amellerden sonra yapılacak muhâsebedir. Her
gün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermâyeyi, kârdan
ve zarardan ayırmalıdır. Sermâye farzlardır. Kâr da, sünnetler ve nâfilelerdir.
Ziyân ise, günahlardır. İnsan, ortağına aldanmamak için, onunla hesaplaştığı
gibi, nefse karşı daha uyanık davranmak lâzımdır. Çünkü nefis, çok hîleci ve
yalancıdır. Kendi arzularını, sana iyi, faydalı gösterir. Her mubâhı bile
sormalı, bunu niçin yaptın demelidir. Zararlı birşey yaptı ise, tazmîn
ettirmeli, ödetmelidir. İbnissamed, büyüklerden idi. Altmış hicrî senelik
hayatının Hesabını yaptı. Yirmibirbinbeşyüz gün idi. Âh! Her gün, en az, bir
günah yapmış isem, yirmibirbinbeşyüz günahtan nasıl kurtulurum? Hâlbuki, öyle
günlerim oldu ki, yüzlerce günah işlerdim, diye düşünerek, bir feryâd edip
yıkıldı. Baktılar, ruhunu teslim etmişti.
Fakat, insanlar, kendilerini hesaba çekmiyorlar. Eğer her
günah işledikte, odasına bir kum koysa, bir kaç sene içinde oda kum ile dolar.
Eğer, omuzlarımızdaki kâtib melekler, her günahı yazmak için, bir kuruş
isteseydi, malımızın hepsini vermemiz lâzım gelirdi. Hâlbuki, gaflet ile,
çeşidli düşünceler ile, birkaç sübhânallah desek, tesbîhi alır, sayar, yüz kere
söyledim deriz de, her gün boşuna, nice şeyler söyleriz, bunları saymayız.
Saymış olsak, her gün, binleri aşar. Sonra da, terâzîde sevap kefesinin ağır
basacağını umarız. Bu nasıl akıldır. İşte, Ömer, bunun için buyurdu ki:
(Amelleriniz tartılmadan evvel, kendiniz tartınız!). Ömer her akşam, kamçı ile
ayaklarına vurup, bugün niçin böyle yaptın? derdi. İbni Selâm odun yüklenmiş
taşıyordu. Sen hammal mısın? dediklerinde, nefsimi tecrübe ediyorum, bakalım
nasıl olacak, dedi. Enes [91 de vefât etti] diyor ki, Ömeri gördüm, kendi
kendine diyordu ki, (Yazıklar olsun sana ey nefsim ki, sana, emîr-ül-müminin
diyorlar. Yâ Allahü teâlâdan kork veya Onun azâbına hazırlan!).
4 - Dördüncü iş, nefse cezâ yapmaktır. Nefis ile hesap
yapıp, kusurlarını görüp, cezâ verilmez ise, cesaret bulur, şımarır. Kendisi
ile başa çıkılamaz. Şüpheli şey yimiş ise, aç bırakmalı, yabancı kadınlara
bakmış ise, iyi mubâhlara baktırmamalı. Her azaya böyle cezâ vermelidir. Cüneyd-i
Bağdâdî (298 [m. 910] de Bağdâdda vefât etti) diyor ki, (İbnil Kezîtî, bir gece
cünüb oldu. Gusletmeye kalkarken, nefsi tenbellik etti ve hava soğuk, hasta
olursun, sabr et, yarın hamama git dedi. Antâri ile gusletmeye yemin eyledi.
Öyle yaptı ve Allahü teâlânın emrinde gevşeklik yapan nefsin cezâsı budur,
dedi.
Birisi, bir kıza baktı, sonra pişman olup, cezâ olarak serin
su içmemeye yemin etti ve içmedi. Ebû Talha bağında namaz kılıyordu. Güzel bir
kuş, yanına kondu. Ona dalarak, kaç rekât kıldığını şaşırdı. Nefsine cezâ
olarak, bağı fakirlere sadaka verdi. [Ebû Talha Zeyd bin Sehl-i Ensârî bütün
gazâlarda bulundu. (34) yılında 74 yaşında vefât etti.] Mâlik bin Abdüllah-il
Hes'amî diyor ki, Rebâhül Kaysî gelip babamı sordu. Uyuyor dedim. İkindiden sonra
yatılır mı dedi ve gitti. Arkasından gittim. Kendi kendine: Ey boşboğaz! Senin
nene lâzım ki, başkasının yatmasına karışırsın. Ahdım olsun ki, bir sene başını
yastığa koymıyacaksın, diyordu. Temîm-i Dârî uykuya dalıp, akşam namazını
kaçırmıştı. Nefsine cezâ olarak, bir sene uyumamaya ahd etti. [Temîm-i Dârî
Eshâb-ı kirâmdan idi.] Mecma' büyüklerden idi. Bir pencereye bakarak, bir kız
gördü. Bir daha yukarı bakmamaya ahd etti.
5 - Beşinci iş, mücâhededir ki, bazı büyükler, nefsleri
kabahat yapınca, cezâ olarak çok ibâdet ederlerdi. Abdüllah ibni Ömer bir
namazda, cemaate yetişmeseydi, bir gece uyumazdı. Ömer, bir cemaati kaçırdığı
için, ikiyüzbin dirhem gümüş kıymetindeki bir malı sadaka verdi. Abdullah ibni
Ömer, bir akşam namazını geciktirmişti. Hava kararıp iki yıldız görünmüştü. Bu
kadar geciktirdiği için, iki köle âzâd eyledi. Böyle yapanlar çoktur. Nefsine
ibâdetleri seve seve yaptıramıyan kimseye en iyi ilâc, sâlih bir zâtın yanında
bulunmaktır. Onun ibâdetleri zevk ile yaptığını görerek, kendi de alışır.
Birisi diyor ki, ibâdet yapmak için, nefsimde tenbellik gördüğüm zaman,
Muhammed bin Vâsî ile sohbet ediyorum. [Muhammed bin Vâsî 112 [m. 721] de vefât
etti.] Onunla birlikte bulunmakla, nefsimin bir hafta içinde, ibâdetleri seve
seve yaptığını görüyorum. Bir Allah adamını bulamıyanlar, daha evvel yaşamış,
sâlih insanların hayatını okumalıdır. Ahmed bin Zerîn bir tarafa bakmazdı.
Sebebini sordular. Allahü teâlâ, gözleri, dünyadaki intizâma, her şeydeki
inceliklere ve Onun kudret ve azametine ibret ile bakmak için yarattı. İbret
almadan, istifâde etmeden bakmak hatâdır dedi. Ebüdderdâ diyor ki, dünyada, üç
şey için yaşamak isterim: Uzun gecelerde namaz kılmak için, uzun günlerde oruç
tutmak için ve sâlih kimselerin yanında oturmak için. [Ebüdderdâ Eshâb-ı
kirâmdandır. Hazrec kabîlesindendir. Şâmda ilk vâlî idi. (33) de vefât etti.]
Alkama bin Kays nefsi ile çok mücâhede ederdi. Nefsine neden bu kadar azâb
ediyorsun? dediklerinde, onu çok sevdiğim için, onu Cehennemden korumak için
derdi. Sana bu kadar sıkıntı emrolunmadı dediklerinde, yarın başımı dövüp,
niçin yapmadım dememek için, cevabını verirdi. [Alkama, Tâbiînin
büyüklerindendir. İbni Mes'ûdün talebesidir. Altmışbirde vefât etti.]
6 - Altıncı iş, nefsi tektîr etmek, azarlamaktır.
Nefis yaratılışta iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur
ve hep tenbellik etmek ve şehvetlerine kavuşmak ister. Allahü teâlâ, bizlere,
nefslerimizi, bu huyundan vazgeçirmeği, yanlış yoldan, doğru yola çevirmeyi
emir buyuruyor. Bu vazîfemizi başarabilmek için, onu bâzan okşamamız, bâzan
zorlamamız ve bâzan söz ile, bâzan da iş ile, idare etmemiz lâzımdır. Çünkü,
nefis, öyle yaratılmıştır ki, kendine iyi gelen şeylere koşar ve buna
kavuşmakta iken rastlıyacağı güçlüklere sabr eder. Nefsin, saadete kavuşmasına
mani olan en büyük perde, gafleti ve cehâletidir. Gafletten uyandırılır,
saadetinin nelerde olduğu gösterilirse, kabûl eder. Bunun içindir ki, Allahü
teâlâ, Zâriyât sûresinde, meâlen, (Onlara nasihat et! Nasihat, müminlere
elbette fayda verir) buyurdu. Senin nefsin de, herkesin nefsi gibidir.
Nasihat ona te'sîr eder. O hâlde önce kendi nefsine nasihat et ve onu azarla!
Hattâ, onu azarlamaktan hiç geri kalma! Ona de ki: Ey nefsim! Akıllı olduğunu
iddiâ ediyorsun ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. Hâlbuki, senden daha ahmak
kim var ki, ömrünü boş şeylerle, gülüp eğlenmekle geçiriyorsun. Senin hâlin, şu
kâtile benzer ki, polislerin, kendisini aradıklarını ve yakalayınca, idam
edeceklerini bildiği hâlde, zamanını eğlence ile geçiriyor. Bundan daha ahmak
kimse olur mu? Ey nefsim! Ecel sana yaklaşmakta, Cennet ve Cehennemden biri,
seni beklemektedir. Ecelinin, bugün gelmiyeceği ne mâlûm? Bugün gelmezse, bir
gün elbette gelecek. Başına gelecek şeyi, geldi bil! Çünkü, ölüm kimseye vakit
tâyîn etmemiş ve gece veya gündüz, çabuk veya geç, yazın veya kışın gelirim
dememiştir. Herkese ânsızın gelir ve hiç ummadığı zamanda gelir. İşte ona
hazırlanmadın ise, bundan daha büyük ahmaklık olur mu? O hâlde, yazıklar olsun
sana ey nefsim!
Günahlara dalmışsın. Allahü teâlâ, bu hâlini görmüyor
sanıyorsan, kâfirsin! Eğer gördüğüne inanıyorsan, çok cüretkâr ve hayâsızsın
ki, Onun görmesine önem vermiyorsun! O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Hizmetçin sana itaat etmezse, ona nasıl kızarsın! O hâlde,
Allahü teâlânın sana kızmıyacağından nasıl emîn oluyorsun! Eğer Onun azâbını
hafîf görüyorsan, parmağını aleve tut! Yâhut, kızgın güneş altında bir saat
otur! Yâhut da, hamam halvetinde fazlaca kal da, zavallılığını,
dayanamıyacağını anla! Yok eğer, dünyada yaptıklarına cezâ vermiyecek sanıyorsan,
Kur'an-ı kerime ve yüzyirmidörtbinden ziyâde Peygambere inanmamış oluyorsun ve
hepsini yalancı yapmış oluyorsun. Çünkü, Allahü teâlâ, Nisâ sûresinin
yüzyirmiikinci âyetinde meâlen, (Günah işliyen, cezâsını çekecektir) buyuruyor.
Kötülük eden, kötülük görür. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Günah işleyince, O kerimdir, rahîmdir, beni affeder
diyorsan, dünyada, yüzbinlerce kişiye niçin zahmet, açlık ve hastalık
çektiriyor ve tarlasını ekmiyenlere mahsûlünü vermiyor! Şehvetlerine kavuşmak
için, her hîleye baş vuruyorsun ve o vakit Allahü teâlâ kerimdir, rahîmdir,
istediklerimi zahmetsiz bana gönderir demiyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana
ey nefsim!
Belki inandığını, fakat sıkıntıya gelemiyeceğini
söyliyeceksin. Fazla sıkıntıya dayanamıyanların, az bir zahmet ile, bu
sıkıntıyı önlemeleri lâzım olduğunu, Cehennem azâbından kurtulmak için, dünyada
zahmete katlanmanın farz olduğunu, demek ki bilmiyorsun. Bugün dünyanın bir
miktâr zahmetine dayanamazsan, yarın Cehennem azâbına ve âhıretteki zillet ve
alçaklığa ve tard olmaya, kovulmaya nasıl dayanacaksın? O hâlde, yazıklar olsun
sana ey nefsim!
Para kazanmak için çok zahmet ve aşağılıklara katlanıyor ve
hastalıktan kurtulmak için, bir yahudi doktorun sözü ile, bütün şehvetlerinden
vazgeçiyorsun da, Cehennem azâbının, hastalıktan ve fakirlikten daha acı
olduğunu ve âhıretin dünyadan çok uzun olduğunu bilmiyorsun. O hâlde, yazıklar
olsun sana ey nefsim!
Sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm daha
önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tevbe etmeği, bugün etmekten kolay
sanıyorsan, aldanıyorsun. Çünkü tevbe, geciktikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca,
hayvana yokuş önünde yem vermeye benzer ki, faydası olmaz. Senin bu hâlin, şu
talebeye benzer ki, dersine çalışmayıp, imtihan günü hepsini öğrenirim sanır ve
ilim öğrenmek için, uzun zaman lâzım olduğunu bilemez. Bunun gibi, pis nefsi
temizlemek için de, uzun zaman mücâhede etmek lâzımdır. Ömür, boşuna geçince,
bir ânda, bunu nasıl yapabilirsin? İhtiyârlamadan önce gençliğin, hasta olmadan
önce sıhhatin ve sıkıntı çekmeden önce rahatlığın ve ölmeden önce hayatın
kıymetini niçin bilmiyorsun? O hâlde yazıklar olsun sana ey nefsim!
Kışın muhtaç olacağın şeylerin hepsini, niçin yazdan
hazırlayıp hiç geciktirmiyorsun ve bunları elde etmek için, Allahü teâlânın
merhametine, ihsânına güvenmiyorsun? Hâlbuki Cehennemin zemherîri, kışın
soğuğundan az değildir ve ateşinin sıcaklığı, temmuz güneşinden aşağı değildir.
Bunların hazırlığında, hiç kusur etmiyorsun da, âhıret işlerinde gevşek
davranıyorsun. Bunun sebebi nedir? Yoksa âhıret ve kıyâmet gününe inanmıyor
musun ve kalbindeki bu küfrü, kendinden de mi saklıyorsun? Bu ise, ebedî
felaketine sebebdir. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Marifet nûrunun himâyesine sığınmayıp da, öldükten sonra,
şehvet ateşinin, cânını yakmasından, Allahü teâlânın lütfü ve merhameti ile
kurtulacağını sanan bir kimse, kalın elbisesinin himâyesine girmeden, kışın
soğuğunun, Allahü teâlânın lütfü ile kendisini üşütmiyeceğini sanan kimseye
benzer. Bu kimse, bilemiyor ki, Allahü teâlâ, birçok faydaları sağlamak için,
kışı yaratmış ise de, lutf ve merhamet ederek, elbise yapılacak şeyleri de
yaratmış ve insanlara, elbise yapmak için akıl ve düşünce vermiştir. Yâni, Onun
ihsânı, elbise te'mînini kolaylaştırmakta olup, elbisesiz üşümemek şeklinde
değildir. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Günahların Allahü teâlâyı kızdırdığı için, azâb çekeceğini
zannetme ve günahlarımın Ona ne zararı var ki, bana kızıyor deme! Zannettiğin
gibi değil. Seni yakacak olan Cehennem azâbı, senin içinde ve şehvetlerinden
meydana gelmektedir. Nitekim, insanın hastalığı, yidiği zehirden ve içine giren
zararlı şeylerden meydana gelmekte olup, tabîbin sözlerini dinlemediği için,
onun kızmasından hâsıl olmuyor. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Ey nefsim! Anladım ki, dünyanın nîmetlerine ve lezzetlerine
alışmışsın ve kendini onlara kaptırmışsın! Cennete ve Cehenneme inanmıyorsan,
bâri ölümü inkâr etme! Bu nîmet ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve
bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! Bunları istediğin kadar sev, istediğin
kadar sıkı sarıl ki, ayrılık ateşi, sevgin kadar çok olur. O hâlde, yazıklar
olsun sana ey nefsim!
Dünyaya niye sarılıyorsun? Bütün dünya senin olsa ve
dünyadaki insanların hepsi sana secde etse, az zaman sonra sen de, onlar da
toprak olacaksınız! İsmleriniz unutulacak, hâtırlardan silinecek. Geçmiş
pâdişâhları hâtırlayan var mı? Hâlbuki sana dünyadan az birşey vermişler. O da
bozulmakta, değişmektedir. Bunlar için, sonsuz Cennet nîmetlerini feda
ediyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
Bir kimse, kıymetli ve sonsuz dayanıklı bir mücevheri verip,
bununla, kırık bir saksı satın alırsa, ona nasıl gülersin? İşte dünya, alınan
saksı gibidir. Onu kırıldı bil ve ebedî cevheri, elinden çıktı bil ve sana
pişmanlık ve azâb kaldı bil!
Bunlar ile ve bunlar gibi sözlerle, herkes nefsini azarlıyarak, kendi hakkını ödemeli
ve nasihate, önce kendinden başlamalıdır! Allahü teâlâ, doğru yolda gidenlere
selâmet ihsân buyursun! Âmîn.