Seyyid Muhammed Sâlih Hazretleri
Seyyid Muhammed Sâlih hazretleri, Osmanlılar zamanında Anadolu'da yetişen evliyânın en büyüklerinden. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyada ve âhirette saadete, mutluluğa kavuşmalarına vesile olan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" adı verilen büyük âlim ve evliyâların 32.sidir. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin 11. torunu ve Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin kardeşidir. 1865te Nehrî'de vefât etti.
Seyyid Sâlih, küçük yaşta Kur'an-ı kerim okumayı öğrendi. Kısa zamanda Kur'an-ı kerimi ezberledi. Medreseye giderek tefsir, hadis, fıkıh gibi zâhirî ilimlerle, zamanın fen ve edebiyat bilgilerini öğrenerek büyük bir âlim oldu. Tasavvufta da yetişerek, kalb ilimlerinde marifet sahibi olmak için, ağabeyi Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'nin sohbetiyle şereflendi. Senelerce ona hizmet etti. Mübarek teveccühlerine kavuştu. Evliyalıkta çok yükseldi. Hocasından icazet alınca, talebe yetiştirmeye başladı.
Haramlardan şiddetle kaçar, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasını terk ederdi. Ekseri günleri oruçlu geçerdi. Gecelerini ibâdetle ihya eder, uykusunu öğleye yakın kaylule yaparak alır, hem de sünnet-i şerife uyardı. Çok merhametli olup, hiç kimseyi incitmezdi. İnsanların cehenneme gitmemeleri için elinden gelen gayreti gösterir, Allahü teâlânın emirlerini bildirir, yasaklarından kaçınmalarını sağlardı. Gayr-i müslimlere de iyilik yapardı. Herkes tarafından sevilirdi.
Mübarek alınlarında nur parlardı. Onu gören, Allahü teâlânın sevgili bir kulu olduğunu hemen anlar, hürmette kusur etmemeye çalışırdı. Bir gece, hırsızın biri onun evini soymaya karar verdi. O gece ay çıkmamıştı, zifiri karanlıktı. Hırsız, bahçe duvarından içeri atladı. Fakat o anda bahçenin birdenbire gündüz gibi aydınlandığını gördü. Hayret etti. Görürler korkusuyla hemen dışarı çıktı. Ortalık yine karanlık oldu. "Bu defa aydınlık olmaz." düşüncesiyle tekrar bahçeye girdi. Ortalık bir anda yine aydınlandı. Yine çıktı, tekrar girdi. Nihayet evin penceresine baktığında, Seyyid Sâlih hazretlerini gördü. Hırsıza; "Buyurun, ne isterseniz vereyim." buyurdu. Hırsız onun güneş gibi parlayan mübarek yüzünü görüp, tatlı sözünü işitince hayran kaldı. Bahçeye girince meydana gelen aydınlığın onun nûru olduğunu anlayıp, yaptığına pişman oldu. Huzuruna varıp tövbe etti. Talebelerinden oldu.
Seyyid Tâhâ hazretlerinin oğlu Ubeydullah; babasının yerine geçen amcası Seyyid Sâlih hazretlerine talebe olmayıp, diğer halifesi Seyyid Fehîm hazretlerine tâbi olmak istedi. Fehîm-i Arvâsî ise ona; "Muhterem babanız, yerine Seyyid Sâlihi tâyin ettiler. Bu sebeple siz de, biz de onun sohbetine gidip, ona tâbi olmamız lâzımdır." buyurdu. Buna rağmen Ubeydullah, buna itiraz eyledi. Bunun üzerine Fehîm Arvâsî; "Mübârek hocamızın kabr-i şerîfine gidelim ve soralım. Ne buyururlarsa yapacak mısın?" buyurdu. O da; "Yaparım." dedi. Gittiler. Kabristana girişte ayakkabılarını çıkarıp, kabrin yanına varınca, Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin; "Fehîm! Ubeydullah'ı, kardeşim Sâlih'e götür." buyurduğunu işittiler. Ubeydullah, babasının bu emrine uyarak, süratle amcasının huzuruna koştu. Amcası kendisine sarıldı ve sıktı. O anda Ubeydullah'a o kadar muhabbet geçti ki, Ubeydullah'da meydana gelen bu muhabbet ateşinden, amcası; "Ubeydullahın sarılması ile sanki kemiklerim birbirine geçti." buyurdu.
Hastalanınca, talebelerini toplayarak helâlleşti, vasiyetini bildirdi. "Kabrimi Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabr-i şerîfinin ayak ucuna kazınız. Edebi gözetip kabirde de mübârek ayakları başımın üstüne gelecek şekilde olmasını sağlayın. Bizden sonra Seyyid Fehîm'e tâbi olun." buyurdu. Vefat edince, vasiyetini aynen yaptılar.
Seyyid Muhammed Sâlih hazretleri, Osmanlılar zamanında Anadolu'da yetişen evliyânın en büyüklerinden. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyada ve âhirette saadete, mutluluğa kavuşmalarına vesile olan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" adı verilen büyük âlim ve evliyâların 32.sidir. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin 11. torunu ve Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin kardeşidir. 1865te Nehrî'de vefât etti.
Seyyid Sâlih, küçük yaşta Kur'an-ı kerim okumayı öğrendi. Kısa zamanda Kur'an-ı kerimi ezberledi. Medreseye giderek tefsir, hadis, fıkıh gibi zâhirî ilimlerle, zamanın fen ve edebiyat bilgilerini öğrenerek büyük bir âlim oldu. Tasavvufta da yetişerek, kalb ilimlerinde marifet sahibi olmak için, ağabeyi Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'nin sohbetiyle şereflendi. Senelerce ona hizmet etti. Mübarek teveccühlerine kavuştu. Evliyalıkta çok yükseldi. Hocasından icazet alınca, talebe yetiştirmeye başladı.
Haramlardan şiddetle kaçar, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasını terk ederdi. Ekseri günleri oruçlu geçerdi. Gecelerini ibâdetle ihya eder, uykusunu öğleye yakın kaylule yaparak alır, hem de sünnet-i şerife uyardı. Çok merhametli olup, hiç kimseyi incitmezdi. İnsanların cehenneme gitmemeleri için elinden gelen gayreti gösterir, Allahü teâlânın emirlerini bildirir, yasaklarından kaçınmalarını sağlardı. Gayr-i müslimlere de iyilik yapardı. Herkes tarafından sevilirdi.
Mübarek alınlarında nur parlardı. Onu gören, Allahü teâlânın sevgili bir kulu olduğunu hemen anlar, hürmette kusur etmemeye çalışırdı. Bir gece, hırsızın biri onun evini soymaya karar verdi. O gece ay çıkmamıştı, zifiri karanlıktı. Hırsız, bahçe duvarından içeri atladı. Fakat o anda bahçenin birdenbire gündüz gibi aydınlandığını gördü. Hayret etti. Görürler korkusuyla hemen dışarı çıktı. Ortalık yine karanlık oldu. "Bu defa aydınlık olmaz." düşüncesiyle tekrar bahçeye girdi. Ortalık bir anda yine aydınlandı. Yine çıktı, tekrar girdi. Nihayet evin penceresine baktığında, Seyyid Sâlih hazretlerini gördü. Hırsıza; "Buyurun, ne isterseniz vereyim." buyurdu. Hırsız onun güneş gibi parlayan mübarek yüzünü görüp, tatlı sözünü işitince hayran kaldı. Bahçeye girince meydana gelen aydınlığın onun nûru olduğunu anlayıp, yaptığına pişman oldu. Huzuruna varıp tövbe etti. Talebelerinden oldu.
Seyyid Tâhâ hazretlerinin oğlu Ubeydullah; babasının yerine geçen amcası Seyyid Sâlih hazretlerine talebe olmayıp, diğer halifesi Seyyid Fehîm hazretlerine tâbi olmak istedi. Fehîm-i Arvâsî ise ona; "Muhterem babanız, yerine Seyyid Sâlihi tâyin ettiler. Bu sebeple siz de, biz de onun sohbetine gidip, ona tâbi olmamız lâzımdır." buyurdu. Buna rağmen Ubeydullah, buna itiraz eyledi. Bunun üzerine Fehîm Arvâsî; "Mübârek hocamızın kabr-i şerîfine gidelim ve soralım. Ne buyururlarsa yapacak mısın?" buyurdu. O da; "Yaparım." dedi. Gittiler. Kabristana girişte ayakkabılarını çıkarıp, kabrin yanına varınca, Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin; "Fehîm! Ubeydullah'ı, kardeşim Sâlih'e götür." buyurduğunu işittiler. Ubeydullah, babasının bu emrine uyarak, süratle amcasının huzuruna koştu. Amcası kendisine sarıldı ve sıktı. O anda Ubeydullah'a o kadar muhabbet geçti ki, Ubeydullah'da meydana gelen bu muhabbet ateşinden, amcası; "Ubeydullahın sarılması ile sanki kemiklerim birbirine geçti." buyurdu.
Hastalanınca, talebelerini toplayarak helâlleşti, vasiyetini bildirdi. "Kabrimi Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabr-i şerîfinin ayak ucuna kazınız. Edebi gözetip kabirde de mübârek ayakları başımın üstüne gelecek şekilde olmasını sağlayın. Bizden sonra Seyyid Fehîm'e tâbi olun." buyurdu. Vefat edince, vasiyetini aynen yaptılar.