Müslüman-i Kamil
Hamd;Görünen ve görünmeyen herşeyin sahibi olan,onlara hükmeden,herşeyi bir hikmetle ve ince bir sanatla yaratan ve bakmayı bilen gözler için herşeyde başka bir kudreti olan,Aklımızın aldığı ve almadığı herşeye gücü yeten,bizler daha bir kağıda düz bir çizgi dahi çizemezken koca kainatı bütün ağırlığıyla ve içindekilerle beraber boşlukta (uzay boşluğu) ince dengelerle ve şaşmaz bir düzende tutan Kadiri mutlak ve her daim anılmaya layık olan ve lutuflarına yeterli hamdi asla yapamayacağımız Allah-u Teala'yadır.
İstedimki Müslüman olmanın neleri gerektirdiğini Ehli Sünnet vel-cemaat itikadı üzere değişik kaynakları biraraya getirerek tek bir yerde toplayayım ve sırayla gidelim.İnsana en başta "İman" lazımdır.Aklı olan birinin hayatta en başta dert etmesi gereken konu imanıdır.Onun için önce iman konusundan başlayıp Allah (c.c) nasip ederse amellerle devam edeceğim.Ameller hususunda müsamaha varsa da itikat hususunda hiçbir yanılmanın ve eksikliğin affı yoktur.Bundan dolayı şirkin dışındaki günahlar konusunda Allah’ın dilemesine bağlı olarak aff ve mağfiret sözü varsa da şirk üzere ölenin asla affedilmeyeceği, Cennet yüzü görmeyip Cehennemden çıkamayacağı kesindir.Öyleyse ebedi kurtuluş arayan herkesin her şeyden evvel iman konusu üzerinde durarak Allah indinde yüzünü ak edecek sağlam bir inanca sahip olması gerekir.Ancak şu var ki her: “İnandım” diyenin imanı Allah katında muteber değildir.0 halde Allah ve Resulü tarafından bize sarkıtılan bu ipe sımsıkı tutunarak istenilen sağlam inanca sahip olmalı ve bu sayede Ehl-i Sünnet itikadıyla ölme nimetine mazhar olarak ebedi azaptan kurtulmalıdır.
İTİKAT (İNANÇ) :
Ehli Sünnet vel-Cemaat itikadı dedim bunun; önemini,üzerimize farziyetini ve ne demek olduğunu Efendimizin şu Hadisi Şerifini Naklederek anlatmaya başlayalım:
وعن معاوية رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَامَ فِينَا رَسُولُ اللّهِ # فقَالَ: أَ إنَّ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ مِنْ أهْلِ الْكِتَابِ افْتَرقُوا عَلى اثْنَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً، وإنَّ هذِهِ اُمَّةِ سَتَفْتَرِقُ عَلى ثََثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةَ: ثِنْتَانِ وَسَبْعُونَ في النَّارِ، وَوَاحِدَةٌ في الْجَنَّةِ، وَهِىَ الْجَمَاعَةُ[. أخرجه أبو داود.وزاد في رواية: »سَيَخْرُجُ مِنْ أُمَّتِى أقْوَامٌ تَتَجَارَى بِهِمُ ا‘هْوَاءُ كَمَا يَتَجَارَى الْكَلَبُ بِصَاحِبهِ َ يَبْقى مِنْهُ عِرْقٌ وََ مَفْصِلٌ إَّ دَخَلَهُ«.و»التَّجَارِى« تَفَاعَل من الجرى وهو الوقوع في ا‘هواء الفاسدة.و»التَّدَاعِى« فيها، تشبيهابجرى الفرس.»الكَلَبُ« بتحريك الم: داء معروف يعرض للكلب، إذا عض إنساناً عرضت له أعراض رديئة فاسدة قاتلة، فإذا تجارى با“نسان وتمادى به هلك .
Hz. Muâviye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) aramızda doğrulup buyurdular ki:
"Haberiniz olsun! Sizden önce Ehl-i Kitap, yetmiş iki millete (dine) bölündüler. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmiş ikisi ateşte, sadece biri cennettedir. Bu da (Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaattir.)" [Ebu Davud, Sünnet 1, (4597).]
Diğer bir rivayette:
"Bu fırka hangisidir?" diye soruldu.
"Benim ve ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!" buyurdular." [Tirmizî, İman 18, (2643).]
Bir rivayette de şu ziyade vardır: "Ümmetimden bir kısım gruplar çıkacak, bunları bid'atlar istila edecek, tıpkı kuduzun, buna yakalanan kimsede hiç bir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid'at da onların her hallerine sirayet edecek." Görüldüğü gibi Ulemâ nezdinde ehl-i bid'at tabiri öncelikle Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat dışında kalan sapık mezhepleri ifade eder.Bu mezhep mensupları,Ehl-i Sünnetten kılık kıyafetle,kullandığı eşyalarla ayrılmazlar;sadece bazı temel meselelerdeki nokta-i nazarlardan ayrılırlar.Yani belirtmek istediğimiz husus, bid'at deyince itikada, inanca, telakkiye müteallik farklılıkların, sünnete aykırılıkların kastedildiğini tebarüz ettirmektir. Bilhassa geçmiş dönemlerde, kılıkkıyafet,kullanılan eşya ve hatta hayat tarzları ve davranışlarıyla birbirinin aynısı olan insanlardan bir kısmı Ehl-i Sünnet, bir kısmı ehl-i bid'at idiyse, aradaki fark sadece inanç cihetinden gelmekte idi. Ehl-i Sünnet, Kur'an-ı Kerim'in açıklamasında sünneti esas alanlardır. Ehl-i bid'at veya ehl-i heva denenler de sünneti reddedip,onun yerine beşerî hevayı koyanlardır.Beşerî hevâ fertten ferde değişebileceği için, onlar sayıca çoktur.Hadiste ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı belirtildikten sonra bunlardan sadece birinin yani sünnete uyanlar fırkasının kurtuluşa ereceği,geri kalanların ateşte olacağı belirtilmiştir.Aslında heva fırkalarının sayısı yetmiş ikiden pek çok kereler fazladır. Alimler hadisteki "yetmiş iki"den muradın, çokluk ifade ettiğini belirtirler. Ehl-i Sünnet, sünnete dayandığı için onun fırkaları yoktur.Bazı meselelerde ihtilaf ve farklılıklar olsa da bu yine bir sayılır.Çünkü, bu ihtilaflar da sünnete dayanır.Aynı meselede iki veya üç farklı sünnet,iki veya üç ayrı görüşe sebep olmuştur.Ancak bunlardan hiçbirine "sünnet dışı" denemez.
Kur'an-ı kerim'de pek çok Âyet-i kerime, Sünnet-i seniyye'ye uymanın, Resulullah Aleyhisselâm'a itaat etmenin farz olduğuna delâlet etmektedir.
"Hepiniz topluca sımsıkı Allah'ın ipine sarılın!" (Âl-i imran: 103)
Âyet-i Kerime'sindeki Allah'ın ipinden murad; Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye'dir.Sünnet-i Seniyye Resulullah Aleyhisselâm'ın Rabb'inden aldığı risâleti tebliğden ibarettir.
Allah-u Teâlâ risâleti tebliğ hususunda Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Ey Peygamber! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun." (Mâide: 67)
Buhârî'nin rivayetine göre Cebrâil Aleyhisselâm, Resulullah (S.A.V) Efendimiz'e Kur'an-ı Kerim'i indirdiği ve öğrettiği gibi sünnet'i de indirmiş ve öğretmiştir.
Kur'an-ı Kerim vahiy olduğu gibi, Hadis-i Şerif'ler de vahiydir.
Âyet-i Kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak kendisine bildirilen vahiyden başka bir şey değildir." (Necm: 3-4)
Başka bir Âyet-i Kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Peygamber size ne verdiyse onu alınız, neyi yasak ettiyse ondan sakınınız." (Haşr: 7)
Şu kadar var ki, Kur'an-ı Kerim vahyin en yüksek mertebesidir. Lâfzı ve mânâsı ile birlikte vahyolunmuştur.Hadis-i Şerif ise Vahy-i metlüv, yani okunan vahiy değildir. Lâfzı olmayıp sadece mânâdan ibarettir ve Allah-u Teâlâ'nın muradını bildirmektedir.
Görüldüğü üzere Ehli sünnet vel cemaat itikadına sahip olmak yani Peygamber Efendimizin (s.a.v) ve kıymetli sahabisinin inandıkları şeylere onların inandığı gibi inanmayı gerektirir ve her müslümanın üzerine farzdır.
Şimdi konumuzla alakalı birkaç tabirin manasını verip devam edelim:
DİN: Allah-u Teala tarafından konulan bir kanundur ki, insanlara yaratılışlarındaki gayeyi ve Allah-u Teala’ya ne suretle ibadet yapılacağını bildirir.Din insanları, güzel olanı seçmeleriyle, hayırlı olan şeylere götürür.Bu ilahi kanunu Peygamberler vahiy suretiyle Cenab-ı Haktan öğrenerek insanlara ulaştırmışlardır.
İMAN: Allah-u Teala’ya ve Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Allah-u Teala
tarafından getirdiği Ahkam-ı İlahiyye” ( İlahi hükümler) in tamamına inanmak ve kabullenmekten ibarettir.Bilindiği üzere iman şartları altıdır.
İSLAM: İmanla aynı manadadır. Dolayısıyla her mümin, müslim; her müslim de mümindir. Gerçi lügat itibarıyla iman, inanmak; islam ise teslimiyet ve boyun eğmek anlamlarına gelmekteyse de din açısından ikisinin de hükmü birdir.
Müslümanım diyen birinin imanın şartlarını ve bu şartlara nasıl ve ne şekilde inanması gerektiğini bilmesi de kendi üzerine bir farzdır.Ehli Sünnet İtikadı da bu temeller üzerine kuruludur.
İMANIN ŞARTLARI:
(Amentübillahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusülihi velyevmil ahiri ve bilgaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teala velba’sü ba’delmevti hakkun eşhedüenla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü)
( Manası )
“Ben, Allah-u Teala’ya(varlığına,gücüne,kuvvetine,birliğine,nitelik ve niceliğine), meleklerine (ne surette yaratıldıklarına,şekillerine,nelere vakıf olduklarına,sayılarına (müddessir 31),cinsiyetlerinin olmadığına), kitaplarına (Allah-u Teala yüzdört kitap indirmiş olup bunların dördü büyük kitap yüzü ise sahifelerden ibarettir.), Resul (Peygamber) lerine (Sayıları hakkında kesin bir rakam vermeyip, “Allah tarafından gönderilen bütün Peygamberlere inandım.”demek lazımdır.), Ahiret gününe, kader (takdir edilen şeyler) in hayırlısı ve şerlisi (yaratılmak yönünden) Allah-ü Teala’dan olduğuna,Öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna inandım., Ben şehadet ederim ki Allah-u Teala dan başka hiçbir ilah yoktur.Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.v) Allah (-u Teala)’nın kulu ve Resulüdür.”
Görüldüğü üzere İmanın Şartları 6 tanedir ve bu 6 şartın tamamına ve getirdikleri şeri hükümlere Efendimizin ve mübarek sahabisinin inandığı gibi inanmak ve uymak zorunluluğumuz vardırki bunlar Ehl-i Sünnet İtikatının temelini oluşturur; tamamı bir bütündür yani;bir tanesinin eksikliği veya yanlış olarak inanılmasının telafisi yoktur insanı ehl-i sünnetten çıkarır ve ateşe düşürür.
Böylece Ehli sünnet vel cemaat itikadının ne demek olduğu anlaşılmış oldu.O halde Bunları Açıklayalım:
1. Allah-u Teala’ya iman :
"İlim bir nurdur; bu nur kalbe indiği zaman, ışığını bilinecek şeylere ulaştırır ve onunla bir irtibat kurar. Gözün nurunun görülen şeyle irtibat kurup görmeyi temin ettiği gibi, ilim de ulaştığı şeyi bilmeyi sağlar.Sahih (doğru) ve Hak katında geçerli itikad, şu anlayışlardan uzak olmalıdır:
Ta'tîl,ilhâd, teşbih, tecsîm, tekyif, nakz, hulul, ittihâd, ibâha ve diğerleri :
Ta'tîl, Allahu Teâlâ'nın sıfatlarını varlığını inkâr eden görüştür.
İlhâd, hak ile bâtılı karıştırıp bozuk inanca sahip olmaktır.
Teşbih, Allahu Teâlâ'yı varlıklara, varlıkları da Allah'a benzetmektir.
Tecsîm, Allahu Teâlâ'nın cisim olduğunu söylemektir.
Tekyif, Allahu Teâlâ'nın nasıl ve nice olduğunu bilmenin akıl ve araştırma yoluyla mümkün olduğunu söylemektir.
Nakz, doğru inanca ters görüşlere sahip, olmaktır.
Hulul, Allahu Teâlâ'nın varlıkların içine girdiğine inanmaktır.
İttihâd, Allahu Teâlâ'nın varlıklar ile birleşip bütünleştiğine inanmaktır.
İbâha, belirli bir dereceye yükselen kula her türlü haram işlerin serbest olduğuna, onun mükellefiyet bağından kurtulduğuna inanmaktır.
Sahih bir imanda, Allahu Teâlâ'yı her türlü ayıp ve kusurlardan, varlıklara benzeme hallerinden uzak tutma, O'nu yüceltme ve akılla idrak edilemeyecek bir ululuğa sahip olduğu inancı bulunmalıdır; Sahâbe-i Kiramın (r. anhüm) sahip olduğu iman böyleydi." Bu imanın delili, Kur'an, sünnet ve ümmetin ittifakıdır.
"Kulun şunu bilmesi gerekir:
Allahu Teâlâ zâtı ve sıfatlarıyla birdir, tektir, hiç kimseye bir ihtiyacı yoktur;
Her şey O'na muhtaçtır.O'nun zâtında ve sıfatlarında kendisine benzeyen, ortak olan hiçbir varlık yoktur.
O'nun mülkünde kendisine ortak olan bir varlık da mevcut değildir.
Sıfatları, sonradan yaratılmamıştır.Varlığının bir evveli yoktur; O, ezelîdir. Varlığının bir sonu olmayıp, ebedîdir.
O'nun için bir son düşünülemez.Bütün varlıkları hayatta ve ayakta tutan O'dur.
O, ezelî ve ebedî olarak celâl (yücelik) ve cemâl (güzellik), kemâl sıfatlarına sahiptir.
O'nun ululuğunun, yüceliğinin, bir sonu ve bitiş noktası yoktur.
Yüce Allah cisim, cisme bağlı, cisimle irtibatlı bir varlık değildir.O, ruh ve onunla irtibatlı bir varlık da değildir.
Yüce Allah, şekil ve ölçüsü belirli bir cevher olmadığı gibi, cevherler O'nun vücuduna girmiş de değildir;
O, bütün varlıkları yoktan yaratandır.
Yüce Allah, tektir, hiçbir varlığa muhtaç değildir, kimseyi evlat edinmemiş ve kimse tarafından da doğrulmamıştır.
Hiçbir varlık, O'nun dengi ve benzeri değildir.
Yüce Allah hareket etmekten, bir yerden bir yere intikalden, yönden, bir mekânda bulunmaktan uzak ve yücedir. Bununla birlikte O, bütün varlıklara yakındır; kuluna can damarından daha yakındır. O'nun yarattığı varlıklara yakınlığı, varlıkların birbirlerine olan yakınlığı gibi değildir. O, bütün varlıklara, yüce zâtına uygun bir şekilde yakındır."
Cüneyd-i Bağdâdî'ye, "Allahu Teâlâ'nın yakınlığının nasıl olduğu?" sorulunca şöyle demiştir:"O, kullarına bir bitişme olmadan yakındır; onlardan bir ayrılma olmadan uzaktır.
O'nun yakınlığının ve beraberliğinin nasıl olduğunu akılla bilmek, dille ifade etmek mümkün değildir.Hiçbir şey O'nun benzeri ve dengi olmadığı gibi, O'nun yakınlığı ve beraberliği de hiç kimsenin beraberliği ve yakınlığına benzemez.Yüce Allah, var iken, O'nunla birlikte hiçbir varlık yoktu; O şu anda da ezelde olduğu haldedir."
Hamd;Görünen ve görünmeyen herşeyin sahibi olan,onlara hükmeden,herşeyi bir hikmetle ve ince bir sanatla yaratan ve bakmayı bilen gözler için herşeyde başka bir kudreti olan,Aklımızın aldığı ve almadığı herşeye gücü yeten,bizler daha bir kağıda düz bir çizgi dahi çizemezken koca kainatı bütün ağırlığıyla ve içindekilerle beraber boşlukta (uzay boşluğu) ince dengelerle ve şaşmaz bir düzende tutan Kadiri mutlak ve her daim anılmaya layık olan ve lutuflarına yeterli hamdi asla yapamayacağımız Allah-u Teala'yadır.
İstedimki Müslüman olmanın neleri gerektirdiğini Ehli Sünnet vel-cemaat itikadı üzere değişik kaynakları biraraya getirerek tek bir yerde toplayayım ve sırayla gidelim.İnsana en başta "İman" lazımdır.Aklı olan birinin hayatta en başta dert etmesi gereken konu imanıdır.Onun için önce iman konusundan başlayıp Allah (c.c) nasip ederse amellerle devam edeceğim.Ameller hususunda müsamaha varsa da itikat hususunda hiçbir yanılmanın ve eksikliğin affı yoktur.Bundan dolayı şirkin dışındaki günahlar konusunda Allah’ın dilemesine bağlı olarak aff ve mağfiret sözü varsa da şirk üzere ölenin asla affedilmeyeceği, Cennet yüzü görmeyip Cehennemden çıkamayacağı kesindir.Öyleyse ebedi kurtuluş arayan herkesin her şeyden evvel iman konusu üzerinde durarak Allah indinde yüzünü ak edecek sağlam bir inanca sahip olması gerekir.Ancak şu var ki her: “İnandım” diyenin imanı Allah katında muteber değildir.0 halde Allah ve Resulü tarafından bize sarkıtılan bu ipe sımsıkı tutunarak istenilen sağlam inanca sahip olmalı ve bu sayede Ehl-i Sünnet itikadıyla ölme nimetine mazhar olarak ebedi azaptan kurtulmalıdır.
İTİKAT (İNANÇ) :
Ehli Sünnet vel-Cemaat itikadı dedim bunun; önemini,üzerimize farziyetini ve ne demek olduğunu Efendimizin şu Hadisi Şerifini Naklederek anlatmaya başlayalım:
وعن معاوية رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَامَ فِينَا رَسُولُ اللّهِ # فقَالَ: أَ إنَّ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ مِنْ أهْلِ الْكِتَابِ افْتَرقُوا عَلى اثْنَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً، وإنَّ هذِهِ اُمَّةِ سَتَفْتَرِقُ عَلى ثََثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةَ: ثِنْتَانِ وَسَبْعُونَ في النَّارِ، وَوَاحِدَةٌ في الْجَنَّةِ، وَهِىَ الْجَمَاعَةُ[. أخرجه أبو داود.وزاد في رواية: »سَيَخْرُجُ مِنْ أُمَّتِى أقْوَامٌ تَتَجَارَى بِهِمُ ا‘هْوَاءُ كَمَا يَتَجَارَى الْكَلَبُ بِصَاحِبهِ َ يَبْقى مِنْهُ عِرْقٌ وََ مَفْصِلٌ إَّ دَخَلَهُ«.و»التَّجَارِى« تَفَاعَل من الجرى وهو الوقوع في ا‘هواء الفاسدة.و»التَّدَاعِى« فيها، تشبيهابجرى الفرس.»الكَلَبُ« بتحريك الم: داء معروف يعرض للكلب، إذا عض إنساناً عرضت له أعراض رديئة فاسدة قاتلة، فإذا تجارى با“نسان وتمادى به هلك .
Hz. Muâviye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) aramızda doğrulup buyurdular ki:
"Haberiniz olsun! Sizden önce Ehl-i Kitap, yetmiş iki millete (dine) bölündüler. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmiş ikisi ateşte, sadece biri cennettedir. Bu da (Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaattir.)" [Ebu Davud, Sünnet 1, (4597).]
Diğer bir rivayette:
"Bu fırka hangisidir?" diye soruldu.
"Benim ve ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!" buyurdular." [Tirmizî, İman 18, (2643).]
Bir rivayette de şu ziyade vardır: "Ümmetimden bir kısım gruplar çıkacak, bunları bid'atlar istila edecek, tıpkı kuduzun, buna yakalanan kimsede hiç bir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid'at da onların her hallerine sirayet edecek." Görüldüğü gibi Ulemâ nezdinde ehl-i bid'at tabiri öncelikle Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat dışında kalan sapık mezhepleri ifade eder.Bu mezhep mensupları,Ehl-i Sünnetten kılık kıyafetle,kullandığı eşyalarla ayrılmazlar;sadece bazı temel meselelerdeki nokta-i nazarlardan ayrılırlar.Yani belirtmek istediğimiz husus, bid'at deyince itikada, inanca, telakkiye müteallik farklılıkların, sünnete aykırılıkların kastedildiğini tebarüz ettirmektir. Bilhassa geçmiş dönemlerde, kılıkkıyafet,kullanılan eşya ve hatta hayat tarzları ve davranışlarıyla birbirinin aynısı olan insanlardan bir kısmı Ehl-i Sünnet, bir kısmı ehl-i bid'at idiyse, aradaki fark sadece inanç cihetinden gelmekte idi. Ehl-i Sünnet, Kur'an-ı Kerim'in açıklamasında sünneti esas alanlardır. Ehl-i bid'at veya ehl-i heva denenler de sünneti reddedip,onun yerine beşerî hevayı koyanlardır.Beşerî hevâ fertten ferde değişebileceği için, onlar sayıca çoktur.Hadiste ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı belirtildikten sonra bunlardan sadece birinin yani sünnete uyanlar fırkasının kurtuluşa ereceği,geri kalanların ateşte olacağı belirtilmiştir.Aslında heva fırkalarının sayısı yetmiş ikiden pek çok kereler fazladır. Alimler hadisteki "yetmiş iki"den muradın, çokluk ifade ettiğini belirtirler. Ehl-i Sünnet, sünnete dayandığı için onun fırkaları yoktur.Bazı meselelerde ihtilaf ve farklılıklar olsa da bu yine bir sayılır.Çünkü, bu ihtilaflar da sünnete dayanır.Aynı meselede iki veya üç farklı sünnet,iki veya üç ayrı görüşe sebep olmuştur.Ancak bunlardan hiçbirine "sünnet dışı" denemez.
Kur'an-ı kerim'de pek çok Âyet-i kerime, Sünnet-i seniyye'ye uymanın, Resulullah Aleyhisselâm'a itaat etmenin farz olduğuna delâlet etmektedir.
"Hepiniz topluca sımsıkı Allah'ın ipine sarılın!" (Âl-i imran: 103)
Âyet-i Kerime'sindeki Allah'ın ipinden murad; Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye'dir.Sünnet-i Seniyye Resulullah Aleyhisselâm'ın Rabb'inden aldığı risâleti tebliğden ibarettir.
Allah-u Teâlâ risâleti tebliğ hususunda Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Ey Peygamber! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun." (Mâide: 67)
Buhârî'nin rivayetine göre Cebrâil Aleyhisselâm, Resulullah (S.A.V) Efendimiz'e Kur'an-ı Kerim'i indirdiği ve öğrettiği gibi sünnet'i de indirmiş ve öğretmiştir.
Kur'an-ı Kerim vahiy olduğu gibi, Hadis-i Şerif'ler de vahiydir.
Âyet-i Kerime'de şöyle buyuruluyor:
"O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak kendisine bildirilen vahiyden başka bir şey değildir." (Necm: 3-4)
Başka bir Âyet-i Kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Peygamber size ne verdiyse onu alınız, neyi yasak ettiyse ondan sakınınız." (Haşr: 7)
Şu kadar var ki, Kur'an-ı Kerim vahyin en yüksek mertebesidir. Lâfzı ve mânâsı ile birlikte vahyolunmuştur.Hadis-i Şerif ise Vahy-i metlüv, yani okunan vahiy değildir. Lâfzı olmayıp sadece mânâdan ibarettir ve Allah-u Teâlâ'nın muradını bildirmektedir.
Görüldüğü üzere Ehli sünnet vel cemaat itikadına sahip olmak yani Peygamber Efendimizin (s.a.v) ve kıymetli sahabisinin inandıkları şeylere onların inandığı gibi inanmayı gerektirir ve her müslümanın üzerine farzdır.
Şimdi konumuzla alakalı birkaç tabirin manasını verip devam edelim:
DİN: Allah-u Teala tarafından konulan bir kanundur ki, insanlara yaratılışlarındaki gayeyi ve Allah-u Teala’ya ne suretle ibadet yapılacağını bildirir.Din insanları, güzel olanı seçmeleriyle, hayırlı olan şeylere götürür.Bu ilahi kanunu Peygamberler vahiy suretiyle Cenab-ı Haktan öğrenerek insanlara ulaştırmışlardır.
İMAN: Allah-u Teala’ya ve Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Allah-u Teala
tarafından getirdiği Ahkam-ı İlahiyye” ( İlahi hükümler) in tamamına inanmak ve kabullenmekten ibarettir.Bilindiği üzere iman şartları altıdır.
İSLAM: İmanla aynı manadadır. Dolayısıyla her mümin, müslim; her müslim de mümindir. Gerçi lügat itibarıyla iman, inanmak; islam ise teslimiyet ve boyun eğmek anlamlarına gelmekteyse de din açısından ikisinin de hükmü birdir.
Müslümanım diyen birinin imanın şartlarını ve bu şartlara nasıl ve ne şekilde inanması gerektiğini bilmesi de kendi üzerine bir farzdır.Ehli Sünnet İtikadı da bu temeller üzerine kuruludur.
İMANIN ŞARTLARI:
(Amentübillahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusülihi velyevmil ahiri ve bilgaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teala velba’sü ba’delmevti hakkun eşhedüenla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü)
( Manası )
“Ben, Allah-u Teala’ya(varlığına,gücüne,kuvvetine,birliğine,nitelik ve niceliğine), meleklerine (ne surette yaratıldıklarına,şekillerine,nelere vakıf olduklarına,sayılarına (müddessir 31),cinsiyetlerinin olmadığına), kitaplarına (Allah-u Teala yüzdört kitap indirmiş olup bunların dördü büyük kitap yüzü ise sahifelerden ibarettir.), Resul (Peygamber) lerine (Sayıları hakkında kesin bir rakam vermeyip, “Allah tarafından gönderilen bütün Peygamberlere inandım.”demek lazımdır.), Ahiret gününe, kader (takdir edilen şeyler) in hayırlısı ve şerlisi (yaratılmak yönünden) Allah-ü Teala’dan olduğuna,Öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna inandım., Ben şehadet ederim ki Allah-u Teala dan başka hiçbir ilah yoktur.Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.v) Allah (-u Teala)’nın kulu ve Resulüdür.”
Görüldüğü üzere İmanın Şartları 6 tanedir ve bu 6 şartın tamamına ve getirdikleri şeri hükümlere Efendimizin ve mübarek sahabisinin inandığı gibi inanmak ve uymak zorunluluğumuz vardırki bunlar Ehl-i Sünnet İtikatının temelini oluşturur; tamamı bir bütündür yani;bir tanesinin eksikliği veya yanlış olarak inanılmasının telafisi yoktur insanı ehl-i sünnetten çıkarır ve ateşe düşürür.
Böylece Ehli sünnet vel cemaat itikadının ne demek olduğu anlaşılmış oldu.O halde Bunları Açıklayalım:
1. Allah-u Teala’ya iman :
"İlim bir nurdur; bu nur kalbe indiği zaman, ışığını bilinecek şeylere ulaştırır ve onunla bir irtibat kurar. Gözün nurunun görülen şeyle irtibat kurup görmeyi temin ettiği gibi, ilim de ulaştığı şeyi bilmeyi sağlar.Sahih (doğru) ve Hak katında geçerli itikad, şu anlayışlardan uzak olmalıdır:
Ta'tîl,ilhâd, teşbih, tecsîm, tekyif, nakz, hulul, ittihâd, ibâha ve diğerleri :
Ta'tîl, Allahu Teâlâ'nın sıfatlarını varlığını inkâr eden görüştür.
İlhâd, hak ile bâtılı karıştırıp bozuk inanca sahip olmaktır.
Teşbih, Allahu Teâlâ'yı varlıklara, varlıkları da Allah'a benzetmektir.
Tecsîm, Allahu Teâlâ'nın cisim olduğunu söylemektir.
Tekyif, Allahu Teâlâ'nın nasıl ve nice olduğunu bilmenin akıl ve araştırma yoluyla mümkün olduğunu söylemektir.
Nakz, doğru inanca ters görüşlere sahip, olmaktır.
Hulul, Allahu Teâlâ'nın varlıkların içine girdiğine inanmaktır.
İttihâd, Allahu Teâlâ'nın varlıklar ile birleşip bütünleştiğine inanmaktır.
İbâha, belirli bir dereceye yükselen kula her türlü haram işlerin serbest olduğuna, onun mükellefiyet bağından kurtulduğuna inanmaktır.
Sahih bir imanda, Allahu Teâlâ'yı her türlü ayıp ve kusurlardan, varlıklara benzeme hallerinden uzak tutma, O'nu yüceltme ve akılla idrak edilemeyecek bir ululuğa sahip olduğu inancı bulunmalıdır; Sahâbe-i Kiramın (r. anhüm) sahip olduğu iman böyleydi." Bu imanın delili, Kur'an, sünnet ve ümmetin ittifakıdır.
"Kulun şunu bilmesi gerekir:
Allahu Teâlâ zâtı ve sıfatlarıyla birdir, tektir, hiç kimseye bir ihtiyacı yoktur;
Her şey O'na muhtaçtır.O'nun zâtında ve sıfatlarında kendisine benzeyen, ortak olan hiçbir varlık yoktur.
O'nun mülkünde kendisine ortak olan bir varlık da mevcut değildir.
Sıfatları, sonradan yaratılmamıştır.Varlığının bir evveli yoktur; O, ezelîdir. Varlığının bir sonu olmayıp, ebedîdir.
O'nun için bir son düşünülemez.Bütün varlıkları hayatta ve ayakta tutan O'dur.
O, ezelî ve ebedî olarak celâl (yücelik) ve cemâl (güzellik), kemâl sıfatlarına sahiptir.
O'nun ululuğunun, yüceliğinin, bir sonu ve bitiş noktası yoktur.
Yüce Allah cisim, cisme bağlı, cisimle irtibatlı bir varlık değildir.O, ruh ve onunla irtibatlı bir varlık da değildir.
Yüce Allah, şekil ve ölçüsü belirli bir cevher olmadığı gibi, cevherler O'nun vücuduna girmiş de değildir;
O, bütün varlıkları yoktan yaratandır.
Yüce Allah, tektir, hiçbir varlığa muhtaç değildir, kimseyi evlat edinmemiş ve kimse tarafından da doğrulmamıştır.
Hiçbir varlık, O'nun dengi ve benzeri değildir.
Yüce Allah hareket etmekten, bir yerden bir yere intikalden, yönden, bir mekânda bulunmaktan uzak ve yücedir. Bununla birlikte O, bütün varlıklara yakındır; kuluna can damarından daha yakındır. O'nun yarattığı varlıklara yakınlığı, varlıkların birbirlerine olan yakınlığı gibi değildir. O, bütün varlıklara, yüce zâtına uygun bir şekilde yakındır."
Cüneyd-i Bağdâdî'ye, "Allahu Teâlâ'nın yakınlığının nasıl olduğu?" sorulunca şöyle demiştir:"O, kullarına bir bitişme olmadan yakındır; onlardan bir ayrılma olmadan uzaktır.
O'nun yakınlığının ve beraberliğinin nasıl olduğunu akılla bilmek, dille ifade etmek mümkün değildir.Hiçbir şey O'nun benzeri ve dengi olmadığı gibi, O'nun yakınlığı ve beraberliği de hiç kimsenin beraberliği ve yakınlığına benzemez.Yüce Allah, var iken, O'nunla birlikte hiçbir varlık yoktu; O şu anda da ezelde olduğu haldedir."
En son Admin tarafından Paz Şub. 23, 2014 1:21 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi