Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

    müslüman-i kamil

    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    müslüman-i kamil Empty müslüman-i kamil

    Mesaj tarafından Admin Paz Ocak 30, 2011 8:55 pm

    Müslüman-i Kamil

         



                Hamd;Görünen ve görünmeyen herşeyin sahibi olan,onlara hükmeden,herşeyi bir hikmetle ve ince bir sanatla yaratan ve bakmayı bilen gözler için herşeyde başka bir kudreti olan,Aklımızın aldığı ve almadığı herşeye gücü yeten,bizler daha bir kağıda düz bir çizgi dahi çizemezken koca kainatı bütün ağırlığıyla ve içindekilerle beraber boşlukta (uzay boşluğu) ince dengelerle ve şaşmaz bir düzende tutan Kadiri mutlak ve her daim anılmaya layık olan ve lutuflarına yeterli hamdi asla yapamayacağımız Allah-u Teala'yadır.

              İstedimki Müslüman olmanın neleri gerektirdiğini Ehli Sünnet vel-cemaat itikadı üzere değişik kaynakları biraraya getirerek tek bir yerde toplayayım ve sırayla gidelim.İnsana en başta "İman" lazımdır.Aklı olan birinin hayatta en başta dert etmesi gereken konu imanıdır.Onun için önce iman konusundan başlayıp Allah (c.c) nasip ederse amellerle devam edeceğim.Ameller hususunda müsamaha varsa da itikat hususunda hiçbir yanılmanın ve eksikliğin affı yoktur.Bundan dolayı şirkin dışındaki günahlar konusunda Allah’ın dilemesine bağlı olarak aff ve mağfiret sözü varsa da şirk üzere ölenin asla affedilmeyeceği, Cennet yüzü görmeyip Cehennemden çıkamayacağı kesindir.Öyleyse ebedi kurtuluş arayan herkesin her şeyden evvel iman konusu üzerinde durarak Allah indinde yüzünü ak edecek sağlam bir inanca sahip olması gerekir.Ancak şu var ki her: “İnandım” diyenin imanı Allah katında muteber değildir.0 halde Allah ve Resulü tarafından bize sarkıtılan bu ipe sımsıkı tutunarak istenilen sağlam inanca sahip olmalı ve bu sayede Ehl-i Sünnet itikadıyla ölme nimetine mazhar olarak ebedi azaptan kurtulmalıdır.

    İTİKAT (İNANÇ) :

    Ehli Sünnet vel-Cemaat itikadı dedim bunun;
    önemini,üzerimize farziyetini ve ne demek olduğunu Efendimizin şu Hadisi Şerifini Naklederek anlatmaya başlayalım:

    وعن معاوية رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَامَ فِينَا رَسُولُ اللّهِ # فقَالَ: أَ إنَّ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ مِنْ أهْلِ الْكِتَابِ افْتَرقُوا عَلى اثْنَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً، وإنَّ هذِهِ اُمَّةِ سَتَفْتَرِقُ عَلى ثََثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةَ: ثِنْتَانِ وَسَبْعُونَ في النَّارِ، وَوَاحِدَةٌ في الْجَنَّةِ، وَهِىَ الْجَمَاعَةُ[. أخرجه أبو داود.وزاد في رواية: »سَيَخْرُجُ مِنْ أُمَّتِى أقْوَامٌ تَتَجَارَى بِهِمُ ا‘هْوَاءُ كَمَا يَتَجَارَى الْكَلَبُ بِصَاحِبهِ َ يَبْقى مِنْهُ عِرْقٌ وََ مَفْصِلٌ إَّ دَخَلَهُ«.و»التَّجَارِى« تَفَاعَل من الجرى وهو الوقوع في ا‘هواء الفاسدة.و»التَّدَاعِى« فيها، تشبيهابجرى الفرس.»الكَلَبُ« بتحريك الم: داء معروف يعرض للكلب، إذا عض إنساناً عرضت له أعراض رديئة فاسدة قاتلة، فإذا تجارى با“نسان وتمادى به هلك .

    Hz. Muâviye (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) aramızda doğrulup buyurdular ki:
    "Haberiniz olsun! Sizden önce Ehl-i Kitap, yetmiş iki millete (dine) bölündüler. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmiş ikisi ateşte, sadece biri cennettedir. Bu da (Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaattir.)" [Ebu Davud, Sünnet 1, (4597).]

    Diğer bir rivayette:

    "Bu fırka hangisidir?" diye soruldu.

    "Benim ve ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!" buyurdular." [Tirmizî, İman 18, (2643).]

    Bir rivayette de şu ziyade vardır: "Ümmetimden bir kısım gruplar çıkacak, bunları bid'atlar istila edecek, tıpkı kuduzun, buna yakalanan kimsede hiç bir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid'at da onların her hallerine sirayet edecek." Görüldüğü gibi Ulemâ nezdinde ehl-i bid'at tabiri öncelikle Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat dışında kalan sapık mezhepleri ifade eder.Bu mezhep mensupları,Ehl-i Sünnetten kılık kıyafetle,kullandığı eşyalarla ayrılmazlar;sadece bazı temel meselelerdeki nokta-i nazarlardan ayrılırlar.Yani belirtmek istediğimiz husus, bid'at deyince itikada, inanca, telakkiye müteallik farklılıkların, sünnete aykırılıkların kastedildiğini tebarüz ettirmektir. Bilhassa geçmiş dönemlerde, kılıkkıyafet,kullanılan eşya ve hatta hayat tarzları ve davranışlarıyla birbirinin aynısı olan insanlardan bir kısmı Ehl-i Sünnet, bir kısmı ehl-i bid'at idiyse, aradaki fark sadece inanç cihetinden gelmekte idi. Ehl-i Sünnet, Kur'an-ı Kerim'in açıklamasında sünneti esas alanlardır. Ehl-i bid'at veya ehl-i heva denenler de sünneti reddedip,onun yerine beşerî hevayı koyanlardır.Beşerî hevâ fertten ferde değişebileceği için, onlar sayıca çoktur.Hadiste ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı belirtildikten sonra bunlardan sadece birinin yani sünnete uyanlar fırkasının kurtuluşa ereceği,geri kalanların ateşte olacağı belirtilmiştir.Aslında heva fırkalarının sayısı yetmiş ikiden pek çok kereler fazladır. Alimler hadisteki "yetmiş iki"den muradın, çokluk ifade ettiğini belirtirler. Ehl-i Sünnet, sünnete dayandığı için onun fırkaları yoktur.Bazı meselelerde ihtilaf ve farklılıklar olsa da bu yine bir sayılır.Çünkü, bu ihtilaflar da sünnete dayanır.Aynı meselede iki veya üç farklı sünnet,iki veya üç ayrı görüşe sebep olmuştur.Ancak bunlardan hiçbirine "sünnet dışı" denemez.

    Kur'an-ı kerim'de pek çok Âyet-i kerime, Sünnet-i seniyye'ye uymanın, Resulullah Aleyhisselâm'a itaat etmenin farz olduğuna delâlet etmektedir.


    "Hepiniz topluca sımsıkı Allah'ın ipine sarılın!"
    (Âl-i imran: 103)

    Âyet-i Kerime'sindeki Allah'ın ipinden murad; Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye'dir.Sünnet-i Seniyye Resulullah Aleyhisselâm'ın Rabb'inden aldığı risâleti tebliğden ibarettir.

    Allah-u Teâlâ risâleti tebliğ hususunda Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:

    "Ey Peygamber! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O'nun peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun."
    (Mâide: 67)

    Buhârî'nin rivayetine göre Cebrâil Aleyhisselâm, Resulullah (S.A.V) Efendimiz'e Kur'an-ı Kerim'i indirdiği ve öğrettiği gibi sünnet'i de indirmiş ve öğretmiştir.

    Kur'an-ı Kerim vahiy olduğu gibi, Hadis-i Şerif'ler de vahiydir.

    Âyet-i Kerime'de şöyle buyuruluyor:

    "O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak kendisine bildirilen vahiyden başka bir şey değildir." (Necm: 3-4)

    Başka bir Âyet-i Kerime'de şöyle buyuruluyor:

    "Peygamber size ne verdiyse onu alınız, neyi yasak ettiyse ondan sakınınız." (Haşr: 7)

    Şu kadar var ki, Kur'an-ı Kerim vahyin en yüksek mertebesidir. Lâfzı ve mânâsı ile birlikte vahyolunmuştur.Hadis-i Şerif ise Vahy-i metlüv, yani okunan vahiy değildir. Lâfzı olmayıp sadece mânâdan ibarettir ve Allah-u Teâlâ'nın muradını bildirmektedir.


    Görüldüğü üzere Ehli sünnet vel cemaat itikadına sahip olmak yani Peygamber Efendimizin (s.a.v) ve kıymetli sahabisinin inandıkları şeylere onların inandığı gibi inanmayı gerektirir ve her müslümanın üzerine farzdır.


    Şimdi konumuzla alakalı birkaç tabirin manasını verip
    devam edelim:

    DİN: Allah-u Teala tarafından konulan bir kanundur ki, insanlara yaratılışlarındaki gayeyi ve Allah-u Teala’ya ne suretle ibadet yapılacağını bildirir.Din insanları, güzel olanı seçmeleriyle, hayırlı olan şeylere götürür.Bu ilahi kanunu Peygamberler vahiy suretiyle Cenab-ı Haktan öğrenerek insanlara ulaştırmışlardır.

    İMAN: Allah-u Teala’ya ve Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Allah-u Teala
    tarafından getirdiği Ahkam-ı İlahiyye” ( İlahi hükümler) in tamamına inanmak ve kabullenmekten ibarettir.Bilindiği üzere iman şartları altıdır.

    İSLAM: İmanla aynı manadadır. Dolayısıyla her mümin, müslim; her müslim de mümindir. Gerçi lügat itibarıyla iman, inanmak; islam ise teslimiyet ve boyun eğmek anlamlarına gelmekteyse de din açısından ikisinin de hükmü birdir.


    Müslümanım diyen birinin imanın şartlarını ve bu şartlara nasıl ve ne şekilde inanması gerektiğini bilmesi de kendi üzerine bir farzdır.Ehli Sünnet İtikadı da bu temeller üzerine kuruludur.

    İMANIN ŞARTLARI:

    (Amentübillahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusülihi velyevmil ahiri ve bilgaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teala velba’sü ba’delmevti hakkun eşhedüenla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü)

    ( Manası )

    “Ben, Allah-u Teala’ya(varlığına,gücüne,kuvvetine,birliğine,nitelik ve niceliğine), meleklerine (ne surette yaratıldıklarına,şekillerine,nelere vakıf olduklarına,sayılarına (müddessir 31),cinsiyetlerinin olmadığına), kitaplarına (Allah-u Teala yüzdört kitap indirmiş olup bunların dördü büyük kitap yüzü ise sahifelerden ibarettir.), Resul (Peygamber) lerine (Sayıları hakkında kesin bir rakam vermeyip, “Allah tarafından gönderilen bütün Peygamberlere inandım.”demek lazımdır.), Ahiret gününe, kader (takdir edilen şeyler) in hayırlısı ve şerlisi (yaratılmak yönünden) Allah-ü Teala’dan olduğuna,Öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna
    inandım., Ben şehadet ederim ki Allah-u Teala dan başka hiçbir ilah yoktur.Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.v) Allah (-u Teala)’nın kulu ve Resulüdür.”

    Görüldüğü üzere İmanın Şartları 6 tanedir ve bu 6 şartın tamamına ve getirdikleri şeri hükümlere Efendimizin ve mübarek sahabisinin inandığı gibi inanmak ve uymak zorunluluğumuz vardırki bunlar Ehl-i Sünnet İtikatının temelini oluşturur; tamamı bir bütündür yani;bir tanesinin eksikliği veya yanlış olarak inanılmasının telafisi yoktur insanı ehl-i sünnetten çıkarır ve ateşe düşürür.

    Böylece Ehli sünnet vel cemaat itikadının ne demek olduğu anlaşılmış oldu.
    O halde Bunları Açıklayalım:

    1. Allah-u Teala’ya iman :

    "İlim bir nurdur; bu nur kalbe indiği zaman, ışığını bilinecek şeylere ulaştırır ve onunla bir irtibat kurar. Gözün nurunun görülen şeyle irtibat kurup görmeyi temin ettiği gibi, ilim de ulaştığı şeyi bilmeyi sağlar.Sahih (doğru) ve Hak katında geçerli itikad, şu anlayışlardan uzak olmalıdır:
    Ta'tîl,ilhâd, teşbih, tecsîm, tekyif, nakz, hulul, ittihâd, ibâha ve diğerleri :

    Ta'tîl, Allahu Teâlâ'nın sıfatlarını varlığını inkâr eden görüştür.
    İlhâd, hak ile bâtılı karıştırıp bozuk inanca sahip olmaktır.
    Teşbih, Allahu Teâlâ'yı varlıklara, varlıkları da Allah'a benzetmektir.
    Tecsîm, Allahu Teâlâ'nın cisim olduğunu söylemektir.
    Tekyif, Allahu Teâlâ'nın nasıl ve nice olduğunu bilmenin akıl ve araştırma yoluyla mümkün olduğunu söylemektir.
    Nakz, doğru inanca ters görüşlere sahip, olmaktır.
    Hulul, Allahu Teâlâ'nın varlıkların içine girdiğine inanmaktır.
    İttihâd, Allahu Teâlâ'nın varlıklar ile birleşip bütünleştiğine inanmaktır.
    İbâha, belirli bir dereceye yükselen kula her türlü haram işlerin serbest olduğuna, onun mükellefiyet bağından kurtulduğuna inanmaktır.

    Sahih bir imanda, Allahu Teâlâ'yı her türlü ayıp ve kusurlardan, varlıklara benzeme hallerinden uzak tutma, O'nu yüceltme ve akılla idrak edilemeyecek bir ululuğa sahip olduğu inancı bulunmalıdır; Sahâbe-i Kiramın (r. anhüm) sahip olduğu iman böyleydi." Bu imanın delili, Kur'an, sünnet ve ümmetin ittifakıdır.

    "Kulun şunu bilmesi gerekir:

    Allahu Teâlâ zâtı ve sıfatlarıyla birdir, tektir, hiç kimseye bir ihtiyacı yoktur;
    Her şey O'na muhtaçtır.O'nun zâtında ve sıfatlarında kendisine benzeyen, ortak olan hiçbir varlık yoktur.
    O'nun mülkünde kendisine ortak olan bir varlık da mevcut değildir.
    Sıfatları, sonradan yaratılmamıştır.Varlığının bir evveli yoktur; O, ezelîdir. Varlığının bir sonu olmayıp, ebedîdir.
    O'nun için bir son düşünülemez.Bütün varlıkları hayatta ve ayakta tutan O'dur.
    O, ezelî ve ebedî olarak celâl (yücelik) ve cemâl (güzellik), kemâl sıfatlarına sahiptir.
    O'nun ululuğunun, yüceliğinin, bir sonu ve bitiş noktası yoktur.
    Yüce Allah cisim, cisme bağlı, cisimle irtibatlı bir varlık değildir.O, ruh ve onunla irtibatlı bir varlık da değildir.
    Yüce Allah, şekil ve ölçüsü belirli bir cevher olmadığı gibi, cevherler O'nun vücuduna girmiş de değildir;
    O, bütün varlıkları yoktan yaratandır.
    Yüce Allah, tektir, hiçbir varlığa muhtaç değildir, kimseyi evlat edinmemiş ve kimse tarafından da doğrulmamıştır.
    Hiçbir varlık, O'nun dengi ve benzeri değildir.
    Yüce Allah hareket etmekten, bir yerden bir yere intikalden, yönden, bir mekânda bulunmaktan uzak ve yücedir. Bununla birlikte O, bütün varlıklara yakındır; kuluna can damarından daha yakındır. O'nun yarattığı varlıklara yakınlığı, varlıkların birbirlerine olan yakınlığı gibi değildir. O, bütün varlıklara, yüce zâtına uygun bir şekilde yakındır."


    Cüneyd-i Bağdâdî'ye, "Allahu Teâlâ'nın yakınlığının nasıl olduğu?" sorulunca şöyle demiştir:"O, kullarına bir bitişme olmadan yakındır; onlardan bir ayrılma olmadan uzaktır.
    O'nun yakınlığının ve beraberliğinin nasıl olduğunu akılla bilmek, dille ifade etmek mümkün değildir.Hiçbir şey O'nun benzeri ve dengi olmadığı gibi, O'nun yakınlığı ve beraberliği de hiç kimsenin beraberliği ve yakınlığına benzemez.Yüce Allah, var iken, O'nunla birlikte hiçbir varlık yoktu; O şu anda da ezelde olduğu haldedir."


    En son Admin tarafından Paz Şub. 23, 2014 1:21 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    müslüman-i kamil Empty Geri: müslüman-i kamil

    Mesaj tarafından Admin Paz Şub. 23, 2014 12:29 pm

    2. Meleklere İman :

    Melekler, değişik şekillerde görülebilen, zor işlere Allah’ın izniyle güçleri yeten latif cisimler (nurani varlıklar) dır.

    Melekler, erkeklikten, dişilikten, yemekten içmekten, abdest bozmaktan, doğmaktan, doğurmaktan uzaktırlar.Sayılarını ancak Allah bilir. (Müddessir Suresi 31. Ayet)

    Gece gündüz hiç durmadan Yüce Allah'ı tesbih ederler. Allah’a isyan etmezler, kendilerine emrolunanı yaparlar.Onlardan bazısı Rabbinin emriyle işleri tedbir etmekte (yönetmekte) dir. Onlardan kimisi semavi (gök ehli), kimisi de arızi (yer ehli) dir.

    Meleklere dişi isimleri takıp böylece resimlerini yapmak, insanı kafir edecek sapık bir inançtır.


    Meleklerin Peygamberleri  (büyükleri) başlıca dört tane olup, bunlardan Cebrail (Aleyhisselam), Peygamberlere vahiy getirmek, harp ve zelzele gibi afetleri yönetmekle, Mikail (Aleyhisselam), rızıkları takip etmekle, İsrafil (Aleyhisselam) amellerini kontrol ile, Azrail (Aleyhisselam) ise ruhları almakla görevlidirler.


    Melekler Allah-u Teala’dan izinsiz hiç bir şeyi kendiliklerinden yapamadıkları için her hangi bir nedenle onlar hakkında kötü konuşmak ve onlara düşman olmak, gerçekte Allah’a düşmanlık sayıldığından insanı dinden çıkarır.

    Bu Husus Yahudilerin Cebrail Aleyhisselama düşmanlılını belirtmek üzere Bakara Suresinin 97 ve 98. Ayet-i Kerimesinde Belirtilmiştir.

    3. Kitaplara İman :


    Allah-u Teala yüzdört kitap indirmiş olup bunların dördü büyük kitap yüzü ise sahifelerden ibarettir.
    Bu kitaplarda Allah-u Teala’nın emir ve nehileri (yasakları) vaad ve vaidi (müjde ve tehditleri) mevcut olup, hepsi Allah-u Teala’nın kelamıdır.Bu kitaplara karşı vazifemiz, onların Allah-ü Teala’dan geldiğine inanıp, Kuran-ı Kerim gelmekle diğerlerinin okunmalarının, yazılmalarının ve bazı hükümlerinin neshedilmiş (geçersiz kılınmış) olduğunu bilmemizdir. Bugün okuyup amel etmekle emrolunduğumuz tek ilahi kitap, Kur’an-ı Kerimdir ve onun hükmü kıyamete kadar geçerlidir.

    Dört büyük kitaptan Tevrat, Musa (Aleyhisselam)'a, Zebur, Davud (Aleyhisselam)'a, İncil, İsa (Aleyhisselam)'a, Kuran-ı Kerim de Muhammed  (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'a indirilmiştir.


    Kur’an-ı Kerimin bütün ayetlerine inanmak gereklidir. Bir ayetini inkar, tümünü inkar sayılır.
    Dolayısıyla namaz, abdest ayetlerine inanıp da, faizin haram olması gibi, muamelatla, hırsızın kolunun kesilmesi gibi, ukûbat (cezalar) la ilgili ayetleri inkar etmek, insanı kıpkızıl kafir eder.

    Çünkü faizin yasaklığı, Bakara suresinin 275. ayetinde, kol kesme cezası da Maide suresinin 38. ayetinde zikredilmektedir.


    İslam dini ve Allah’ın yolu anlamına gelen “Şeriat” ı inkar etmek de kafirliktir.
    Zira Şeriat’a uymak, Casiye suresinin 18. ayeti kerimesinde Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e, dolayısıyla bütün ümmetine Allah-u Teala’nın en büyük emirlerinden biridir.


    4.Peygamberlere İman :


    Allah-u Teala’nın resüllerine iman, onların “Allah-u Teal tarafından kullarını müjdeleyici ve korkutucu, onlara din ve dünya işlerinde muhtaç oldukları bilgileri açıklayıcı olarak gönderilmiş kullar” olduklarına inanmaktır.


    PEYGAMBERLERDE ARANAN ŞARTLAR
    :


    1 - Erkeklik,
    2 - Hür olmak,
    3 - Doğruluk,
    4 - Emanet (güvenilirlik),
    5 - Adalet,
    6 - Tebliğ (kimseden çekinmeden hakkı duyurma)
    7 - Akıl, zeka, fetanet ve görüş gücünün zirvesine ulaşmak.


    PEYGAMBERLERDE OLMAMASI GEREKEN VASIFLAR
    :


    1 - Ana - babasının zinaya bulaşması,
    2 - Katılık, kabalık, sertlik gibi kötü huylar,
    3 - Alaca ve cüzzam gibi insanları nefret ettiren ayıplar,
    4 - Yol üzerinde yemek yemek gibi mürüeti ihlal eden (kişiliğe zarar veren) işler,
    5 - Hacamat (kan almak) gibi düşük mesleklerle iştigal,
    6 - Ümmetin kabulünü engelleyecek her türlü amel ve vasıf.


    Şu bilinmelidir ki
    peygamberler genel manada küfrün ve yalanın bütün çeşitlerinden büyük günahlardan ve bir lokma çalmak gibi insanları nefret ettiren küçük günahlardan ve diğer küçük günahları kasten işlemekten müberra (uzak) tırlar.
    Peygamberlerin ilki Adem (Aleyhisselam) olup, sonuncusu Muhammed (Sallallahu  Aleyhi ve Sellem) dir.

    Bu ikisi arasında bir rivayet: “Yüz yirmi dört bin,” bir rivayet: “İki yüz yirmi dört bin” Peygamber geçmiştir.


    Sayıları hakkında kesin bir rakam vermeyip, “Allah tarafından gönderilen bütün Peygamberlere inandım.” demek lazımdır.


    Bu Peygamberlerin hepsine inanmak gerekli olup birini inkâr hepsini inkar sayılır.
    Bu  Peygamberlerin Allah (C.C) tarafından getirdikleri ayetlere inanmak gereklidir.
    Dolayısıyla Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in buyurduğu kesinlikle bilinen sağlam senetli hadisleri inkar etmek, Kur’an ayetlerini inkar gibi insanı kafir eder.

    Peygamberlerden 313 tanesi hem Resul hem de Nebi olup diğerleri sadece Nebi’dir.


    Resul
    : “Kendisine yeni bir kitap veya değişik bir hüküm vahyedilen zat,”
    Nebi ise: “Kendinden evvelki Peygamberin Şeriatına uymakla emrolunan kimsedir.”

    Kur’an-ı Kerim’de isimleriyle anılan ve nübüvvetleri hususunda ittifak bulunan peygamberler 25 tanedir.

    Bunlar:

    1- Adem (Aleyhisselam), 2- Nuh (Aleyhisselam), 3- Hud (Aleyhisselam) 4- İdris (Aleyhisselam), 5 - Salih (Aleyhisselam), 6- İbrahim (Aleyhisselam), 7- İsmail (Aleyhisselam), 8- İshak (Aleyhisselam), 9- Yakup (Aleyhisselam), 10- Yusuf (Aleyhisselam), 11 - Musa (Aleyhisselam), 12- Harun (Aleyhisselam), 13 - Şuayb (Aleyhisselam), 14- Zekeriya (Aleyhisselam), 15 - Yahya (Aleyhisselam), 16-Isa (Aleyhisselam), 17- Davud (Aleyhisselam), 18- Süleyman (Aleyhisselam), 19-İlyas (Aleyhisselam), 20- Elyesa’ (Aleyhisselam), 21 - Zülkifl (Aleyhisselam), 22- Eyyüb (Aleyhisselam), 23- Yunus (Aleyhisselam), 24 - Lut (Aleyhisselam). 25- Muhammed (Aleyhisselam) (Salavatullahi alâ nebiyyina ve aleyhim ecmain.)

    Resullerden beş tanesi, “Ulü’l-Azm” olup bunlar da Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dir.


    Bunların en üstünü, kainatın efendisi sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’dır.
    (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)

    5.Ahiret Gününe İman :


    Öldükten sonra dirilip Allah-ü Teala’nın huzurunda hesaba çekilerek, herkesin yaptığının karşılığını bulacağı ahiret alemine inanmak, Allah-ü Teala’ya inanmak gibi zaruri bir meseledir.


    Maalesef günümüzde müslüman olduklarını söyledikleri halde öldükten sonra dirilmek hakkında şüphesi olanlar vardır. Halbuki bu husus şüphe kaldırmayan iman esaslarından biri olarak “Amentü” de yer almıştır.


    Nitekim altı esas sayıldıktan sonra okunan “Ölümden sonra dirilmek haktır.” cümlesi de ahirete imanın önemine dikkat çekmektedir.


    6.Kadere (Hayır ve Şerrin Yaratılmak Bakımından Olduğuna) İman :


    Kader, Allah’ın sırlarından bir sır olup, bu hususta çok konuşup yorum yapmaya müsait değildir.

    Ancak her müslümanın şuna inanması gerekmektedir ki, Alemlerin yaratılmasından sonsuza kadar olup bitecek hiç bir şey rasgele olmayıp, her şey Allah-ü Teala’ın kaderiyle, takdiriyle, ayarlamasıyla, düzenlemesiyle, iradesiyle ve kudretiyle meydana gelmektedir.

    Enam Suresi 56.Ayet-i Kerimesinde mealen Buyuruluyor:


    "Gaybın anahtarları yalnızca O’nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak dahi O'nun izni olmadan düşmez. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Allah’ın bilgisi dâhilinde, Levh-i Mahfuz’da yazılı) olmasın."


    Dolayısıyla
    yaratılmak bakımından hayır da şer de, iyi de kötü de, sevap da günah da Allah tarafındandır.


    Ancak Allah-ü Teala kulun yaptığı hayırdan razı olup
    kulun yaptığı şerden razı değildir.
    Böyleyken de imtihan olsun diye kulun yapmak istediği ve gücünü kullandığı kötülükleri yaratmaktadır.Allah-u Teala, kulunu günah işlemeye zorlamayıp, şerleri kulunun irade ve kudretini (istek ve gücünü) kötüye kullanması neticesinde yarattığından, hiç bir şekilde mesul değildir. Kullar ise yaptıklarından sorumlu olacaklardır.
    Admin
    Admin
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 531
    Points : 982
    Kayıt tarihi : 27/04/10
    Nerden : ADANA

    müslüman-i kamil Empty Geri: müslüman-i kamil

    Mesaj tarafından Admin Paz Şub. 23, 2014 1:22 pm

    Ehl-i Bid’at’ı EhI-i Sünnet’ten ayıran temel özellikler nelerdir?          

    Ehli sünnet dışında kalmak veya
    Ehli sünnetten çıkmak; Temel inanç esaslarındaki bozuk ve yanlış inançlardan veyahutta Sünneti Seniyyede veya Kuran-ı Kerimde kesin olan bir hükmü inkar düşüncesi,asli manalarını çarpıtmak,bunlara yanlış manalar vermek,şüphe yada lafızla bunu ifade etmekten kaynaklanır.Bunlar insanı bozuk itikada sahip olmak ve dinden çıkmaya götürecek kadar tehlikelidir.Zaten dinden çıkan otomotikman Ehli Sünnetten de çıkmış olur.Olması gereken iman ve itikad, ileride İmanın Şartları  başlığında ve devamında anlatılacaktır.Ehli Sünnete muhalif olanları ise aşağıdaki ana noktalarda toplamak mümkündür:        

    1- Nasların (ayet ve hadislerin) ruhuna ve İslam’ın temel yönelişlerine vakıf olmamak.

    Nitekim Mutezile’nin, mürtekib-i kebire (büyük günah işleyen bir kimse) yi ne mümin ne de kafir saymaları bu kabildendir.Halbuki bir çok ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde hiç bir günahın insanı dinden çıkartmayacağı açıkça belirtilmiştir.

    2- Yabancı kültürlerin etkisi altında kalıp ayet ve hadisleri uzak yorumlarla te’vil etmek. Sapık Mutezile fırkasının:“0 gün bir takım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar. ” (Kıyamet Suresi:22-23)

    Ayet-i kerimelerini: “Rablerinin emrini bekleyicidirler.” diye te’vil etmeleri son derece yanlıştır ve uzak bir yorumdur.

    3- Kur-an’ın kendisine has üslûp ve Arap dilinin ifade özelliklerine bakmaksızın bazı ayetlerin ve hadislerin zahirine takılıp kalmak.Yine aynı fırkanın:“Gözler O’nu idrak edemez.” (En’am suresi:103)

    Ayet-i kerimesini: “Gözler Allah-u Teala’yı göremez’ diye tefsir etmeleri, Arap dilinin özelliklerini göz ardı etmelerindendir.Zira idrak, anlamak ve kavramak manalarına gelmektedir ki, burada, Allah-u Teala’nın öz zatının kimse tarafından idrak edilemeyeceği, tam manasıyla anlaşılamayacağı, gören göz tarafından kuşatılamayacağı açıklanmak istenmiştir.
    Yoksa şekilsiz, örneksiz ve idraksiz bir görme reddedilmemiştir. Aksine bir çok ayet ve hadislerde bu husus ispat edilmiştir.

    4- Ayet ve hadislerin yorumlanmasında peşin ve indî görüşleri, ayet ve hadislerin murat (kastedilen) manalarına hakim kılmak.İbn-i Teymiye ve sapık yandaşlarının: “Rahman arşın üzerine istiva etti.” (Taha Suresi: 5)

    Ayet-i celilesine: “Rahman arşın üzerine oturdu.” diye mana vermeleri ve bir çok hadis-i şeriflerde:

    “Allah-u Teala’nın nüzulu” ile ilgili geçen ifadeleri, bildiğimiz manada inmekle tefsir etmeleri, ayet ve hadislerden kastedilen manaları anlamamazlıktan gelmektir.Zira burada anlatılmak istenen, Allah-u Teala’nın, zatına layık bir istiva ile arşa hükmetmesidir.Oturmak, kalkmak, inmek, çıkmak gibi işler ise sonradan yaratılanlara mahsus olduğundan:
    “O’nun (Allah-u Teala’nın) benzeri hiç bir şey yoktur.”(Şura Suresi:11) ayet-i kerimesiyle Allah-u Teala’dan uzak tutulmuştur.

    Yine böylece zamanımızda bulunan bazı kimselerin, Mehdi ve Deccal ile ilgili hadis-i şerifleri kendi görüşlerine göre yorumlamaları, gerçek Mehdi ile hiç alakası olmayan kimseleri Mehdi ilan edip, hakiki Deccal’dan çok uzak olanları Deccallıkla vasıflamaları, Ehl-i Sünnetin görüşlerine uymamaktadır.

    Evet! Hazreti Mehdi’den evvel onun öncüsü olmak üzere bir takım Mehdi denebilecek alimler, Deccal’dan önce de onun hazırlıkçısı olan Deccalların çıkacağı hadis-i şeriflerde zikredilmiştir.

    Fakat gerçek Mehdi’nin kıyamete yakın çıkacağı, hakiki Deccal ile savaşacağı ve İsa (Aleyhisselam) in ona yardım etmek üzere gökten  (Yeni bir Peygamber olarak değil Muhammed Aleyhisselama bağlı bir ümmet olarak) ineceği hakkında, inkarı insanı kafir edecek derecede kati ve mütevatir hadis-i şerifler bulunmaktadır.

    5- İslam’ın ilk neslini oluşturan ve onu her yönüyle sonraki nesillere aktaran Ashab-ı Kiram (Radiyallahu Anhüm)'a karşı iyi niyetli olmamak.

    Onların, özellikle dini ilgilendiren rivayet, anlayış ve uygulamalarına değer vermeyip,kendi yorumlarını onların üstünde tutmak.

    Nitekim Şia fırkasının Ebubekir, Ömer ve Osman (Radiyallahu Anhüm) hazaratını sevmemeleri, Hazreti Muaviye ve onunla birlikte bulunan on bin sahabiyi kafir saymaları ve onların dini hükümlerle ilgili rivayetlerini reddetmeleri bu maddenin en güzel örneğidir.

    Yine aynı fırkanın, çıplak ayağa meshetmeyi ve Müt’a nikahım kabul etmeleri, Sahabenin nakil ve tatbiklerine itibar etmeyip kendi yorumların onlara tercih ettiklerinin göstergesidir.

    6 - Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Kavli, Fiili ve Takriri sünnetine karşı menfi (olumsuz) bir tavır takınmak.

    Nitekim bazı kimselerin Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in emrettiği ve tatbik ettiği sakal ve sarık gibi önemli sünnetleri kabul etmedikleri ve daha nice sünnetleri hafife alıp reddettikleri görülmektedir.

    7- Kur’an ve İslam’ın temel prensipleriyle bağdaştığı halde kendi görüşleriyle bağdaştıramadıkları bazı hadis-i şerifleri mütevatir olmadıkları gerekçesiyle reddetmek.

    Nitekim Şia mezhebi Ebubekir ile Ömer (Radiyallahu Anhüma) nın fazileti hakkındaki bir çok hadis-i şerifleri inkar etmektedirler.

    8- Kendi mezhep anlayışlarını desteklemek amacıyla hadis uydurmak veya bu tür hadisleri rivayet etmek.

    Mesela Şia mezhebi, halifeliğin Ebubekir (Radiyallahu Anh) dan evvel Hazreti Ali’ye ait olduğu hususunda bir çok hadis uydurmuşlardır.

    Nitekim Aliyyül-Kâri (Rahimehullah), Şia’nın Ehl-i Beytin fazileti hakkında üçyüz bin hadis uydurduklarını nakletmiştir.

    9- Ashab-ı Kiram’dan itibaren oluşan Cumhûr-u Müslimin’in (çoğunluğun) din anlayışından kopup ayrılmak, azınlık halet-i ruhiyesi içerisinde karşı grupları küfür (kafirlik) le itham etmek (suçlamak).

    Nitekim günümüzdeki Vehhabi fırkası, Matüridi ve Eş’ari gibi Ehl-i Sünnet’in temsilcilerini ve mensuplarını kafir sayarak bu vartaya (uçuruma) düşmüşlerdir.

    10- Dinin temel hükümlerini, ayet ve hadislerin ruhundan ve Cumhur Ulemanın görüşlerinden kopararak, sürekli tartışmaya açık tutmak.

    Şimdi bir takım sapıklar türemiş, Vakfe’nin arefe günü olması gerektiği ile ilgili sağlam hadis-i şerifler ve Cumhur’un ittifakı varken Vakfe’nin hac aylarının herhangi bir gününde yapılabileceğini söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir.

      Forum Saati C.tesi Eyl. 21, 2024 9:50 am