Ahmed Yesevî Hazretleri
Türkistan'da yetişen büyük velîlerdendir. 1194’de Yesi'de vefât etti. Tîmûr Han onun için muhteşem bir türbe yaptırmıştır. Ahmed Yesevî'de çocukluğunda garib görülüyordu. Hızır aleyhisselâm ile görüşüp sohbet ediyordu. Türkistan'da Yesevî adında bir hükümdar var idi. Ceylan avına çıkan hükümdarın yolu Karaçuk dağına çıktı. Dağ çok sarp idi. Atı, kan ter içinde kaldı ve avını kaçırdı. Buna üzülen hükümdar; "Bu dağı ortadan kaldırmalı" diye söylendi. Ülkesindeki velîleri toplayıp, duâlarını almayı düşündü. Toplanan velîler, duâ ettiler. Dağ yerinden ayrılmadı. Oraya gelmeyen bir velînin olup olmadığı araştırıldı. Ahmed Yesevî küçük olduğundan çağrılmadığı anlaşıldı. Onun da gelmesi istendi. O da, hükümdarın istediği yere geldi. Velîlere sofradaki bir parça ekmeğe duâ edildi. O da ekmeği oradakilere taksim etti ve hepsine kâfi geldi. O toplantıda binlerce kişi vardı. Bu kerâmeti görenler, Hâce Ahmed'in büyüklüğünü anladılar. Hâce Ahmed, sırtındaki babadan kalma hırkasına bürünmüştü. Birdenbire yağmur yağdı, her yer suya garkolunca, velîlerin seccâdeleri su üstünde yüzmeye başladı. Sonunda Ahmed hırkasından başını çıkarınca, yağmur durdu, güneş çıktı. Karaçuk dağının ortadan kalktığı görüldü. Bunu gören hükümdar, Hâce Ahmed'den, kendi adının kıyâmete kadar bâkî kalmasını istedi. Hâce Ahmed de; "Kim bizi severse, senin adınla bizi ansın" dedi. Bundan sonra kendisine "Ahmed Yesevî" denildi.
Geçimini sağlamak üzere tahta kaşık yaparak satardı. Öküzünün sırtına bir heybe asar, içine de yaptığı kaşıkları koyup, Yesi çarşısına salıverirdi. Kim kaşık alırsa ücretini heybenin gözüne bırakırdı. Mal alıp da, ücretini vermeyen olursa, öküz onun peşini bırakmaz, nereye gitse onu takip ederdi. Adam ücreti heybeye koymadıkça, o kimsenin yanından ayrılıp başka yere gitmezdi. Akşam olunca da evine dönerdi. Hattâ heybenin gözüne fazla para bırakanlar da olurdu. Bunları muhtaçlara sarf ederdi.
Merv şehrinde Mervezî isimli bir müderris, Ahmed Yesevî hazretlerini imtihân etmek, şüphesini gidermek niyetiyle, 400 müşâvir ve 40 müftü ile yola çıktı. "Ben üç bin mesele bilirim. Hepsine ayrı suâl sorar, imtihan ederim." diye düşündü. Ahmed Yesevî hazretleri, talebesi Muhammed Dânişmend'e; "Bir bak, bize kimler geliyor?" buyurdu. Mervezî'nin mâiyetiyle geldiğini bildirdi. Hâce hazretlerinin emri ile M. Dânişmend, o üç bin meseleden binini, Mervezî'nin hâfızasından sildi. Sonra talebelerinden Hakîm Atâ'ya aynı şekilde emretti. O da öyle yaptı. Mervezî, hâfızasında kalan bin mesele ile Yesi şehrine geldi. Hâce hazretlerinin yanına gelip, "Demek sen Allah'ın kullarını doğru yoldan ayırıyorsun" dedi. Hâce, hiç kızmadı. Şimdilik üç gün misâfirimiz ol, sonra görüşürüz." buyurdu. Üç gün sonra bir kürsü kuruldu. Mervezî kürsüye çıktı. Hâce hazretleri, Hakîm Atâ'ya tekrar emredip, o bin meseleyi Mervezî'nin hâfızasından silmesini emretti. Hakîm Atâ, Allahü teâlâya duâ etti. Hafızasındaki bin mesele de silindi. Mervezî, kürsüde konuşmak istedi. Fakat hatırına bir şey gelmedi. Defterinden okumak istedi. Fakat oradaki yazıların da silindiğini gördü. O zaman Mervezî, kusurunu anlayıp hemen tevbe etti. Talebeliğe kabulü için yalvardı. 5 yıl kaldı. Yüksek derecelere kavuştu.
Buyururdu ki: "Câhillerle dostluk kurmaktan sakının. İslâmiyeti tam bilmiyen, tatbik etmeyen bir kimse, evliyâlık yolunda bulunmaya kalkarsa, bunun îmanını şeytan çalar. Kendisinde keramete benziyen bazı haller görülürse de bu, şeytanın oyunudur.
Evliyalık taslayan böyle şeyhler için der ki:
Nafile oruç tutar herkese şeyhlik satar
İlmi yok, körden beter, ahir zaman şeyhleri.
Beline kuşak bağlar, para toplarken ağlar,
Kendini adam sayar ahir zaman şeyhleri.
Başına sarık sarar, ilmi yok neye yarar
Oku yok yayı gerer ahir zaman şeyhleri.
Paraya kucak açar, zoru görünce kaçar,
Ömrünü boşa harcar ahir zaman şeyhleri.
Şeyhlik ulu bir iştir, Hakka doğru gidiştir
Aş vermez bağrı taştır, ahir zaman şeyhleri.
Miskin Ahmed nerdesin, Hak yolunda n’idersin?
Böyle nere gidersin ahir zaman şeyhleri.
Türkistan'da yetişen büyük velîlerdendir. 1194’de Yesi'de vefât etti. Tîmûr Han onun için muhteşem bir türbe yaptırmıştır. Ahmed Yesevî'de çocukluğunda garib görülüyordu. Hızır aleyhisselâm ile görüşüp sohbet ediyordu. Türkistan'da Yesevî adında bir hükümdar var idi. Ceylan avına çıkan hükümdarın yolu Karaçuk dağına çıktı. Dağ çok sarp idi. Atı, kan ter içinde kaldı ve avını kaçırdı. Buna üzülen hükümdar; "Bu dağı ortadan kaldırmalı" diye söylendi. Ülkesindeki velîleri toplayıp, duâlarını almayı düşündü. Toplanan velîler, duâ ettiler. Dağ yerinden ayrılmadı. Oraya gelmeyen bir velînin olup olmadığı araştırıldı. Ahmed Yesevî küçük olduğundan çağrılmadığı anlaşıldı. Onun da gelmesi istendi. O da, hükümdarın istediği yere geldi. Velîlere sofradaki bir parça ekmeğe duâ edildi. O da ekmeği oradakilere taksim etti ve hepsine kâfi geldi. O toplantıda binlerce kişi vardı. Bu kerâmeti görenler, Hâce Ahmed'in büyüklüğünü anladılar. Hâce Ahmed, sırtındaki babadan kalma hırkasına bürünmüştü. Birdenbire yağmur yağdı, her yer suya garkolunca, velîlerin seccâdeleri su üstünde yüzmeye başladı. Sonunda Ahmed hırkasından başını çıkarınca, yağmur durdu, güneş çıktı. Karaçuk dağının ortadan kalktığı görüldü. Bunu gören hükümdar, Hâce Ahmed'den, kendi adının kıyâmete kadar bâkî kalmasını istedi. Hâce Ahmed de; "Kim bizi severse, senin adınla bizi ansın" dedi. Bundan sonra kendisine "Ahmed Yesevî" denildi.
Geçimini sağlamak üzere tahta kaşık yaparak satardı. Öküzünün sırtına bir heybe asar, içine de yaptığı kaşıkları koyup, Yesi çarşısına salıverirdi. Kim kaşık alırsa ücretini heybenin gözüne bırakırdı. Mal alıp da, ücretini vermeyen olursa, öküz onun peşini bırakmaz, nereye gitse onu takip ederdi. Adam ücreti heybeye koymadıkça, o kimsenin yanından ayrılıp başka yere gitmezdi. Akşam olunca da evine dönerdi. Hattâ heybenin gözüne fazla para bırakanlar da olurdu. Bunları muhtaçlara sarf ederdi.
Merv şehrinde Mervezî isimli bir müderris, Ahmed Yesevî hazretlerini imtihân etmek, şüphesini gidermek niyetiyle, 400 müşâvir ve 40 müftü ile yola çıktı. "Ben üç bin mesele bilirim. Hepsine ayrı suâl sorar, imtihan ederim." diye düşündü. Ahmed Yesevî hazretleri, talebesi Muhammed Dânişmend'e; "Bir bak, bize kimler geliyor?" buyurdu. Mervezî'nin mâiyetiyle geldiğini bildirdi. Hâce hazretlerinin emri ile M. Dânişmend, o üç bin meseleden binini, Mervezî'nin hâfızasından sildi. Sonra talebelerinden Hakîm Atâ'ya aynı şekilde emretti. O da öyle yaptı. Mervezî, hâfızasında kalan bin mesele ile Yesi şehrine geldi. Hâce hazretlerinin yanına gelip, "Demek sen Allah'ın kullarını doğru yoldan ayırıyorsun" dedi. Hâce, hiç kızmadı. Şimdilik üç gün misâfirimiz ol, sonra görüşürüz." buyurdu. Üç gün sonra bir kürsü kuruldu. Mervezî kürsüye çıktı. Hâce hazretleri, Hakîm Atâ'ya tekrar emredip, o bin meseleyi Mervezî'nin hâfızasından silmesini emretti. Hakîm Atâ, Allahü teâlâya duâ etti. Hafızasındaki bin mesele de silindi. Mervezî, kürsüde konuşmak istedi. Fakat hatırına bir şey gelmedi. Defterinden okumak istedi. Fakat oradaki yazıların da silindiğini gördü. O zaman Mervezî, kusurunu anlayıp hemen tevbe etti. Talebeliğe kabulü için yalvardı. 5 yıl kaldı. Yüksek derecelere kavuştu.
Buyururdu ki: "Câhillerle dostluk kurmaktan sakının. İslâmiyeti tam bilmiyen, tatbik etmeyen bir kimse, evliyâlık yolunda bulunmaya kalkarsa, bunun îmanını şeytan çalar. Kendisinde keramete benziyen bazı haller görülürse de bu, şeytanın oyunudur.
Evliyalık taslayan böyle şeyhler için der ki:
Nafile oruç tutar herkese şeyhlik satar
İlmi yok, körden beter, ahir zaman şeyhleri.
Beline kuşak bağlar, para toplarken ağlar,
Kendini adam sayar ahir zaman şeyhleri.
Başına sarık sarar, ilmi yok neye yarar
Oku yok yayı gerer ahir zaman şeyhleri.
Paraya kucak açar, zoru görünce kaçar,
Ömrünü boşa harcar ahir zaman şeyhleri.
Şeyhlik ulu bir iştir, Hakka doğru gidiştir
Aş vermez bağrı taştır, ahir zaman şeyhleri.
Miskin Ahmed nerdesin, Hak yolunda n’idersin?
Böyle nere gidersin ahir zaman şeyhleri.